• the perspective of the world.
    dünyanın izdüşümü.

    yirminci yüzyılın tarih dehası fernand braudel'in üç ciltlik şaheseri civilisation materielle, economie et capitalisme'in * üçüncü cildi. kitabın takdimi için, bu yazıyı okumadan evvel şu kısa yazıya göz atmanızı tavsiye ederim:
    (bkz: civilisation materielle, economie et capitalisme)

    bu ciltte braudel, tüm dünyanın on beş ve on sekizinci yüzyıllar arasındaki iktisadi tarihini anlatmaya koyuluyor. bu cümleyi biraz açalım. tüm dünyanın çünkü, braudel'e göre tarih ancak karşılaştırmalı çalışmayla yazılabilir. braudel'in de temel çabası, bir avrupalı olarak avrupa'nın tarihini anlamaktır fakat, bunun ancak çin'in, hindistan'ın, osmanlı imparatorluğu'nun, rusya'nın, latin amerika'nın, kara afrika'nın vs. hesaba katılmasıyla mümkün olacağının farkındadır. gelelim cümlenin ikinci anahtar kavramına: 'iktisadi tarih'. braudel, annales okulu mensubu bir tarihçi olarak, tarihin bütüncül yazılması gerektiğini savunur. bu bağlamda iktisadi tarih ancak siyasi, kültürel ve toplumsal tarihle karşılaştırmalı olarak yazılırsa anlam kazanır. yani braudel'in anladığı anlamda avrupa'nın iktisadi tarihi, avrupa'nın siyasi, kültürel ve toplumsal tarihidir de aynı zamanda.

    üçüncü cildin birinci bölümü:

    avrupa'da mekanın ve zamanın hudutları (divisions of space and time in europe):

    birinci bölümde braudel, 'mekan' ve 'zaman'ı kuramsallaştırmağa çalışmıştır. böylece iktisadın bağlamını da tespit etmiş olacaktır. önce 'mekan'ı bölümlüyoruz:

    çok önemli bir ayrımın ortaya konulmasıyla başlıyor bu bölüm:
    "dünya ekonomisi"*
    ve
    "dünya-ekonomisi"* ayrımı. aradaki tirenin bu iki kavramı birbirinden nasıl ayırdığını anlatalım efendim. dünya ekonomisi dediğinde braudel, tüm dünyanın* ekonomisini anlamamız gerekiyor.dünya-ekonomisi dediği zaman ise, herşeyden evvel dünyanın bir parçasından, gezegenimizin iktisadi anlamda özerk bir bölgesinden bahsediyor. yani, (bunu türkçe çok da güzel anlatamadığım için ingilizceye başvurmak zorundayım kusura bakmayın):
    "world economy": economy of the world (dünya ekonomisi)
    "world-economy": economy that is a world (kendi başına bir dünya olan ekonomi) anlamlarına geliyor.
    öncelikle şunu söyleyeyim, wallerstein bu kavramları braudel'den almıştır. braudel ise, alman iktisadiyatçı josef kulischerden. yani kelimenin* aslı almanca weltwirtschafttır. bu kavramların epey ihtilaflı olduğunu da söylemeliyiz. mesela a g frank, "dünya-ekonomileri mi, dünya-ekonomisi mi" adlı makalesinde, hem aradaki tireye, hem de kullanılan çoğul ekine itiraz etmiştir. braudel ve wallerstein'e göre dünya-ekonomileri örgensel* canlılardır. onlar da bizler gibi doğar, büyür ve ölürler. o yüzden pek çok dünya-ekonomisinden bahsedebiliriz ve çoğul eki kullanmamız lazım gelir. lakin frank'a göre en az üç bin, hatta belki de beş bin yıldır yaşamakta olan tek bir dünya-ekonomisi vardır, onun için de çoğul eki anlamsızdır. ve bu dünya-ekonomisi son beş yüz yıldır bütün dünyayı egemenliği altına alıyor olduğu için, aradaki tire de işlevini yitirmiştir. bahsettiğim makalenin linkini şurda verdim (bkz: andre gunder frank/@zifir)
    diğer bir tartışma, avrupa'nın dünya-ekonomisinin doğuşuyla ilgilidir. wallerstein başlangıç tarihi olarak 16. yüzyılı gösterirken, braudel en az 13. hatta belki de 11. yüzyıla kadar gidebileceğimizi savlamaktadır. tabi bu, ancak 'akademik değeri' olan bir tartışmadır.

