• (bkz: kalecilik)
  • edebiyatta önemli bir durum,kavram.
  • "kalıcılık ve süreklilik hiçbir şeye bağışlanmamıştır; acıya bile." marcel proust - a l'ombre des jeunes filles en fleurs*

    (bkz: kalıcı/@ibisile)
  • insanın, hayatın içinde bilincine etkiyen madde ve imgelerin ve bunların tümleşmesi sonucu çektiği yahut çekeceği dertlerin fani bedeninde yarattığı belirsizliğe karşı koymak üzere hayatı boyunca bilerek veya bilmeyerek yakalamaya çalıştığı durum. bu artık insan için yokluğu düşünülemez vaziyette bir ihtiyaçtır.

    hayatın serencamı bellidir. bu netice ekseninde hayat silik, edilgen ve güçsüzdür. insan hayatını tahkim etmek için elindekilere, silahlarına davranır. bu silahların bazılarına fıtrattan sahipken bazılarını da kendimiz icat ederiz.

    insan, içten içe hayatın müstakil olamayacağı kabulü ve bunun verdiği rahatsızlıkla hayatının ortasına, kenarlarına, uçlarına bir ağırlık koymaya çalışır. bu ağdalı şekilde anlatıldığında belki bir kitabın tüm içeriğini oluşturabilir ama aslen piknikte yere serilen örtü uçmasın diye uçlarına beş litrelik su şişelerini koymaktan farksızdır. çok olağan, üstüne düşünülmeden, öyle yapılması gerektiğine ve hep öyle yapılageldiğine inanılması sonucu beliren bir refleksle yapılır. ama bu refleksler, bu hayatı kalıcı kılma ve dünyayı içindekilerle anlamlandırma çabası insanı daha kırılgan, belalara daha açık ve hazır bir hedef haline getirmekten başka bir işe yaramaz. çünkü hayatın kasırgası firüzköy piknik alanının rüzgarına benzemez. çayın altındaki ateş söner, kağıt tabaklar uçar, sofra bezi ters yüz olur ve siz mangalın başında elinizde kırık bir faraşla kalakalırsınız. tüm keyfiniz kaçar. ''neden'' dersiniz. ''yanlış şeylere önem verdim demek ki'', '' demek ki hayatımı doğru değerlerin etrafında kuramadım.'', ''hayattaki en önemli şey demek ki bu değilmiş de şuymuş.'' dersiniz. ve bu kendi elinizle kurup çağırdınız ikinci mahvınıza kadar sürer. aynı sorular etrafında dönen aynı mahvoluşlar ve birbirinin ayna görüntüsü halindeki çözümler. her şey bir piknik kargaşasında sürüp gider. ta ki biz o ufacık aklımızla hiçbir haltı anlayamadan ölüp gidene kadar.

    bu mahvı çağırış nasıl olur? insan, hayatını berkitmeye çalışırken nasıl bu kadar ''yel değse kırılır'' bir duruma düşer? bu aslında anlık bir olay değil, ilmek ilmek dokunan tırıvırı bir çeyizin en dandik iğne oyasıdır. bir genç kız hülyasıdır. o kadar saf ve o kadar işe yaramaz.

    ne deriz birbirimize göz süzüp, kafa sallayıp, göbek kaşıyarak?

    ''şu hayatta en mühim şey, aile!''

    ''bir yuva kuracaksın, bundan esaslı şey olur mu?''

    ''başarı! hatırı sayılır, dediği dinlenir biri olacaksın!''

    ''öğreneceksin! ilim! en mühim şeydir!''

    ''para var huzur var be bilader!''

    ''aşk yoksa niye yaşıyorsun be moruk? başka ne olsundu hayatın mazereti?''

    ''etinden korkanın kemiğini sikiyim.'' -diğerleriyle alakası yok içimden geldi-

    ''yalnızlık allaha mahsusdur!''

    ''şu kızla/oğlanla bir kavuşsam!''

    ''her şey boş. hiçlikten gelip hiçliğe gidiyoruz. keyfini çıkartacaksın şu hayatın!''

    ''var ya, her şeyin başı sağlık koçum. sağlığın yerinde olsun da, gerisi mühim değil.''

    ''cinsiyeti önemli değil vallahi, sağlıklı olsun da...''

    hayatın bir yerlerine oturtmaya çalıştığımız her ağırlık denge merkezini kaydırarak bizi iyice mesnetsiz, rijitlikten uzak bir yere sürüklüyor. insan belasını duasıyla çağırır mı? çağırıyor. kendimiz için hayırlı olana mutlak merci olarak karar verişimiz ve bunu hiç çekinmeden dillendirişimiz bizi iyice güçsüz, şaşırmaya meyilli ve mahva yakın kılıyor. hayatta ''her şeyin'' başı yoktur. hayırlı olan müstakil bir surette gelmez. hem de dünyaya ait olan bir şeyin suretiyle hiç gelmez. ne sağlıktadır ne sevgide ne ailede ne başarıda ne de başka bir sikimde. sağlığa önem veren ilk sızıda dellenir. aşk ile yaşayan bir kıskançlıkla mahvolur -mal amk- başarıya sarılanın bir mobbing'lik canı vardır. insan işte bu çabalarla kendini açık bir hedef kılar belalara.

    peki bu ''hiçbir şeye önem vermeyeceksin''in önermesi midir? hayırlı olanı suretten bağımsız bir görüş ve faresetle istemek tek çıkış kapısı sanırım. tek başına ''şey''ler ise şirazemizi kaydırmaktan başka bir işe yaramıyor dediğim gibi. insanı ve hayatı geçicilik tabanında ele almak. aklın sınırlarının yettiğince kabul etmek, tahkim etmek ve rijit kılmak için gerekenlerin bu dünyada aranmaması gerektiğini bilmek...

    öyle işte.
  • bitime ereceği varsa er geç erecektir
  • arkasında bir eser bıraksa bile yine de insan için süreli bir kavramdır. zira zamana göre ölçü alındığında her şey bir gün tükenmeye ve yok olmaya yüz tutar. yıldızların yok olup yeniden kurulduğu evrende dünyadaki süremiz bir şey ifade etmemektedir. dolayısıyla yaşamımızı sürdürürken herhangi bir kalıcılık talep etmek aslında anlık yaşayan ve hayatı deneyimler bütünü olan bizler için yalnızca düş kırıklığı yaratır.

    (bkz: yat sat tat ksanikam)
hesabın var mı? giriş yap