14 entry daha
  • ön edit: bu yazıdan sonra yazdığım ama konu olarak önce gelmesi gereken ikinci bir yazım mevcut. kanımca oradan başlanması daha doğru olur :
    (bkz: #150796046)

    devamla:
    önce program yapımcıları için bir çift laf etmek istiyorum. deniz uras'ın böylesi bir tartışmayı yönetebilmek için son derece yetersiz kaldığına ilişkin fikrimi ilgili başlığın altına yazdım. suppi yöneticileri de böylesi bir işin altına girip ezilmek istemiyorlarsa, şapkayı önlerine alıp neyin yanlış gittiğine kafa yormaya başlasalar iyi olur kanımca. asıl yazacaklarıma başlamadan, ali nesin'in böylesi bir tartışmanın tarafı olmaya ne denli gönülsüz olduğu da yazılmalı. programa "hatır" için katılmış, "bitse de gitsek" yaklaşımını 54 dk boyunca sürdürmüş. korkarım programda ettiği üç beş anlaşılır kelamdan biri olan sosyal medyanın gücünü kendisi ıskalamış, bilimsel düşünceyi savunmaya çalışanları örneğin bu başlık altında görülen yorumlara bakılırsa korkunç kötü bir emsal teşkil ederek oldukça zor durumda bırakmış.

    ali nesin meydanı boş bıraktığında, caner taslaman'a ise her zamanki laf ebeliği ile ardı arkası kesilmeyen her biri cevaplanmaya muhtaç iddiaları yağdırmak kalmış. baştan belirtmek gerekir ki, iddialarının hiç biri bu konuyu tarafsız bakışla araştırıp okuyan hiç kimseyi "ikna" edebilir nitelikte değil. bu konudaki tanıklığımı yeterli bulanların devamında yazacaklarıma değerli zamanlarını vakfetmeleri gerçekten gerekmiyor. ama elbette benim sorgulama yöntemimi sorgulamak isteyecekler olacaktır. o zaman buyurun. başlıyoruz:

    önce taslaman'ın, tanrının varlığına, rasyonel delil olarak öne sürdüğü. "hassas ayar argümanı"na bir değinelim. (konunun sözlükte başka başka başlıklar altında uzun uzun tartışılmış olduğunu da buraya not etmek lazım) ben basit alıntlarla, yaradılışçıların, bir can simidi gibi sarıldığı bu argümanın neden beni bir türlü ikna edemediğine dair bir kaç alıntı yapacağım:

    taslaman başlarken, "elektronun kütlesi, yerçekimi kuvveti gibi fiziğin ve kozmolojinin parametreleri" hakkında konuşuyor ve sonra diyor ki “bunlar belli değerler olmasaydı, o zaman yaşam var olmazdı”. bu, tanrıyı gerçekten küçümsemektir ki bence bir teistten gelmesi gerçekten ironik bir düşünce. zira hayatın bütünüyle fiziksel olmadığı iddiası teizmin en belirgin özelliği. natüralistin tersine, teist, evrenin sadece atomların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir yığın olmadığı iddiasındadır. dolaysıyla, teist iddia doğruysa atomlar ne yapıyor olursa olsun, tanrı yine de yaşamı yaratabiliyor olmalıdır. tanrı elektronun kütlesini niye umursasın, ve kendi yarattığı evrene ayar yapmak zorunda kalsın?

    gerçekten de, içinde yaşamın var olması için evrenin fiziksel parametrelerinin belli değerler alması gerektiğini söyleyebileceğiniz tek çerçeve natüralizm yani, doğadaki olayları açıklamak için tabiatın kendi bileşenlerinin yeterli olacağı görüşüdür. bir teistin bu argümanı kullanmaya kalkması kendisi ile çelişmesi anlamına gelecektir.

    kaldı ki bu hassas ayar argümanı, teistlerin iddia ettiği gibi onlarca değişik sabiti içeren karmaşık bir hesaplama da değildir. evet bilimin bulguları sayesinde 26 adet evrensel sabit biliyoruz. ancak bu evrenin üstün güçlere sahip bir varlık tarafından 26 kez ayarlanmasına gerek olduğu anlamına mı gelmektedir? kolayca söyleyebiliriz ki "hayır"

    neden mi? çünkü evreni belirleyen 26 evrensel sabit birbirine göre belirlenmektedir, yani evrende hassas ayar varsa 26 evrensel sabiti birden ayarlar; çünkü bütün sabitler birbiriyle ilişkilidir. bir kez ayarlanmış olması yeterlidir. bu durum ince ayar argümanını yanlışlamaz ama taslaman gibilerin göstermeye çabaladıkları kadar da etkileyici olmadığını gösterir. insanlar neye isterse ona inanır ama bilim edebiyat değildir, bilime romantik yaklaşmamak gerekir.

    kaldı ki press ve lightman, 1983’de yayınlanan makalesinde 26 evrensel sabitin en temel 4 sabitten türetilebileceğini göstermiştir. bu da kozmik ince ayarı 26’dan 4 parametreye indirmiştir. bunlar güçlü ve zayıf nükleer kuvvetlerle, protonla elektronun kütlesidir.

    fizikçi victor stenger ise 2000’de yayınlanan makalesinde bu 4 sabiti değiştirerek farklı evrenler oluşturulabileceğini göstermiştir. stenger sabitlerin değerini rastgele 100 bin kat artırıp azaltarak 100 evren tasarlamış ve 50 evrenin en az 1 milyar yıl ömrü olacağını görmüştür. bu da yıldızların yaşamın temeli olan ağır elementleri sentezlemesine yeterli bir süredir. yaşam için başka birçok ayar gerekir ama en temel ayar budur ve stenger bu ayarın rastlantısal olarak ortaya çıkabileceğini göstermiştir.

    stenger'in çalışmaları elektron kütlesi 100 bin kat arttırılsa ve proton kütlesi 1000 kat azaltılsa bile ağır elementler sentezlemek üzere birkaç milyon yıl yaşayabilen yıldızların ortaya çıkabileceğini göstermiştir. mademki bizimkine benzer bir evren oluşturmanın binlerce yolu var öyleyse evrenimizin tanrısal ince ayarla oluştuğunu söylemek bilimsel değildir. ali nesin'in isteksizce dde olsa değindiği gibi sokağa çıkıp yeterince uzun süre bağırırsanız sonunda birisi gelip "ne oluyor burada" diye sorar, yeterince insan yeteri kadar uzun süre piyango bileti alırsa büyük ikramiye mutlaka içlerinden birine vuracaktır. dolayısıyla kainatta sonsuz sayıda ya da çok fazla sayıda evren varsa güya yaşama uygun evrenimizin bunların içinde rastlantıyla oluşması normaldir. "hassas ayar argümanı" yanlıştır.