    şimdi bu dünya-ekonomisi nedir, ne değildir ona biraz bakalım. bir yerin dünya-ekonomisinden bahsedebilmemiz için oranın bazı kaideleri* yerine getirmesi gerekir diyor braudel:
    1-) kolayca işaretleyebileceğimiz, çok yavaş değişen yahut hemen hiç değişmeyen, ona kişiliğini veren sınırları vardır.
    2-) merkezde kapitalizmin mütehakkim* tarzıyla iş gören tek bir şehir vardır. bu şehirlerin sayıca çok olması, dünya-ekonomisin ya henüz olgunlaşmadığı ya da ölmeye yüz tuttuğu anlamına gelir. zamanla, dışsal yahut içsel bazı etmenlerle bu çekim merkezleri bir şehirden bir diğerine kayabilir.
    3-) en önemli şiarı ise hiyerarşidir: merkez* zengin, yarı-çevre* mütevazî, çevre* bölgeler ise fakirdir. bu eşitsizlikler bütün bir dizgenin işlerlik göstermesinin ilk şartıdır ve bunu sağlayan uluslararası iş bölümüdür.

    şimdi bu üç kaideyi, sırasıyla inceleyelim:

    birinci kaide: sınırlar çok yavaş değişir.
    bu sınırlar, ancak yaban*, çok az faaliyetin görüldüğü bölgelerde yer alır ve çoğu zaman dağ, deniz, bataklık gibi doğal engellerce* tespit edilir.

    ikinci kaide: merkezde her zaman tek bir baskın kapitalist şehir bulunur.
    çekim her zaman kentsel* olana doğrudur. zaten braudel'e göre kapitalizm kentsel bir görüngüdür*, zirai kapitalizmden söz edilemez. buna göre bu kentsel çekim merkezi çevresini sömürür. bu kentler kalabalıktır, gürültülüdür, bir koşuşturma, bir hengame içindedir bütün kent ve bu kentlerde hemen her ulustan, dilden, dinden insana rastlarsınız. braudel bu kentleri nuh'un gemisine, maskeli baloya ya da babil kulesine benzetir: yaşa ve yaşamalarına müsaade et. ticaret, müsamahayı gerektirir.
    tarihsel süreç içerisinde merkez bir kentten bir diğerine kayabilir, bir bayrak yarışıdır sürdürülen sanki: on dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren venedik olan bu merkez, on beşinci yüzyılda antwerp'e, on altıncı yüzyılda cenova'ya, on yedinci yüzyılda amsterdam'a, on sekizinci yüzyılda ise londra'ya kaymıştır. önemli bir nokta ise, bu şehirlerin hakimiyet araçlarının çeşitli olduğudur. venedik bir tüccar kentiyken, londra üstünlüğünü sanayi üretimine borçludur. şimdi ise para piyasaları en etkin güçtür; günümüz dünyasının merkezi olarak new york'u göstermek çok da yanlış olmaz sanıyorum. tabi 11 eylül ne getirir, ne götürür bunu hep beraber göreceğiz..

    üçüncü kaide: dünya-ekonomisinin bölgeleri arasında her zaman bir hiyerarşi vardır.
    bu kaideyi önemli iktisatçı von-thünen çemberleriyle düşünelim isterseniz. merkezde en küçük, en dışarıda ise en geniş olmak üzere içiçe geçmiş üç tane halka tasavvur edin. von-thünen'e göre en içteki çemberde piyasa ekonomisi bulunur. ortadaki halkada hububat, zahire falan ekilen tarlalar yer alır. en dışarıdaki halkada ise çiftlik hayvanları beslenir. bu modelin eksik yanı eşitsizliği muhteva etmiyor oluşudur. buna bir de eşitsizliği eklerseniz elimizde, işte bakın, bir merkez, bir yarı-çevre, bir de çevre bölgemiz olur. merkez bütün bu dizgeyi üstten yönetir. fakat öncelikle belirtmemiz gereken başka bir nokta daha var. merkez hiçbir zaman çevresini yaratmaz. mesela venedik, adriyatik'i icat etmemiştir. yaptığı, merkez, yarı-çevre ve çevre bölgeler arasında bağlar örerek bağlamı tesis etmek suretiyle bütün bu coğrafyayı tekelleştirmek olmuştur. bu üç bölge arasında arasındaki farklara bakalım biraz da: merkez en gelişmiş ve karmaşıklaşmış olanıdır. ücretler, fiyatlar, yaşam standartları, kişi başına düşen hasıla vs. yüksektir. nisbeten gelişmiş yarı-çevre ülkeler olan orta bölgeleri, bir koşunun ikincisi olmuş atlete benzetebilirsiniz. merkezin bazı yararlarından faydalanırlar, bu arada onu geçmeğe çalışarak merkez üzerinde bir baskı uygulamağa çalışırlar. merkez bir yürekse, yarı-çevre yürek zarıdır adeta ki kurduğu bu baskıyla onun daha hızlı atmasını sağlar. zaten braudel, avrupa'nın görece üstünlüğünü bu güçlü yarı-çevre bölgelerle açıklamağa meyyaldir: pekin, istanbul, delhi vs. merkezde bir başlarına kaldıkları için hiçbir zaman dünya ekonomisinin merkezi olamamışlardır. peki ya çevre bölgeler? bu bölgeler seyrek nüfusludur, geri kalmıştır, gelenekselcidirler, eskil özellikler gösterirler ve diğerleri tarafından sömürülürler. en önemli özelliklerinden biri de şudur ki, iş bölümüne pek rastlayamazsınız çevre bölgelerde: köylü kendisinin çiftçisidir, fırıncısıdır, marangozudur vs.vs..

