• sinema cok az filmde temellerinden birisi olan edebiyati asabilmek, ya da kendisinden onceki butun sanatlari golgede birakmak sansi bulmustur. hatta sahsi fikrimi soracak olursaniz, ki sormasaniz da soyleyecegim, edebiyati, yani 5 duyuya hitap etmek suretiyle ayan beyan olmak yerine hayalgucunu atesleyen bu sonsuz gibi gorunen sanati, surklase etmek mali meydanda olan, hayalgucunu gorsel isitsel bagirtisi ile ortbas eder gibi gorunen bir sanat olan sinemanin harci degil gibidir. ama dikkat ediniz, gibidir, diyorum, zira fikrimi degistirmek icin 3 filmi ard arda izlemek yetti.

    sinemanin nihai amacinin edebiyati ve onculu sanatlari surklase etmek oldugunu savunuyor degilim elbette, sanatlar birbiriden bagimsiz ve de dayanak halinde hayati ve tecrublerimizi anlamli kilarlar. ama bunca zamandir yaziyorum, yetisimimden mi dogamdan midir nedir kiyas etmeden, mukayese etmeden, listelemeden rahat etmiyor, edemiyorum.

    bu anlamda paratez acar gibi bir paragaraf acarsam girizgahimin ve niyetimin anafikri hakkinda bir fikir verme sansi bulabilirim sanirim.

    gectigimiz gunlerde harold bloom adli neden oldugunu az sonra izah edecegim ibis bir yazarin 2002 tarihinde "genius:a mosaic of one hundred exemplary creative minds" isminde bir eserini okumak firsatini buldum. ne yapmis bu herild? sikim kalinliginda bir kitap yazip (tugla kalinliginda da diyebilirdim ama o zaman selam edebilir miydim, sozlukteki bayanlari uzaktan uzaga tetikleyebilir miydim bilmiyorum) "bu kitapta bahsi gecen kisilerdeki edebi dehayi acikliyorum" kisvesi altinda shkaespeare e karsi duydugu umitsizce askini yazmis. hani nasil oluyor diyeceksiniz, soyle oluyor. kitabi sekspir ile acmis, "sekspir mukemmeldir, bugun yasasa onunde domalirim, mezarini bulsam yuzumu surerim" demeye gelen bir uzun makale yazmis. kitabin geri kalanindaki 100 kisiye de deginmek suretiyle sekspir i daha cok ovebilecegini zannetmis. yani herifin kitabi oyle acaip ki sekspir diye basliyor ya ardin koymus misal tolstoy u, yaziya soyle girmis

    "tolstoy gerci sekspir i sevmezdi, amma zaten sekspir tolstoyun eline verir. bu boyledir arkadasim. tolstoy kusura bakmasin, onun yazabilecegi herseyi sekspir onceden yazmis, tolstoy da kudurmus tabi. tolstoy dehadir ama, bir sekspir midir? degildir."

    proust

    "bir sekspir degil"

    joyce

    "sekspire yakin bir cografyada dogmus yazar. sekspir daha iyi."

    diye diye cikmis.

    simdi sanirim bu sahsiyetin ibis oldugu fikrine ulasmak icin sekspir olmak gerekmiyor sanirim (ama eger sekspir bu fikre ulassa daha iyi ulasirdi eminim. cunku sekspir benden daha iyidir.) sorun surda basliyor, peki ben herold bluum un ibis olduguna kanaat getirebilirken benzer bir ibisligi sergilemekten cekinmiyorum? yani sinema edebiyati metriksle asmistir diyerek "hamlet iyidir ama bir metrik uclemesi degil!" demeye gelecek soylemlere girebiliyorum?

    bunu aciklamak icindir ki bu entry i kaleme aldim, sekspir utandirmasin.

    metriks uclemesinin ilk filmi olan sade metriks ile 1999 senesinde efendisizimin caddede "abi metriks i izledim of super, boyle herif kicini basini kiviriyor, soyle hareketler yapiyor" derken uzerine kopek saldirmasi ile tanistim. efendisizimin filmin "karate ambiyansina takilmasi sebebiyle, snob genlerim devreye girdi", filme karsi inceden bilendim *ama kimseye belli etmedim, "ya oyle mi aa maa" dedim.).

    film turkiyede vizyona girince, sureyya da filmi izledik. filmin sonunda sumuklerim akmisti. ve hatta sinema cikisinda demistim ki "bu filmin devam serisi cekilirse 2000 li yillarin star wars u olacak, hayal guclerini yonetecektir" ama diyorum ya snobluk, dudak bukmek, burun kivirmak gibi o zamanlar "entellektuel olmanin dogal getirisi" zannettigim, bugun " cehaleti ortbas etmek icin en super dogal savunma mekanizmasi" oldugunu idrak ettigim halet i ruhiye icine girdim.

    metriksde "hata" arayan, hata buldukca ulke puani kazanip don, sutyen indirebildigime inanir bir sekilde mettriksi elestirdim (adetim oldugu uzere bugun salakca oldugunu dusundugum o donemden yadigar bir cok gerzek entrymle beraber bunlari da silmedim, isteyen matrixte hata aramak basliginda bu entryleri bulabilir.)

    simdi metriks uclemesinin "ilk" filmi olan, o zamanin "metriks" i zamanla gazini yitirmis, "keanu reeves in oynadigi, bayatlamis ici gecmis kliselerin kullanildigi bir film" olarak hafizama yer etmisti. bu hal, bu "cok sanatsalim, holivud filmidir prim vermem" giygiyi bir sure daha devam etti.

    ta ki bir gun "marxist insan kurami" hakkinda bir konu yazmak icun konu ararken amerika da su siralar cok meshur olan boondocks isimli bant karakterini yaratan aaron mcgruder in sansurlenen meshur konusmasini cspande dinleyene kadar...

    mcgruder bu konusmasinda kendisini "buyuk medya gazetelerinde yazmak, cizmek" suclamasini getirenlere cevaben

    "ben fikirlerimin okunmasini, erisilebilir olmasini istiyorum. washington post ta yazmam, bu gazetenin siyasi cizgisini takip ettigimi degil, bu gazetenin erisilebilirliginden yararlanarak inandigim fikirleri toplumla, kitlelerle paylasabilmek istegimi gostermelidir. eger medyanin kitleler uzerindeki etkisi bir takim dusuncelerin onunu kapatiyor, karsit goruslerin fikirlerinin yayinlandigi yayinlari kisitliyor, ya da erisilmez kiliyorsa, zaten fikirlerimi savunan seckin bir kitleye yazmak yerine, fikirlerime karsit, ya da habersiz milyonlara ulasmayi dogru buluyorum. matrix de bir devrim baslatmak icin, bir seyleri duzeltmek icin nasil hackerlar sistemi hack etmek durumundaysa, sisteme uyum saglayarak kontrole gecmek zorundaysa ben de o derece fikirlerime duydugum saygidan oturu bu yolu secmeli, ve insanlara ulasmaliyim. onlara morpheus un dedigi gibi sunu diyebilmeliyim? "kandiriliyorsunuz, uyanin!" "

    konusmanin bu kismi ozellikle o dakikaya kadar farketmedigim, hep icimde tik taklayan bir saatin alarmini caldi dersem, cok edebi olmam umarim. ama gercek su ki birden bunun ne kadar dogru oldugunu, ve ne kadar matrix in daha evvel hic farkina varmadigim bir ozelligine isaret ettigini farkettim.

    bu yuzden marxizm ve insan konulu makalem icin matrix filmini ele almaya karar verdim. amacim marxa gore "insan ve insanlik olgusu"nu matrix filmi cercevesinde incelemk idi. erich fromm un marx in ekonomik ve felsefi yazilarini da iceren "marx's oncept of man" kitabiyla satirbasi inceledigim matrix filminin neredeyse incelememi dogrular sekilde marxist ideoloji ile atbasi gittigini farkettim.

    geleneksel mantik ile ilk dusundugum su oldu: "marxism eger hayattan ve materyal somuttan yana bir dusunce ise zaten, matrix in toplumsal elestirisi ister istemez marx i dogrulayacaktir, bu filmin marxist oldugunu gostermez, marxismin dogrulugunun filmde dolayli yoldan onaylandigini gosterir." lakin hadise o kadar basit degildi. morpheus un soylemleri ve filmin grameri, lugatcasi ve sembolizmi marx i onaylamiyor, bire bir takip ediyordu. kelime secimlerinde, soylev analizlerine kadar filmin marxist dogrultuda gidiyordu.

    bunu farkedince film kafamda hepten acaip bir yere oturdu, oyle ya holivud filmi ayan beyan bir sekilde marxist bir soylemi milyonlara yansitiyor, ve kimse hoop demiyor muydu? hadi len olur mu oyle dedim. ve hatta biraz daha az dusunsem, matrix reloaded dan hemen once cikan "matrix felsefesi" isimli kitapta matrix i marxist cerceveden inceleyen adam ile ayni noktaya gelecek idim. lakin, kazin ayagi oyle degil idi.

    bu kitapta yazilan makale sene sonunda benim teslim ettigim makale ile epey benzerlikler gosteriyordu, lakin kitaptaki makalenin yazari "matrix in kurulumu itibariyla marxist olmayacagini savunuyor, matrix in isaret ettigi degerlerin sadece marxizmin gecerliligini ispatladigini, marxist olmak gibi bir gayreti olmadigini" iddia ediyordu.

    marx okumus, kafasini ideolojik bilgiyle yogurmus birisinin paralellikleri gormemesi mumkun degilse de, sinema ile biraz daha alakali birisi, ozellikle sanat camiasi icerisinde "artist statement" olarak bilinen degerin varligindan haberdar olmayabilirdi. matrix in yaraticisi wachowski kardeslerin "artist" olarak "statement"lari ne idi? kendileri bu statementlari yapmaktan hicap ediyorlar, "filmlerinin kendi statementleri oldugunu" soylemekten ote bir sey yapmiyorlardi. bu kadar cok referansin ucustugu bir yerde "artist statement" olmadigini soylemek saftiriklik olacagindan, statemnt i konu icerisinde aramayi dogru buldum.

    yani, filmin konusu, inceledi, irdeledigi, dile getirdigi kavramlarla beraber dusunuldugunde "sanatcinin gorusunu" ortaya cikartmaliydi. matrix en basit anlamda sistemin gidisatini degistirmeye calisan "hacker"larin oykusuydu. yani mcgruder in da soyledigi gibi sistemi iceriden fethetmek icin sistemi kullanan devrimcilerin, sistemin savascilariyla catismasini konu aliyordu. oysa ki matrix felsefesi kitabindaki makale de "matrix in hollywood yapimi olarak, sisteme hizmet ettigi icin sistem disi bir soylemi olamayacagi" iddiasi var idi. amma ve lakin konusu sistemi sistem vasitasiyla fethetmek arzusunda olan hackerlari isleyen bir filmdeki karakterlerin yaraticilariyla ozdeslesmeyeceginin gaarantisi var midyi?