    kısacası, astrofiziğin, daha yeni yeni kavramaya başladığımız ve çoğunu henüz anlamadığımız yasalarının bizi herhangi bir mutlak sonuca (tanrı bunlardan sadece birisi) götürmesi gibi kestirmeci bir yaklaşıma başvurmadan önce diğer tüm olasılıkları yanlışladık mı? üstelik tüm olasılıkları gözden geçirdiğimiz gibi bir yargıya hiçbir zaman varamayacakken.

    kaldı ki taslaman'ın "hassas ayar argümanına" korkarım ki islamcılar da karşı çıkacaktır. çünkü taslaman'ın iddia ettiğinin tersine, allah'ın evrene müdahalesi, hassas ayarla sınırlı değildir. rahmân suresi 29. ayet'te bunun böyle olmadığı apaçık ifadesini bulmaktadır:
    "göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) o’ndan isterler. o, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır."
    diyanet işleri meali (yeni)

    diyanet işleri başkanlığı'nın aynı ayetin tefsirinde yazdıklarından bir alıntı yapalım:
    << bu âyet, tabiat olaylarından tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde allah teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte o’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.>>

    dolayısıyla ahmet tekin'in başarıyla ifade ettiği gibi:
    "göklerde ve yerde bulunan sorumlu ve akıllı varlıklar, muhtaç oldukları şeyleri, güvenliklerinin ve hayatiyetlerinin devamını ondan isterler, ona başvururlar, ondan medet umarlar. o her gün, her an, sayıya, hesaba, sığmayacak işlerin, oluşların, işleyen düzenin, sorumlulukların içindedir, ilmi ve kudretiyle tecellidedir.."

    dolayısıyla taslaman'ın iddiaları bizi, evrene hakim olacak yasalar tasarlayıp, onu işleyişine bırakan bir yaratıcının varlığına götürür. buna göre hem evrenin hem de evrendeki olayların meydana gelmesinde hem tanrı hem materyal şeyler nedendir. buna konkürentizm (mutakabatçılık) diyoruz. kolayca anlaşılabileceği gibi temelinde, bir uzlaştırma çabası bulunmaktadır.

    oysa islam'ın evrenin var oluşuna ve evrendeki olayların ortaya çıkışına bakışı bu yaklaşıma temelden karşı çıkar. buna göre, doğa olayları arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. tek gerçek neden, her an her şeye gücü yeten, sonsuz kudrette bir varlık"tır. o da allah'tır.

    örneğin, sıcaklık ile suyun kaynaması arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. suyu kaynatan altındaki ateş sebebiyle sıcaklığınıın 100 dereceye ulaşması değil, allah'tır. allah isterse ateş varken de suyu kaynatmayabilir veya su onun kudreti sayesinde hiçbir ön-olgu olmadan, birdenbire kaynayabilir.
    bu nedensellik yaklaşımına ise okasyonalizm (vesilecilik ya da aranedensellik) denilir.

    örneğin gazzâlî'nin tehâfüt el-felâsife kitabının on yedinci meselesinde ele aldığı nedensellik eleştirisine bakıldığında görülür ki gazzâlî, sebep ile neticelerin yan yana bulunmasını allah'ın takdirine bağlamakta ve o'nun yaratmasıyla oluşun meydana geldiğini ifade etmektedir. söylenenlerin daha net anlagılması için gazzâlî, ateşe yaklaştırılan bir pamuk parçasının yanmasının zorunlu olmadığını dile getirmektedir. gazali'ye göre ateş ile pamuk yanması arasında nedensel ilişki yoktur, sadece ardışıklık vardır. pamuğu yakan ateş değil, allah'dır. allah isterse ateş varken de pamuğu yakmayabilir veya allah, hiçbir ön-olgu olmadan, birdenbire pamuğu yakabilecek kudrettedir.

    dolayısıyla, taslaman'ın kendi şahsi nedensellik anlayışındaki konkürentist (mutakabatçı) yaklaşımı ile islam'ın rahman suresi 39'da kesin olarak hükme bağlanan okasyonalist (vesileci) anlayışın zıt düşünceler olduğu, ve dolayısıyla kuran'ın açık ifadelerine rağmen, taslaman'ın kuran'da bulunmayan görüşleri yerleştirmeye çalıştığı söylenebilir.

    kısacası, hassas ayar argümanı, belki küçük bir ihtimalle de olsa deist bir argümanın bir parçası olabilir. ama sadece islam değil, herhangi bir teist yaklaşımla çelişeceği açıktır.

    nitekim, radikal islamcı bir yazar, ahmet ay, taslaman hakkında yazdığı caner "taslaman ümmete neden katılamıyor?" başlıklı yazısında, taslaman'a şu çok düşündürücü soruyu soruyor:
    "islam bizi sadece modern aklın kabul ettiği şeylere mi iman etmeye yönlendirir?"

    ay, sorduğu soruyu şu şekilde cevaplıyor:
    "sayamayacağımız kadar çok mucizenin haberi bize nakille gelmektedir ve biz bugün modern akılla 'nasıllığını' anlayamadığımız bu şeylere iman etmekle mükellefiz. çünkü, en başta, 'aklımızın kavrayamayacağı şeyleri dahi yaratmaya gücü yetecek' bir allah'a iman etmişiz. o halde, aklı ve kalbi doğru çalışan bir mü'minin sorması gereken bu olmalıdır: bu haberler kat'i midir? eğer işin nakil boyutu kat'ilik ifade ediyorsa, aklımız kesmese de, öyle olduğuna iman ederiz. hiç mi 'nasıllığını' anlamaya çalışmayız? hayır, çalışırız. demem o ki: normal bir mü'minin aklı, nakil kat'i olduğunda, aklını o kat'i haberi 'cerh etmeye' değil 'anlayabilmeye' kullanır. marifet ve hikmet yürüyüşü de zaten en özet haliyle budur."

    buradan, taslaman'ın "bu kadar acizlikle bu kadar şeyi nasıl biliyoruz? biliyoruz çünkü, allah anlaşılır biçimde yarattı" şeklindeki argümanına da bir geçiş yapabileceğimizi düşünüyorum. taslaman'ın düşüncelerinin bu noktada da hakim islamcı kanaatle çeliştiğini yukarıdaki alıntı zaten kanıtlıyor ama acaba mantık ve rasyonel düşünce ile sınadığımızda neyle karşılaşıyoruz?

    taslaman, "allah'ın evreni bu şekilde keşfedilmeye açık tasarlamasını da bir delil olduğu"nu bir kaç kez tekrarlıyor. bu iddiasının temelsizliğini kanıtlamak içinse yukarıda bahsettiğimiz benzeri astrofizik kavramlara girmeye bile ihtiyaç yok. yaptığı şey, mantık dilinde dairesel akıl yürütme (circular reasoning) ya da latince olarak petitio principii olarak da bilinen basit bir safsatadır, bilimsel tartışmaların en sık karşılaşılan mantık hatalarından birisidir. ne yazık ki, özellikle de şahsi inançları ile bilimi karıştırıp sonrasında da biriyle ötekisini ispatlamaya çalışan insanlarda çok sık görülür.

