*

  • yumuşak huylu, sakin manasında arapça sözcük. (bkz: halim)(bkz: hilmi)
  • yumuşak huyluluk, yumuşak karakterlilik, sakin tabiatlılık, nefsi hakim olma hali.

    nefsi ve tab'ı, gazabın heyecanından alıkoymak.

    nefsini kızgınlığın heyecanından koruyan, hilm sahibi olan kimseye "halîm" denir. halîm, kur'an-ı kerîm'de çeşitli âyetlerde allah teala'nın sıfatı olarak geçer. çok sabırlı, isyanlarına rağmen isyan eden kişilere cezâ vermekte aceleci olmayan, gazabın kendisini kızdırmadığı, bir dalâlete düşenin düşüncesizliğinin, bir asînin isyan etmesinin kendisini öfkelendirmediği, af ve teennî sahibi kimse gibi anlamlara gelir. halîm aym zamanda, güçlü kuvvetli olduğu halde affeden, ceza vermekte acele etmeyen, teennî gösteren kimsedir. cezâlandırmaktan âciz olarak affeden kimse ise, hilm sahibi olamaz. bu gibilere halîm denilmez.

    hilm "bulûğ çağı" manâsına gelmekte olan "hulüm" ile aynı köktendir. çünkü ancak bu çağa ve yaşa erişen kimse, hilm vasfım taşıyabilir. çocukluk çağlarında iken bu vasfın dile getirilip zikredilmesi mümkün değildir. zira, yukarıda ifade edildiği gibi hilm, güçlü olmayı gerektirmektedir.

    hilm kur'ân-ı kerîm'de zikredildiği ayetlerin birinde şöyle geçer: "doğrusu, zevâl bulmasın diye, gökleri ve yeri tutan allah'tır. eğer onlar zevâle uğrarsa, o'ndan başka andolsun ki onları kimse tutamaz; muhakkak ki o halîm'dir, gafûr'dur" (el-fâtır, 35/41). surede bu âyetten önce geçen iki âyet ile, bundan sonra gelen âyette, inkâr edenlerin davranışları anlatılmaktadır. kullarını kendisine karşı isyan içinde gördüğü halde, o, halîm sıfatıyla onlara muamele ediyor, sabır gösteriyor, suçtan vazgeçme imkânı veriyor. arkasından, bu inkârdan dönenleri bir mağfiretin beklediğini ilân ediyor. işte bundan dolayı, "halîmdir, gafûr'dur" buyurmuştur.

    hilm; kur'an-ı kerîm'de mühlet verme, yumuşak davranma anlamlarına gelmek üzere de kullanılmıştır (el-isra, 17/43-45).

    allahu teâla'nın hilm sıfatı kur'ân-ı kerîm'de aşağıda zikredilen şu hadise ve davranışlardan sonra geçmektedir. ağız alışanlığı ile yapılan yeminler (el-bakara, 2/225); kocası ölen kadınlara, iddet müddetleri bitmeden önce yapılan evlenme teklifleri (el-bakara, 2/235); verilen sadakaları minnet ederek boşa çıkarmak, sevâbını yok etmek (el-bakara, 2/263); allah teala'nın emirlerini güç yettiğince yerine getirmek, cimrilikten sakındırmak, allah yolunda harcayıp sarfetmek (et-teğâbün, 64/17); mü'minlerden cihad etmekten ve savaştan geri dönenler (âlu imrân, 3/155); bildirilen mîras paylarına riâyet etmek (en-nisâ, 4/12), rasûlullah (s.a.s)'in eşlerinin kendisine karşı davranışları (el-ahzâb, 33/51), dînî hükümlerde zorluğa götürecek lüzumsuz soruların hazreti peygamber (s.a.s)'e tevcih edilmesi (el-mâide, 5/101) vb. maddeler halinde zikrettiğimiz bu âyetlerde geçen hilm cezalandırmakta aceleci olmamak, affetmek ve müsamahakârlık etmek anlamındadır.

    tolerans diye de ifade edilen müsamahakârlığı (hilm'a) dînî esaslardan fedakârlık etme şeklinde anlamak ve yorumlamak doğru değildir. zira buna kimsenin yetkisi yoktur. dîn, allah'ın dîni; o esasın uygulanmasını isteyen de allah'tır. yapılan bir kötülük veya ayıp, şayet toplumu ilgilendiriyorsa, onu hoş görmeye ve affetmeye çalışma, o hususta halîm-selîm davranma hakkı kimseye verilmemiştir. hazreti aişe (r.a) peygamber efendimiz'in hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken şahsî hiç bir meselesinden, uğradığı zararlardan dolayı kimseyi incitmediğini, hiç bir kimseden intikam almaya kalkmadığını belirttikten sonra der ki: "allah'a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse, onu hiç affetmez, hemen o kimseden allah adına intikam alırdı" (müslim, fedâil, 79).