    bunu goz onunde tutup bir daha izledigimde parcalar yerine oturdu. matrix konusuyla recursive olmak, alegorisiyle, sembolleriyle, ikonografisi ve kimi zaman metonomisi ile cok bilindik bir konuya, cok fazla noktadan dokunarak, yani hek terimiyle sistemi bombardimana tutup bu bombardiman arasindan esegini yurutmek yolunu seciyordu.

    ayni donemde vizyoan girmis fight club geleneksel anlamda marxizmin elestirgdigi metanin insanin uerine cikmasi, ve iscinin isine ve isine konu olan mal a ve hizmete yabancilasmasi ve uzaklasmasini ele alirken cok daha dolaysiz bir yol seciyordu, ama neticede bu yolu da hareketleri onaylanmasi beklenmeyen, uclarda yasayan, bir antikahramana mal ediyordu. yani soylem vardi, ama arkasinda durup durmamak gibi bir sinirlayicilik yoktu. isteyen tyler durden in tirt bir adam olduguna, yikiminin kendi basini yedigine inanarak sinemadan cikiyordu, isteyen tyler durdeni yeni dunyanin peygamberi kabul ediyor, ona prim veriyordu.

    buna karsin matrix de "iyi ve kotu" ayrimi yapilmis, iyiler, yani kazanmasi beklenilen tarafi gizli de olsa, sakli da olsa, ustu kapali da olsa marxist ideallere gore sekillendirmek gibi kararli bir secim vardi. ve bu filmde yapildigi sistemin icine girmek ile, yani warner bros gibi en buyuk sirketlerden birisi ile studyo sistemine sizmak ile basariliyor, mesaj "aksiyon filmi kisvesi" altinda sunuluyordu.

    bu hem sisteme, hem de kendi sol unun basini ezmis holivud a karsi bir darbe idi. hatta ornek vermeden duramiyorum: cypher karakterini hatirlayiniz, imdb den edindigimiz bilgilere gore cypher in matrixteki degismez ismi "reagan' dir. bunun ronald reagan a bir gonderme oldugunu anlamak icin sekspir olmaya gerek yok. yani cypher

    "hic bir sey hatirlamak istemiyorum. onemli birisi, olayim bir aktor mesela. cahillik kralliktir" derken aktorlukten, baskanlik gibi onemli bir insan mevkiine ulasmis, cehaleti kendi bayrak edinmis bir karakteri tasliyor olduklarini pek ala anlayabiliriz. ama peki reagan degil de george bush desek olmaz miydi?

    olurdu da, maalesef reagan in holivud tarihi icin onemini dusundugumuzde "olmazdi". reagan, yukarida sayilan tirtliklari disinda oyle bir ibnelik yapmistir ki, cypher karakterine sadece ismi ile degil hayat hikayesiyle de benzemektedir.

    reagan aktorlugunun ilk yillarinda , yani mccarthy oncesi komunist partinin milyonlarca uyesi oldugu, sosyal devlet ve sol un tu kaka olmadigi donemlerde, aktor orgutlerinin en guclusu olan sendikaya girmis idi. burada kendi deyimiyle "komunizmin korkunc yuzunu" kisa zamanda gormus, amerikan yasam bicimine uyumsuzlugunu idrak etmis, togbe istigfar ederek, karsit bir kurumun kurucularindan birisi olarak, komunizm ile savasa baslamis idi. bu olay hem reagan in komunizm dusmanliginin bir baslangici olmus, hem de mccarthy doneminin holivud a sicrayan yuzunde "isim verme" krizlerinde kendini gostermistir. arkadaslarini sattigi icin cok elestirilen elia kazan i reagan in isim verme konusundaki yetenegi dusunuldugunde dikkate bile almak gereksiz olur. tek basina "komunist"leri bir bir ortaya cikaran reagan, kisa zamanda holivudda sol goruslu film yapimcisi, calisani kalmamasini saglamis, holivud u bugunku bildigimiz anlamda sig, bayagi, muhafazakar, umut ekmegi, ruya makinasi haline getirmekte cok emek vermistir. wachowski kardeslerin ozellikle cypher vasitasiyla reagan i hedef almasini bu acidan iki boyutta da takdir etmemek mumkun degil.

    sadece bu sebepten dahi matrix sinema tarihin en buyuk lafini sokmayi basarmis, sanirim citizen kane e pek yakistirilan hem hikayeyi anlatma, hem de elestiriyi yapma ekolunun mukemmel bir takipcisi olmustur.

    butun bunlari goz onunde tuttugumda matrix in "tum beklentisi ozel efektleriyle izleyiciyi buyulemek olan bir seyirlik" olmadigini anlamak guc olmadi. isi gucu birakip ciddiyetle filmi ziledikce dini, felsefi, psikolojik, tarihi nice hadiseye yapilan gondermelerin inanilmaz bir sasmazlik ile hedeflerini buldugunu gordum.

    elbette bu "hedef sasmaz" durum, insanin pattern bulma, benzerlik ve iliskilendirme kurmasindaki dogal yeteneginden kaynaklaniyor da olabilirdi. ne de olsa insan buzlu cama baksa bile binlerce mana, orada olsa da olmasa da gorebilecek yapidadir. bu yuzden bir sinemaci olmaktan da ote, bir insan olarak en buyuk beklentilerimden birisi ikinci matrix olmustu.

    kanimca ikinci matrix ilkinin biraktigi yerden yakalayacak, marxist ideolojiyi kitlelere yayacak, sisteme karsi savas daha fazla cepheden surecek, en son "devrimler" bolumu ile de nihayetlenecek idi. ikinci filmi izledikten sonra bu konuda yanildigimi anladim.

    ikinci film, ilkinde olustulmus, sabitlenmis, ogretilmis, dinamigi, mekanizmasi anlasilmis degerler uzerine kurulmus oldugu icin daha rahatti. cikan kismin ozeti gibi bir arayisa girmiyor, mevcut hikayeyi, nihai sonuca baglamak icin bir kopru vazifesi goruyordu. ama bu koprude marxist bir soylemden ziyade, bireysel bir arayis, ve bu arayisin bireyin tabi oldugu toplum uzerindeki etkisi anlatiliyordu. eve neo ve digerleri hala "degisim" icin bir seyler yapiyorlardi ama, bu partizan bir tekrar merakiyla degil, kabullenilmis, izah edilmis bir kavram olma rahatligina bina ediliyor, anlatilacak baska konulara geciliyordu.

    bu acidan matrix reloaded in bekledigimi verememesine hic uzulemedim. eger filmin devamini yazip ceken ben olsam, "kesinliginden emin oldugum" bir degeri 2 bolum boyunca veynklemekten yana bir beis duymazdim. oysa ki wachowski kardesler bunun luzumsuzlugunu bildiklerinde, ve anlatmak istedikleri daha cok mevzu oldugundan olduklari yerde sayiklamamis, oykuyu ileriye goturmeyi bilmis idi. sadece bu acidan bile bakildiginda matrix reloaded "hede hede cunku marx, bidi bidi zira engels" diyerek sayiklamayi ilericilik zanneden, kesinliklerden otesine adim atmaktan cekinen duragan su devrimcilerinin asla cesaret edemeyecegi bir dinamizm gosteriyordu. sirf bu yuzden matrix reloaded a ve atrrkasindaki niyete hayran olmadan duramadim.

    post modern yapisi sebebiyle her turlu referansa yakin durdugu halde klasik mitolojiye biraz daha yuzde ayirdigina inandigim matrix serisi, ikinci bolumde "asil in kararina benzer" binlerce yilin suzgecinden gecen bir konuyu inceliyordu. yani ozgur irade mi, determinizm mi yoksa her ikisi mi gibi bir konuyu caginin olgunlugu isiginda inceleyerek yazan homeros un, uzerine artik "determinizm icin luzumlu elementleri" daha iyi bildigimiz bir kurgu da dusunup, degerlendirmek luksune sahip oluyor, neo nun secimini, anlamaya calisiyorduk.

    kanimca reloaded iki matrix icerisinde "mevzuyu" anlamamiz icin en gerekli olan bolum idi. nasil ki star wars ikinci bolum olmadan iki yakayi bir araya getiremez, unutulur gider idiyse, matrix uclemesi de reloaded olmadan havada kalir, felsefi dolgusu, harcindan calinmis veli gocer konutu gibi zamanin akisina dayanamazdi.

    oysa ki reloaded, referans bollugu, ve bu konuda ilk filmle olan uyumuyla, ilk filmde "calinti oldugu" hissiyati yaratan oykusel uygulamalarin post-modern belkemiginin eklemleri oldugunu ispatliyordu. yani neo nun supermen olup ucmasi, bruce lee numaralari cekmesi, bir yerinin bir filme, baska yerinin bir romana benzemesi ikinci filmin de omuz cikmasi ile mubah kiliniyor, estetik seciminin bir parcasi olarak temel cakiyordu. bu noktadan sonra "matrixin su sahnesinde su filmin aynisi komuslar, bir dolu filmden calmislar, asure yapmislar" diyen kisinin ya postmoderniteden haberi olmadigini, ya da hayatinda hic asure yememis bir bahtsiz oldugunu anlayabiliyorduk.

    bu filmdeki esi benzeri olmayan aksiyon sahneleri filmin "ciddiyeti"nin belirlenmesi icin aranan sartin "aksiyon sahnelerinin olmamasi, agir abi takilmasi" gerekliliginin luzumsuzlugunu ispatlamadi da ne etti sorarim. filmin uzun dovus sahnelerini gorup de

    "e iste iki felsefe referansi, uc tarihi sey, gerisi sille tokat" demek "tarkovski izliyorum felsfeyi ordan buluyorum" demek dallamaligiyla beraber gozlemleniyordu, hal da bakin gozlemleyin. ciklet cignerken, yurumesi mucize kabilinde olan insanlarin "aksiyon sahnesi olan filmlerin genellikle sig olmasi" tumdengelimiyle matrix i asagilamasi, fransiz oldugu icin kulturlu olmasi beklenen turiste sanat tarihi profesor muamelesi ceken streotipler ile hayatini idame eden insanlarda genel pratige donusmustur.

