*

  • (bkz: dot) 'un yeni projesi. provaların başladığı haberleri geldi.

    vur / yağmala / yeniden, ingiliz tiyatro yazarı (bkz: mark ravenhill)’in 2007 yılında yazdığı 16 kısa oyundan oluşan epik bir oyundur.

    vur / yağmala / yeniden, savaş, barış, otorite, özgürlük, demokrasi, suç, ceza, hastalık kavramlarını kullanarak bugünün kaosunu anlatır.
    projenin tamamı savaşı her açıdan ele alır ve savaşın bireyin üzerindeki etkisini gösterir ve barış için savaş artık kaçınılmazdır…

    oyunlar mark ravenhill tarafından “2007 edinburgh festivali” kapsamında “ravenhill for breakfast'” projesi için yazılmış ve her gün bir oyun, oyuncular tarafından okunmuştur.

    nisan 2008'de londra'da farklı tiyatrolar (paines plough, the national theatre, out of joint, the gate theatre, royal court ) tarafından paylaşılarak üç hafta boyunca tüm oyunlar sahnelenmiştir.

    vur / yağmala / yeniden,
    dot ve bilsar işbirliği ile dotbilsarda projesi olarak ekim 2008’de bilsar binası’nda sahnelenmeye başlayacaktır.

    toplam 8 ay sürecek dotbilsarda projesi kapsamında, ekim, kasım, aralık 2008 ve ocak, şubat, mart ve nisan 2009’da her ay yeni 2 veya 3 oyun premier yapacak,
    mayıs 2009’da 16 kısa oyun toplu olarak sahnelenecek
    ve 1 yıl için tasarlanmış bu proje sona erecektir.

    dotbilsarda projesi bilsar binası'nda gerçekleşecektir.

    proje mekanı, dotbilsarda projesi için tasarımcı yeşim bakırküre ve ypsilon tasarım tarafından tasarlanmaktadır.

    bina girişinden itibaren, tanıtım için taşıyıcı sistem, kahve servis alanı, gösteri alanına geçiş ve 16 oyun için tasarlanmış büyük oyun dekoru ile tüm projeye yönelik bir çalışma yapılmaktadır.

    bilsar binasi meşrutiyet caddesi no: 90/a
    tünel / beyoğlu

    projenin internet sitesi hazırlanmaktadır.

    vur / yağmala / yeniden
    oyuncular

    (bkz: veda yurtsever ipek)
    (bkz: ayçe abana)
    (bkz: saadet işıl aksoy)
    (bkz: serkan altunorak)
    (bkz: enis arıkan)
    (bkz: öykü başar)
    (bkz: beste bereket)
    (bkz: ipek bilgin)
    (bkz: şebnem bozoklu)
    (bkz: cemil büyükdöğerli)
    (bkz: çağ çalışkur)
    (bkz: murat daltaban)
    (bkz: ece dizdar)
    (bkz: engin altan düzyatan)
    (bkz: gizem erdem)
    (bkz: tülay günal)
    (bkz: melike güner)
    (bkz: rıza kocaoğlu)
    (bkz: alper kul)
    (bkz: mürüvvet kurt)
    (bkz: mark levitas)
    (bkz: hakan meriçliler)
    (bkz: ezgi mola)
    (bkz: mert öner)
    (bkz: cem özeren)
    (bkz: özgür özgülgün)
    (bkz: melina özprodomos)
    (bkz: uğur polat)
    (bkz: ibrahim selim)
    (bkz: pınar töre)
    (bkz: mine tugay)
    (bkz: tuğrul tülek)
    (bkz: selen uçer)
    (bkz: gonca vuslateri)
    (bkz: devrim yakut)

    proje asistanları: (bkz: mert öner),(bkz: pınar töre), (bkz: mürüvvet kurt), (bkz: dilan demirel)
  • ingiliz tiyatro yazarı mark ravenhill’in 2007 yılında yazdığı 16 kısa oyun, 1 radyo oyunu ve 1 epilogdan (son oyun) oluşan epik oyun. oyunlar savaş, barış, otorite, özgürlük, demokrasi, suç, ceza, hastalık kavramlarını kullanarak bugünün kaosunu anlatıyor. bilsar'ın sponsorluğunda dot tarafından projelendirilip dotbilsarda projesi kapsamında bilsar binasında sahneleniyor.

