• raoul walsh'in yönetmenligini yaptigi, basrollerini frank mchugh ve james cagney'in paylastigi en güzel hollywood gangster filmlerinden biri... "kükreyen yirmiler" diyerek amerika'nin the great depression'dan önceki halini tasvir eder...

    amerika'da 20'li yillar pek civcivli geçmistir...

    bu dönem jazz age diye de anilir.. jazz'in önemli isimleri louis armstrong ve saz arkadaslari, ella fitzgerald gibi isimler bu dönemde parlamislardir...

    öte yandan bu dönem, edith wharton'un twilight sleep adli kitabinda anlattigi gibi kadinlar için özgürlük dönemi olmustur.;. saçlarini garçonne modeli kestirmisler, charity galalarindan, davetlerinden eksik olmamakla, ilk defa klasik kaliplari yarip bu dönemde sivil hayatin kapilarini aralamislardir...

    ayni zamanda alkol yasagi yani prohibition'un uygulamada oldugu, ve mafyanin raoul walsh'in filminde anlattildigi gibi bilumum alkolü gizlice üretmek için binbir yolu denedigi bir dönemdi 20'li yillar...

    the great gatsby filmi misali çilgin davetlerin verildigi, paranin su gibi harcandigi ve borsanin spekülatif balonla sistigi bu dönemin hemen ardindan the great depression gelmis ve dönemin bir diger adini "depression era" yapmistir...
  • 1939 yapımıdır.
  • bogart' tan da öte james cagney muhteşem oynuyor. 20' li yılların amerika' sını ve mafyanın içki yasağı üzerinden yükselişini çok iyi anlatıyor film. jazz age bol eğlenceli geçiyor. ardından ise great depression ve çöküş...

    raoul walsh 20 yıllık dönemi çok iyi etüd etmiş ve ayağı yere basan gerçek karakterler yaratmış. mafyanın yükselişini ve oluşumunu son derece güzel anlatmış. daha sonra bunu daha da öteye taşıyacak olan genç coppola ise the godfather ı ve ıı ile klasik sinemanın zirvesine çıkacak. ardından bir kez daha gene efsane bir yönetmen scorsese de eşi benzeri zor bulunur ve inanılmaz ayrıntılı bir anlatım ile goodfellas' ı çekecek ve türün zirvesinde bir filme imza atmış olacak. bütün bu filmlerde verilmek istenen mesaj aslında aynı olmakla beraber mafyanın bir türlü bitmeyişi de manidar. hemen hemen hepsinde müthiş bir yaşam ve tükenmeyen bir hırs var.

    goodfellas' da ray liotta yükseliş dönemlerini ve yaşadığı hayatı anlatırken "it was a glorious time." diyordu. inanılmaz derecede özeniyordu o hayata ve sonu gene hüsran oldu. bu filmde de aynı. baba serisinde de aynıydı. al pacino, marlon brando hep pişmanlık ve yaşlılık içinde öldüler...

    belki de tüm zamanların en iyi gangster repliğinin bu filmden seçilmesi de bu saydığım sebepler yüzündendir.

    "he used to be a big shot."
  • abd'de, 1. dünya savaşından sonra, devlet tarafından kadınların etek boyuna ve saçlarına müdahale ediliğini öğrendiğim film.

    içki yasağını çok iyi özetleyen bir repliği vardır.

    --- spoiler ---

    yasayı geçirmek ayrı uygulamak ayrı şeydir
    --- spoiler ---
  • otuzların son büyük gangster filmi. aslında gangster filmi demek filmi sınırlara hapsetmek olur. benzerlerinin aksine değindiği otorite boşlukları, devletin nasıl ve ne biçimde yanlış yönetildiğini gösterdiği noktalar ile o döneme tuttuğu projeksiyonun açısı tamamen farklıdır. bir yönden geçmiş ile gelecek arasındaki köprü olarak da görülebilir. otuzların sonlarında senaryolaştırılır, yüzünü yirmilerin hareketli yıllarına çevirir ve gelecekte tahtını ''kara film'' türüne bırakacak olan gangster filmlerine de gösterişli bir veda niteliği taşır. zaten kara film akımının özelliklerine bakıldığında kükreyen yirmiler'in de sıkı bir kara film olduğu aşikârdır.