    tumdengelim/tumevarim pratisyenlerinin nufusa orani da goz onunde bulundurulunca "matrix in olasi bir derinligine" atifta bulunmak korkulan, ikrah edilen, "aman tassak konusu olmayayaim, dislanmayayim" vesvesesini getirmesi dogal karsilanmalidir. oysa ki dikkat ediniz "matriksteki de felsefe mi, aksiyon ile felsefe mi olurmus? klasiklere gonderme mi olurmus?" diyenlere dikkat ediniz, hic birisi hayatinda ilyadanin kapagini acmis, cizgi roman formatinda bile okumamis insanlardir (okumuslarsa da bir bok anlamamislardir desem yalan mi).

    kendilerine "buyur ilyada" deseniz "evet homerosun unlu epigi. insan kaderini ve secimlerini ne de guzel anlatir. felsefesi ne de guzeldir, dolu doludur" demekten de cekinmez. oysa ki "ilyada da savaslar, kelle ucurmalar, ozel efektler girla gitmektedir. ilyada kendi kulvarinda matrixi yay birakacak kadar savas, yikim, aksiyon sahneleri icerir. matrix i bayiltacak kadar felesefi tartismalar sokturur, kor gozune parmagim referanslarda bulunur. hatta ilyada matrixin kimi zaman oldugundan daha teknik jargon ile konusmaktan da cekinmez. bir bolumunu sadece savasa cikan gemilerin, murettebatin, ekipmanin demibas sayimini yapmaya ayirmistir. amac okuyucuyu bogmak midir, savasin ebatlari hakkinda bilgi vermek midir, bilen bilsin.

    bu ilyadayi "holivud" isi kilmadigi gibi, ilyadanin bir cok edebiyat elestirmeni ve tarihcisi tarafindan odisey ile birlikte en temel iki hikaye formundan birine yataklik ettigini de degistirmez. ama ilyada ile matrix in benzerligi, asil ve hektor ile neo-smith catismasinin tipkiligindan bahsettiginiz anda "matrixe luzumsuzca anlam yuklemeye calisan kulturu bu filmlerde taniyan ibibikler" olmak istemediginizden ses cikarmamayi erdem sayar hale gelebilirsiniz.

    matrix reloaded, tepeden tirnaga dunyadaki hakim guclerin ve tarihi, mevcut etkilerinin benzestirmesini kurabilmeyi ve bunu sarkitmadan oturtmayi basarmis olarak, benim nazarimdan mukemmel bir film olarak, beni ve dusuncelerimi, beklentilermi degistirmek basarisi ile hafizamda yer ettikten sonra, ucuncu filmi vahiy bekler gibi beklemeye basladim.

    3. bolumde ilk iki bolumde baslatilan sey sona erecek, ama sona erisi umuyordum ki benim uzerimde ilk ikisi kadar guclu bir etki birakacak idi. gectigimiz gun bu filmi beklerken dusundum de, filmi izleyip vitirdikten sonra senenin geri kalani icin olagan beklentilerim disinda hic bir sey kalmayacakti. bu kadar buyuk beklentiler ile izledigim ve ilkinintam aksine aksi istikamette bilendigim bu filmin super olmasi icin icten ice dua ettigimi soylersem, umarim wachowski kardeslerden "duani aldi,k, tesekkur ederiz" seklinde bir yanit da alirim.

    ucuncu filmin buyusu de sanirim burada basliyor. beklentilerimin roket yuksekligine ulastigi, ve hiz kesmedigi bir hizda ilerledigi bu film, nasil oldu da bu beklentilerimi dahi asip, hep gorsel, hem kurgusal hem de ilk iki bolumu tamamlamak anlaminda beni bu denli sasirtabildi?

    3. filmin kliseleri, beklentilere yanit vermesi, tam da bekledigim finali vermesi gibi iddialara inanamiyorum. filmin icerisinde ki klise zannedilen referanslar stilistik anlamda devamliligin bir zorunlulugu oldugu icin "gozume batmadi". hem dusununuz kac film kendi icindeki kurgu dinamigini, olaylarin olus ve nedenini hem bu kadar guzel izah edebilmis, yani bilimsel olur, hem de bu kadar mistik, esrarengiz ve mesafeli birakabilmistir? ve allah askina, sekspir askina, maykil ceksin askina, adil olunuz, soyleyiniz: daha evvel hangi film, bu kadar oturttugu, bu kadar olusturugu karakterleri ve bir konuyu bu kadar guzel baglayarak nihayetlendirebildi?

    star wars un sonu, klasik anlamda bir holivud ending idi, kotulemek manasinda soylemiyorum, klas inin gerektirdigi bir nihai final idi. lord of the rings de ha keza oykunun sonu, oykuye neden olan metanin yok olmasi, yorgan gitti kavga bitti basitliginden cok da uzak degildi, ve anira anira verilen iki opsiyondan bir tanesinin gerceklesmesi idi. lord of the rings i de elestirmiyorum, lakin kaci kendi sonunu kendi basi ile izah edebilecek vizyon genisligine sahip idi? kacinin sebebi mevcudiyeti hem oykunun ta kendisi, hem oykunun konusu olan, hem oykuye tabi olan, hem de oykunun disinda kalan olabildi?

    peki ya matrix in sonu, yani soyleyemeyecegim, pek de tartisamayacagim sonu, kendisinden baska hangi kurgu da anlamli olur, en basindan beri yakasini birakmadi insan denen olguyu bu denli guzel ozetleyebilirdi?

    dogumu, yasami ve olumu, ve butun bunlarin sebebini, ve herseye ragmen secim in kendisini hangi hikaye bu kadar guzel , bu kadar referansa ragmen bu kadar yalin gosterebilirdi?

    neo nun, eon ile benzerligi, ismini soylediginiz anda gucunu kazanmasi (ki cheja soyledi bu bilgileri), dialektigin gereigini yerine getirmesi ve butun bunlarin oykuyu anlamli kilmasi icin insani bu kadar iyi anlayabilmek, acmazlarini, dogrularini, guzelligini bu kadar net kavrayabilmek, oyku icinde degil, oykunun disindaki kavramlara yonelik hayal gucunu bu denli guclu kirbaclamak serefini edebiyattan alipsinemanin eline verebilen yegane eseri veren wachowski kardesleri alkislamak, yorulana, kadar icim gecene kadar ovmek istiyorum. (ogrendim ki larry kirbactan daha bir hazzediyormus, ona da kirbaclarin en guzelini diliyor, allah sirtindan sopayi eksik etmesin diyorum.)

    cok uykum geldigi icin sonunda iyice kapip koyverdigim bu entrymde *ki yakin tarihte editleyerek daha da toparlamak niyetinddeyim) emegi gecen herkese tesekkur eder, hayati matrixten sonra hem dolmus hem de bosalmis birisi olarak hepinize benim su an yasadigima denk bir saadet ve huzur dilerim.
  • genel kani, kolaj dedigimiz olgunun "sagdan soldan araklarim, ustune biraz tuz dokup catal ile cirparim" yonunde oldugu icin, matrix uclemesi'ne de herhangi bir sekilde "total recall'dan almislar, ghost in the shell'den almislar, terminator'den bile almislar, vay namussuzlar" tarzi elestiri yapilmasi gayet dogal karsilanmalidir.

    kendim bir sanatci olmadigim icin, "siz sanattan ne anlarsiniz" tarzi bir snobluga burunmem olasi degildir. ancak soyle bir gercek var ki, bir sanat eserinin herhangi bir sekilde daha onceden yaratilmis olanlardan esinlenmesi, bunlarin yogrulmasi ve karsimiza apayri bir butun olarak sunulmasinin da pek kolay olmadigini soylemek isterim. klasiklesmis, bayagilasmis bir deyimle "kolaysa sen yap" demek isterim, cunku olayi ozetlemis olurum, fakat bircok da acik birakmis olurum.

    ben de o eskiden matrix'i asagilayan kesimden olsam da, serinin de sonunu gormus olmaklan birlikte fikrimin degistigini itiraf ediyorum. genel olarak bakabildigi zaman insan, her ne kadar ortaya sansasyonel derecede birseylen cikilmis olmasa da, bu uclemeyi en basidinden akademik bir arastirmaya benzetmeden edemiyorum.

    ev arkadasim ile yemek yaparken, yemek yerken, veya uzun uzadiya konusabilecek her firsatta, ozellikle de felsefi ve tarihi konular hakkinda konusmaya basladigimizda, surekli sagdan soldan alinti yaptigimi farkettim. ev arkadasim da bunun farkina varmis olacak ki, bana "hep baskalarindan alinti yapiyorsun" diyiverdi.

    eh, olayin ozu de zaten burada bir bakima. antik yunan doneminden beridir su ana kadar yazilmis olan butun akademik deger tasiyan eserler, mutlaka baskalarindan yapilan alintilar ile sekillenmis, onlarin bir kolaji olarak sunulmus, ancak bunun bir butun olarak verdigi anlam uzerinde yogunlasilmasini saglamistir. sahsen, augustin'den yararlanmadan ortaya cikarilmis bir adam smith eseri, aristo'dan yararlanmadan ortaya cikarilmis bir jean jacques rousseau eseri dusunememekteyim.

    matrix'de de olay pek farkli degildir. her ne kadar bir akademik deger tasimasa da, marx'dan, hegel'den, aristo'dan, kisaca sagdan soldan yapmis oldugu "alintilar" ile bir butun saglanmis, bu butunu bizlere gostermeye calismistir. ortada bir "coplukten toplanan hurdalarlan yamanmis bir sovyet tanki" yoktur. aksine, elde olan seyleri birlestirerek ortaya cikarilmis, gayet komplike bir hikaye soz konusudur. uc corba kasigi karl marx, iki tutam orson welles ve iki su bardagi yunan/norsk/kelt/mezopotamya mitolojisini mikserden gecirircesine yapilmadigi bir gercektir. aksine, bir fransiz ascisi gibi dilimler ince ince kesilmis, hepsi birlestirilip ortaya anlamli, ozgun birsey cikarilmistir.

    yine de bazen olaya freudyen yaklasmadan, "bazen bir puro sadece bir purodur" demekten kendimi alamiyorum. matrix kesinlikle bir akademik deger tasimamaktadir. filmi gorup "basit birsey bu, ne derinlik ararsin ki?" demenin yanlis oldugunu savundugum gibi, matrix felsefesi'nin ceviz kabugu'nda tartisilmasini da bir o kadar anlamsiz bulmaktayim (hulki cevizoglu'nun ve konuklarinin ne kadar yuksek akademik seviyelerinin oldugunu tartismayacagim, aklima ilk bu ornek geldigi icin yaziverdim, cok uc noktada oldu, utaniyorum).

