*

  • 71. cannes film festivalinde alice rohrwache‘ın senaryosunu yazıp yönettiği, en iyi senaryo ödülü kazanmış filmdir.
  • muhtemelen çoğunluğun seveceği, yılın en iyileri listelerine girecek bir film. oscar'a aday olur mu bilemem -akademi üyeleri için yavaş tempolu bir film, sıkılabilirler-. neyse, ben sevmedim filmi. bunun da nedeni yarattığı lazzaro karakteri. lazzaro tertemiz birisi. o kadar temiz ki... kelimelerle anlatılamayacak kadar temiz. gerçek olamayacak kadar temiz. herkesin yardımına koşan, sömürülen ama sömürüldüğünü fark etmeyen, kimseyi sömürmeyen, kimseye yalan söylemeyen, kim ne derse yapan, aşırı iyi niyetli birisi. tek tip. kötülükten eser yok bu gençte. böylesi var mı diye sorası geliyor insanın. yani yabancının birisi "hey biz birbirimize benziyoruz. yoksa üvey kardeş miyiz?" esprisini dahi ciddiye alan, o kişiyle kardeş olduğunu düşünmeye başlayan, kötülük, espri nedir bilmeyen birisi. uzaylı lan bu. filmin sorunuysa bu denli temiz bir karakter yaratınca yeşilçam gibi gencin başına sorun üstüne sorun getirmesi. en sevmediğim senaryo tipi.

    ha bu adam saf da akrabaları, mahallelisi çok mu akıllı? değil. diğerleri onun kadar temiz değiller tabii ki, onunla dalga geçiyorlar falan. lakin bu insanlar da mesela sömürüldüklerinin farkında değiller. film sömürülen işçi sınıfıyla sömüren üst sınıfı anlatmaya yelteniyor ama gerçekçi karakterler yaratamayarak fırsatı tepiyor. mesela işçilerin okula sadece zenginlerin gidebildiğini sanmaları veya emeklerinin karşılığını almayıp tam tersi halen borçlu olduklarını sanmaları... her şeyi geç, marabalığın kalktığından haberleri yok. "ben patronumun malıyım" diyor. yahu geç de değil, 1980'lerin italyası. bilemiyorum, böylesi karakterler bana gerçekçi görünmedi, ki filmin amacı da işçi sınıfının sömürülmesini anlatmak. ama bunu gerçekçi karakterler yaparak anlatabilirdi. lazzaro mesela gerçekçi olamayacak kadar tek tip. hayır, iyi insanlar, çok iyi insanlar da var da bu kadar iyisi ancak kutsal kitaplardaki azizler... lazzaro'yu izlerken sinirlerim bozuldu. saf karakterleri sevmiyorum azizim.

    ilk bir saat neyse de ikinci saatine geçince senarist hanım senaryosunu vasatlığa sürüklemeyi başarmış. velhasıl çok övülecek, belki akademi'ye de aday olacak, ama neticede vasata zar zor ulaşıyor.
  • ortaçağda yaşasa kilise tarafından hemen aziz ilan edilecek kadar saf, masum ve kötülük bilmeyen bir gencin kapitalist düzende maymuna çevrilmesinin '' fantastik''hikayesi. hakkında yazılan epeyce olumlu eleştirilere ve cannes'te aldığı ödüle rağmen vasatın bir tık ötesinde senaryosuyla ''eh işte'' diyebileceğim bir film olmuş. ister seyredin ister seyretmeyin.
  • yönetmenliğini alice rohrwacher'in yaptığı, başrolünde adriano tardiolo'nun yer aldığı 2018 yapımı film.

    dünya prömiyerini bu sene gerçekleştirilen 71. cannes film festivali'nde yapan ve burada ''en iyi senaryo'' ödülünü kazanan film, ülkemizde ise ilk olarak henüz biten 25. adana film festivali'nde seyirci ile buluşmuştur.

    düz bir zaman çizgisi izlemeyen ve super16 filmle çekilen film, genç çiftçi lazzaro’yu takip ederek günümüz dünyasını mistik öğelerle ele alan bir dostluk hikâyesi anlatıyor. cenneti andıran bir köyde yaşayan iyilik timsali lazzaro, en yakın arkadaşı asilzade tancredi’yi aramak için hem mekânı hem de zamanı aşmayı göze alıyor.