    şu şekilde formüle edilebilir:
    x doğrudur.
    x'in doğru olduğunun kanıtı, x'in doğru olmasıdır.
    gördüğünüz gibi burada dairesel (veya döngüsel) bir akıl yürütme vardır. x ispatlanmamıştır ama x'in doğruluğu, yine kendisinin ispatlanmamış olmasına rağmen doğru olduğu iddiası ile ispatlanmaya çalışılmaktadır. bu zincir, mantık hatasını doğurur. din hakkındaki tartışmaların birçoğunda bu mantık hatasını görmek mümkündür:

    taslaman: “tanrı var olmalıdır.”
    şüpheci: tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsun?”
    taslaman: “çünkü tanrı, evreni anlaşılabilir kurallar üzerine yarattı. tanrının evreni bu şekilde keşfedilmeye açık tasarlaması varlığının delilidir
    şüpheci: “iyi ama tanrı’nın var olduğunu nereden biliyorsun?”

    görebileceğiniz gibi bu tartışmayı sonsuza kadar bu döngü içerisinde sürdürmek mümkündür. gerçekten de, döngüsel mantık hatası fark edilmediğinde, sonu gelmez tartışmalar yaşanabilir. çünkü münazara, söz konusu döngüyü kıramamaktadır.

    taslaman, benzeri bir döngüsel akıl yürütmeye, özgür irade kavramını kullanırken de düşmüş görünüyor. anlaşıldığına taslaman'a göre özgür irade tartışmasız biçimde vardır. dolayısıyla bunu, kader kavramını açıklamaya dayanak olarak kullanmaktan çekinmiyor.
    oysa en başta özgür iradenin varlığı ciddi şekilde kanıttan yoksundur. eğer özgür irade vardır diyorsak kabul etmemiz gerekenler şunlardır:
    1. beynimizin içerisinde sonuçları bilimsel yasalarla kesin olarak belirlenemeyecek süreçler vardır.
    2. maddi yasalara tabi olmayan bu süreçler madde üzerinde etkili bir güç (ruh) oluşturur.
    3. maddenin tabi oldugu yasalara tabi olmayan güç maddenin içerisinden çıkamayacağına göre gökten zembille inmiş olmalıdır.

    görülüyor ki, bir özgür iradenin varlığı, tanrının ve onun bedenimizde var olan soyut varlığını temsil eden bir ruhun varlığına sıkı sıkıya bağlıdır. döndük yine en başa, yani tanrının, taslaman'ın iddia ettiği gibi bir akıl yoluyla ulaşılabilen kanıtı olduğu noktasına. yani taslaman'ın tanrının varlığına delil olarak sunduğu bir başka kavram daha bizzat tanrının varlığı rasyonel kanıta muhtaç olduğu sebeple bilimsel kanıttan yoksun görünüyor.

    gelelim, taslaman'ın, "ahlakın temeli allahın buyruğudur. allah'a atıf yapmadan ahlakın rasyonel temeli yoktur" iddiasına. taslaman buna kanıt olarak "hindistan'da eski çağlarda kadınların, ölen kocalarıyla birlikte gömülmek üzere öldürüldükleri" bilgisini veriyor. ve bunun da ahlakla bağdaşmayacağının, altını çiziyor. çiziyor da aslında bunun doğrudan kendi tezini çürütmekte olduğunu göremiyor. inanılır gibi değil.

    bir kere en başta, taslaman şunu karıştırıyor: kadının, kocası ile ölüme yollanması ahlaki değil dini bir ritüel.
    ilkel toplumların çoğunda uygulanan bir dini gelenek olarak ölüler, yakınları, hizmetkarları ve hatta hayvanları ile birlikte gömülüyordu. bunun temel sebebi, öteki dünyada canlanacakları ve yaşamlarına kaldıkları yerden devam edecekleri inancı idi. bakın altını çiziyorum. bu bir dini inanışın gereği idi.
    bunun insanlık onuru ile bağdaşmayacağı ise çok daha yeni bir ahlaki çıkarım. bugün bunu böyle düşünüyorsak bu ahlakın evrenin başından beri var olan statik yasaların değil, insan düşüncesinin geçirdiği evrimin bir sonucu olduğunu düşünmek çok daha akla yatkındır.

    nitekim, insan kurban etmek tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla ortadan kalkmış bir dini ritüel olmakla beraber, kurban kavramının hala özellikle islam içindeki yerinin ne denli önemli olduğu düşünülürse ileriki nesillerin, "niye masum hayvanları katletmek yerine ağaç dikmiyoruz" sorusunu sorabilecekleri olasılığı değerlendirilmelidir. bugünkü dini anlayışımız, böylesi bir talebi statik bir ahlak anlayışıyla değerlendirerek ahlaksızlık sayacaktır. oysa masum hayvanların kanının allah'ın talep edeceği bir adak olmadığından hareket eden yeni bir ahlak anlayışı pek ala ağaç dikmenin allah'a samimi adanmışlığın bir nişanesi haline gelmesine sebep olabilir. dolayısıyla, yalnızca din kuralları genel geçer, mutlak ve değişmez oldukları iddiasındadırlar. ahlak kuralları ise çağdan çağa, toplumdan topluma değişen ve iyimser bir bakışla da olsa evrimleşen kurallardır.

    son olarak, taslaman'ın sık sık başvurduğu bir safsata türüne de örnek vermek gerektiğini düşünüyorum. dini tartışmalarda sık sık başvurulan bu yöntem, içinde yaşadığımız, kuralları bize belirli, çoğu kez sadece toplumsal sebeplere bağlı olayları, evrensel bir takım iddiaları açıklamak için örnek olarak göstermek şeklinde açıklanabilir. hasan'ın sevinçli, mehmet'in üzgün oluşundan yarışı kimin kazandığını anlayabildiğimiz, tahtada tebeşirle yazılı isimler gördüğümüzde bunun bilinçli bir tasarımın ürünü olduğunu çıkarsamamız,
    birini 20nci kattan attığımızda, onun öleceğini biliyor olmamız gibi bazı örneklere bakarak evrendeki olayları da aynı sebep sonuç mantığı ile çözebileceğimize ait çıkarımlar tamamen mesnetsizdirler. ali nesin'in dediği gibi iyi bildiğimizi sandığımız makro dünyaya ait şahsi gözlemlerimizin evrenin her yerinde geçerli mutlak kanunlara dayanak teşkil edebileceğine ilişkin iddia karşındakinin aklını gerçekten çok hafife almak oluyor.