    bu noktada matrix uclemesi'nin de kesinlikle bir sanat eseri oldugunu dusundugumu beyan etmeden edemeyecegim. zira sanat olmayan bir aksiyon filmi icin herhangi bir chuck norris filmine bakabilir, saat 12'yi gectikten sonra show tv'yi izleyebilirsiniz. en basidinden amerika'daysaniz fox izleyiniz.

    oyle ki, bir sanat eserini degerlendirirken, olaya bir akademisyen gozuyle bakmamanin gerektigine inanan bir insanim. sanat dedigimiz sey, bana gore insanlara birsey anlatmak amaci gutmekte, halka hitap etmeyi hedeflemektedir. wachowski kardeslerin de matrix'i yaparken "sadece sinemayi yalamis yutmus insanlar bunu anlayabilir, biz cok sofistikeyiz" dediklerini dusunmek, filmleri en dikkatsizce izleyen bir insanin bile dusmeyecegi bir yanilgidir. zaten boyle dusunen bir insan mevcut ise, birakin sinemadan anlamayi, otoyol tabelalari veya tuvalette otururken sikintidan dis macununun arkasindaki yazilar haricinde hayatlarinda birsey okumadiklari muhtemeldir.

    gelelim olayda hangi felsefelerin kullanildigina... oyle ki, marx ile film arasinda buyuk bir paralellik kurulmus oldugu, otisabi tarafidan da belirtilmis.

    kusbakisi baktigimizda genel anlamda marx'i andirdigi, andirmaktan cok marx'in yapitlarina paralel gittigi (komunist manifestosu'ndan bahsetmiyorum hicbir sekilde) gayet dogrudur. ancak marx'in her zaman savunuculugunu yaptigi "sistemin bir gun kendi kendini yikacagi" soyleminden cok, lenin'in giristigi "sistemin tekrar sistemi kullanarak yikan bir grup, bir birey" durumu soz konusudur. belki de marx'in soylediklerini agent smith'de gozlemleyebiliyoruz. ancak bir "devrimci" olmadigi, yani bir tetik mekanizmasinin olmadigi surece de olayin zamanla butun degerleri yokedecegi fikrinin uclemede daha bir yogun oldugu fikri, kanimca yanlis olmayacaktir.

    wachowski kardeslerin ne kadar sosyalist olduklarini bilemeyiz. zira kendim icin konusmam gerekirse, kesinlikle bir marxist olmadigimi soylemem gerekmekte, ancak marx'in (yine, komunist manifestosu disinda) yapitlarinda da buyuk bir derinlik oldugunu soylemeden edemeyecegim. bu yuzden karl marx'in yapitlarini bir mein kampf ile karistirip "iyk igrenc bu" diyen ve hayatinda marx okumadan bir yerlere ulasmis bir siyasal bilimci dusunememekteyim.

    genel anlamda ne oldugunu gorduk. ancak beni asil ilgilendiren olay, hicbir zaman matrix'deki genel anlamda marx'a olan parallellik olmamistir. zira buna benzer paralelliklerdeki bircok eseri daha onceden gordugume ve bunun pek bir yenilik olmadigina inaniyorum. dikkat ediniz, "calip cirmislar" da demiyorum. hatta matrix'i, marxist birtakim dusunceleri, insanlarin gozunun icine soka soka, dogrudan hikayesine odaklamis olmamasindan dolayi takdir bile ediyorum (ki bu marx'i savundugum anlamina gelmiyor).

    beni daha cok ufak baglamdaki birtakim aristo ve kant gondermeleri ilgilendiriyor diyebilirim. su ana kadar, herhangi bir savas filminde de gorebilecegimiz "insanlarin zor zamanlarda bir birlik olarak hareket etmeleri" konusu, yine bu tur filmlerde hep belirgin olmustur. zira matrix'de de insanin gozune sokulmustur, dogrudan bir yol tercih edilmistir.

    ancak insanlarin sosyal birer varlik olduklarini (aristo), ve yine insanlarin, karsit fikirde olduklari kisilere, aralarinda bir anlasmazligi cozmeye calisan iki arkadas gibi davrandiklarini (kant) gostermek bakimindan gayet basarili olmustur. yine bir klise olan "makineler soguktur, asktan meskten anlamazlar" olayi da, bu iki olguyu ortaya cikarmak maksadiyla iyi bir sekilde kullanilmistir. buna baktigimizda yine bir klise gibi gozukse de gozumuze, bana gore ince bir ayrintidir.

    tabii ki burada neo ve trinity'nin ask sahneleri, "o olurse ben yasayamam", "biz omuz omuza carpisiyoruz", "herkesin kaderi senin ellerinde" tarzi bilumum geyik, anlatmak istedigim olayin disindadir.

    beni matrix uclemesi'nde uzen, hatta yer yer sinir eden tek nokta ise, epik olaylarin abartilmasi olmustur. burada da yine kliseler kullanilmis, ancak yer yer bu kliseler tam olarak olaya oturtulamamis ve belli bir felsefi derinligi olan bir butunun parcasi olarak gosterilememistir (diger kliselerin hepsi basariyla hikayeye entegre edilebilmistir). tabii ki gorsel efektler kullanilacak, insanlara "savas" olayi daha etkili bir bicimde anlatilmaya calisilacaktir, ancak "modern savas" ile "epik cizgi" arasindaki bagi kurmaya yetmemekte, hatta cogu izleyicinin gozunde bu bagi daha da bir acmaktadir.

    demek istedigim, "biz savasmaya degil, olmeye geldik" tarzi, lise tarih kitaplarimizi susleyen bir ataturk soylemine benzer nitelikte, "hepiniz aslanlarimsiniz, kaplanlarimsiniz" yaklasimlarina benzer noktalardir.

    of of, burada zorlanacagim gayet. ama su son demek istedigim seyleri biraz toparlamam gerekiyor, yoksa anlatmak istedigimin anlasilmasina imkan yok. bu yuzden, konsept disi gozuken ancak alakasi cok olan su asagidaki koseli parantez icinde yazilanlari bir okumanizi rica ederim:

    [oncelikle, antik zamanlardaki savaslari bir dusunun. cok derin yaralar acamayan, cok brutallesmeyen bronz kiliclar, bronz mizraklar ve bu kiliclar icin duzenlenmis cok hafif -hatta neredeyse yok denilebilecek kadar az- bronz zirhlar... tabii ki olume sebebiyet verecek herhangi birsey brutal olabilecegi gibi, bunlar da bir nebze rahatsiz edicidir, ancak savasta alinan bir yara, omza saplanan bir ok, bir "seref madalyasi" imiscesine deger kazanacak, hakikaten de epik bir degere sahip olacaktir.

    sonra ne olmustur? ortaya salyalar sacarak savasan vikingler, kol bacak koparan baltalar, beyin patlatan demir kiliclar, kisacasi kan golune donen savaslar cikmistir. sovalyelik sistemi getirilip, savaslarda kaybedilen epik degerler bir nebze olsun tekrardan kazanilmaya calislimissa da, ozellikle de tatar yayi dedigimiz olayin ortaya cikmasi ile zirhi delip gecebilen silahlar gelismistir. "kutsanmis" bir sovalyenin, basit bir er tarafindan bu silahlarlan vurulup oldurulmesi, olayin epik yonunu tekrardan yoketmistir.

    bundan da sonra ortaya barutlu silahlar cikmistir. "tufek icad oldu mertlik bozuldu" kivaminda dusunse de bircok insan, rapier de dedigimiz silahlar, yine olayin epik degerini bir nebze korumaya devam etmistir. zira tufeklerden alinan yaralar insani parca pincik etmemekte, bir rapier yarasi almak veya bir rapier kullanilarak oldurulmek yine cok buyuk bir kahramanlik simgesi haline gelmistir. bir rapier cizigi, savasta alinan bir onur yarasidir.

    ancak endustri devrimi ile masif endustrinin yayginlasmasi neticesinde, 19. yuzyil'a kadar bir sekilde korunabilmis olan bu epik degerler artik kaybolmustur. zira siperden kafasini cikaran bir erin, asiri yuksek hizda gelen bir mermi ile beyninin patlamasi, dusen bir havan topu mermisi ile kopan parcalarin sipere dagilmasi, pek de bir epik degildir. bir atom bombasi gibi kurtulunmasi imkansiz, masif bir silahin da icad edilmesi ile, kim "ben bundan kurtuldum, kahraman oldum" diyebilir ki?]

    iste matrix'de abartilan da budur. dunyada artik romantik savas diye bir kavram kalmamis oldugunu (canakkale savasi'nda sungunun yogun kullanimi, bu savasi romantik savaslar silsilesindeki en son ornek kilar), hatta matrix'deki kopmali parcalanmali savaslarin da romantik bir savastan cok uzak oldugunu da dusunecek olursak, sentineller ile olan herhangi bir carpisma sirasinda "ben kahramanim" tarzi takinilmasi da bir o kadar sacmalik olacaktir.

    bu da beni derinden rahatsiz etmektedir. zira gelecekte gecen savaslara epik bir deger yukleyebilmek, askerlere buyuk bir konusma yapmaktan ibaret olmamalidir. buna da henuz bir formul bulamamistir hicbir yonetmen, hicbir sanatci, hicbir yazar... iste bu tur savaslara epik degerler, basit birer "hepimiz kanimizin son damlasina kadar savasacagiz" soylemleri haricinde eklenebildigi gun, "modern savas" ve "epik" sozleri arasindaki bag kurulabilecektir.

    matrix'in bir nevi laneti budur; insanlar, olayi hakikaten de klise gosteren bu ufak tefek detaylar nedeniyle, her zaman daha derin olan birtakim analizleri gormezden geleceklerdir. en ufak noktanin abartilip olaya bir braveheart havasi katilmasi, maalesef butun insanlarin gozunde, matrix uclemesi'nin altinda yatan diger analizleri silip atacaktir.
  • sinema tarihinde aşılması zor bir daş bırakmış filmler.

    ilk matrixten çıktığımda gerçek anlamda bi sik anlamamıştım. 17 ağustos depreminin ardından gittiğim bir film olduğu için her yüksek sesli ses efektinde yerimden sıçramış ve biraz da filmin bitmesini ister bir ruh hali içerisinde filmi seyretmiştim.

    esas olarak filmi yiyip bitirmem yazıcıoğlu endüstrisi sayesinde olmuştu. vcdden defalarca izlediğim bu filmin içerisinde daha önce başka bir filmde yapılmamış sivri bir şeyler barındırdığını anlamam da yirminci seyredişimden sonrasına tekabül etmekteydi. sağdan soldan haberlerden takip ettiğim kadarıyla bu filmi benden önce idrak eden bazı ülkelerin hükümetleri çoktan yasağı basmışlardı. sebep ise garip gelmişti. "hristiyanlık propagandası"

    hadi bakalım çık işin içinden. bu kadar mı barizdi peki.. neden hristiyanlık propagandası denmişti? mesihimsi bir karakter barındırdığı için mi? sadece bu olmamalı. belki trinity kelimesinin çağrıştırdıkları biraz rahatsız etmişti sakallı amcaları.