    hilm sahibi ve hoşgörülü olmak, büyük gönüllerin işidir. kendinden emîn, yaptığının doğruluğundan şüphe etmeyen ve ilâhî hikmet gereği, insanoğlunun çeşitli hazımsızlık ve zaaflarla malûl olduğunu bilen asîl ve güçlü insanlar halîm ve müsamahakâr olabilirler. yüce peygamberimiz, olgunluğun yüce doruğunda bulunduğu için şahsına karşı yapılan kalabalıkları hilmle ve tebessümle karşılamıştır.

    islâm tarihi'nde hz. osman'ın (r.a) sıfatının "halîm" olduğu bilinmektedir.

    (kaynak: http://www.sevde.de/islam_ans/h/h2/hilm.htm)
  • (bkz: rıfk)
  • cahiliye araplarının ahlak anlayışına göre ahmaklık telakki edilirmiş. islamla beraber ahlaki erdemler arasında sayıldığı söylenir.
  • (bkz: hilmi), halim, halime, hellim
  • deep blue tarafından derlenmiştir:

    fütuhat-ı mekkiyye- 6/191: “velîlerden bir grup ise erkek ve kadın hilim sahipleridir. allah kendilerinden razı olsun! erkeklere ait her nitelikte kadınların bir meşrebi vardır. allah onları hilim özelliğiyle dost edindi. bu, güç var iken, o esnada cezalandırmayı bırakmak ve acele etmemek demektir. suçun ardından cezalandırmada acele, öfkeye delildir. hükmü ise, iradeye başlayandadır. hilim sahibi, gücü olduğu ve engel ortadan kalkmış iken, cezalandırmada acele etmeyendir. ezeli bilgi bir engeldir ve hilim niteliğiyle nitelenmezden önce kuldan perdelenmiştir.

    öyleyse kullar, (cezalandırmak için) imkân buldukları halde, suçun hemen ardından cezalandırmada acele etmediklerinde 'hilim sahibi' olurlar. bu durumda onların cezalandırmanın gerçekleşmesini engelleyecek -gerçekte değil ama- ezeli bilgileri yoktur. kulun hilim sahibi olması da ezeli-ilahi ilimdendir, fakat kul hilim niteliğiyle niteleninceye kadar bunu fark edemez. bu esnada allah'ın bilgisinin onun hükmündeki etkisini öğrenir. dolayısıyla bu konuda bilgi onun önüne geçerse, şereflendirme yönüyle 'halim' diye isimlendirilemez.

    hak, cezalandırmadığı için -şereflendirme yoluyla olmaksızın-hilim özelliğiyle nitelenir. kul da cezalandırmadığı için halim diye nitelenir, fakat bu nitelendirme, şereflendirme amacı taşır. çünkü kul, hilim özelliyle nitelenmezden ve -ihmal olmaksızın- (cezalandırmayı) geciktirmeden önce allah'ın bilgisinde bu konuda neyin bulunduğunu bilmemektedir. öyleyse hakkın şerefi, hilim göstermesinden değil, bilgiden kaynaklanırken kulun şerefi -gerçeği bilmediği için- bilgiden değil, hilimden kaynaklanır.

    hilim niteliği kendisinde bilfiil bulunmazdan önce kul (allah'ın bilgisinde bu konuyla ilgili şeyi) bilirse, hilim onun için bir şereflendirme olmazdı. bu halde kulun hilimdeki durumu, seçiminde mecbur kimseye benzer (çünkü bilgi, cezalandırmanın olmayışını zorunlu kılmaktadır). bir insanın 'özgür' diye övülebilmesi için seçimindeki zorlamayla ilgili bilginin ortadan kalkması gerekir. hilim ile özgürlük bu noktada eşittir. çünkü seçim, zorlamayla ve cebirle çelişir. bu esnada insan, seçim derken neyin kastedildiğini bilir ve iki varlıkta da -bir isteksizlik (ikrah) olmaksızın- cebir bulunduğunu görür. öyleyse kul, mecburdur, fakat isteksiz değildir. bu, marifetler alanındaki en kapalı konulardan biridir. geçmişte ve günümüzde nice insanlar bu meselede helak olmuştur!