    bitirmeden taslaman'ın bilerek birbirine soktuğu iki ayrı kavramı da burada birbirinden ayırmak isterim.
    en yukarıda da belirttiğim üzere natüralizm, basitçe, doğadaki olayları açıklamak için tabiatın kendi bileşenlerinin yeterli olacağı görüşüdür. "bilimin amacı ise, olayları fiziksel ilkeler, yasalar ve alanlar ile açıklayıcı bir bağlamda dizmektir. doğa bilimleri, madde ve enerjiyi, metodolojik natüralizm bağlamında incelemeye adanmıştır."

    metodolojik natüralizm; bilimsel sürecin doğal neden ve doğal olaylar ile ilgili olması gerektiğini, doğaüstü gibi alanların bilime karıştırılmaması gerektiğini savunan, ontolojik/metafiziksel natüralizme (yani süpergüçlerin gerçekten var olup olmadığına) dair tutumunuzun ne olduğuna bakmaksızın, bilim yaparken natüralizm gerçekmiş gibi hareket etmeyi temel alan felsefi bir tavırdır. bilim, bugün insanlığın pek çok sorununa çözüm bulabilecek duruma ulaşmışsa, taslaman'ın iddia ettiğinin tersine, bilim insanının, inançlı dahi olsa, izleyeceği metod açısından sıkı sıkıya sarıldığı bu natüralist yaklaşım sayesinde gerçekleşmiştir.

    eğer bilimin araştırma metotlarından ve kapsamından bağımsız olarak, evren'in doğaüstünden tamamen muaf olduğuna inanıyorsanız, yani hiçbir süpergüce (tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler, hayaletler, vs.) inanmıyorsanız ve bunların mümkün olduğunu da düşünmüyorsanız, metafiziksel olarak da natüralistsiniz demektir. bu felsefe, ateizm ile çok benzerdir (kimine göre eş anlamlıdır).

    oysa bilimdeki natüralizmden söz ederken, (en azından büyük çoğunlukla) metodolojik natüralizmden söz edilmektedir; metafiziksel natüralizmden değil. bu ayrımı yapmak önemlidir; çünkü teist olsun veya olmasın, bilim insanlarının ezici çoğunluğunun metodolojik natüralizmi benimsediği ve hatta bunu, bilimin temel bir ilkesi olarak gördüğü söylenebilir.

    (bkz: #54258717)
    (bkz: hassas ayar argümanı/@andrew)
    (bkz: tanrının varlığı kanıtlanabilir mi sorunsalı/@andrew)
    (bkz: özgür irade/#848295)
    (bkz: tanri ve coklu evren)(bkz: kader belliyken özgür iradeden bahsedilememesi/@andrew)
    (bkz: caner taslaman/@andrew)
    https://evrimagaci.org/…ndaki-iliski-nasildir-10530
    https://khosann.com/…nri-var-mi-ince-ayar-argumani/
    https://kuran.diyanet.gov.tr/…30/29-30-ayet-tefsiri
    https://dergipark.org.tr/…nload/article-file/717417
    https://www.risalehaber.com/…atilamiyor-18551yy.htm

    eleştiri ve yorumlar:
    gelen kutusu » @ausar
    luke barnes in stenger in yaptığı simülasyonlarda neden hata yaptığını detaylıca anlattığı makaleye bakabilirsiniz isterseniz: https://arxiv.org/abs/1112.4647
    andrew -> ausar: https://arxiv.org/abs/1202.4359
    ________________________

    gelen kutusu » @dunyanin yerel adami
    "ünlü bilmadamı cin ali, yaptığı deneylerle herşeyin rastgele de olabileceğini kanıtladı. zaten 26 sabit var, 4'ü bile cin ali'ye yetti. hoop 50 tane evren tasarladı."

    aga sen bunları inanarak mı yazıyorsun yoksa kekleyecek beyinsiz mi arıyorsun? yaratıcıya inanmamak için bu saçmalıklara inanıyor olman gerçekten inanılmaz.

    andrew: bu üslupta yazılan bir mesaja vereceğim tepki, yazanı doğrudan engelemek olur. ama bu yazdıklarına yanıt vermekten kaçındığım anlamına gelmiyor.

    birincisi, yazarın, hassas ayar argümanını, tanrının varlığını kesin olarak kanıtlamış olduğuna inanmış olması. argümana getirilen eleştirileri saçmalık olarak görüyor.
    ona göre şüpheciler yaratıcıya inanmamak için bu saçmalıklara inanıyor.

    buna yanıt basit, inanç alanında olan sizsiniz kardeşim. biz sadece söz konusu argumanın tanrının varlığını mutlak kıldığı konusunda ikna olmadığımızı söylüyoruz.
    şu konular tamamen muğlakta:
    1.hassas ayar gerçekten var mıdır, yoksa bu bizim içinde yaşadığımız evrene içeriden bakarak uğradığımız bir yanılgı olabilir mi?
    (bkz: #137716809)
    (bkz: #150743161)
    2. hassas ayar gerçekten varsa bile bu bizi evrenin ortaya çıkış sebebinin bilinçli bir tasarım olduğu sonucuna götür mü, yoksa henüz değerlendiremediğimiz başka olasılıklar var mıdır? anladığım kadarıyla viktor stenger'in asıl tartıştığı nokta da bu soruya odaklanmaktadır.

    bilim, eldeki bulgular ışığında evrenin bilinçli bir tasarım olduğu kabulune varsa bile bu yine de yanlışlanabilir bir hipotez olarak kalacaktır. yani düşünme süreci durmaz. sorgulama devam edecektir.

    ama öte yandan böyle bile olsa ortada teistlerin gözlerden saklamaya çalıştığı devasa bir sorun hala çözüm beklemektedir. zira buraya kadarki tartışma sadece deist bir tartışmadan ibarettir.

    o soru da şudur, söz konusu bilinçli tasarımcı gerçekten teistlerin iddia ettiği gibi kendi dinlerinin ödüllendiren ve cezalandıran ahlakçı tanrısı mıdır? gerçekten, taslaman'ın iddia ettiği gibi insanlıkta temas kurmuş mudur? evreni gerçekten insan için mi yaratmıştır? yoksa örneğin söz konusu çıkarım, insanın korkunç ve kötücül bir deneyin kobayı olma ihtimalini de yanlışlar mı? kötülük problemi nasıl aşılacaktır?
    https://youtu.be/p7p1rmk8a-y
    (bkz: kötülük problemi/@andrew)

    einstein'dan bir alıntı ile sonlandıralım:
    "hayatın gelişmesi ve yüceltilmesine ilişkin temel ahlaki ilkelerin öneminin bilince çıkarılmasında, kural koyucu inancına özellikle de ödüllendiren ya da cezalandıran bir kural koyucuya gereksinim olmadığından eminim." m.berkowitz'e mektup, 25 ekim 1950

    (bkz: #59020692)

    şüpheci yaklaşımımın temelleri hakkında daha fazlasını bilmek isteyenler şuradan devam edebilir:
    (bkz: #70988670)

    son not: kanımca, dunyanin yerel adami gibilerin, taslaman'ı eleştirirken yazdığım onca argüman içinden tek birini seçip ona saldırmayı tercih edip diğerleri hakkında sessiz kalmaları da bambaşka bir ikiyüzlülük. her şeyden önce bana yönelttikleri inanmamak için bahane arama argümanını tersine çeviren bir niteliği var.

