*

  • ahmet altan'ın taraf'daki köşesinde yer verdiği türbanlı kız.

    hollanda resminin büyük ustalarından vermeer’in tablolarını andırıyor genç kız.
    başını üzüntüyle öne eğmiş.
    resim çekilirken, saçlarını örten beyaz başörtünün yanağına değen kısmının gölgesi yansımış yüzüne.
    henüz on altı, on yedi yaşında.
    büyükçe bir salonun önündeki sahnede duruyor.
    ve ağlıyor.
    öğretmenler günü için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya.
    ödülünü alması için sahneye çağırmışlar.
    tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla general “indirin onu oradan” demişler.
    herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş.
    “neden” diyebilmiş sadece genç kız, “neden?”
    böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş.
    bunun insanlığa, adalete, vicdana uyan bir cevabı yok elbette.
    kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar duygu ve zekâ sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir.
    ve, aynen o kız gibi sormak ister:
    “neden?”
    “neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?”
    “neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?”
    bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istiyorum.
    vali, kaymakamı aynı tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o generali “indirin onu oradan” diyerek komutanı utandırsın.
    ama tabii böyle şeyler olmayacak.
    “devletimizin görevlilerinin” başına gelmez bunlar.
    başörtülülerin, kürtlerin, alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkede yaşayan halkın başına gelir.
    bu devlet, öylesine tuhaf davranıyor ki insanlara, normal hiçbir devlet için akla gelmeyecek şeyler düşündürüyor.
    biliyorsunuz, bizim köy kahvelerinde bile tekrar edilen bir laf vardır, “ingilizler bölerek yönetir.”
    bu lafı çok tekrarlarız.
    bu sözü böylesine benimsememizin başka bir sebebi olabileceğini düşünüyorum artık.
    osmanlı’dan bu yana bizim devletimizin kendi halkına bu “böl, yönet” yöntemini uyguladığına aklım yatıyor.
    huzursuzluğu sürekli olarak “devlet” çıkartıyor çünkü.
    birilerine “solcu” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “kürt” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “alevi” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “türbanlı” diyor mesele çıkartıyor.
    birisi solcu olunca birisi de sağcı oluyor elbette, birisi kürt olunca diğeri türk oluyor, biri alevi olunca öbürü sünni oluyor, birisi dinci olunca beriki laik oluyor.
    ve çatışma başlıyor.
    devlet bu işlere karışmamış, herkesi birbirine düşman edecek kadar hoyrat davranmamış, bütün propaganda araçlarını insanları bölmek için kullanmamış olsa, bu ülkede bu kadar düşmanlık olmazdı gibi geliyor bana.
    değişik ırklardan, değişik mezheplerden, değişik inançlardan, değişik fikirlerden insanlar, birbirimizle tartışarak yaşar giderdik.
    normal bir ülkemiz olurdu.
    ama sanırım sorun da burada.
    bugünkü devlet kadroları, “normal” bir devlette bugün bulundukları mevkilerde olabilirler miydi?
    o küçük kızı sahneden indiren kaymakam kanada’da kaymakamlık, o general isveç’te generallik yapabilir miydi?
    tekmeyle adam öldüren polisler isviçre’de polis, onların müdürleri ingiltere’de polis amiri, bakanları hollanda’da bakan olarak kalabilir miydi?
    hakarete uğrayan profesöre, “sen şüphelisin, sana her şey söylenebilir” diyen savcı hangi ülkede savcılık görevini sürdürebilirdi?
    devletin halka karşı benimsediği bu hoyratlığın, insafsızlığın, saldırganlığın geçerli bir sebebi olduğuna kaniim artık.
    bu ülkenin normalleşmesini istemiyorlar.
    hiçbir zaman istemediler.
    osmanlı’nın son döneminde de, cumhuriyette de…
    hep bir mesele olsun, hep insanlar bölünsün, hep huzursuzluklar yaşansın, hep çatışmalar olsun istiyorlar.
    halk bölünüp kendi içinde çatıştığı sürece kimse devlet görevlilerinin birikimini, yeteneğini, zekâsını, entelektüel kapasitesini sorgulamayı akıl edemiyor.
    birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz.
    ama bir düşünün, sağcısıyla solcusuyla, alevisi sünnisiyle, kürdüyle türküyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.
    devlet, en çok “milliyetçileri” severdi, onlara bile neler yaptı…
    çünkü aslında hiç kimseden yana değiller, sadece gerginliğin sürmesini istiyorlar.
    “bölüyorlar, yönetiyorlar.”
    ingilizler bunu “sömürgelerine” yapardı…
    onlar kendi halklarına yapıyorlar.
  • türk ordusunun zaafını ortaya çıkaran insandır.

    bu zaafın sonucu yeni savaş stratejileridir. yabancı ordular bundan sonra kadın kılığında ve başörtüleriyle türk mevzilerine saldıracaklar. binlerce türbanlı askeri bir arada gören subaylar türban overdose undan kontrolü kaybedip delirecekler.

    böyle bir savaşta bordo berelilermi kazanır, türbanlılarmı? lafı bile olmaz.