    velilerden bir grup ise, 'vâh eden' erkek ve kadınlardır. allah kendilerinden razı olsun. onlardan bir kadın ile endülüs'ün mirşanetü'z-zeytûn şehrinde karşılaştım. şems müsenna diye çağrılırdı. allah bu sınıftaki kimseleri, kemâl ve edep karşısındaki noksanlıkları nedeniyle gönüllerinde buldukları redde karşı vahlanmaları nedeniyle dost edindi. vahlanma ise, bir bilinçten ya da kaybolan hakkındaki bir bilincin varlığından kaynaklanır. allah dostu ibrahim'i bu özellikle överek şöyle der: 'ibrahim hilim sahibi ve vahlanan biriydi.' başka bir ayette ise 'vahlanan ve hilim sahibi' demiştir.

    hz. ibrahim kavminin yonttuklarına taptıklarını gördüğünde vahlanmış, (fakat) hilim göstermiş, beddua etme gücü varken kendilerini acele ederek cezalandıramamıştı. bu nedenle de halim diye isimlendirildi. allah onları (bedduasının karşılığında) cezalandırma imkânı vermemiş ve buna güç yetirmemiş olsaydı, onu 'halim' diye isimlendirmezdi.

    fakat hz. ibrahim, karışım ve bir halden bir hale geçiş dünyasında bulunduğunu biliyor, onlar adına gelecekte iman umuyordu. hilim sahibi olmasının nedeni buydu. burası, kulda değişim ve allah'tan kabul (ummayı) gerektiren bir yerdir. kavmi hakkında nuh'un "onlar ancak fâcir ve kâfir doğurur'demesine yol açan durumu bilseydi, onlara hilim göstermezdi. öyleyse vahlanan kişi, sıkıntılara, kendisini üzen gördüğü ve tanık olduğu şeylere karşı vahlanmayı artıran kişidir. bu da, gayret ve hayret kapsamındadır. vahlanma, doğal bir eylemdir ve doğa gereği karışımdan soyut olmaları bakımından ruhlara girmesi söz konusu değildir.”

    fütuhat-ı mekkiyye- 15/281: “bununla birlikte allah kendini es-sabûr diye isimlendirmiş, sabrın mahiyetini ve neye karşı olduğunu açıklamıştır. bize göre allah hakkında sabır, hilim (gücü varken bağışlamak) demek değildir. çünkü naslarda allah hakkında da el-halim ismi zikredildiği gibi es-sabur ismi de zikredilmiştir. naslardaki her ismin ötekinden farklı manası vardır. (isimlerdeki değişiklik gibi) hakkın tecellisinin suretleri değiştiği kadar arifler üzerinde de haller değişirler. böyle olmasaydı âlemde hükümler farklılaşmazdı. onlar kendilerini yaratan ve var eden allah'tan ortaya çıkmışlardır. demek ki bir (âlemde ortaya çıkan şeylerin karşılığı olan sabretmek gibi) bir sıfatın o'nunla var olması gerekir ki, o sıfatın allah'tan meydana gelmesi mümkün olsun; yaratan ile yaratılan arasında böyle bir ilişki zorunludur.”

    fütuhat-ı mekkiyye-18/352: “öfkesini yutup sıkıntıya tahammül eden ve sabrı düstur edinen, hilim sahibidir.”

    fütûhat-ı mekkiyye 18/24: "hilim sahibinin özelliği hep "ah" demektir!"...
  • islam literatüründe uygar davranış.
    bakara suresi 109. ayette ifade edilen ifade ve tavır biçimi. ırkçı medineli yahudiler inandıklarının yanlış olduğunu hak dinin islam olduğunu bildiklerini ancak gururlarına yediremedikleri için iman etmedikleri bildirilir. müslümanların bu tavra karşı hilm şeklinde davranmaları gerektiği belirtilmiştir. çünkü cahiliye dönemi adetlerine göre kötülüğe kötülükle karşılık verilirdi.
  • o zamanki araplarda kendine hakim olamama ve olaylar karşında soğukkanlılıgını koruyamama manasına gelen cahil kelimesinin zıddıdır. dolayısıyla hilm, pasif ve ezik bir yumuşak başlılıktan ziyade bilgili bir ağırbaşlılık demektir.
    kişinin karşısındakini ezmek veya incitmek gibi bir gücü varken bunu yapmaması hilmdir.

    hilm güçtür. zaten güç olmazsa hilm kelimesinin manası kalmaz ki, tanrıya ve siyaset adamlarına atfedilen bir vasiftır.