    ________________________

    gelen kutusu » @sesarium
    programın en can sıkıcı noktası da sözde kura ile konuşmaya başlanması, ama söz ali nesin'e geldiğinde taslaman'ın onun konuşmasına da müdahale etmesi. sanki birinci konuşan yönetici gibi oluyor bu durumda ve devamlı onun sorularına ikinci kişi cevap vermekle yükümlü gibi saçma bir konsepte bağlanıyor program. nitekim sizin de dediğiniz gibi moderatörün hiçbir yaptırımı müdahalesi olmuyor. sanki taslaman'ın yanında gibi bir tavır sergilemiş oluyor böylece.
    hatta başlarken yayınlanan teaser bile sanki biraz fazla yanlı değil mi?

    ________________________

    az önce ekşi şeyler'de, lordofarst nickli bir yazarın, iş bu yazıma eleştiri mahiyetinde yazdıklarına da yer verildiğine şahit oldum. dolayısıyla prensip gereği o yazının da yorumlarda yer alması gerekiyor. okumanızı tavsiye ederim. ve kendisine teşekkürü bir borç bilirim. belli bir konuya ilişkin akıl yürütmelere yönelik tenkit, o akıl yürütmenin dayanıklılığını sınamak açısından son derece değerli. dolayısıyla akıl yürütmelerimin sağlamlığını göstermesi açısından her türlü tenkite müteşekkirim.

    ancak öte yandan değerli tenkitçimin , yazdıklarıma karşı çok daha kuvvetli argümanlarla gelebilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. o nedenle yazdıklarına mantık ve etik çerçevesinde bir yanıt vermem gerektiğini düşünener varsa kısa ve net ifade edeyim: ciddiye alınacak bir argüman bulamadığım ve üslup ve dil yönünden de oldukça eksik bulduğum bir yazı olmuş. benim dağarcığıma yeni bir şey katmadığı gibi verdiğim mantık yanlışlarını dahi tam anlamadan eleştirmeye kalkmış olduğunu da düşünüyorum. dolayısıyla verilecek cevapların hepsi yukarıdaki yazımın içindedir. ayrıca bir cevap vermeye gerek görmüyorum.

    sadece şunu ekleyebilirim, lordofarst, kurban konusunda yazdıklarımın, ahlak ve din kavramları arasındaki felsefi farklılığa örnek olarak yazıldığını da fark etmemiş olsa gerek. yine de kurban geleneği konusuna daha önce de kafa yormuş olduğumu bilmenizi isterim. konuyla ilgili yazdıklarım için (bkz: kurban/@andrew)

    sonraki edit:
    bu arada sözlükte "lordofarst" nickli bir yazar da bulunmuyor. sevgili moderator, söz konusu yazarın nick'ini biraz da ironik biçimde yanlış yazmış. doğrusu "lordofarts" olmalı.
    (bkz: buraya smiley koymak istiyorum)
  • bir itirafla başlamak istiyorum. bu yazıyı yazabilmemi sağlayan fikirlerin ilhamını veren caner taslaman'dır. kendisinin, bu başlığın konusu olan tartışma esnasında söyledikleri ufuk açıcı olmuştur.

    ancak tabii ki bu onun sayesinde oluşan bir aydınlanma olmadı. tersine caner taslaman'a rağmen oluşan bir aydınlanma söz konusu. bu sebeple kendisine bir minnet borcum bulunmadığını düşünüyorum.

    bazen, karşınızda mahir bir demagog olduğunda, onun tartışmayı istediği yöne çekip sizi, görmenizi istemediği çelişki ve mantık dışılıklardan uzak tutmasına ilk başta mani olamıyorsunuz. dolayısıyla caner bey'in de konuyu ifade ediş biçimi, araya gizlediği çelişkileri ilk bakışta fark etmenizi oldukça zorlaştırabiliyor. gerçi bu başlığa girdiğim ilk entry'de doğrudan dinleyiciyi yanıltma amacı güden fikir yürütmelerin bir kısmını doğrudan tespit edebildiğimi düşünüyorum. (bkz: #150733707)

    ama yine de özellikle kendisinin çok güçlü bulduğu, hassas ayarlar argümanı üzerinde tartışırken tamamen onun, dinleyiciyi çekmek istediği bulanık sulara kaymaktan ve tartışmayı onun istediği platformda ele almaktan kaçınamamışım. meseleyi dikkatli düşününce birden bir aydınlanma geldi. işte o ilhamla ikinci bir entry kaleme almak zaruri hale geldi.

    evet başlıyoruz:

    "burada merhaba ali nesin yazsaydı, siz bunu yazanı görmeseniz de türkçedeki bunun birleşiminden, bunun arkasında bilinç olduğuna inanır mıydınız, yoksa bu çok şaşırtıcı deyip arkasına bilinç olduğu kanaatini ifade etmez miydiniz?"

    taslaman, ali nesin'e böyle soruyor (cümle oldukça düşük ama harfine dokunmadığım için öyle)
    şimdi burada şu ifadeye dikkat edelim:
    "türkçedeki bunun birleşiminden"
    yani şimdi burada bir önkoşul oluştu: söz konusu yazının bilinçli bir tasarım olduğunu bilebilmek için yazıyı tanıyor olmamız gerekli.
    yani zihnimizde oluşan neden arayışı ve nedensellik ilişkisi önsel (a priori) olmayıp, deneysel (a posteriori) bir zemine dayanıyor. örneğin suya bakıp, tahtanın onda yüzeceğini ya da taşın batacağını suya bakarak onun insanı boğacağını, ya da ateşe bakarak onun insanı yakacağını çıkarsamak olası değildir. bunlar, ancak deneysel (a posteriori) olarak bilinen türden şeylerdir. peki ya deneylerimiz bizi yanıltıyor, zihnimiz, ön yargı dediğimiz şeyi, ortaya çıkarıp bize oyunlar oynuyorsa. bir tür çölde vaha görme durumuyla karşı karşı isek. çok istediğimiz, susadığımız cevapları aslında olmadığı yerde görüyorsak?

