• sinirlari zorlamak, bardagi tasirmak, cok ileri gitmek ... anlamlarinda kullanilir..
  • genelde yapan şahsa haddinin bildirilmesiyle sonuçlanır.
    (bkz: haddini bilmek)
    (bkz: haddini bildirmek)
  • çok yoğunsunuzdur..
    -isterler
    -incelikler yüzünden*, "peki" dersiniz
    -yetinmezler,"aa ama şu da lazım bana" derler
    -"bismillah" dersiniz
    -yetinmezler, "yaa bi de şunu yapar mısın, ben bilmiyorum da" derler
    -oha ama dersiniz, s. edersiniz.
  • densiz seviyesi ne inmek.
  • sınır ötesi hareket.
  • duygusal konularda haddini aşıyorsa kişi (kime göre? neye göre?) yani karşıdaki insan bunu ifade ediyorsa düşünmek icap eder. yanlış giden birşeyler vardır bunu görüp düzeltmek farzdır.
  • saygısızlığın veya düşüncesizliğin diğer adıdır. insanların özeline burun sokmak, "ahahaa, bu arkadaşımın sevgilisi, yabancı değil" diyerek, yanağından makas almak, hem suçlu hem güçlü olmak gibi örnekleri var. çok var hem de. laubalilikle samimiyeti, sırnaşıklıkla sıcakkanlılığı ayırt etme yetisi olanlarda pek görülmez.
  • kendi varoluş gerçeğini derk edememek, kendini ve üzerinde yaşadığı evreni tanıyamamak, anlayamamak, kavramsallaştıramamak ve bu yüzden anlamlandıraramak. durdugu yeri baktıgı istikameti bilememek. gerçekten sınırlarını bilenlerdir ki onlar o sınırların ötesine ulaşmaya en yakın olanlardır. bilmeyenlerse bir referans noktasından, bir başlangıç noktasından yoksundurlar. bu böyledir.

    insanteki kendi düşüncesinden bağımsız işlemesi gereken, düşüncesiyle hükmedemediği alanlara ait alt mekanizmalarının işleyişini çözmeye kalkarsa, buna tam teşebbüs ederse, yani müesses nizamın ve işleteninin işine haddini aşarak karışırsa bütün sistem kendini kilitler. daha evvel otomatik bir biçimde işleyen süreçlerin hepsi birbirine girer, otomatize ruh yitip gittiğinden artık eskisi gibi olmaz.

    sözgelimi, turkuazın kişinin üzerinde bulunmasının rahatlatıcı bir etkisinin olduğu bazı uzmanlarca kanıtlanmış olsun. her zaman olduğu gibi. bu kez de şu meşhur uzmanlar bunu söylesinler. gazetelerde çarşaf çarşaf dillendirilsin böyle bişey. giysilerinin içinden turkuaz bir takım üretiyorsun. ya da topluyorsun. rüküş bir kadının iflah olmaz inadı ve ısrarıyla ayakkabıların, çorapların, gözlük çerçeven turkuaz. turkuaz oglu turkuaz her şey. hatta abartıya kaçarak aynanın camını da hafifçene turkuaza kaplatıyorsun ve aynanın karşısına geçip bağırmaya başlıyorsun: "e hadi ulan artık! rahatlatın beni ulan!"

    bir aralar benim evet buna benzer bir düşüncem (teorimi diyelim) de vardı işte.. hani şu çocuklukta gorbaçevin kafasında bulunan ve kimilerince bir çocuk bilincinin yanlışsamasıyla ülkesini temsil ettiği tahayyül edilen bene bakarak tüm dünya liderlerinin hatta turgut özal'ın da böyle bir bene sahip olduğu minvalindeki bir düşünce, teori bu. elbette var kendim üzerimdeki incelemelerden vardığım bazı sonuçlar -at anırdı "aptesi" kaçtı gibi- beni aynı nedenlerin götüreceği sonuçların kıyısına iliştiriyordu. neden sonuç ilişkilerini çözdügümü sandıgım ender zamanlar da oldu benim. gözlerimi olanca genişliğiyle faltaşı gibi açmış oluşması zorunlu ve öncel olan sonucu bekliyordum. ne ki herhangi bir şey olduğu yoktu.

    kendimi kandırılmış ve terkedilmiş hissediyordum. bir aldatmanın bir iluzyonun bir dalaverenin kurbanı olduğumu. anlatabiliyor muyum ya da ben anlatabiliyorum da senin o kaz kafan alıyor mu (lütfen üzerinize alınmayın, sanırım birilerine sinirlenmiştim o vakitler) bunları, ey kari? bir de feci ve can sıkıcı boyutta bir sinire kesmişliğim vardı ki insanın kendisini doğrayası geliyordu sanki. bilirsiniz her biriniz de bir laf var: "vermek istemeseydi, istemek vermezdi" diye. bu aralar fazlasıyla bu tür fikirlerle hemdemim. sık sık düşüyor böyle şeyler aklıma.

    o zamanlarda aklıma yapılmaya değer başka birşey gelmiyordu. ama inanın sahiden gelmiyordu. okusam, dinlesem, izlesem, gezsem, konuşsam, sataşsam, tiye alsam, kavga etsem, çekirdek çitlesem, çemkirsem. derman olur diye naivce düşünsem de belki dedim ve hepsini bi hakkın icra ettim. ne yazık ki aranılan kan bulunamıyordu.

    insanın dışı değil, içi turkuaz olsun. kalbi temiz olsun. dünya ölçeğinde bulunamayan cinsten bir efsunlu sıvıyla yıkanmış o bildik kalpler. her ne zaman aynaya baktığında kendini değil ve fakat onu görsün. böyle ahmakça ve gerzekçe laflar etsin. binaenaleyh ve de netekim budur zihinlerimizdeki rahatsızlık emarelerini yatıştıran. semptompatik tedavidir her psikiyatrist gibi önerecegim. semptomları önleriz palyatiflerle. kökünden çözmeyiz ama. kimse bilmez bak o zaman. bi sen bilirsin. her zamanki gibi bi ben bilecektim bu ve bunun uzantısı olan şeyleri... o zaman belki yaşam daha yaşanılır olmaz, ama daha iyiymiş gibi görünür. hatırlayın freud'u, ne kerem etmişti freud? "sizi eskisi gibi iyi halinize kavuşturamam. ama şuanda deneyimlediğiniz bu komplikasyonu normalmiş gibi göstererek daha yaşanılır gösterebilirim hayatı".
hesabın var mı? giriş yap