    korku ve şiddet sarmalı yerini tekinsizlik ve karasamsarlıkla dolu bir dünyaya bırakır. çeteler gider, yerlerini kanun tanımaz gözü kara, çoğunlukla umutsuz bireyler alır. gece kulüplerinin ve eğlence mekanlarının göz alıcı parlaklıklarından daha kuytu mekanlara ve daha loş aydınlanmalara geçiş yapılır. aynı zamanda, kükreyen yirmiler, kara film türünün poster yüzü hâline gelecek olan humphrey bogart'ın ayak seslerini duyduğumuz ve tüm kariyeri boyunca gölgesinden çıkmayacağı sert ve memnuniyetsiz karakter arketipini deneyimlediğimiz film olması nedeniyle de önemlidir.

    yasakların doğurduğu ''fırsatlar'' ile kolay yoldan zenginleşmenin bir başka anlatımı olan film, merkezinde üç karakteri barındırır. eddie (james cagney) sıradan bir hayatı cennet olarak tasvir eden sıradan vatandaş; george (humphrey bogart) huysuz olduğu kadar kötü olduğu da henüz ilk sahnesinden anlaşılan karakter; lloyd ise hukuk fakültesinden mezun, filmde saflığa denk düşen kişi olarak karşımıza çıkar.

    üç karakter de yasadışı işlere bulaşmış olmakla beraber, ekibin başı eddie'dir. burada bir tür yönlendirme söz konusudur. çünkü eddie sıradan hayatına dönmeye çalışır fakat bunu başaramaz; işsiz ve parasız kalınca da suça yönlenir. yani eddie biraz üstü kapalı şekilde mağdur gibi konumlandırılır. üstelik kötü olan goerge'un karşısında durabilen tek kişi olarak kötülüğün karşısındaki ''doğal iyi'' hâline gelir. bu sayede film bir yandan amerikan rüyasının farklı bir boyutunu anlatılırken diğer yandan george ve eddie çatışmasının dinamiğinden faydalanıp iyi ve kötü mefhumlarını sorgulatır.

    diğer yandan süregelen eddie ve jane (priscilla lane) arasındaki ikircikli ilişki ve kişisel çatışmalar da mühimdir. eddie, yanlış olanın detaylardan ziyade kendi kişilik ve konumu olduğunun farkında olmaksızın sürekli jane'e karşı en doğru davranışı sergilemeye çalışıp jestler yapmaktadır. yanlış olanın jane'e sunduğu imkanları elde etme şekli olduğunun farkında değildir. bu bakış açısıyla, eddie'nin, yasadışı yollarla zenginleşmesini de yanlış olarak görmediğini, bunu mecburiyetten yaptığını ve kazandığı her şeyin hak edilmiş olduğunu düşündüğü de anlaşılabilir. herkes kendince hak ettiğinin peşindedir ve kimse kendisini suçlu olarak görmez. doğrunun ve yanlışın muğlak çizgilerle değil mutlak çizgilerle ayrılmış olmasına rağmen karakterlerin bu kesinliği görememesine tanık oluruz.

    ''iyi olsun, kötü olsun, korkak olsun, cesur olsun herkes sıfırdan gelip zenginleşebilir, istediği şey için çabalarsa elde edebilir.'' anlatısı kısmen ikna edici biçimde işlense de yaşananların rüya mı yoksa kâbus mu olduğunu anlamak için ilk önce uyanmak gerekir: eddie ve george hak ettikleri bir kâbusa uyanırlar. onların rüyası da hak ettikleri biçimde sona erer, ayrımlar belirginleşir.

    tek bir film seyrederek savaş sonrası sıradan vatandaşın durumunu, yirmilerdeki içki yasaklarının sebep ve sonuçlarını, çürümüşlüğün boyutlarını, eğlence mekanlarının atmosferini, o mekanlardan daha karanlık mekanlara geçişleri, çeteleşmeden bireyselliğe geçişi, 1929 büyük buhranının sonuçlarını ve sonrasını deneyimlemek her zaman mümkün olmayabilir. kükreyen yirmiler, hepsini ihtiva eden kıymetli bir film. kara filmlere geçiş sürecine tanık olmak da işin ayrı bir güzelliğidir.
hesabın var mı? giriş yap