    kısaca hilm kişinin ilminden ötürü olaylar karşında kendine hakim olabilmesi ve güç sarhoşluğu yaşayıp bunu manasızca sarf etmemesidir. önemli olan hilmi yukarda belirttiğim gibi pasif ve ezik bir olgu gibi ileri surmemek.

    ek: hilmin hakim olduğu insan davranışlarına ve tutumlarına genel itibarıyla "vakar" denilmektedir. bu da hemen hemen agirbaslilik demektir.
  • hilm, yumuşaklık demektir. kötü davrananlara dahi güzellikle, yumuşak bir şekilde davranmaktır, hilm.
    iyilik ile güzellik ile bizler de kötülüğü önleyebiliriz.

    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “iyilikle kötülük bir olmaz. sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (fussilet, 34)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “senden alâkayı kesenle sen ilgilen; iletişim ve irtibat ol. sana haksızlık edeni affet. sana kötülük edene iyilik et.” (ahmed, müsned, 16999.)

    imâm-ı a’zam’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir:

    “birisinin benim hakkımda kötü söz söylediğini birisi bana iletti. ben ise o kötü sözü söyleyen kimse hakkında hep güzel sözler söyledim. sonra ben gördüm ki o kimse de benim hakkımda iyi şeyler söylüyor.

    allah bize güzel ahlâk ile kötü ahlâkın bir olmadığını beyan etmiş ve kötü ahlâkı güzel ahlâkla değiştirmemizi emretmiştir. ahlâkın en güzeli hilm, yumuşak huylu ve hoşgörülü olmaktır. çünkü bu sâyede düşman dost, uzak yakın olur. zîrâ güzel ahlâk sahibi olan insan muhâtabının öfkesini iyi huylulukla, zulmünü affedici olmakla, kötü arkadaşlığını ise lütuf, kerem ve iyilikle savar. (ismail hakkı bursevî, rûhu’l-beyân, 18. cilt, erkam yay.)

    kötülüğü iyilikle önleme hasleti, nefsini intikam duygularından men ederek sabredenlere verilir. sabır, nefsi intikam duygularından alıkoyar, men eder.
  • hilm bir insanda bulunması gereken, övülmüş en güzel huylardan biridir ve kelime anlamı olarak “yumuşak huyluluk, yumuşak karakterlilik, sakin tabiatlılık, nefsi hakim olma hali” anlamına gelir. büyük bir sabır sahibi olmayı, öfke, zaaf, ihtiras gibi bencil duygulara sahip olmamayı ifade eder. bunu zayıflık, acizlik, güçsüzlük gibi algılamamak gerekir. tam tersi her şeyi yapabilecek güç ve kuvvette olduğu halde, cezalandırmak yerine affetmekte, küsmek yerine dostluğu devam ettirmekte, olumsuz davranışlar sergileyenlere ısrarla olumlu davranışlarla karşılık vermekte ifadesini bulan büyük bir erdemin sahibi olmanın ifadesidir. hilm kelimesinin sıfat hali ''halim'', isim hali "hilmi" şeklinde yazılır. her iki sözcük de yumuşak başlı, sakin, uysal ve dingin anlamına gelir.

    hilm herkeste bulunmayan çok yüksek bir haslettir. allah teala peygamberlerini bu özellikleri ile övmüştür. hiç şüphesiz allah teala’nın beğendiği işleri yapmak, sabır ile mümkündür. hilm ise sabrın en yüksek derecesidir. allah rasulü (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “mü’min bir kimse , yumuşak huyu sayesinde gündüzleri oruç tutup geceleri namaz kılan kimsenin derecesine ulaşır. “ (münziri)

    bir diğer hadis de şöyledir: “bir kimse rasulullah efendimiz’e gelerek, “ya rasulullah, bana nasihatte bulunun.” dedi. peygamber efendimiz: ‘kızma!’ buyurdu. o kimse ikinci defa nasihat isteyince yine ‘kızma!’ buyurdu. üçüncü defa da nasihat isteyince, bu defa da ‘kızma!’ buyurdu.” (buharî, tirmizî, malik)

    hilm, hayatı anlamlı kılan, huzur ve barışı temin eden bir erdemdir, rasulullah efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurur: “yumuşak huyluluk hangi işte bulunursa onu mutlaka güzelleştirir. o bir şeyden çekilip alınınca onu çirkinleştirir.” (müslim, ebu davud)
hesabın var mı? giriş yap