    tüm projede yer alacak oyuncular:
    ayçe abana, saadet işıl aksoy, serkan altunorak, enis arıkan, öykü başar, beste bereket, ipek bilgin, şebnem bozoklu, cemil büyükdöğerli, çağ çalışkur, murat daltaban, ece dizdar, engin altan düzyatan, gizem erdem, tülay günal, melike güner, veda yurtsever ipek, rıza kocaoğlu, alper kul, mürüvvet kurt, mark levitas, hakan meriçliler, ezgi mola, mert öner, cem özeren, özgür özgülgün, melina özprodomos, uğur polat, ibrahim selim, pınar töre, mine tugay, tuğrul tülek, selen uçer, gonca vuslateri.

    ekim 2008 - mayıs 2009 tarihleri arasında toplamda sekiz gösteri olarak sahneye konulacak.
    biletler
    tek gösteri için 25 ytl
    4 gösteri için komine bilet 75 ytl
    6 gösteri için komine bilet 120 ytl
    8 gösteri için kombine bilet 135 ytl
    (kombine bilet kişiye özel)

    http://www.dotbilsarda.org/
  • 5. gösterisi 12 şubatta başlamış olan, 14 şubatta radyo oyunuyla birlikte izlediğim/dinlediğim oyun.
    oyunları aşk (için herşeyi yaparım ama bunu yapmam) ve tanrıların şafağıolan 5. gösteri, özellikle de tanrıların şafağı, metni biliyor olmama rağmen, belki de kafamda canlandırdığım şekliyle sahnede görmüş olmamın etkisiyle gözlerimin dolmasına neden olmuş bir gösteriydi. ravenhill'in bu oyunlar zincirinde amaçladığı elle tutulmaz, gözle görülmez, hangi taraftan yaptığı hissedilemez eleştiri, herkesin üzerine yapışması gereken eleştiri, in-yer-facein tek tek her seyirciyi rahatsız etme huzursuz hissettirme çabası, bu sahnelemelerde hakkıyla yerine getirilmişti. ışıklar açıldığında ilk farkettiğim şey karşı tarafta oturan seyircilerin yüzündeki dehşet ifadesiydi, ve bazı seyircilerin yaşarmış olan gözleri. in-yer-face akımının bir takipçisi ve çözümleyicisi olarak 5. gösterinin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. gidilmeli, görülmeli.
    (bkz: hakkını vermek)
    (bkz: murat daltaban)
  • cumartesi akşamı 5. gösterisini izledim. biri 25 dakika, diğeri 15 dakika süren, inanılmaz derecede güzel ve etkileyici sahnelenmiş iki kısa oyundan oluşuyordu.

    ilki; aşk için her şeyi yaparım ama bunu yapamam (love but i won't do that);

    savaşta kocasını kaybetmiş bir iş kadını olan marian (bkz: ipek bilgin) ve onu korumak üzere eve yerleştirilmiş asker (bkz: rıza kocaoğlu) arasındaki sıradışı ilişkiyi anlatan bu kısa oyunda en dikkat çeken şey bence repliklerin keskinliği idi;

    --- spoiler ---
    - bu gece sikişmemiz lazım artık. ben sikişmek istiyorum anlıyor musun? bir erkeğim ve ihtiyaçlarım var... benden böyle kaçarak, kapı arkalarında giyinip, tuvaletin, banyonun kapısını kilitleyerek bir yere varamazsın. biz yatak arkadaşıyız, müttefikiz, sikişmemiz lazım... eğer yarın işgalciler geldiğinde, çocuklarının güvende olmasını istiyorsan benimle sikişmek zorundasın!
    --- spoiler ---

    oyunun bir yerinde ipek bilgin'in gözlerinin dolması gerçekten takdire şayan bir oyunculuk ibaresi idi. alkış.

