*

  • hannah arendt'in iletişim yayınları tarafından basılmış, türkçeye bahadır sina şener tarafından çevrilmiş kitabıdır. orijinal adı between past and future'dür. ingilizce versiyonda giriş hariç 8 makale varken, türkçeye nedense 6 tanesi çevrilmiştir. yani türkçe baskıda 5. makale olan "the crisis in education" ve "the conquest of space and the stature of man" adlı 8. makale bulunmamaktadır.
  • kısa tanım: hannah arendt'in 8 makaleden oluşan kitabı.

    hannah arendt’in geçmişle gelecek arasında kitabının ilk makalesi olan “gelenek ve modern çağ” üzerine

    hannah bu kitapta hesaplaşıyor mu yoksa tanımlıyor mu yoksa sadece anlatıyor mu (storytelling) kestirmesi güç. yargılardan ve çözüm formüllerinden kaçınmaya çalıştığı çok açık. hannah; kierkegaard, nietzsche ve marx üzerinden gittiği ilk makalede bu üç filozofun da başarısızlığından söz ederek gelenek ve modern çağ arasındaki kopuşun başlangıcına işaret ediyor. yazar, avrupa siyasi geleneğini platon’da başlatıp marx ile bitirirken, “başlangıcın” her ne kadar gelenek içerisinde değerlendirildiğinde “kurtarıcı” olarak görüldüğünü belirtse de” aynı nedenlerden ötürü bu anlayış burada “geleneğin” terk edilişinin/yıkılışının müsebbibi olarak karşımıza çıkıyor.
    peki ne demek bu?

    başlangıç bir sonu da potansiyel olarak içinde taşır (bu lineer bir düşünce) ancak alman düşünce disiplini sadece bir son ve başlangıç çizgisi üzerinde hareket etmez, aksine o dairesel bir anlayışa sahiptir. o nedenle başlangıç bir sonu taşıdığı gibi, son da bir başlangıç’a içkindir. daha da açmak gerekirse: platon, hegel’i doğurmuştur ancak hegel’den de marx çıkmıştır, her bir gelenek bir karşı çıkışla kendi geleneğini yaratmaya teşnedir diyebiliriz. ki bu anlayışı kitabın başındaki şu cümleler açıkça gösteriyor:

    “dikkat edilmesi gereken ilk şey sadece geleceğin - "geleceğin dalgalarının" - değil, aynı zamanda geçmişin de bir güç olarak görülmesidir; öte yandan geçmişin gücü, neredeyse bütün metaforlarımızın aksine insanın omuzlarına çöken ve geleceğe doğru ilerlemekte olan yaşayan insanların, ölü ağırlığını sırtlarından atabilecekleri, hatta atmaları gereken bir yük değildir. faulkner'in deyişiyle "geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir". üstelik geriye, başlangıç noktasına kadar uzanan bu geçmiş insanı geriye çekmez, ileriye iter ve beklenenin aksine bizi geriye, geçmişe doğru süren, gelecektir. daima geçmiş ile gelecek arasında varolan o aralıkta yaşamını sürdüren insanın görüş açısından bakıldığında zamanda süreklilik yoktur, durmaksızın seyreden kesintisiz bir akış değildir zaman; "o"nun durduğu noktada, ortada bir yerde kopar ve "o"nun bakış açısı, durduğu ve baktığı nokta, bizim anlamaya alıştığımız anlamda "burası" değil, insanın geçmiş ve geleceğe karşı bitmeyen savaş"ının", karşı koymaları"nın" zaman içinde yer tuttuğu bir yarıktır.”
    ilk makalede hannah yanılgısı ve başarısızlığı üzerine örnekler vererek ve aynı zamanda modernite üzerine olan muazzam doğru öngörüleri konusunda hakk-ı teslimi de elden bırakmadan gayretli bir marx okumasına girişiyor. burada bu kısmı açıklayan en doğru ifade sanırım şu alıntıyla gösterilebilir:

    “marx'ın tutarsızlıkları hemen bütün marx araştırmacıları tarafından gayet iyi bilinmektedir ve dile getirilmiştir. bu tutarsızlıklardan "bir tarihçinin bilimsel bakış açısı ile bir peygamberin ahlaki bakışı arasındaki" (edmund wilson); sermaye birikiminde "üretici güçlerin gelişmesinin maddi imkânını” (marx) gören bir tarihçi ile "tarihsel görevler “ini (marx) yerine getirenleri sömürücüler ve insanı insanlığından soyanlar olarak suçlayan bir ahlakçı arasındaki uyuşmazlıklar olarak söz etmek adettendir. oysa emek ile eylemin (tefekkür ile düşüncenin hilafına) yüceltilmesi ile devletsiz, yani eylemsiz ve (neredeyse) emeksiz/çalışmasız bir toplumun yüceltilmesi arasında var olan temel çelişki yanında bu ve benzeri tutarsızlıklar çok hafif kalır.”

