• her ne kadar sahte olan her sey basit durmakta ise bile, sahte insanın assagılıklıgını hicbir terim dolduramaz genellikle..sahtelik i kendine fazilet belirlemis ve bu konuda iddialı olanlarsa izlemeye degerdir..taklit olmanın yanı sıra odunc duygularla yasayıp, sahte gulucukler sacanları, sahte sevgilerle insanı zehirleyenleri vardır**..
  • (bkz: yapaylık)
  • silikon vardir mesela sahtelik sayilabilecek, ama gercegi yegse de, kim takar...
  • saklamaya çalışıldıkça yüzden gözden akar,
    inkar edildikçe çamur gibi bulaşır.
    işin alışamadığımız tuhaf yönü; bazı canlılara kazandırır...*
  • gülümsemenin başın hareketine dahi yetişemeden söndüğü yüzlerde, hatta biraz daha derinde, ruhtadır.
  • moda olan durumdur son zamanlarda.

    sosyal medya üzerinden gözlemlenebilir en kolay.ingilizce iki kelimeyi bir araya getiremeyen insanlar ingilizce üst yazılı fotoğraflar paylaşır.herkes birbirini aşırı sever.aşırı duyarlıdır vs vs.herkes kendine bir ideal insan simülasyonu yaratsın diye adeta vardır bu sosyal hede.
  • o kadar yaygınlaşıp norm haline geldi ki insanlar birbirlerinde gördükleri erimiş plastik gibi surattan akan, ceplerden taşan yapış yapış sahteliği sırf kendilerininkiyle yüzleşmemek için görmezden gelerek alkışlar oldu. havadan bulaşan bi salgın hastalık gibi en dip köşe yerlere bile ulaşıyor, sahteler ve daha sahteler durmaksızın birbirini överek kendi kıçlarını kolluyor.
  • evrenin düzenini* oluşturduğu varsayılan şaşırtıcı bir erdemler/değerler listesi eski sümer kil tabletlerinden günümüze kadar gelmiş. [joseph campbell'in tanrının maskeleri kitabından]:

    32. müzik
    33. yaşlılık
    34. kahramanlık
    35. iktidar
    36. düşmanlık
    37. dürüstlük
    38. kentlerin yıkılması
    39. ağlama
    40. kalbin sevinmesi
    41. sahtelik
    42. asi ülke*
    43. iyilik
    44. adalet

    "hiç şüphesiz otellerin ve restoranların da olması gerekir; ancak yüzlerce insanın köleleştirilmesine gerek yoktur. bu mekanların içinde işi oluşturan şeyler temel ihtiyaçlar değil, lüks olanı temsil etmesi gereken sahteliklerdir." george orwell - paris ve londra'da beş parasız
  • bencilliğin bir alt kademesinde daha ağır bir durum olan sahte hissetmek vardır. depresif bir anne ile ilişkisinde annesi duygularına ayna olamayınca bebek kendisini gerçek hissedemez.

    winnicott, huzurlu bir anne-bebek ilişkisini tanımlarken “bebek annesinin yüzünde kendi gülümsemesini görür.” demiştir. winnicott, eğer anne bebeğine sürekli olarak sevgiyle bakabilir ve onu kucaklarsa, bebeğinin ihtiyaçlarını yeterince doyurursa bebeğin kendisini “gerçek” hissedeceğini belirtmiştir. yani bebek ancak annesinin sevgisi ve bakım vermesiyle var olabilir. winnicott “bebek diye birşey yoktur.” sözüyle bebeğin ancak annesi ile var olabileceğini çok çarpıcı bir biçimde ifade etmiştir. annesinin sürekliliği ile bebeğin var olması ve kendisini gerçek hissetmesi, bebeğin benliğinin ve kendiliğinin temellerini atar. ericson buna temel güven duygusu demiştir. bu temeller sağlamlaşınca bebeğin iç dünyasında temel güven duygusu ve iyimserlik oluşur.