    peki toplumları yalnız dünya-ekonomileri bağlamında anlamak mümkün müdür? yanıt kesinlikle "hayır" olmalıdır. iktisat bütün bir toplumsal yaşamı bir başına idare edemez, toplum başka usûllere de tâbidir. o zaman dünya-ekonomilerinin diğer faaliyet küreleriyle; siyasetle, toplumsal olanla, kültürle ilişkilerine de bakmak gerekir.

    önce siyasete bakalım: genelde iktisadi güce sahip olan, siyasi güce de sahiptir. fakat kimi zaman siyasetin iktisatı boyunduruğu altına aldığına da rastlarız: imparatorluklarda***** gördüğümüz budur. burada çok önemli bir başka ayrım daha koyuyoruz demek ki: "dünya-ekonomileri" - "dünya-imparatorlukları"* ayrımı. bu özellikle osmanlı imparatorluğu bağlamında oldukça ihtilaflı bir konudur. osmanlı'yı bir dünya-imparatorluğu mu yoksa, bir dünya-ekonomisi olarak mı tanımlamalıyız? braudel ikincisini tercih ediyor. suraiya faroqhi, reşat kasaba, wallerstein gibi araştırmacıların ise osmanlı'yı dünya-imparatorluğu bağlamında okuduklarını zikredelim. fakat bu hususta son bir şeyi daha vurgulamak istiyorum: braudel, bu ayrımı koyar koymasına da, gene de bu ikisinin karşılaştırmalı olarak kullanılmasına pek de müsaade etmez çünkü -mesela- braudel'e göre dünya-ekonomileri, dünya-imparatorluklarının içinde yaşayabilir hatta, kimi zaman imparatorluğun sınırları içinde gelişip büyüyerek bu sınırları aşmayı dahi başarabilir. wallerstein ise bu ikisinin müşterek hiç bir yapıya sahip olmadıklarını* savlar.

    peki toplumsal yapılar ve dünya-ekonomileri ilişkisi? braudel'e göre toplumsal yapılar, iktisadi zorunluluklar çerçevesince belirlenir, bunlara uyum sağlamaya çalışırlar ve çoğu zaman bu zorunluluklardan kaçamazlar. peki bu zorunluluklara uymadıkları olmaz mı? evet, olabilir. bunu da daha çok kültürel konumlarla, coğrafi koşullarla vs. izah etmek gerekir. fakat bütün bunlardan ziyade, asıl önemli olan, değişik üretim tarzlarının birlikte iş görüyor oldukları gerçeğidir. burada, marx'a karşı çıkan braudel, rosa luxemburg gibi düşünmektedir: kapitalizm, varlığını ancak diğer üretim tarzlarının varlığını muhafaza ve tesis ettiği zaman idame ettirebilir; kapitalizm'in şu kadarcık uzağında köleliğin şartlarınca biçimlenmiş toplumsal biçimlere tesadüf ediyor olmamız bizim için şaşırtıcı olamamalıdır çünkü esasen ortakyaşama* ilişkisi vardır aralarında yani, kapitalizmle diğer üretim arasında. "kapitalizm, merkez bölgede yağma* ve kurduğu gizli ilişkiler* vasıtasıyla, üretimden toptan eşya ticaretine kadar uzayan zincirin üzerine tünerken bütün sorumluluğu üstlenmez fakat, birikimin sağlanacağı anahtar sektörlerdeki kilit noktaların tümünü ele geçirir."

    son olarak, kültür ve dünya-ekonomileri ilişkisine bakalım. hayli şaşırtıcı bir iddiası var braudel'in: "dünya-ekonomisinin merkezi hiçbir zaman dünya-kültürünün de merkezi olamamıştır" diyor. kültür önderleri, gariptir ki, her zaman için yarı-çevre bölgelerden çıkmıştır: on üç ve on beşinci yüzyıllar arasında avrupa'nın kültür merkezi ticaret kraliçeleri olan venedik yahut cenova değil fakat, rönesansı icat eden floransa idi. on yedinci yüzyılda ise, amsterdam dünyaya hükmederken, muhtemelen roma'dan avrupa'ya yayılmış barok kültürün egemenliği altındaydı.. amerika'nın hiçbir sanatsal yahut edebi başarısının olmayışının* izahı bu mudur acaba? öte yandan merkezin, bilimde değilse bile teknolojide hiçbir zaman rakip tanımamış olduğunu da teslim etmek gerekir.