    burayı iyi okumak gerekir, belirli bir yargı olarak kabul etmesek bile en azından hannah’nın marx’a bakış açısını özetlemesi açısından altını çizmekte fayda var.
    sadece marx mı tutarsızdı ya da başarısızlığa uğradı? hayır. hannah, nietzsche ve kierkegaard’ın da aynı kaderi paylaştığını düşünüyor ancak bu 19. yüzyıl “asi filozoflarının” 20. yüzyıldaki travmatik gelişmelerden de sorumlu utulamayacaklarını özellikle belirtiyor. peki, bu şu demek mi: “belirli bir geleneğin alaşağı edilmesi, sonraki nesillerin eyleminin şekillenmesinde sorumlu değildir” bu soruya verilebilecek cevap artık sizin modernite ve atom bombaları arasındaki kurduğunuz ilgiye ya da alakasızlığa göre değişecektir. ancak hannah’nın tutumu açık o totalitarizmi bu asi çocuklardan uzak tutmaktadır.

    nietzsche neden yanıldı? hannah, nietzsche’nin platon’u (kendi deyişiyle, patetik bir ifadeyle) ters yüz etmesi bu başarısızlığın temelidir yani nietzsche, ideaları duyulur dünyaya indirdiği için nihilizmden kaçtığı hızda aynı nihilizmi ortaya koymuştur. burada, (hannah’ya göre) nietzsche, platon’a karşı oklarını fırlattıkça bu okların bumerang gibi kendine döndüğünü ima etmektedir. nietzsche’nin ters yüz etme işlemi; ideal olanların, idealar alanından soyutlanmasıyla insandaki varlık nedenini ortadan kaldırdığını, hiç değilse belirsizleştirdiğini görüyoruz daha doğrusu görmemiz bekleniyor. “peki, bu ne kadar kabul edilebilir?” (ben bu yazıyı kitaba ufak bir not olarak düştüğüm için bu sorunların-soruların doğrulukları üzerinde durmayacağım. ancak sorulması gereken sorular olarak satırlara serpiştireceğim).

    kierkegaard da aynı şekilde yenilgisinin nedeni buna benzer: kierkegaard inancı-imanı moderniteden korumaya kalkıp, onu aklın safından çekip almak isterken daha doğrusu (bunu seküler manada anlamamamız gerek) imanı anlaşılamayanla birlikte rasyonelleştirmeye çalışınca yine hannah’ya göre dini köküne kadar modernleştiriyor. tüm bu tersine döndürmeler neden platon’da işlemedi? yani nietzsche’nin yaptığını yapmaya çalışan platon neden bu sonuçla karşılaşmadı? onu da şu alıntıyla cevaplamak mümkün:

    “ama homeros'un bu tersine döndürülmesi aslında homeros'u baş aşağı veya baş yukarı getirmemiştir, çünkü tek başına böyle bir işlemin ortaya çıkarabileceği ikilik, homerik dünyaya olduğu kadar, o ana dek önceden belirlenmiş karşıtlıklarla iş görmemiş olan platon'un da düşüncesine son derece “yabancıdır”. (o nedenle gelenekteki herhangi bir geriye döndürme işleminin bizi başlangıçtaki homerik "durum"a götürmesi mümkün değildir. nietzsche'nin hatasının da bu olduğu görülüyor; muhtemelen platonculuğu ters yüz ederek platon öncesi düşünce tarzlarına geri dönebileceğini düşünmüş olmalıdır.) platon'un, idealar kuramını homeros'un tersine döndürülmesi biçiminde ortaya koymaktaki amacı sadece politikti; ama böylelikle bu tür döndürme işlemlerinin zorlama imkânlar değil, aksine önceden bizzat bir kavramsal yapı tarafından belirlendiği bir çerçeve oluşturmuştur.”

    işte bu üç karşı koyuş ve üç başarısızlık hannah’nın ilk makalesinde geleneği yıkmaya yönelik başarısız denemeleri ama tüm buna rağmen geleneğin yıkılmış oluşunu ve bu yıkılışın da onu yıkmaya çalışanları da ardında sürükleyişini hoş bir şekilde sunuyor diyebilirim. tüm bunlarla birlikte makale içerisinde
  • içerisinde platondan bir alıntı vardır.

    "başlangıç tanrısal bir şeydir ve insanlar arasında sağlam kurulduğunda her şeyi kurtarır."
  • tam olarak şu an. evet nefes aldığın şu an. eğer bu anın ve kendinin farkındaysan ne geçmiş seni üzer, ne de gelecek seni kaygılandırır. kıymetini bil.
hesabın var mı? giriş yap