• 1923 yılında kurulan türkiye cumhuriyeti, bağımsızlığını ve özgürlüğünü büyük savaşlar ve mücadeleler neticesinde elde edebilmiştir. 20.yüzyılın başlarından itibaren osmanlı'nın içinde bulunduğu coğrafyada, emellerini açıkça ortaya koyarak sınırsız işgallere ve saldırılara başlayan egemen devletler, "hasta adam" olarak gördükleri osmanlı'yı da yıkma ve paylaşma düşüncelerini çekinmeden ortaya koymuşlardır. trablusgarp savaşı, balkan savaşları ve çanakkale savaşı ile yurdunu muhafazaya çalışan osmanlı, bu savaşların yaralarını sarmaya fırsat bulamadan mondros ateşkes antlaşması ve ardından da sevr antlaşması'nı kabul zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. istanbul hükümeti'nden farklı olarak ilerici osmanlı aydınlarının ve üst düzey subayların hiç bir zaman kabul etmediği bu antlaşmalar her türlü savaş yorgunluğuna ve yıpranmışlığına karşın ülkeyi, her türlü zorluğa rağmen bir bağımsızlık savaşının alternatifsizliğine itmiştir. emperyalistlere, itilaf devletleri'ne kaidesiz kuralsız boyun eğen istanbul hükümeti (osmanlı saray yönetimi) ile aynı kararda olmak, kabul edilemezliğin ötesinde, on yıllardır savaşmış osmanlı halkına karşı bir ihanet anlamına gelmiş olacaktır.

    işbirlikçi istanbul hükümeti'yle bağlarını koparan ve işgalcilere karşı halkla, halkın bağımsızlığı için savaşan ilerici aydın kadro, dört yıllık bir mücadeleden sonra düşmanı anadoludan atmış, işbirlikçi saray sultasını feshetmiş, savaş yorgunu anadolu halkına bağımsız bir türkiye sunmuştur. gerek osmanlı'nın gerileme dönemi, gerek birinci dünya savaşı gerekse de kurtuluş savaşı'nda yıllarca süren mücadele sonucu yıpranmış halka büyük bir armağan olmuştur cumhuriyet. artık halk, kendi kendini yönetebilecek, kendi üretebilecek, kendi sanayileşebilecek, muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilecek, dünya devletleriyle rekabet eder duruma gelebilecektir.

    uzun süren savaşlarla hem psikolojik hem de fiziki olarak yorulmuş ve yıpramış türkiye halkı, 1920'lerin ikinci yarısıyla beraber kendi kendini toparlamaya başladı. 1930'larla beraber uygulanan devletçi politikalar sonucu sanayileşmenin hız kazanması gerek fakirliğin azalmasına gerekse toplumsal bilincin uyanmasına yardım etmiştir. 1940'lara doğru gelinirken atatürk türkiyesi, dünya devletleri arasında saygıdeğer bir yer edinmiştir kendine. savaş yorgunlukları giderilmeye, savaşın açtığı yaralar hızla sarılmaya başlanmıştır.

    1938'de atatürk'ün vefatı ve yerine ismet inönü'nün oy çokluğuyla getirilmesinin ardından, 1 sene sonra, hitler almanyası polonya'da saldırır ve ikinci dünya savaşı'nın fitili ateşlenir. türkiye'nin başında tecrübeli komutan ve devlet adamı ismet inönü vardır. ismet inönü mümkün olduğu kadar tarafsız bir politika izler. siyasi manevralarla bazen doğuya bazen batıya yaklaşır. tek istediği şey türkiye'nin yeni bir savaşa girmemesidir. bağımsızlığını savaşarak kazanmış bir ülkenin ödediği bedellerin farkındadır. milletin savaşlardan bıktığının da farkındadır. tek çare vardır: "ne pahasına olursa olsun ülkeyi bu ateş çemberinin içine atmamak".

    başarır da. ismet inönü'nün devlet adamlığı ve taktiksel siyasi manevraları sonucu ülke savaşın kıyısından döner. elbette bunun bir bedeli olmuştur. ülke her türlü ihtimale karşı savunma harcamalarını arttırdığı için ekonomi çökmüş, üretemeyen memleket fakirleşmiştir. savaş ortamında ihracat ithalat vs. de yapılamayacağı için ekmek bile karneyle verilir olmuştur. ekmek kuyruğunda bekleyen ve ismet inönü'ye, "paşam bizi aç bıraktınız" diyerek serzenişte bulunan çocuğa inönü, "aç bıraktım ama babasız bırakmadım" diye yanıt verir. gerçek de böyledir. ismet inönü çocukları babasız bırakmamıştır. ülkesini savaşa sokmamıştır. ucuz siyaset peşinde koşmamış, halkını ateşe atmamıştır.