    eğer anne, bebeğin ihtiyaçları ile yeterince özdeşleşirse ve bebeğine uyum sağlayabilirse bebek içsel varoluş seyrini gerektiği gibi gerçekleştirir. içinden geldiği gibi gelişir, gerçek ve doğal olur. eğer anne, bebeğinin ihtiyaçları ile yeterince özdeşleşemiyorsa ve bebeğine uyum sağlayamıyorsa bebek kendi gelişimini askıya alır ve annesine uyum sağlar, annesinin ihtiyaçları ile özdeşleşir. bu süreç bebeğin kendi içsel kaynaklarını kendisi için kullanma yetisini bozar, iç kaynaklarından onu kopartır. sürekli annesi için var olmaya, benlik işlevlerinin onun için kullanmaya çalışırken sahte ve yapay bir kendilik oluşturur. örneğin mutsuz bir annesi olan çocuk annesini neşelendirmeye çalışır ama şakalarında bir mutsuzluk sezilir. annesi çocuksu olan bir çocuk erkenden olgunlaşabilir ve annesinin annesi olma rolünü benimseyebilir. ama böyle bir olgunlukta da zorlanma ya da isteksizlik sezilebilir.
  • şu hayattaki en büyük sınavım.

    çok yakın bir arkadaşım var. bir filmdeki kadın karakteri izlerken bir anda "aa flortoz bu," dediğini anlattı bir gün. sebeplerini açıkladı. benim savunduğum birtakım görüşleri o filmde o karakter savunuyormuş vs. filmi oldukça sevmiş ki o ara herkesle konuşmuş. birkaç gün sonra ortak bir tanıdığımızla bir aradaydık. konu aynı filme geldi. çünkü arkadaşım o kişiye de, filmi izlerken "aa ayşe bu," dediğini anlatmış. benden bahsetmiyor elbette, filmden konuştuğu herkese aynı karakter için "aa sen" diyor. bozuntuya vermemek adına bahsetmedim bana da aynı şeyleri söylediğinden. insanlar işte, dedim kendi kendime, geçtim.

    neredeyse çocukluktan tanıdığım başka bir arkadaşım evindeki misafir odası için "senin odan, senin yatağın" gibi cümleler kurar. bir gün yanımda telefonla konuşurken, henüz üç beş aydır tanıdığı iş arkadaşına da (iş yeri değişince arkadaşlıkları sosyal medya takibinden ibaret kaldı) aynı şeyleri söylediğini duydum. nasıl ya, dedim, yine kendi kendime; neden bir insan herkese aynı şeyleri söyler?

    başka bir arkadaşımla beraber ofis açma hayalleri kurardık. bunu ilk söyleyen kendisiydi. ben de ciddi ciddi düşünmeye başlamış, oturduğum semtin merkezindeki ofislerin kiralarını dahi araştırmıştım. fakat bu planımız için biraz zaman gerekiyordu. yine de bir araya geldiğimizde mutlaka sözünü eder, ofis mobilyalarımızın rengi üzerine vs. konuşurduk. sonra bir gün yine yanımda yapılan bir telefon görüşmesinde karşıdaki arkadaşa "hayır, unutma lütfen, sen buraya geri geleceksin, beraber ofis açacağız," denildi. ben yine içten içe "nasıl yani ya? psikopat mısınız nesiniz siz?" diyorum.

    bir diğeri bana boyunluk örüp hediye etmişti. ben istemedim üstelik, içinden gelmiş. birkaç yıl sonra yine bir gün o boyunluğu takmışım, fotoğraf attım güya hoşluk olsun diye. dedi ki “aa ne güzelmiş, nereden aldın?” sen ördün ya, dedim. inanmadı. önce şaka yapıyor sandım fakat ısrarla hiç hatırlamadığını anlatıp durdu, güldü bir de “ay ben örmüşüm ama unutmuşum heheheh.” gerçekten çok komik! yahu, bari belli etme, amaç ne burada tam olarak?

    erkekler konusuna girmeyeceğim, onlar zaten her kadına aynı espriyi yapar, aynı iltifatı eder, aynı şiiri okur, kendi yazmışsa dahi birkaç kelime değiştirir okur. aksini beklemek abesle iştigal. bunlar da böyle yüzeysel canlılar işte, ne yapalım? nasıl seviyoruz, aşık oluyoruz, hiç anlayamıyorum, hiç.

    sevgililik müessesesinde bazı şeyler biraz anlaşılabilir de arkadaşlara dönecek olursam, orada aklıma yatmayan daha çok şey var. madde madde sıralamak istiyorum:

    - ben neden kurduğum her cümleyi kişiye özel kuruyorum?