    taslaman'ın kumsala yazılı yazısını bu ihtimal ışığında farklı perspektiften baktığımız bir öyküye dönüştürelim:
    diyelim ki, siz, ben ve taslaman, tanımadığımız bir coğrafyada uzun bir yolculuğa çıkmış ve ormanlık arazide kaybolmuşuz. bulunduğumuz yeri tespit etmek ve uygarlığa geri dönmek için yüksek bir tepeye tırmanıp ufka bakıyoruz. ve orada insan yapısı olduğunu düşündüğümüz devasa kuleler görüyoruz. heyecanla tepeden aşağı inip, enerjimizi son damlasına kadar harcayarak, söz konusu kütlelere doğru ilerliyoruz. fakat yakınlaştıkça heyecanımızın yerini dev bir hayal kırıklığıı alıyor:
    zira uzaktan kule sandığımız oluşumlar, doğal bir erozyonla oluşmuş dev peri bacaları! dolayısıyla bizim bir mimari eser sandığımız, bilinçli bir tasarımın ürünüymüş gibi görünen varlıklar, aslında önceki deneyimlerimizin bizi yanlış yönlendirmesi sonucu yaptığımız hatalı çıkarımların bir sonucu olarak öyle görünmüşler!

    şimdi, bunun ışığında, çok sevdiği hassas ayarlar argümanı hakkında söylediklerine bakalım. harfi harfine şöyle diyor:
    "bizim güncel mantıkta kullandığımız mantığı buraya uyguladığımızda çok basit bir şekilde bu kadar bir amaca yönelik düşük olasılıklar gerçekleştirilmişse bunun arkasında bir hassas şekilde ayarlayan yani bilgisi yüksek, (çünkü bu hassas ayarları neye sebebiyet vereceğini biliyor) bütün evrende bunları gerçekleştirdiğine göre kudreti yüksek ve evrenin hammaddesini böyle uoluşturduğu için evrenin yaratıcısı olan bir güce bu argüman bizi götürüyor"
    bak ama ben de aynı mantığı uyguladım. tamamen yanıldığım ortaya çıktı!

    demek ki taslaman'ın yaptığı gibi gözemlediğimiz doğa olaylarının arkasında bir bilinç olduğundan her zaman onun emin olduğu kadar emin olmamalıyız! dolayısıyla verdiği örneğin de, buna dayanarak yaptığı çıkarımların da yanlışlanabileceğine ilişkin bir şüphemiz var artık! umarım ne demek istediğimi anladınız?

    ama taslaman'ın yanılgısı burada bitmiyor!
    yukarıdaki alıntıda da yine dikkatle okumamız gereken bir detay var! taslaman şöyle diyor:
    "bu kadar bir amaca yönelik düşük olasılıklar gerçekleştirilmişse"
    işte aslında hassas ayarlar argümanının en zayıf noktası burası!

    bu noktada taslaman'a hemen iki soru sormamız gerekmez mi?
    "evrenin var oluş amacı, yaşamı ortaya çıkarmak mıdır?"
    ben hemen cevaplayayım:
    bilmiyoruz arkadaşlar, kimse bilmiyor, taslaman'ın da bilmesi imkansız!!!

    ama ben size daha çarpıcı olanı henüz söylemedim!
    biz, yani insanoğlu, evrenin bir amacı olup olmadığını da bilmiyoruz ki zaten!

    şimdi siz, istiyorsanız inanç alanına dönüp, aklınızdaki bütün dini kalıpları buraya dökebilirsiniz. yaşama, yaradılışa, bunun sizdeki amaç ve anlamına dair istediğinizi düşünebilirsiniz. o alan serbest çünkü!

    ama ben size diyorum ki, bilim yoluyla tartışalım diyorsanız bunu bilimden beklemeyin. çünkü bilim ele aldığı konulara erekler, idealler, anlamlar yükleyemez. oysa taslaman'in yapmaya çalıştığı budur. dolayısı ile görüşleri bilimsel olmaktan çok uzaktır. kendisi de bilim insanı değildir. kendisini bilim insanı olarak tanıtmaya çalışması herşeyden önce kamuoyunu yanıltmaktır. çünkü herşeyden önce felsefe, bilim değildir. taslaman ise olsa olsa felsefecidir. (ki bu konuda da şüphelerim var, çünkü belli bir önermeyi doğrulamaya adanmış felsefe olmaz, buna ancak dogma denebilir ve akino'lu toma ile çağdaş değilseniz oldukça saçmalıyor olursunuz).

    felsefenin, bilimden farkı hem olguları hem de sosyal değerleri ele almasıdır. oysa bilim ancak olgularla veya ancak bir olgu olarak sosyal değerlerle ilgilenir (insan bilimleri veya sosyal bilimler); değerler, anlamlar, idealler, ve özellikle erekler böyle olmaları bakımından bilimin konusu olmazlar. hele fizik gibi bir pozitif bilim alanının konusu hiç olamazlar.
    işte taslaman, "bu kadar bir amaca yönelik düşük olasılıklar gerçekleştirilmişse" derken ifade etmeye çalıştığı şey
    ereksel rastlantıdır.

    hassas ayarlar argümanı bu sebeple yeni bir akıl yürütme de değildir aristo'dan beri var olan eski bir tarifin olsa olsa yeni bir sosa bulanmış halinden ibarettir. yaradılışçılarca başvurulan,
    "etrafımıza baktığımızda gördüğümüz herşeyin tasarlanmışçasına mükemmel uyum ve düzen içinde oluşundan, varlığın bir amacı olduğunun anlaşılabileceği ve tanrının varlığına bu çıkarımla ulaşılacağı" argümanının (bkz: the design argument) yeni bir versiyonudur. bu haliyle teleolojik (erekbilimsel) sonuçtan sebebe doğru bir argümandır.

    oysa bu türden bir akıl yürütme kolayca yanlışlanabilen bir nitelik taşır. bu yaklaşım basit olasılıkları sadece sonucuna bakarak mucize gibi gösteren bir şaşırtmaca içerir.

    yine taslaman gibi yapıp bir pratik örnek verelim:
    "ronaldo 30 metre öteden kaleyi hedefleyen bir şut çekiyor. top, kale direğinde patlayıp sahaya dönüyor. ronaldo'nun vuruşunun herhangi bir detayı (vuruş hızı, falsosu, rüzgar) en ufak bir farklılıkta olsaydı, top kale direğine çarpmazd. bu nedenle, topun 30 metre öteden gelip direkten dönme olasılığı son derece düşüktür. şimdi biz buna bakarak ronaldo'nun amacının topu direkten döndürmek olduğunu söylersek işte bu teleolojik (erekbilimsel) bir çıkarım olur. ama basitçe futboldan anlamadığımız anlamına gelecektir.