    savaş sonrası ismet inönü çok partili hayata geçme kararı verir. elbette artan parti içi muhalefetin de etkisi vardır. ama inönü baskıcı bir yol kullanmamış, "karşımıza geçsinler siyaset yapsınlar" düsturuyla hareket etmiştir.

    ve demokrat parti doğar. 1950'ye kadar bazen haklı bazen haksız ama etkili bir muhalefet yaparlar. ve 1950 genel seçimleriyle iktidara gelirler. inönü, devlet adamlığından ödün vermeyecek ve "bu yenilgi en büyük zaferimdir" diyecektir.

    demokrasi vaadiyle iktidara gelen demokrat parti, ismet inönü ve cumhuriyet halk partisi'ne karşı olağandışı bir eleştiri bombardımanına girişir. hatta bundan atatürk de nasibini alır. eleştiride sınırları zorlayan söylemlerde bulunan demokrat partililer, ismet inönü'nün kişiliğinden tutun da siyasi beceriksizliğine kadar her şeyini eleştirmeye başlarlar.

    bunlardan en çirkini ve en ağırı adnan menderes'in yardımcısı fevzi lütfi karaosmanoğlu'dan gelir. karaosmanoğlu, ikinci dünya savaşını kastederek "ismet inönü savaşa girmeyerek milletimizin erkekliğini öldürdü" der. iktidar partisi yöneticileri ve milletvekilleri de bu söze karşı çıkmaz, aksine desteklerler. halkını düşündüğü için milletini düşündüğü için ülkesini savaşın dışında tutan inönü, bunun için bile eleştirilmiştir demokratlar tarafından. inönü bu eleştiri karşısında cevap vermese de belli etmese de çok üzülmüştür.

    demokrat parti zihniyetini göstermesi bakımından çok anlamlıdır bu eleştiri. sırf eleştiri yapmak için sırf ismet inönü'yü kötülemek için sarfedilmiş bir bel altı vurma hamlesidir. milletinin geçmişte savaşlarda ne kadar acı çektiğini göz ardı ederek girişilmiş bu ahlaksız eleştiri, demokrat parti zihniyetini yansıtması bakımından son derece çarpıcı ve açıklayıcı niteliktedir.

    demokrat parti, iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, kore savaşı'na katılmak üzere kore'ye asker yollar. binlerce km ötedeki kore'ye amerika'ya yaranmak adına türk askerinin gönderilmesi gurur vesilesi olmuştur demokrat partililer için. tüm dünyaya türk milletinin erkekliğini göstermişlerdir. ama pabuç göründüğü kadar ucuz değidir. kore'den türkiye'ye yüzlerce şehit, binlerce gazi gelmiştir. aynı zamanda yüzlerce asker kaybolmuş ya da esir düşmüştür.

    demokrat partili başbakan yardımcısı fevzi lütfi karaosmanoğlu gibilerinin zihniyetini göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir kore'den gelen bilanço. böyle adamlar ikinci dünya savaşı'nda türkiye'nin başında olsaydı düşüncesi "ülkenin halinin ne olurdu?" sorusuyla insanın içine ürperti ve korku düşürüyor.

    yanıbaşında cereyan eden ikinci dünya savaşı'na girmeyen türkiye, binlerce km uzaktaki kore savaşı'na girmiştir. karaosmanoğlu'nun deyimiyle, türk milleti erkekliğini dünyaya göstermiştir. kore savaşı da şehitler, gaziler, kayıplar ve esirler olarak ülkeye geri dönmüştür.
  • savunma harcamalarını arttırdığı için ekonomisi çöktüğü söylenen genç bir devletin, savaşa girmesi halinde ne hallere düşebileceğini düşünmeden söylenmiş sözler silsilesi..
  • dünyanın en aptal lafı.
  • (bkz: cahil cesareti)

    döneminde bu lafa inananlar, muhtemelen o zamana dek atom bombası, u2, denizaltı, uçak gemisi gibi kelimeler duymamışlardı ve ikinci dünya savaşında atlar ve kılıçlarla savaşıldığını zannediyorlardı. başka bir açıklama yapamıyorum.
  • sene 2018 kafa gene aynı
  • kendi zamanının en büyük embesillerinden biri tarafından edilmiş embesil bir laftır. metreslerinle buzlu viskilerini yudumlarken ve mehmetçiği 25 cent'e satarken iyi ama!
hesabın var mı? giriş yap