    işte bu etrafımdaki matrixte çok felsefi şeyler bulduklarını iddia eden insanlar dolayısıyla belki kendi eksiklerimin farkına varmıştım. bu noktadan sonra hayatımda yaşadığım pek çok şey matrix filminde bu sefer benim anladığım ama onların anlayamadığı bazı ayrıntıları yakalamama sebep oldu ama bunun alakası sadece benle filmle değil. o yüzden devam edeyim.

    ilk filmde yakalayamadığım pek çok şeyi bu sefer ikinci filmde yakalamayı kafama koymuş olduğum için ikinci filmi pür dikkat izledim ve her sembolü, her repliği ve her çekiç vuruşunu bildiğim ezoterik öğretilere göndermeler olarak algılayıp seyrettim. bildiklerim bazı şeyleri tek tek açıklamama yetiyordu. ama filmin bütününü hala açıklamaktan çok acizdim. ayrıca sıkıntılı olduğum başka bir husus ise herkes bana bu filmden ayrıntıları sorar olmuştu. bir matrix uzmanı gibi muamele görüyordum. bazı insanların "ay ilk filim çok iyidi ama ikincisi çok dandik olmuş, neydi o öyle sadece adam dövüyo oyunculuk hiç yok" tipi nidalarını yöneltebilecekleri nefretlerini kusabilecekleri bir hedef haline gelmiştim. matrixin avukatlığına soyunmak hem hoşuma gitmiyordu hem de yoruyordu. bu da benle ilgili oldu tekrar dönüyorum.

    mesihlik hikayesi ikinci filmde yeni bir boyut kazanıyordu. neo uğruna çalıştığı güçlerin gerçek yüzünü görme şerefine nail oluyordu. bu tabi onun için kolay olmuyordu. onların seçimleri doğrultusunda hareket etmek de ağırına gidiyordu. isyan ettiği kurumun bireyi olarak onun zincirinde halka olmak onu çok kızdırıyordu. bir non serviam düşüncesinin onda da olmadığını kimse kabul ettiremez bana.

    üçüncü filmde ise hikaye artık bireylerin hikayesiydi. herkes kendi girişini yapmış, hikayenin gelişimine kendi tuzlarını katmışlardı. ama ortak bir son, ortak bir kader değildi onlarınki. herkes kendi yolculuğuna çıkacak, kendi sonunda sadece kendisi söz sahibi olacaktı.

    bana bu filmi şikayet edenler en çok hikayenin aşureliğine dayandırıyorlardı nefretlerini. her sahnede her harekette bir başka filmin ya da konseptin izlerini görmek rahatsız ediyormuş onları.

    ben de pek çok şey gördüm bu filmde. her şeyiyle bir mesihlik hikayesi vardı. isaya paralel gittiği bile söylenebilir, ama bir isa hikayesi olmaktan da hep uzak durmuştur. hikayeyle uzak duruş tavırda kendisini göstermeyerek "ne görmek istiyorsanız onu görürsünüz, bakın siz yeter ki" düşüncesiyle filme hz isayı bizzat resim babında koymuşlardır. bir kere de değil, saydım tam üç kere. ilk iki filme bakılırsa sabetay sevi hikayesine bile paralellikler bulunabilir. morpheus'un hikayesi gazzeli nathan ile paralellikler taşır. ama sabetay sevi hikayesi de değildir.

    aslında mesih hikayesi de değildir. böyle bir husus barındırıyor diye mesih filmi olacak diye bir kaide yok. ilk filmi izleyince, oradaki inisiasyon törenini görünce tamamen ezoterizm vasıtasıyla yorumlamıştım. sonra yahudi mistisizmine bağladım, sonra neye bağladım bilmiyorum, kendi kendisine yetecek bir düşünceler birliği olduğu kanısına vardım.

    bu film çok büyük bir makaleye benzetilebilir. altında yüzlerce de dipnot ve referans vardır. ama bu referansların hiçbiri onun büyüklüğüne gölge düşüremez. hiçbir bilim adamı makalesinde çok referans kullandı diye kınanmaz, yerin dibine sokulmaz, aksine takdir edilir, imrenilir.

    bütün büyük filmlerde olduğu gibi antagonist protagonistin önüne geçer. şimdi kimse luke skywalker'ın yüzünü hatırlamıyorsa ama darth vader diyince herkesin aklına aynı soluk alıp verme, aynı yüz ve aynı force grip geliyorsa, ilerde herkes agent smithin eşşek suratını hatırlayacak neo'yu unutacaktır orası da bir gerçek. bu düşünce aslında üçlemenin özünü de teşkil eder. neo agent smith olmadan yoktur, agent smith de neo olmadan. ying ve yang gibi barizdir bu.

    bu kadar içerik anlattıktan sonra biraz da matrix'in en göze batan özelliğine değinmek ister deli gönül.

    özel görüntü efekti tarihi kitabının sonsuza giderkenki n chapterını yazıp kitabı kapatacak kadar ileri götürmüştür. ilk bölümdeki dövüş sahneleri, western filmlere yapılan metro sahnesi ve gazete kağıdı uçması sahnesi göndermeleri*, neo'nun kurşundan kaçarkenki geriye doğru yatışı ile akıllarda senelerce kalacağını düşündüğüm enstantanelerdi. ama sonra reloaded geldi. 3 ajanı kolaylıkla madara edişi ve estetik hareketleri ile göğsümüzü kabarttı. ugrade etsen de alırım veririm ben seni yenerim mesajı verdi. sonra eşek evladı agent smith ile yaptığı o inanılmaz dövüş sahnesi nedir öyle. artık onu dövüş sahneleri klasmanından çıkarıp fındıkkıran ile kıyaslamak istiyorum. son filmde bunu da egale ettiler. gökten yağmur yağarken havada yapılan o tanrısal deccal-mesih dövüşü hepimizi koltuklarımıza yapıştırmadı mı? dişlerimizi sıkmadık mı?

    peki o ilahi aşk hikayesi? hangi filme böyle tutkulu bir aşk konmuş ve konsept içerisine bu kadar güzel oturtulmuştur? hangi aşk ölüyü diriltecek kadar ilahidir? hangi mesih ölen sevgilisinin kalbine yaptığı dokunuşla onu hayata döndürür?

    işte matrix hakkında bu kadar yazı yazdırabilecek kadar ulu bir yapıttır. insanlar ne kadar düşük puanlar verseler, yerin dibine soksalar da anlayacaklardır ki:

    "filmden çıkar çıkmaz film hakkında konuşulmaz. filmin derinliğine göre bir saat, bir gün veya belki birkaç hafta beklenmelidir ki ağızdan ilk çıkandan sonradan utanmayın."

    arz ettim.
  • madem ki filmlerin uzunluguyla kiyaslanir elestirel yaklasimlara yer verilmis burada, bendeniz de nacizane bir kac yorum yapmak isterim "guncel medya" (ki burada kastedilen genis anlamiyla contemporary mediadir; aydin dogan holding degil) anlayisinda pek cok anlamda devrimsel nitelik tasiyan matrix uclemesiyle alakali olarak.

    matrix uclemesi ozenle harmanlanmis bir urundur benim gozumde. ayni kaliteli bir scotch ya da pek cok degisik spektrumdan pek cok fakli "nod" tasiyan bir parfum gibi blended to perfection bir hikayedir. hikayedir demekteyim, cunku 3 film, ozunde 1 hikayeyi anlatmaktadir. ve mengus'un de degindigi uzre, bu hikaye parcalara bolunerek incelendiginde anlamini yitirmekte, hatta temelsiz elestirilere ortam hazirlamaktadir.

    matrix uclemesindeki simge ve imgeler, teker teker ele alindiklari durumda, ortaya cok uzun bir liste cikacaktir suphesiz. cunku matrix uclemesi egitimli addedilebilecek pek cok kimsenin de farkedebilecegi uzre gerek hikayesi acisindan, gerekse karakterleriyle baglantili olarak yuzyillardir var olan felsefeleri, epik oykuleri, ve en oz insani degerleri temel almaktadir. (neo, mesih, armageddon's day, ying-yang, idealizm, kahin... cok uzun bir liste bu) deli gonlum teker teker girmek ister detaylara, benzetmelere; lakin sozluk platformundaki spoiler gercegi frenler beni.

    onun yerine hikayeyi elestirenleri elestirmek isterim ben de; spoiler korkusundan uzak...

    spincrus'un bir saptamasi var; epik savaslarla alakali. uclemeyi izleyenleri en cok rahatsiz eden noktalardan birinin, gelecekte gecen ve sanal ortama birebir gondermeler yapan bir eserde epik degerlerin varligi oldugunu ongoren. katilmamak isten degil. kac kisi duydum su gune kadar "ne lan o oyle olmek var donmek yok zirvalari; zion'da morpheus'un yaptigi konusma neydi, kicim!" yorumlariyla ortaligi kasip kavuran, neo ve trinitynin askini uclemede yadirgayan. anlayamadim.

    sahsi gorusum, uclemenin modernize edilmis bir epik oldugu yonunde cunku. tarihin pek cok sayfasindan pek cok ogeye gondermeler ve referanslarla dolu bu hikayenin epik olmasi nedeniyle sevilmemesini anlayamadim. ya da anladim, ama ozumseyemedim.