    - dünyadaki tek salak ben miyim ki insanlara değersiz hissettirmemek adına bunca özeniyorum?

    - bu kişiler bana bu kadar büyük sevgi gösterisi yapmak zorunda oldukları fikrine nereden kapılıyorlar?

    - o oda bana tahsis edilmemiş diye arkadaşıma gitmeyecek miyim?

    - ofis hayali kurulan diğer arkadaş geri döndüğünde ben ne olacağım?

    - hangimiz aradan çıkacak? elenen hangimiz olacağız? diğer tarafa nasıl bir açıklama yapılacak?

    - insanlar neden bu kadar ezbere yaşıyor?

    - içimizden gelmeyen şeyleri dünyaya savurmaya neden bu kadar meraklıyız?

    - bu kişiler sahte sevgilerine ihtiyaç duyulduğunu nereden çıkarıyorlar?

    - neden ayarlarımla oynuyorlar ve artık gerçek duygularını paylaşan kişilere bile inanamaz hale gelmeme sebep oluyorlar?

    - neden önce sevgi boca edip sonra hiç öyle şeyler yapmamışlar da ben kendi kendime sevildiğimi düşünmüşüm gibi davranıyorlar?

    daha ne sorular türetirim de ana fikir anlaşılmıştır diye düşünüyorum. bunlar çok küçük şeylermiş gibi görünebilir ancak tüm hayatınız boyunca benzer bir sürü şey yaşadığınızı düşünün. gün geçtikçe birikiyor ve ciddi ciddi kafa yorduğunuz bir meseleye dönüşüyor. bu tür birçok anımı psikoloğa da anlattım:

    "sorun bende mi, narsist miyim ki her şey bana özel olsun istiyorum?"

    "merak etme narsist değilsin, samimisin, olduğun gibisin, yakınına aldığın kişilere değer veriyorsun ve onlardan da sana aynı değeri vermelerini bekliyorsun. bunu beklemek bir insan olarak en doğal hakkın."

    kim bilir kaç tane hastası vardır benzer şikayetlerle gelen. ne de olsa burası sanki çok sevmiş gibi yapanların ülkesi.*

    gibi dizisinde feyyaz diyor ya "kardeşim, ben senin yılgın bir hoşgörüyle beni benimsemene mi kaldım?" duygum tam olarak bu aslında. sevgili insanlar, bizim sizin gerçek olmayan "sevginize" maruz kalmak istediğimizi nereden çıkarıyorsunuz? öleceğimi mi sanıyorsunuz böyle yapmadığınızda? ah, canlarım. siz beni düşünmeyin yahu, ölmem merak etmeyin. sevgi ya da sevgisizlikten etkilenmemeyi öğrendim, içiniz rahat olsun.

    öte yandan bu insanlar beni sevmiyorsa hayatlarında tutmayabilirler. ne ev sahipleriyim, ne borç vermişliğim var, ne eşlerinin akrabasıyım. bir şekilde aynı ortamda denk geldiğimiz ve genelde de benimle arkadaş olmak için kendileri emek vermiş kişiler. hayır, anlamıyorum: bu kadar önemsemediğiniz birini önemsiyormuş gibi yapmanıza gerek var mı? yük olmuyor mu görev gibi davranışlar, söylenmiş olsun diye söylenenler? neden giriyorsunuz bu çabaya? hiçbir zaman anlayamayacağım.

    ben aşırı netim galiba ya, kimsenin olamayacağı kadar net. kimseye arkasında durmayacağım tek cümle kurmadım, kurmayacağım da. umarım bir gün kuranları kafaya takmamayı da başarırım. haydi gidelim flortoz.
hesabın var mı? giriş yap