    bunca tafsilatlı mekan çözümlemesinden sonra sıra zamana geldi.. önce bu konuyu kısaca derlemiş toparlamış olan bir yazıya gönderme yapayım
    (bkz: fernand braudel/@neogramsci). eksik kalan yerleri ben tamamlarım fakat öncelikle söyleyeyim, braudel'in zaman tasavvuru hakkında yüzeysel de olsa bir bilgiye sahip olmak için braudel'in tüm eserlerinin okunması gerekir. nitekim, kendisi de, bu kısma ancak on yedi sayfa ayırmıştır. önemli noktaları vurgulayıp bu bahsi kapatacağız.

    braudel de, iktisadiyatçılardan esinlenerek zamanı kısa-vadeli, orta-vadeli, uzun-vadeli ve çok uzun-vadeli olmak üzere çeşitli bölümlerle düşünmeyi sever. fakat bunlardan başka bir de, asırlarca süren bir başka temayülü daha saptamağa çalışmıştır*. buna göre yüzey hareketlerini çeşitli hesaplarla yonttuktan sonra elimizde kalan bu yüzyıllık eğilimdir*. kısa-vadeli dönemlerle pek ilgilenmeyerek orta-vadeyi ölçmede kullandığı konjonktürlerle* başlamıştır işe. kitchin, juglar, labrousse dalgalarına baktıktan sonra asıl itibar ettiği kondratieff dalgaları --bu dalgalar önemli, şurada anlatmaya çalışmıştım bir bakarsanız iyi olur (bkz: nikolai kondratiev/@zifir)-- ve yüzyıllık eğilim üzerine bir tartışma başlatmıştır. ilk tespit ettiği, yüzyıllık eğilimin, tarihte günümüze yaklaştıkça ivme kazanıyor olduğudur (çığ gibi yani). ikinci olarak da şunu düşünmektedir: herkes, 1974 buhranı'nın bir kondratieff dalgasının sonu olduğunu kabul etmektedir fakat braudel bunun aynı zamanda yüzyıllık eğilimin de sonu olduğunu iddia ediyor. bu da şu anlama geliyor: 1929'da yaşanan, tarihin en büyük felaketlerinden biri olduğu üzerinde herkesin mutabık olduğu büyük buhran dahi yalnızca basit bir kondratieff'in dönüşüydü. yani, 1974'te eğer bu iki dalga üst üste binmişse, çocuklarımız için hiç de hayırlı günler umut etmemeliyiz çünkü içine girdiğimiz süreç çok önemli bir düşüş sürecidir. her neyse,,
    son olarak, bu dalgalar yükseliş yahut düşüş temayülü seyrederken yaşananlara bir bakalım ve bu bölümü nihayetlendirelim. bütün yükseliş eğilimi süreçlerinde nüfus artar, daha fazla iş bölümü ortaya çıkar, fiyatlar artar, devletler daha faal olurlar, sermaye birikimi sağlanır falan ve herkes kârlı çıkar. bu dönemler daha fazla muhafazakardır, statükocudur, ve bu dönemlerde birden fazla merkezin bulunması olanaklıdır. düşüş eğilimi süreçlerinde ise sahne değişir: artık sadece güçlü olanın ayakta kaldığı bir döneme girilmiştir: dünya-ekonomisinin merkezinde tek bir şehir vardır (on yedinci yüzyıl buhranı yaşanırkenki amsterdam mesela). bütün bu yukarıda saydıklarım tersine döner. yalnız garip bir gözlemi daha aktarmak istiyorum: yoksul yığınlar, düşüş eğilimi süreçlerinde görece daha yüksek ücretler alırlar ama bunun açıklaması oldukça basit: hayatta kalabilenler, iş gücüne olan yüksek talebi kendi lehlerine kullanabilir..

    işte böylece bu bölümü bitirmiş oluyoruz. buraya kadar tahammül edip yazdıklarımı okuyanlara teşekkür ediyorum. hatta bir sonraki bölümde tekrar buluşmak üzere gözlerinden öpüyorum.

    ------------------------------------------------
    pek yakında!!
    üçüncü cildin ikinci bölümü:
    avrupa geçmişinin şehir merkezli ekonomileri: venedik'in öncesi ve sonrası (the city-centred economies of the european past: before and after venice).
hesabın var mı? giriş yap