    #3558407 no'lu entrymde az bucuk deginmistim konuya, ama detayina inmek buraya nasip oldu; ineyim o halde. ozunde insanligin kurtulusunu konu alan bir eserde kisisel fedakarliklarin, askin, inancin one cikmasindan, hatta one cikmakla da kalmayip "basarili" olmasindan daha dogal ne olabilir ki? bir idealin gerceklestirmeye calisilmasi esnasinda "inanma"nin nesi rahatsizlik verebilir? trinity'nin, icinde bulunduklari durumda (ki ucleme macera ve bilimkurgu oldugu kadar drama niteligi de tasimaktadir kanimca) "son bir opucuk" istemesi neden bu kadar tepki toplamaktadir? anlayamadim ilk basta. sonradan uyandim; az bucuk dusununce bunun ustune, belli seyleri farkettim. farkettiklerimden de hoslanmadim; pesinen soyleyeyim.

    bir hikayeyi epik yapan hususlarla o denli dalga gecilmis, bu unsurlar o denli absurdlestirilmis ki gunumuzde, artik epik ciddiye alinmiyor. ("ee lord of the rings'e nolacak?" diyenlere cevabim ise frodo ve samwise hakkindaki "escinsel" yakistirmalarina soyle bir goz atmalari olacaktir.) epigi epik yapan pek cok deger "sacmalik" olarak nitelendiriliyor. kisinin inanci ugruna olebilmesi "komik" olarak degerlendiriliyor. toplumlar o kadar uzaklasmis ki "fedakarlik" muessesesinden, fedakarlik artik enayilikle es tutuluyor. hal boyle olunca da epik, truva savasiyla sinirli kaliyor.

    ask gibi yuzyillar boyu tartisilmis, ustune binlerce eser uretilmis bir kavram bile deri ceketli, otomatik silahli, arka planinda elektronik muzik calan bir kurguya monte edildiginde "hade len" tepkileriyle karsilaniyor. uclemenin coolluk imajina ters dusuyor cunku ask gibi cig bir kavram. neo'dan, filmde ustlendigi gorevi bir android edasiyla, asarak, keserek, ucarak ve baska turlu etliye sutluye dokunmadan gerceklestirmesi bekleniyor. "nerede o eski karizmatik trinity?" diye dert yaniyor insanlar, the matrix reloaded'da. neymis efendim, trinity neo'yu seviyor. nesi ayip ki bunun; nesi ters dusuyor kurguya? the matrix reloaded'da persephone'nin opusme isteginin trinity'i cileden cikarmasi, "why dont you sample this instead?" repligi "gulduruyor". neden?

    duygusalligin gucsuzluk oldugu bilinci yerlesmis kafalarda. guclu gorunmek (guclu olmak demiyorum, sadece guclu durmak) adina insani insan yapan pek cok deger bosverilmis, alaya alinarak hafifletilmis. populerse bizden degildir yaklasimi daha da bir benimseniyor artik. lafim objektif olarak elestirenlere, durdugu yeri bilenlere degil elbette. lafim, bir gun once arkadasindan duydugu bir yorumu, temelini anlamadan, nedenini dinlemeden, sirf "iyi durdugu icin" bir gun sonra baskasina satanlara. matrix uclemesi de bu durusa kurban ediliyor kanimca. kisiler, baskalasmak, farkli olmak adina, "cool gorunmek" adina ustunde adam gibi oturup iki dakika dusunmeden, sagdan soldan duyduklariyla, calip cirptiklariyla yerden yere vuruyorlar kurguyu. "matrix'e bok attim, rahatladim" dusturuyla hareket ediyorlar. begenmeyen begenmez; ona zaten hic bir lafim yok. ama "neden?" denildiginde "gak guk kem kum" cevaplari ne takdiri hakediyor, ne saygiyi.

    daha sayfalarca yazilabilir, detayiyla yorumlanabilir ucleme ve ucleme hakkindaki elestiriler. lakin yazdikca dagiliyorum gibi geldi. burada duracagim.
  • kucuk prens isimli enfes kitabin icinde pek sevdigim, kitabin "okunma" bicimi hakkinda bilgi verdigine inandigim bir hikaye vardir. yazarimiz colde mahsur kalmisken karsisina birden bire kucuk prens cikar. kucuk prens in yazardan istedigi sey "bir koyun" cizmesidir. uzun zamandir bir sey cizmemis olan yazar, cocuklugunda yaptigi ve herkesin "sapka" zannettigi, oysa gercekte bir fil i yutmus olan bir yilanin yandan cizdigi resmi uzatir. kucuk prens "hayir, fili yutmus yilani istemiyorum, bana bir koyun ciz" diye israr eder. yazar bir tane koyun cizer, kucuk prens koyunu bir sebepten begenmez, bir tane daha cizer kucuk prens onu da begenmez, en sonunda bikan yazar ustunde delikler olan bir kutu cizer ve der ki
    "iste koyunun bu kutunun icinde"

    kucuk prens sevinir: "iste bu tam istedigim gibi bir koyun"

    matrix uclemesinin de kutudaki koyun gibi "aradigimiz" ornek oldugunu soylemek cok zor olmaz. daha evvel de dile getirildigi gibi matrix "izleyici"nin perspektifine gore bicim degistiren, bulundugu kabin bicimini, onyargi ya da bireysel birikimlerin olusturdugu beklentileri "onaylayan" ve yeni tecrubelerle yeniden dogacak bir eser olmasi sebebiyle dahi sinema tarihinin mihenk taslarindan birisi olacaktir. sinema tarihinde cok az film hem bu kadar aleni olup, hem de bu kadar kutu icerisindeki koyundan bahsedercesine beklentilere gore "kivrilmayi" basarabilmistir. bu acidan matrix in basarisi gozlemlenebilir istatistiki degerinin cok uzerinde, ve cok otesindedir.

    bir eserin iktisadi anlamda "olculebilirligi" rakamsal anlamda tatminkar bir sonuc doguracaktir. yanlisimiz olmasin, dogru yapilmis olcum ve hesaplamalar daima "dogru" rakamlara, ve denklemlere isaret edecektir, lakin rakamlari analiz etmek, istatistik kaydi tutmaktan her zaman daha mesakkatli bir is olagelmistir. matrix ortaya koydugu islem hacmi, ve kar marji hesaba katilarak degerlendirildiginde en temel anlamda bir yatirim olmanin dogal neticesi olan "kar"lilik kriteri ile degerlendirilecektir. uclemenin getirisi bu anlamda en net olculebilecek, ve imkanlar el verirse bu noktadan sonuca varilabilecek en net degerleri verecektir.

    ve fakat bir filmin, filmi gectim bir sanat eserinin, bir estetik, dusunsel olusun degeri bu sekilde bicilebilir mi?

    kucuk prens orneginden basladim, oradan devam edeyim: kucuk prens in yine baslarinda (tamamini okuyamadim cok uzundu :)) yazar "yetiskin"lerin rakamlara olan merakindan yakinir. "yetiskin"lerin "bir ev gordum, onunde su su cicekler, sarmasiklar vardi, soyle guzel renkleri vardi, boyle super ortami vardi" (aklimda kalanin suyu boyle cikti kusura bakmayin) gibisinden bir yorumla ilgilenmeyecegini, ancak "bir ev gordum, su kadar milyon dolar idi" gibisinden bir yoruma itibar edip, alaka gostereceklerinden dem vurur.

    bu acidan matrixin insani bir yerlere goturmesi, getirmesi, estetigi ya da hikayesiyle degistirebilmesi degil, yarattigi iktisadi islem hacmi ve bunun en basit piyasa-tuketici-sistem iliskisi icerisinde degerlendirilmesi yetiskin bir perspektife en uygun yol olarak gorunebilir. suphesiz "alisilageldik" ile degerlendirildiginde iktisadi analiz ve tumdengelimler nadiren bir iktisadi eserin "sebeb i mevcudiyet"ini zitacaktir. dunya capinda bir gosterim ve medya agi ile desteklenmis, uluslararasi pazar payi arayislari icerisindeki "yatirim"lar, dogal olarak yuzeysel somut varliklariyla museemma olacaklardir. lakin burada iki noktanin gozden kacmamasi gerekiyor:

    1. her tur analiz sinirlarini belirleyebildigi, etkilesiminin neticesi maksadiyla paralel konular uzerinde soz sahibidir. yani hic bir analiz "anlayamadigi bir secim"in onculu ya da emsali olmayan etkilesimini goz ardi edemez. bu anlmda oracle orneginin tutarli oldugunu soylemek mumkun:

    oracle, bilimsel anlamda "sistem" in girdi ve ciktilarini kontrol eden bir bogazda durmak onceligiyle "olasilik"lari hesaplayabilir, yani en temel anlamda descartesin determinizm hakkinda verdigi ornegi dogrular gibidir. lakin oracle dahi bel vermektedir: "evvelce emsali bulunmadik bir istisnanin" istisnai secimleri hakkinda bir ongorude bulunamaz.

    isbu halde standard analiz araclarini matrix uclemesi uzerinde otomatik olarak uygulamak, matrix uclemesinin oyku butunlugu icerisine entegre ettigi referanslari iktisadi kurulumu nedeniyle reddetmek de, anlasilamayan bir secimin, ve bu secimin getirecegi reaksiyonlari bilememk sebebiyle gecersiz olmaktadir.

    matrix oncesinde hic bir hikaye matrix in getirdigi "butunleyici" olusun yakinina dahi varamamistir.

    matrix izleyicinin degerlendirmede izin verdigi aralik sinirlarinca bir cok janr ile degerlendirilebilir. bir karate, vurdu kirdi filmi olarak daha iyi ornekleri oldugu onculu uzerinden degerlendirmek kadar, en temel anlamda degerlendirilebilecek sanal gerceklik, cyberpunk gibi ozellikleri mevcut janrin olusturdugu normlarin otesinde "olmamasi" argumaniyla matrix in basarisinda baska dissal dinamikler aramak dogru olmayacaktir.

    zira matrix izleyicinin siniflandirma heves ya da zaruretine gore bir janra girmekte gucluk ceken, bu gucluk sebebiyle guclu olan bir eserdir. herhangi bir janr a benzerligi post modern estetiginin bir getirisidir, bu yuzden cyber/virtual evreninden baslamasi nihai olarak hikayesi ve hedeflerinin sanal gerceklik ile sinirli olmasi sonucuna ulasmamizi saglayamaz.

    gercek su ki matrix uclemesinde su an icin filmin "temel" i tabir edebilecegimiz "insan" ve "insan olgusu" uzerine oldugu argumani da yetersiz kalmaktadir. matrix makinelerin, ve programlarin kisilik sahibi olmasiyla beraber onlarin da mevcudiyetini insan ile es tutabilmektedir. bu 2001 orneginde makinelerin insandan daha insan olmasi gibi insan-merkezli bir cikis ile degil, insan olmak adina bildigimiz degerlerin maddeye ve olusa ait olmasi, oluslar arasindaki iliskinin tanimlanmasi icin kullanilan kelimelerin bayagiligiyla biluurlasmaktadir. boylesi bir hikayede alt metin geregi "kahramanin seyehati" dahi sadece bizim insan perspektifimize hitab etmekte, filmin bahsettigi maddenin maddeye karsi duydugu ilgi alaka bizim empati kurabilecegimiz, anlayabilecegimiz kavramlarin, algilarin da uzerine cikip uzaklasmaktadir.

    insan merkezli bir standard normun dahi uzerine cikabilen bir filmin, benzer elementleri tasiyan baska eserlerle mukayesesi de bu yuzden anlamini yitirmekte, matrix in cekim gucu bu gorece soyutlanmis benzerliklerden degil kontekstinin ta kendisinden gelmektedir. peki boylesi bir ornekler ustu olusu oznel degerlerinden soyutlayip, nesnel degerine indirgeyerek hakkinda bir nihai fikre ulasmak haktan, adil ya da isabetli olacak midir? elbette hayir.