    filmde ilk öne çıkan kısım super16 ile çekilmesinden kaynaklı olan renkler olarak göze çarpıyor. 2018 yapımı bir olmasına karşın filmi izlerken sanki 80'lerde çekilmiş hissine kapılıyorsunuz. bu yönüyle anlatılan hikaye ile de oldukça bağdaştırdım. sanki bir yeşilçam filmi izliyormuş hissiyatına kapıldım. filmde öne çıkan bir diğer nokta ise özellikle ilk yarıda gözlemlediğimiz sömüren sermaye sahibi ile sömürülen işçi sınıfıydı. filmin o kısımlarını izlerken aklıma kibar feyzo ve şark bülbülü gibi türk filmlerindeki sahneler geldi. ezilen kesimin hiçbir şeyin farkında olmayıp borç içinde ve karın tokluğuna çalışmaları filmde yönetmen tarafından başarılı bir şekilde işlenip eleştirilen bölümlerdi. lazzaro karakterine gelecek olursak denilecek tek şey ''böyle bir insan olabilir mi?'' cümlesi olur sanırım. o kadar saf, temiz ve her denileni yapan bir insanın olabileceğine insan inanamıyor açıkçası. filmin ikinci yarısına geldiğimizde ise tüm karakterlerin zaman olgusunu düşünerek değişmesine karşın lazzaro'nun halen aynı kalması göze batan bir detaydı ve bu kısmı beğenmedim açıkçası. yavaş ilerleyen temposu ve lazzaro'nun bazı sinir bozucu davranışlarıyla akıllarda kalan film yine de izlemeye değer.

    filme puanım: 7,0
  • klasik sayılabilecek bir senaryoyu absürd bir biçimde anlatan film. senaryodaki oyunlar bence ödülü almasını sağlayan baş etmen.

    --- spoiler ---

    zaman algınızı tamamen ortadan kaldıran bir yapı var örneğin. seyirci, sömürünün aslında geleneksel kölelik sisteminden geldiğini düşünürken; tam da sömürüyü yapan kişiden aslında insanın hep sömürmeye açık olduğunu anlatıyor. ve bunu da lazzaro gibi saf, temiz ve işaretlerini çokça verdiği aziz gibi karakter üzerinden dile getiriyor. lazzaro gerçek olamayacak kadar iyi; aynı ismail abi gibi. senaryodaki en temel absürd öğe buradan oluşuyor. "ortalama" karakterlerin arasında en iyi gördüğümüz antonia bile, aslında o kadar iyi değil. lazzaro'nun şaşırdığı ilk darbe bu oluyor; ama yardım etmeye çalışıyor. sonra, tancredi'nin ona sırtını döndüğünü görüyor ve dönüşlerinde uğradığı kilisede bile hoşgörü olmadığını anladığında gözlerinden yaşlar geldiğini görüyoruz. lazzaro işte tam da burada yaşlı bir kurt oluyor. insan insanın kurdudur sonuçta. aziz'i ölüm uykusundan uyandıran kurt anlıyor ki en temel dayanak noktası olabilecek inanç dahil insanın çiğliğinden nasibini almış. bunun üzerine geldiği karanlık dağlara geri dönüyor.

    film yine bizi italya'nın o güzel kırsallarından birine götürüyor; zaman algımızı senaryonun da yardımıyla bir güzel kırıyor. ve açık mesajı veriyor - insanlığımızla beraber kendimizi ve her şeyi tükettik.

    --- spoiler ---

    algılarınız açık izlemeniz tavsiye olunur. 7.8/10
  • çok acıklı, oldukça da buruk bir film lazzaro felice. ismindeki tezatlığa hayran kalmamak elde değil. ama film için aynı şeyi pek söyleyemeyeceğim. standart bir film izleyicisiyseniz zaten uzak durmanız gereken yapıda bir film. bir kere super 16'le çekilmesi normal izleyiciye kafadan darbeyi vurur.

    filmin içeriğine gelecek olursak; anlatılmak istenen güzel bir nokta var, bunu iyi anlatıyor mu? kısmen. lazzaro isminde 20. yüzyılda yaşayan bir aziz üzerinden anlatmaya çalışıyor. enteresan bir düşünce fakat kötü bir uygulama bana kalırsa.

    yönetmenlik yönünden film bence oldukça zayıf. iyi bir yönetmenin elinde çok daha harika bir film olabilirmiş çünkü hikayesi ve senaryosu oldukça başarılı. harika sahneler çıkarılabilecekken, hep bir yarım kalmış, paraları yetmemiş, seri kesilmiş ve büyüsü bozulmuş gibi gözüken sahneler varmış havası yaratıyor film.

    genel olarak film seyretmeyi değil de sinema izlemeyi seven kişiler bence bir şans vermeli ama bu sene ki cannes, berlin, viyana vs. film festivalleri ve oscar'lar özelinde düşünürsek rakiplerine göre birazcık geride kalmış. yalnız şunu da düşünmekte fayda var; rakipleri ekstra iyi olduğu için bu film onların yanında yavan ve onlara göre biraz daha zayıf gözükmektedir.
  • iyi insan kokusunun ekran bulmuş hali.
  • türkçemize mutlu lazzaro diye cevrilmis.alice rohrwacher'ın yönettiği 2018 çıkışlı italya yapımı drama filmidir.