    nedensellikle ereksellik, çoğu zaman farkedilmeden ama bazen de taslaman örneğinde olduğu gibi kimi zaman bilinçli olarak birbiriyle karıştırılır. oysa nedensellik, önceki olayların sonraki olayları belirlemesi, ereksellik ise, bilinçli niyet ve amaçların davranışları belirlemesidir. bilim olaylarda öznel amaçlar aramaz, nesnel nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışır. bilimsel bakış açısıyla, ereksellik bağlamında, bilinçli insan eylemleri dışındaki her olay bir rastlantıdır. bu bilimin doğası gereği, evrene metodolojik naturalist yaklaşımının gereğidir.

    metodolojik natüralizm; bilimsel sürecin doğal neden ve doğal olaylar ile ilgili olması gerektiğini, doğaüstü gibi alanların bilime karıştırılmaması gerektiğini savunan, ontolojik/metafiziksel natüralizme (yani süper güçlerin gerçekten var olup olmadığına) dair tutumunuzun ne olduğuna bakmaksızın, bilim yaparken natüralizm gerçekmiş gibi hareket etmeyi temel alan felsefi bir tavırdır. bilim, bugün insanlığın pek çok sorununa çözüm bulabilecek duruma ulaşmışsa, taslaman'ın iddia ettiğinin tersine, bilim insanının, inançlı dahi olsa, izleyeceği metod açısından sıkı sıkıya sarıldığı bu natüralist yaklaşım sayesinde gerçekleşmiştir.

    eğer bilimin araştırma metodlarından ve kapsamından bağımsız olarak, evren'in doğaüstünden tamamen muaf olduğuna inanıyorsanız, yani hiçbir süpergüce (tanrılar, melekler, şeytanlar, cinler, hayaletler, vs.) inanmıyorsanız ve bunların mümkün olduğunu da düşünmüyorsanız, metafiziksel olarak da natüralistsiniz demektir. bu felsefe, ateizm ile çok benzerdir (kimine göre eş anlamlıdır).

    oysa bilimdeki natüralizmden söz ederken, (en azından büyük çoğunlukla) metodolojik natüralizmden söz edilmektedir; metafiziksel natüralizmden değil. bu ayrımı yapmak önemlidir; çünkü teist olsun veya olmasın, bilim insanlarının ezici çoğunluğunun metodolojik natüralizmi benimsediği ve hatta bunu, bilimin temel bir ilkesi olarak gördüğü söylenebilir.

    uzun lafın kısası, taslaman'ın hassas ayarlar argumanını ele alırken, en baştan "evrenin, bir amacı olduğu ve bu amacın da yaşamı ortaya çıkarmak olduğu" ön kabulunden hareket etmesi kabul edilemez. çünkü bu başlı başına bir iddiadır. ve ispata muhtaçtır. dikkat edilirse bu ereksellik, ancak evrenin "bilinçi bir tasarım" ürünü olmasına bağlı olabilir. bu da adı üzerinde "hassas ayar" yapan bir tanrının var olmasına bağlıdır. hop, döndük mü başa? yani taslaman yine döngüsel bir akıl yürütme yapmakta. varlığını ve amacını baştan kabul ettiği ve dayattığı bir tanrının, varlığına kanıt olarak onun hassas ayar yaptığını göstermektedir:
    "tanrı vardır, hassas ayar yapmıştır çünkü hassas ayar varsa tanrı da vardır" şeklinde bir akıl yürütme geçersizdir!

    buraya kadar tamamsa bundan ötesini de düşünmeye başlayabiliriz:
    diyebilirsiniz ki topu taça attın, biz ispatlayamıyoruz diye bizden evrenin bir yaradılış amacı olduğunu ve bunun yaşamı ortaya çıkarmak olduğunu inkar etmemizi bekliyorsun! (hayır, tam olarak öyle de demiyorum. ben sadece ön kabul -ya da önyargıyla- akıl yürütme olmaz diyorum ama) hadi gerçekten öyle bir an için öyle kabul edelim ve hassas ayar argümanını kendi iddialarına karşı nesnel olarak test edelim:

    şunu sormakla başlayalım:
    "bir sistemin, belli bir kıstası sağlamak için ince ayarının yapıldığına dair göstergeler neler olabilir?"
    o sistemin bir incelemesini yaparken şunları söyleyebilirim:

    - uygulanabilirlik ( sistemin kıstas alınan kabiliyeti maksimum çapta uygulanabilir olmalıdır)
    - öncelik (sistem, belirtilen yeteneğini tek veya açıkça en yüksek önceliği olarak destekler)
    - mimari (sistem altyapısının bu yetenekten başka bir amacı yoktur)
    - çatışmayı çözme (sistemin desteklemek için ince ayarı yapılanların üzerinde başka önceliği yoktur)

    şimdi taslaman'ın yaptığı gibi basite indirgeyerek örnekleyelim:
    bu tartışmalarda “hassas ayarlı evren” sözünü duyduğumda, bunun evrenimizdeki yaşamın gelişimi ve sürdürülmesi anlamında kullanıldığını varsayıyorum. o halde önce evrenin küçük bir modeli olarak ele alabileceğimiz bir ev düşünün. bir evin insan hayatını desteklemek "amacıyla" "hassas ayarlanmış" bir sistem olduğunu düşünerek bunu yukarıdaki kriterlere göre kontrol edelim:

    - uygulanabilirlik: bir ev, altyapı da dahil her bölümünde insan yaşamını destekler
    (örneğin, bir kişi bir evin hemen hemen tüm alanını doğrudan kullanabilir, ev ona barınak sağlar, onu doğanın zorlu koşullarından saklar)
    - öncelik: insan yaşamını desteklemek, bir evin tek önceliğidir ve rolü olmadığı anda, bu yeteneğe sahip değildir (örneğin, müzeye dönüştürülen bir ev artık yaşanabilir olarak imar edilmez).
    - mimari: hangi altyapı, doğrudan evdeki yaşamı desteklemesine izin vermeye ayrılmamıştır? (örneğin, su ve elektrik tesisatı, duvarlar, yalıtımlı tavanlar, bir çatı, vb.)
    - çatışma giderme: evin, insan yaşamıyla çelişen içsel işlevleri yoktur. iyi inşa edilmiş bir ev insan yaşamını tehdit edebilecek her türlü afete karşı önlem alınarak inşa edilmiştir.

    şimdi, aynı analizi aynı kriterlerle kullanalım. bakalım evrenimiz yaşam için ne kadar "hassas ayarlanmış"?

    - uygulanabilirlik: evren açıkça yaşama karşı agresif bir şekilde düşmandır. yapı taşlarının hepsi burada ama evrende yaşam bol değil. hayat evrende gerçekten nadirdir. birisi evreni yaşam için inşa ettiyse, evrendeki uzayın yalnızca yok olacak kadar küçük bir yüzdesinin konuksever olduğunu düşünürsek, kesinlikle çok kötü bir iş çıkarmış sayılmalıdır.