    ikincisi; tanrıların şafağı (twilight of the gods);

    rejim değişikliğinin üzerine, ülkesi başka büyük bir ülke tarafından işgal edilen susan (bkz: mine tugay) ve rapor yazmak üzere onunla görüşen jane (bkz: pınar töre) arasında geçen acıklı diyalog da bu oyunun anlattığı idi. açlığı zayıf, solgun görüntüsü ve agresif ses tonu ile anlatan tugay'ın performansı bir yerde sahiden gözlerimi yaşarttı. sanki karşımda gerçekten açlıktan ölmek üzere olan bir insan varmış gibi hissettim. töre'nin tam bir iktidar uşağını yansıtan davranışları, tonlaması ve oyun sonundaki tiradı da yine harika idi. ayakta alkış.
  • "ingiliz oyun yazarları dot’ta konuşuyor" başlıklı panel serisinin ikinci konuşmacısı mark ravenhill, shoot/get treasure/repeat adlı oyununu yazmaya başladığında oyunun resmettiği savaş ve terör dünyasının gerçek hayatta henüz kendini göstermemiş olduğunu söylüyor. (ben kendimi bildim bileli böyle bir dünyada yaşıyoruz ya neyse.) yazmayı bitirmeden önce aklında ne olduğunu dahi kimseye söylememiş çünkü kendisine deli gözüyle bakılmasından korkmuş. aslında oyunun yazımı hiç de kaotik değilmiş. aksine son derece matematikselmiş. tam dört ayı varmış ravenhill'in. her sabah saat altıda kalkmış ve yazmış yazmış yazmış. adeta bir yazma makinesine dönüşmüş. dışarıdan bakıldığında bunun, yani aylar boyu bir masa başında oturup, hiç kalkmadan yazıp, gözden geçirip, yeniden yazmanın, son derece sıkıcı görünebileceğinin farkında ancak yazmanın aslen bir "iş" olduğunun da altını çiziyor.

    oyuncuları ise the edinburgh international festival sırasında oyun sahnelenmeden bir gün önce seçip, "ilk prova yarın oyun saatinde" demiş. yani oyuncular bir gün önce ellerine aldıkları senaryoyu hiç prova yapmadan çıkıp oynamışlar. kaldı ki ravenhill, oyuncunun ya da yönetmenin oyun yazarının beklentileri karşılamak gibi bir kaygısı olmaması gerektiğini düşünüyor. bir oyun yazarı olarak kendisinin sadece temel çerçeveyi sunduğunu, oyunlarının [her okumaya / sunuma] "açık" olduğunu, oyunlarda fazla sahne yönlendirmeleri bulunmadığını söylüyor ve aslında oyuncuların oyunlarında kendilerini bulmalarını istediğini ekliyor.

    ravenhill'e göre "epik oyun" tanımına gelince, mark ravenhill özellikle son yirmi yıl boyunca ingiltere'nin izole edilmiş, sınır yaşantısından dem vuruyor ve thatcher'ın "there is no such thing as a society / toplum diye bir şey yoktur" söylemine atıfta bulunarak sonradan herkesin bunu kabullendiğini dile getiriyor. epik oyunundaki öykülerin, her ne kadar giderek daha da izole edilmiş yaşamlar sürdürsek de, aslında 24 saat yayın yapan televizyon ve radyo sayesinde tüm dünyada olan bitenden haberdar olduğumuzdan dolayı birbirimize bağlı olduğumuzu ve dolayısıyla birbirimize karşı sorumluluklarımız olduğunu gösteren öyküler olduğunu anlatıyor. bir oyundaki olayın etkileri bir diğer oyunda gözlemlenebiliyor. özetle, shoot/get treasure/repeatoyunları bu izole edilmiş sahnelerin aslında nasıl da büyük resime bağlı olduklarını göstererek, gerçekte birbirimizden ne kadar ayrı düştüğümüzü sorguluyor. ravenhill, hem epiğin simgelediği büyük anlatılardan şüphe ettiğimizi hem de bu büyük anlatı fikrini beslediğimizi savunuyor.