    (bkz: genciyle yaşlısıyla subaylar rahatsız)
    (bkz: overdose)
  • bazı insanların, komutanların etrafında halka şeklinde bi kamusal alan kalkanı olduğunu düşündüm bu kızın bir sinemada, herkesin sivil kıyafetleriyle gelip ödüllerini aldığı bi ortamda, kıyafetinden dolayı aşağılandığını görünce.

    o örtü siyasi simgedir, o yüzden karşıyız diyenlerin aslında kendilerinin ne kadar bunu simgeleştirdiklerini anlıyoruz. bir genç kızın, hakettiği ödülü almaya gelirken, insanların refleklerini harekete geçirmesini başka türlü anlayamıyorum. ki o kız oraya devlete meydan okumaya gelmedi, devletin kendi üzerinden halkına meydan okumasını hiç haketmedi

    amerikada zenciler, doğuda kürtler, heryerde başörtülüler akılları ermeye başladığından itibaren kendilerini devletle sorunlu bir ortamda buluyorlar.

    üzerinde kocaman adamların kocaman planlarının olduğu bir oyunun en son mağduru.
  • daha 15 yaşında devletin soğuk yüzüyle karşılaşmış kişidir.
    çoğumuzun boktan olarak niteleyeceği, uyduruk bir yarışmaya büyük önem vererek hazırlanmış,
    (kimbilir ödül alacağını duyduğunda nasıl sevinmiştir.)
    ancak tam kötü emellerini gerçekleştirmek için sahneye çıkmışken, bu hanima haddini bildiriniz
    diyenlerin emri ile haddi bildirilmiş. ve devlet büyük bir tehlikeden daha kılpayı kurtulmuştur.
    ilçe milli eğitim müdürüne sorduğu "neden, hocam" sorusu yapılacak tüm yorumlardan daha etkilidir.
  • adı tevhide kütük. 15 yaşında. imam hatip öğrencisi. adana, kozanlı. öğretmenler günü nedeniyle düzenlenen kompozisyon yarışmasında birinci olmuş. öğretmeni, eğitimi en iyi o anlatmış.
    ilçenin eşrafı eksiksiz törende. kaymakamdan garnizon komutanına kadar, yok yok. heyecanla ödülünü almak için kürsüye çıktığında öfke dolu bir ses: 'indirin onu'. bu devletin sesi olamaz.

    kendini devlet sanan birilerinin sesi. sahibi önemli değil. komutan ya da kaymakam. kamusal alan saçmalığının geldiği son nokta işte bu. tevhide'nin tek suçu başındaki örtü. derdest edilmesinin tek sebebi... belli ki bu muameleyi sadece tevhide değil kimse beklemiyor. salonda büyük bir şok. genç kız çaresiz....
    (bkz: http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=618766)

    (bkz: bir öğretmen olmalı)
  • laiklik karşıtlarının yeni bayrağı olan kız çocuğu.

    bir süre akit vakit, zaman ziyan, yeni şafak eski kavşak yandaşlarınca sömürülür. sonrasında yaşadığı travmayla ya kalakalır ortada ya da militan olur diş biler cumhuriyete. gerçi mevcut konjonktürde çankaya'da yapılacak ilk resepsiyonda dahi görebiliriz kendisini.

    ama şu soru hiç sorulmaz, bu ülkenin başına türbanı dolayan kimdir, kimlerdir. bu ülkede kim türbanlı diye öldürülmüştür, kim laiklik yanlısı olduğu için bombalara hedef olmuştur?
  • hakkındaki haberin en azından bir kısmının doğru olamayacağı insan.

    şöyle ki; mevcut akp iktidarında hangi kaymakam türbana karşı bu türlü bir tutum alabilir ki?
  • birşeyleri bayrak yapmaya alışmış, olmadı bayraklarını kapıp meydanlara koşanların, bayrak olarak görmeye çalıştıkları kişidir kendisi.
  • ordunun ve devletin şefkatli bir baba gibi halkını her durumda desteklediği ve ona yardım ettiği yanılgısını erken yaşta üzerinden atabilmiş genç bir kızdır. bu ülkede otoriteler senin ne giyeceğine, ne yiyeceğine, neye inanacağına, nasıl inanacağına karar verirler, sen de uyarsın, yada uymazsın ama sesini çıkartmazsın, şiir okumazsın, bunun hakkında kitap yazmazsın; rahat edersin. yoksa gelsin linçler, gelsin kürsüden indirmeler. ama onlar en iyisini bilir yine de... bunlar da bonus:

    (bkz: mahalle baskısı)
    (bkz: paternalizm)
  • muhtemeldir ki bahriye üçok'un adını bile duymayan 15 yaşında bir kız çocuğu. ama hayrunisa'yı, emine'yi falan iyi tanıyordur.

    keşke başına gelenleri yaşamasaydı diyorum sonsöz.
hesabın var mı? giriş yap