    lazzaro felice, yolda tütün kraliçesi olarak da tanınan markiz alfonsina- de -luna’nın ücretsiz ve hatta borçlandırarak çalıştırdığı 50 kişilik bir köyde açılıyor. tütün işçiliği yapan ve sağlıksız koşullarda yaşayan köylülerin arasındaki genç lazzaro çalışkanlığı ve her işe koşup kendisinden istenen her şeyi itiraz etmeden yapmasıyla dikkatleri çeken bir karakter. tıpkı markiz’in oğluna dediği gibi onlar köylüleri sömürürken köylüler de lazzaro’yu sömürüyor; çünkü düzen böyle işliyor. tam da bu sebepten rohrwacher, yüzünde hep mutlu bir ifade olan ve iyilikten başka bir şey düşünmeyen karakterini adeta bir ‘aziz’ konumuna taşıyor. biraz zaman sonra markiz’in kendisiyle sürekli çatışan oğlu tancredi ile arkadaşlık kurmaya başlayan lazzaro’nun yaşantısı ani bir gelişmeyle hem zamansal hem de mekânsal bir kırılma yaşıyor. tancredi’nin bir gün ortadan kaybolmasıyla arkadaşını aramaya çıkan lazzaro başına geleceklerden habersiz tıpkı incil’de yer alan lazarus hikâyesindeki gibi mistik bir dönüşüme uğruyor. lazzaro ve lazarus arasındaki isimsel benzerliğin apaçıklığını da düşününce hem italyan masallarından hem de dini ve mistik ögelerden çokça izler taşıyan lazzaro felice, büyülü gerçekçi bir anlatıya açılmış oluyor.

    filmin ana mesaji ise nerdeyse; markiz luna' nin oglu tancredi ile tartisirken söyledigi su sözü isliyor gibi de geldi bana " mutsuzluklarini farkettiklerinde daha da sefil bir hayat onlari bekliyor" demisti. zira kendilerini markizin boyundurlugu altindan kurtulup sehir hayatina geçtiklerinde daha sefil çöp, yiyecek icecek zor bulabildikleri bir hayat bekliyordu onlari. en azinda köydeki hayatlarinda temiz dogalari vardi dedim icimden.

    lazzaro nun safligi ise icler acisi. ne yazik ki saflik ancak iyilerin ruhunda bir anlam bulabiliyor.
  • somuru duzenini surreal bir sekilde anlatan film. benlik bir film degil. festival filmi severler begenir. herkese hitap eden bir film olmadigi kesin. filme sadece degisik diyebilirim. 5/10
    ———cok agir spoiler ——
    --- spoiler ---
    markiz 54 ciftciyi kandirip kole olarak kullaniyor. bu insanların dünyada ne olup bittiğinden haberi yok. kadına çalışıyorlar çalıştıkça borçlanıyorlar. ne doğru düzgün yatacak yerleri ne de karınlarını doyuracak yemekleri var. sadece zengin çocuklarının okula gittiğini düşünerek çocuklarını okula göndermiyorlar. herşeyden korkuyorlar. nehirden bile geçemiyorlar. sınırları zorlamadıkları için de hep kendilerine çizilen sınır içinde kalıyorlar.
    bu toplulukta bir de lazzaro diye bir çocuk var. topluluk da bu çocuğu sömüyor. her işe bu çocuğu koşuyorlar. çocuğun annesi babası da yok. bir büyükannesi var.
    çocuktaki saflık kimsede yok. fatmagül’ün suçu yok dizisindeki ağbi karakterinin daha da saflaştırılmış hali.
    çocuk birgün hastalandığında yatacak yerinin bile olmadığını görüyoruz. çocuk markiz’in oğluyla arkadaşlık ediyor. şimdi yalan olmasın markiz’in oğlunun adi tracedi gibi birşeydi. neyse tracedi de çocuğu kullanma yolunu seçiyor. sen benim üvey kardeşim olabilirsin diyor.
    birgün lazzaro ateşli hastalık geçirip onun yanına gidemiyor. kayıp tracedi’yi aramaya gelen helikoptere bakarken ayağı kayıp uçurumdan düşüyor. zaten ne oluyorsa ondan sonra olaylar daha da absürdleşiyor.
    lazzaro’ya kurtlar bakıyor. kendine geldiğinde üzerinden yıllar geçmiş oluyor. herkes yaşlanmış bir o aynı yaşında kalmış şekilde. bir de mevsimler değişiyor bizim çocuk üşümüyor. biran icin insanları eski halleri ile görüyor. o zaman hepsi lazzaro’nun rüyasıymış diye aklimdan gecirirken herkes yine yaşlı haline dönüyor. kilisedeki müzik olayı ile lazzaro peygamberliğini ilan eder dedim o da olmadı. en son bankada ruhunu teslim edip kurtu dağlara geri saldı. kapitalizm bizim çocuğu yedi herhalde.
    lazzaro’yu izleyen bizler mutsuzduk ama kandirildigini bilmeyen lazzaro mutluydu herhalde.

    --- spoiler ---
  • özgün bir senaryoya ve anlatıma sahip olduğunu düşündüğüm, çok etkilendiğim bir filmdi. kendi dünyasına çeken bir film ki salondan çıkınca gerçek dünya ile adaptasyonda sorun yaratıyor. bu da etkisinde ve konuyu işleyişindeki orijinalliği gösteriyor.
hesabın var mı? giriş yap