    2. ikinci nokta ise sudur: matrix in iktisadi anlamda pazar payi ve kar marji kaygisi guden bir yapim olmasi, iceriginin de bu amac ve gayeye hizmet edecegi anlamina gelir mi?

    naiflik yapmanin alemi yok, studyo sisteminde uretilen eserlerin cogu studyonun ve produksiyonun belirledigi sert kurallara uymak, onlari yerine getirmek zorundadir. boylesi bir ust kontrol mekanizmasinin altinda isleyen eserlerin oznel yapisini muhafaza etmesi, kendi ic dinamigini korumasi, kendi sistemini elestirmesi mumkun gozukmemektedir.

    ama zaten bir olayin mevcut degerler cercevesinde "mumkun gozukmemekte" olmasi da her iluzyonun cikis noktasi degil midir? bir insanin ortadan ikiye ayrilip sipsak birlestirilmesi mevcut bilimsel kurallara gore mumkun gozukmemektedir, ve hatta mumkun de degildir. lakin bu, en azindan seyirciyi kandirmaya yonelik olarak basarili ortadan ikiye bolme iluzyonlari yapilmadigi anlamina mi gelmektedir? tabii ki hayir.

    studyo sistemi icerisinde bir filmin oldugu gibi cascavlak cikmasi ya da kabul edilmesi elbette is bilen hic bir produktorun dikkatinden kacmayacaktir. ama ya "kod"lanmis bir eser, belirli oranda derinlik arz eden kisilerin bakmalarini istedikleri yerlere bakmasini sagliyor, essegini tepeden asirabiliyorsa burada boylesi bir "mumkunsuzluk"den bahsetmek mumkun olabilir mi?

    suphesiz ki matrix uclemesi en sig gozlem ile bir studyonun istedigi herseyi vaad etmektedir: aksiyon, hiz, macera, ask, biraz buyu, biraz mistisizm, biraz su, biraz bu. bu yigin herhangi bir produktorun istedigi yerden tutabilmesine imkan verecek sayida "tutac" sunmaktadir. produktor fizibil olduguna inandigi surece bu tutaclardan tutup, icindeki yuke aldirmadan tasimaya mukellef olan insandir.

    produktorler duymak istediklerini duyduklari surece sanatcilari rahatsiz etmeyi zaten is ahlakina uygun bulmadiklari icin, yani "baska bir yerlere bakmaya" gonullu olduklarindan akillica bir ortu ile rahatlikla kandirilabilirler. (bu noktada produktorlerin pavlov kopekligi dikkate degerdir. lakin entellektuellerin boylesi bir pavlov sartlandirmasinin negatif baskisini yasamalarina ne demeli? produktorlerin beklentilerini karsilayan degerlerin oldugu bir film ya da eser, "otomatik" olarak kotu olabiliyorsa enetellektuelin produktorden ne farki kalir? sartlandirmalar ve tumdengelimler produktorlerin kar marjini belirler, ya entellektuelin boylesi bir girdiden beklentisi nedir? farkli olmak mi?)

    simdi matrixin konu butunlugu icerisinde "kamuflaj" oglusuna bakalim: cok rahatlikla farkedilebilecek anagramlarla dolu bu uclemede yazar ikilisinin "ustu kapali mesaj" vermek konusunda hic bir fikir sahbi olmadiklarini soyleyebilir miyiz?

    judeo christian mitolojinin gercege yansiyan kismi ile degerlendirildiginde dahi bir mesajin anlamamasi gerekn kisi haric herkesin anlamasi yonteminin defalarca uygulandigini, hatta kayda gectigini goruruz. misal hepimizin pek iyi bildigi, metal sarkilarinda pek sevilen bir sembolizm olan 666 inin sayisal deger ile bir roma imparatoruna denk geldigini, donemin ibrani kodlama espirisi icerisinde kotarildigini bileniniz vardir. hatta daha amiyane tabir ile 31 cekmek kavraminin da boylesi bir kodlama neticesi literature girdigini biliriz.

    butun bu referanslardan haberdar olan wachowski kardeslerin, makyevalist tutumlarina da bir bakarsak daha net bir sonuca ulasmamiz sanirim mumkun olacaktir.

    wachowski kardeslerin endustriye girmesi, ve boylesi devasa bir butceli bir filmi cekebilmelerinde bir keramet vardir. bu kardesler ne alayli, ne de mekteplidirler (andy film okulundan terk bir insandir), hatta uzun sureler yaptiklari meslek marangozluk ve tamirciliktir. simdi soyle dusunun en son hangi marangozu yuz milyonlarca dolarlik bir produksiyonu yonetirken gordunuz? hadi bu cok sig bir ornek oldu diyelim, insanlar her zaman "basari" senaryolari ile rustlerini ispatlamaya calisabilirler.

    wachowski kardesler, cizgi roman senaristligi yaparlerken, film enndustrisine girmek icin bir senaryo yazmak fikri uzerinde dururlar. ve hakatten yigrenc bir film olan asassins in senaryosunu yazarlar. amac hem para kazanmak, hem de endustride isim yapmaktir. bu filmden hemen sonra produktorlerle en azindan dirsek temasina gecebilen kardesler matrix in senaryosunu verirler. matrix in cekilip cekilemeyeceginden emin olamayan produktorler, "gel bir deneme yapalim" diyerek bound isimli filmi cekmeleri icin odenek ayirir. wachowskiler bu filmi cekerler, film en azindan elestirel anlamda basarili bulunur, ve kredi hanesine islenir. wachowskiler matrix icin bastirirlar. butun filmin 500 sayfalik storyboardunu cikarirlar. produktorler anca o zaman du bi bakalim der. filmin meshur giris sahnesi cekiliene kadar butcesi zavalli bir konumdadir. ilk sahneyi goren produktorler "istedikleri"ni bulmanin coskusuyla keseyi agzina kadar acar.

    1994 senesi itibariyle marangozluk yapan kardesler 99 senesi itibariyle (5 senecik dememe darilmazsiniz umarim) esi benzeri gorulmedik bir basariya imza atan bir film olan matrix i cekerler. boyle sorun soyleyelim kosesi gibi oldu ama, zannedersem wachowskilerin hem proleter gecmislerine, hem de sisteme sizma hikayelerine sasmadan edemiyor insan.

    bu derece kisa zamanda buyuk isler basarmis bir ikilinin, "para kopegim olsun" dusturuna aportta durduklarina inanasim gelmiyor. elbette sinisizmin ucu bucagi yok: butun bunlar en koyu kem dusunceyle tencere yuvarlanmis, kapagini bulmus denerek ozetlenebilir. elbette tencerenin kapaginin senelerce "para kirmak" icin marangozluk yapmasi detayini bir yana birakirsak tabi.

    bu iki noktanin isiginda bir daha degerlendirelim, matrix karmasikligi ile kendi orjinalligini mi pazarliyor, yoksa orjinalligi sebebiyle mi pazarlanmasi kacinilmaz oluyor? acikcasi kaliteli bir yapimin (avant garde veya degil) kar unsuru olmasi, metalasmasi maalesef kacinilmazdir. bu kacinilmazligin karsisina ne cikarirsak cikaralim en temel prensipte matrix "kar" unsuru olmak ongorusuyle reddedilebilir. (biliyorum, cok sacma. dev kitlelere hitap edecek maliyeti sebebiyle risk faktoru yuksek, ve herhangi baska bir formatta sattigi ispatlanmamis orjinal bir oykuden olma yapimlarda felsefi referanslar, tarihi gondermeler, genel post modern kolaj alt yapisi cok satan, ve cok is yaptigi bilinen degerler degilse de, boylesi uygulamalara pazarlama ve iktisadi yontemler icinde rastlanmasa da, bir an icin bunun haince bir "pazarlama"nin urunu oldugunu varsayalim.)

    bu halde dahi bu reddin makul bir cikisi var midir? karl marx in kapital i dahi su an icin bir cok yayin sirketine kucuk de olsa, kayda degmez de olsa "kar" getirmek durumundadir. boylesi bir sinir tanimaz analoji ile yaklasirsak, yayincidan bagimsiz olarak karl marx en koyu sinisizm ile sunu dusunmus olabilir

    "kapitalizm nasil olsa baki kalacaktir. ama kapitalizme karsi bas kaldiri da bulunulmasi da kacinilmazdir. madem boyle bir bas kaldiri olacak, bu isin ekmegini niye ben yemeyeyim? her sene basarim bir kitap, alirlarsa koseyi donerim, hem de halk beni kahraman beller. almazlarsa zaten oyle de battik boyle de"

    bu "mumkun degil" diyebilmemiz icin tek gecerli neden "karl marx" in kapital ve evvelki kitaplarinin satislarindan bes kurus kazanamamis olmasi mi olacaktir? bu durumda matrix in gise basarisina mukayese ile karl marx in is yapmamasi arasinda nicelik bagi kurup "karl marx samimidir, matrix gayri samimidir" demek bana iktisadi olarak da, fikri olarak da mantikli gelmiyor. samimiyetin olcusu kurumluk yer degil, isin, olusun kendisidir, kendi mesajidir. insanlarin isa uzerinden para kazanmasi icin tesekkul edilmis evangelizm kurumlari sebebiyle isaya "para icin kendini carmiha gerdirmis bir acikogz" demek ne kadar dogruysa, wachowskilere ve filmin icerigine de kurumluk yeri dolayisiyla "medya usagi" demek o kadar dogrudur.

    marx (ve dahi onlarca filozof) okuyup da bitmek tukenmez "cunku"ler sunanlar, kanonik bir entellektuel iluzyonun golgesinde kalmis olabilir mi? iki eserin de inceledigi kolajlar ve oluslarin cok cesitliligi icerisinde matrixin gunahinin "daha karli olmasi" oldugunu soylemeye getirmek akil midir? ya da hepsini gectim bir filmin ortaya koydugu degerlerin analizini yapmak yerine, arguman olarak "kurulum"unu secmek mantikli olur mu?

    shakespearein zannedildigi uzere "halktan" olmadigi, asilzade oldugunu kabul edersek, ya da ispatlarsak shakespeare "sermayenin cocugu totos" olarak edebi degerini yitrebilir mi? boyle bir durumda hamlet hakkinda bir yorum getirirken "shakespeare krala, soyluya yaranayaim diye hepsinin anlayabilecegi bir takim deegerler sokusturmustur" dersek hamlet hakkinda izafi ya da absolut bir yapabilmis mi oluruz, yoksa gulunc bir naiflik ile argumanlarimizin kefen parasindan mi yeriz?