    son olarak shoot/get treasure/repeat oyunlarının kendilerine özgü tekniğine değinen, ravenhill the edinburgh international festival seyircilerine her gün bir sürpriz hazırlamak, hem onları hem de kendisini heyecanlandırmak istediğini anlatıyor. oyunları bir yolculuğa benzetiyor. "20 dakikalık oyun formatını kaç farklı şekilde kullanabileceğini görme çalışması" olarak nitelendiriyor yaptığını. işte bu noktada dot'un oyun açılışları için yeni mekan ve yollar bulmaya çalışmasını takdir ediyor ve aslında aklındakinin tam da bu olduğunu söylüyor. ayrıca, dot'un gerçekten çok çabuk davranıp, oyunu çevirip (bkz: özlem karadağ) okumalarını ve provalarını yapıp sahnelemeye başladığını ve dünyadaki tüm diğer tiyatro gruplarının önüne geçtiğini belirtiyor. rusya'da, son derece muhafazakar yönetim yüzünden oyunun sahnelenebileceğine inanılmadığından, yalnızca okumaları yapılabilmiş.

    neredeyse imkansızı başararak işbu bilgileri birinci elden almamıza olanak tanıyan dot'a binlerce teşekkür.
  • unesco’ya bağlı uluslararası tiyatro eleştirmenleri birliği’nin türkiye merkezi tiyatro eleştirmenleri birliği tarafından verilen yılın tiyatro ödülünü ve afife tiyatro ödülleri'nde tiyatroda yeni kuşak özel ödülünü kazanmıştır.*
  • dün muhsin ertuğrul sahnesinde izledik. 3 oyundan oluşan distopik anlatımlı bir oyundu.
    ilk oyun oluşturduğu kaotik ambians ve oyuncuların sempatik halleri ile pek lezizdi.
    epey eğlenceliydi, sıra üstünde dua eden oyuncu ve mavi şortlu oyuncu arkadaş o sahnenin bir parçasıydı. sahneye uyumları ve tavırları ahenk ile dans ediyordu.
    bence sanat söylemek istediklerinin sadece bir göstericisi olmalı, olabildiğince izleyiciye boş alanlar bırakmalı ki izleyici de kendi iradesinde oluşturabileceği bir farkındalık oluştursun.
    ilk oyunda her ne kadar mesajı alenen verse de, yer yer uzaklaşmalarıyla bu izleyiciye nefesi verdi. bu arada interaktiflik düzeyi eşsizdi, ne çok içerde ne çok dışarı da. aşırı tebrikler.
    2. bölümde biraz daha mesaj kaygısı vardı ve kalabalık öyle doyurucuydu ki ilk sahne de 2. bölüm bi yavan kaldı. bir de çok mesaj mesajdı.
    3.bölüm asla değişmeyecek dünyayı bağıra bağıra anlatırken, bir yandan değişimin kendi içinde ki devinimini anlatması yönüyle oldukça ironik ve oyuncuların performansı ile pek güzeldi.
    bu arada 3. oyunda iki erkek öpüşüyor. tam öpüşme esnasında bir çift “bu ne saçmalık, aboow “ filan diyerek oyundan çıktı ve mağaralarına gittiler.
    lütfen bu tür şeylere kapalı iseniz, bu oyun size göre değil.
  • muhsin ertuğrul'da bu hafta oynanan harika oyun.
    ilk episod hariç(senaryosu çok kötü) diğer episodlar oldukça keyifliydi.
    mesaj veriyor, ironi yapıyor, dalgasını geçiyor. anlaşmazlığın taraflarını siyah ve beyaz diye ikiye ayırmadan her iki cepheden de meseleye yaklaşabiliyor.
    sıkmıyor. seyirciyle konuşuyor.
    tavsiye ederim. gidin. izleyin.
  • 2007 yılında (bu yıl meselesine tekrar döneceğim) ingiliz oyun yazarı mark ravenhill tarafından festival için yazılmış, 17 kısa oyundan oluşan epik (siyasi) oyun serisi. nilüfer belediyesi kent tiyatrosu yorumuyla 5 farklı yönetmenin yönetiminde 5 episod olarak sahnelenmekte. oyunlar birbiriyle bağlantılı olmakla birlikte her episod hatta her oyun ayrı izlenebilecek kadar bağımsız. episodların süresi 65-85 dakika arasında değişiyor. değerlendirmeyi turnede yakaladığımız 2. ve 4. episodlar üzerinden yapacağım.