    bu bap burda sona ersin, bir baska mevzu daha var: mitolojik oykulemeler mitosun degerlerini ve dinamigini mi konu alir, mitosun ima ettigi, karakterize ettigi kavram ve oluslarin varligini mi?

    matrix i "masalsi" olmak argumaniyla "gercek"ten pasifize ettigini soyleyebilmek icin, ilyadanin icinde aktif rol alan "tanri"lar olmasi sebebiyle peri masali oldugunu ima etmeye denktir. velev ki ne ilyada, ne odisey ne de baska bir mitosa dayandirilmis oykuleme insan ve insanin reel dunyadaki konumundan "uzaklastirmak" gayresi guden eserler olmamistir. fransiz ihtilalinin simgesi, oykulemesi haline gelmis zincire vurulmus promete isimli eser, tanrilarin, ve kaf daginin ardi diyarinda gectigi icin "gercek"likten kopup "devrim"sel alt ve ust metinini yitirebiliyorsa, matrix de ancak bu sekilde bir yitimden payini alacaktir. lakin bunun varligindan soz etmek ve naif olmamak icin icin kaf daginina ardinda bir kitle aramak gerekiyor. neo gibi bir kahramanin secimin yuceltildigi, birey ve toplum olarak "secim" hakkinin en ustte tutuldugu bir bir esere "bir sistemin pasif bireyleri olmaya ozendiriyor" yaftasini yapistirabilmek icin, bunun da otesinde bir "mantik" disi cevrenin gerekliligini hatirlatmadan gecmemeli.

    eserin stilistik olarak hizina gelince de homeros ornegine bakmadan edemiyoruz. homeros ilyada ve odisey i sozel bir gelenek ile anlatmis, devamli matine bu olaylarin "kacirilmasi" halinde bir cok noktanin kacirilacagi detayindan ister istemez haberdar olmus bir sanatcidir (bu yuzden kimi hikayelerinin arasina 15 dakika ara kabilinde "kurban verme" bolumleri eklemistir. icecek, sicacagi gelen genellikle bu aralarda cikar.).

    bu cihetle homeros un laf takibine dayali, rewindsiz hizli kurgusunun ilyadanin dusunsel degerini yok edecegini, dinleyicilerin "analiz" ve "sorgulama" yetenegini elinden alabilecegini iddia edebilir miyiz? izleyici bir olusu izler ve tecrube ederken mi, yoksa izledikten aklinin gozunde gorup hatirladiktan sonra mi "irdeler"? bir olusun gorece olarak "hiz"i anlasilmasina engel olmuyor ise, daha yavas kurgusu olan bir esere oranla daha mi az "sorgulayabilecektir"?

    bu sorularin yanitini sanirim sozlukte yaziyor olmak argumani dahi verebiliyor, sorgulamak gercek anlamda eserin sona ermesinden sonra somut olarak yapilabilir. bir eser, misal ozu sinemasi, izleyiciye izlenim sirasinda dusunme firsati veya araligi verebilir, ama bu ne onu nihai olarak film bitip de aklin gozune ulastiginda "daha sorgulanabilir, interaktif" bir eser kilar, ne de daha hizli kurgusu olan bir eseri kontrstiyla yavanlastirabilir. bunu aksini iddia edebilmek icin insana ozgu bir "zaruret"ten degil, bireysel bir tercih ya da engelden bahsetmek gerekir. bunlar da sanirim bu basligin konusu olmayacaktir.

    matrix nihai olarak, insanlarin daha iyi kavradiklarina inandiklari bir idoloji ya da felsefeyi ogrenmek, sindirmek icin gecerli bir platform olmayacaktir. nasil ki kutunun icindeki koyuna bakan kucuk prens "gormek istediginden" otesini goremeyecek, anlamak istediginden otesini anlamayacaksa, matrixten de alabileceginden fazlasini almanin en azindan felsefi anlamda mumkun oldugunu sanmiyorum. yani diyalektigi, idealizmi, materyalizmi, nihilizmi matrix ile ogrenip "tehlike" arz edecek bir kitle hareketlenmesi olacagini sanmiyorum. ama matrix in sundugu referans cogunlugu, esnekligi, ve ustaligi ile felsefeye, dusunce tarihine ozendirebilecegini, felsefeyi anlasilmaz diller ve diyalektler kullanarak kitlelerden soyutlayan mevcud felsefe snoblugundan biraz olsun uzaklastirmak icin ivme verecegine, yani felsefenin ve ogrenme isteginin en temel dinamigi olan merak i kamcilayacagina inaniyorum. kaldi ki bu oykulemenin amaclari arasindadir. felsefi anlamda eklentilere gitmek icin insanlar felsefi tartismalar gitmesi, kitaplar okumasi, yazmasi, cizmesi gerekmektedir.

    elbette "matrix ile dunyanin sirrini cozdum, alemlere vakif oldum" diyen insanlar cikacaktir, ama bunlarin varligi, her turlu platformda mumkundur. insanlar herhangi bir yazili, sozlu, medya kaynagindan elde ettikleri ezber bilgileri anlamadan, ya da anladigini sanarak papagan misali tekrarlayip bir seylerin sirrina erdiklerini, bir seyleri cozup, bitirdikleri zannina erebilirler. ama bunlari "norm" ve kriter belirleyerek matrix in "etkisini" yuzeysellikle ozdeslestirmek, copten bir adam yapip onu yikmak ile esdeger bir ugrastir. amac olasiliklari incelemek mevcud degerlerimize aykiri dusmeyecek sekilde ust uste koyup aritmetik ortalamasini almak olmamalidir.

    matrix de sanirim hic bir temel bilgi vermese dahi, neonun nihai secimi ile asl olanin "mevzuyu cozmek, analizin gotune koymak degil", mevzuyu cozmek icin samimi bir ugrasi icine girmek, bu ugurda icab ederse kendini helak edebilmek oldugu mesajini verebilmistir. bu "caba"nin en dogal getirisi olarak da her turlu olumlu ya da olumsuz yorumun ortaya cikmasi beklenmelidir.

    matrix uclemesi medya tekelindeki orgutlenmenin kimi zaman ortaya attigi "bir milyon dolara karini dudukletir misin?" den oteye her kesimden milyonlarca insana binlerce soruyu sordurabilmeyi basardigi ve kutunun icindeki koyun hakkinda yanit arama atesini yaktigi icin, ve kutu icindeki koyun olma ihtimalimizi goz onunde tutmak sansini kitlelere mal ettigi icin dahi ebediyen saygiyi hak edecek, kaynaklarini en verimli sekilde kullanabilmis bir eser olmustur.

    (bir firsatini bulursam bir de feuerbach, hegel, marx uclemesi icerisinde matrix in enfes uyumunu yazmak istiyorum, ama anasini satayim vakit mi var?)
  • (bkz: ucun biri)
  • yukarda choice ile ilgili kısmı açıkladık. şimdi geldik purpose yani amaç meselesine. bütün programlar belli bir amaç içerisinde yaratılıyorlar. merovingian mesela. kendisi eski bir the one'dır. ama fani bedeni öldüğü halde matrix içerisinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir. bu da onun bir programa dönüşmesi yani bir amacı olması demektir. sürekli amaç amaç diye sayıklaması bu yüzdendir. the architect ve oracle'ın bile amaçları vardır. hatta yarı program olan neo'nun bile bir amacı vardır. ama beklenmedik bir şey olur. hintli iki tane programın sati adında bir kızları olur. sati'nin farkı amacı olmayan bir program olmasıdır. bu da onu pratikte program değil daha tinsel bir varlık yapar. çünkü programlar belli bir input verdiğinizde output aldığınız tasarımlardır. ama sati'nin bir purpose'ı yoktur. bu da matrix dünyasında tanrısal güçlere karşılık gelmektedir. filmin sonunda güneşi doğduran kimse sati'den başkası değildir.
  • ilk film derinliğine rağmen kolay hazmedildi, sevildi, sayıldı, hakettiği yere kondu. hatta belki de hakettiği yerin çok daha üstüne kondu ve sonrakilerin kıymeti bunun kadar bilinmedi.

    ikinci ve üçüncüde teolojiye daha çok atıf olmasına rağmen, felsefeye ve dinler tarihine yapılan göndermelere rağmen ilk filmdeki "dünya aslında yok, biz birbirimizi skiyoruz" klişesi aşılamadı ve sanki matrix'in söylemek istediği tek şey buymuş gibi algılandı. dolayısıyla sonraki filmler de bu seyircilerin gözünde yersizdi, gereksizdi.

    son filmde abuk birkaç sahne vardı kabul etmek gerekir, oyunculuğun kötü kıvrıldığı, keşke olmasaydı dediğimiz bazı sahneler izledik. ama filmi üçe bölüp iyi, eh, kötü diye değerlendirmek çok doğru değil. yekpare bir filmdir bu. birkaç film olarak görmek istiyorsak animatrix ve matrix diye ayırabiliriz belki, ama matrix 1, 2, 3 ayrımı doğru değil.

    savaş sahneleri uzun deniliyor, son filmin teması zaten ölüm, dolayısıyla öldür öldürebildiğin kadar.

    filmde iyi kötü felsefesi de çok iyi bir şekilde kotarılmış, neo farkındalığa ve aydınlanmaya ulaşırken kendi deccalini de yaratıyor, onu da farkında kılıyor, güçlendiriyor. kutuplaşma sonlara doğru zirveye çıkıyor.
  • matrix üçlemesi bir terbiyesizliktir. en azından filmin başından beri bir üçleme olarak kurgulandığına inanmak beni böyle düşündürür.

    ilk bölümde "abi herşey yalan kendimizi kandırıyoruz" denerek yenilen bok, arkasından gelen iki bölümle ancak temizlenebilmiştir. virgülden sonra gelen tanrı inancı ve kadercilik çıkmazı tekrar "herşey şerde bir hayır vardır" ile desteklenip iki hay huyla geçiştirilmiş ve tekrar bu muhteşem düzene altın orana hayranlık ve tapınmayla bitirilmiştir*.

    bütün bunlar yapılırken bir çok düşünce akımının sonuçsuzluğu ile taşak geçilmiş, "ulan feriştahınız gelse bizim dogmatik hayat anlayışımızı sarsamaz" denmiştir. işte işaret ettiğim terbiyesizlik bu ulanlı üslubun ta kendisidir.
hesabın var mı? giriş yap