    2. episodun oyunları korku ve sefalet, savaş ve barış, dünyalar savaşı. yöneten; melisa iclâl yamanarda.
    4. episodun oyunları ana, aşk (ama bir yere kadar), tanrıların şafağı. yöneten; gülhan kadim.

    2. episodun oyunlarında eleştiri biraz yüzeysel kalıyor. 4. episodun oyunları ise oldukça sert ve meramını anlatmakta daha başarılı. tüm oyunlar bir araya geldiğinde ise savaşın her yönü ele alınmış olmakla birlikte çok fazla tekrar oluyor ve hani neredeyse eleştirilen şeye hak verir hale getiriyor. oyunlar son derece ingiliz, bu konuda yerelleştirme yapılmaması isabet olmuş. fakat baştaki meseleye dönecek olursam 15 yıl önce yazılmış bir oyun olarak güncelliğini korusa da eleştirisi –ne yazık ki- artık bir şey ifade etmiyor. yazıldığı dönemde başta ırak olmak üzere ortadoğudaki bombalı saldırıların etkisinde kaldığı açıkça belli olan oyunun üzerinden o kadar felaket geçti ki –pandemiyi saymıyorum bile- oyun epik olmaktan çıkıp didaktik hale gelmiş oluyor. bir oyunda ya da bir episodda toplanan 3 oyunda anlamamışsınızdır 14 kere daha altını çizelim misali.

    oyunun neredeyse dekorsuzluğu başarılı ışık yönetimiyle dengelenmiş. oyunculuklar genel olarak uyumlu. müzikler iyi. konusunu bir kenara alırsak, sahneleniş olarak cesur bir oyun.
  • 4. ve 5. episodlarını dün izlediğim oyundur.

    ilk perdede ki 3 oyunun dili acayip rahatsız ediciydi. fakat böylesine bir dil kullanmaya cesaret edebilmek takdire şayandı. her cümlesinde küfür etmekten zerre kaçınmayan ben bile bu denli rahatsız olabildiysem, salondaki muhafazakar biri sinir krizi geçirmiştir. *

    ilk perde ne kadar sinir bozucu olsa da , ikinci perdede gülmekten altıma işedim desem yeridir. o sinir stresi bir anda alıp götürdüler. 4 askerin aynı anda sahneye çıktığında sergilediği oyunculuklar, nece oyunculuktur be arkadaş. daha sonra sanat hakkında olan oyun ise zaten kahkahalara boğdu salonu.

    diğer 3 episode için istanbul'dan nilüfer kent tiyatrosu'na gitmek artık elzem oldu. emeklerine sağlık tüm tiyatrocu arkadaşların. her şeyden önce böyle bir oyunu sahneledikleri için cesaretlerinden dolayı tebrikler.
hesabın var mı? giriş yap