    - öncelik: yaşam kesinlikle evrenimizin önceliği değildir. bilakis, hayat bizim evrenimizde zar zor bir köşeye sıkıştırılmış bir dipnot gibi görünmektedir. dünya dışında yaşamın var olduğunu varsaymak eğlenceli ama buna dair bir kanıt göremiyoruz. bu kanıt eksikliği, yaşamın evrende bir öncelik olmadığını açıkça gösteriyor.

    - mimari: evren, yaşamı oluşturmak amacıyla tasarlanmış olsaydı daracık bir atmosfer kabuğuna sıkışmış yaşamak zorunda kalmazdık. düşünsenize 400 dönüme yayılmış bir arazi içinde 400 m2'lik bir eviniz var ama giriş holü dışında yaşamı desteklemiyor. bütün faaliyetiniz onunla kısıtlı. ona bitişik odaya ulaşmak için plan yapıyorsunuz ama o da soluk almanıza imkan vermeyecek ölümcül koşullar barındırıyor.

    - çatışmayı çözme: yetmez gibi, yeryüzündeki yaşam, depremler, volkanlar, yangınlar, sel baskınları, hatta dev gökcisimleri gibi yaşamı bir anda yok edebilecek türlü felaketle yüzleşmek durumunda

    evren bizim için ince ayarlanmışsa, neden onda hiç ama hiç güvende değiliz? evren, bizi seven bir tanrı tarafından bizim için ince ayar yapılmış bir evrende, bizim için yaratılmışsa, bu uçsuz bucaksız, kayıtsız uzayın neden yalnızca en küçük parçası bize konuksever geliyor? o küçücük adacıkta bile, kozmik çarpışmalar, gezegenimizin jeolojik gümbürtüleri, doğal felaketleri ve hatta kendi bedenimizin tehdidi altında birer küçük hayvancık gibi korku içinde yaşıyoruz?

    evrene hassas ayarlar yapılmışsa, neden devasa bir enerji açığımız var, neden hepimiz o enerjinin dağılımından eşit miktarda faydalanamıyoruz, neden kaynaklar bir zümrenin elinde, geri kalanlarımız ise sefalet içinde çilesini tamamlamaya ve hiç var olmamış gibi ölüp gitmeye mahkum yaşıyor? neden 13.8 yaşında bir evrende yaşama dair koşullar en erken 9 milyar yılda başlayabiliyor. ve neden var olsun diye ince ayar yapılmış insan yaşamı bu 13.8 milyar yılın içinde en iyi şartta sadece 80 sene sürüyor. neden yaşlanmak denen bir illet var?

    üzgünüm. bu evrenin, bizim için ince ayarlı olduğunu düşünmek, titanik'i batıran buzdağının, aslında yolcuların limonatası için buz küpleri sağlamak için var olduğunu düşünmeye benziyor.

    şimdi bir kötü sürprizle daha karşılaşmaya hazır olun?

    taslaman ve benzerleri size bir konuda daha gerçekte olmayanları söyleyip duruyor:
    taslaman'ın iddiası neydi?
    "evren, bir amaç için yaratılmıştır ve bu amaç yaşamı oluşturmaktır!" değil mi?
    oysa taslaman bunun böyle olduğuna tamamen kendisi karar vermiş görünüyor!
    çünkü tek tanrılı dinlerin hiç birinin kitabında evrenin yaradılış amacı yazmıyor!
    dünyada, teistlerin, evrenin yaratılış amacını araştırmak adına başvurdıkları üç kaynak var:
    bunlardan tevrat'ta tekvin (yaradılış) kısmının 1. bab'ında şöyle diyor:
    "başlangıçta allah gökleri ve yeri yarattı. ve yer ıssız ve boştu ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı ve allah'ın ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. ve allah dedi: ışık olsun ve ışık oldu. ve allah ışığın iyi olduğunu gördü ve allah ışığı karanlıklardan ayırdı. ve allah ışığa gündüz ve karanlığa gece dedi. ve akşam oldu ve sabah oldu"

    tevrat'ta daha sonra yerin, bitkilerin hayvanların nihayet insanın yaratılışı anlatılır. fakat bu yaratmanın nedeniyle ilgili bilgi verilmez. tevrat'a göre allah'ın kainatı yaratması bir sebebe binaen değil, salt dilemeyle ilgilidir. incil'de ve tefsirlerinde ise varlığın kuzunun (isa a.s.) hatırı için yaratıldığından bahsedilir.

    kur'an-ı kerim'de yaratılışın gayesine ilişkin çeşitli ayetler vardır. fakat bunlar, doğrudan doğruya yaratılışın nedeniyle ilgili değildir, belki sadece bize ipuçları verir nitelikte oldukları söylenebilir. zariyat suresi'nin 56. ayetinde insan ve cinlerin allah'a kulluk etmek için yaratıldıkları mesajı vardır:
    "ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım."

    bunun yanında kainatın rastgele yaratılmadığını bildiren ayetleri görürüz:

    "biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık."(enbiya, 21/16)

    "göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık."(sad, 38/27)

    "biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. biz onları ancak ve
    ancak gerektiği gibi yarattık, ama insanların çoğu bilmezler." (duhan, 38-39.)
    "biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. eğer dileseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun bir şekilde yapardık,ama yapmayız." (enbiya, 16-17.)
    yine bir kısım ayetlerde kainatın yaratılışındaki hikmetten bahsedilir:
    "biz gökleri, yeri ve her ikisinin arasında bulunanları gereğince (hak ile) yarattık." (hicr, 85.)
    "gökleri ve yeri gereğince yaratmıştır. doğrusu bunda inananlara bir ders vardır." (nahl, 3)
    "allah gökleri ve yeri gerektiği gibi yaratmıştır. doğrusu bunda inananlara bir ders vardır." (ankebut, 44.)
    "kendi kendilerine allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanlanı, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını düşünmezler mi?" (rum, 8.)
    "göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. bunun boşuna olduğu, inkar edenlerin
    sanısıdır. vay ateşe uğrayacak inkarcıların haline. (sa'd, 27.)
    "allah gökleri ve yeri gerçekle (hak ile) yaratmıştır." (casiye, 22.)
    "biz gökleri ve yeri ancak gerçek üzere ve belirli bir süre için yarattık." (ahkaf, 3.)
    "gökleri ve yeri gerektiği gibi yaratmıştır. size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. dönüş o'nadır." (tegabün, 3)

    görüldüğü üzere bu ayetlerde de kainatın niçin yaratıldığına ilişkin bize doğrudan bir bilgi verilmiş değil.
    islam düşünürleri de, "allah'ın kainati niçin yarattığı" konusunda bir fikir birliği içinde değillerdir. hakim görüş ise allah'ü teala'nın başka hiçbir neden aranmaksızın zatının gereği olarak yaratıcı olduğu yönündedir. allah teala'nın, zatının gereği olarak yaratıcı olduğu sabit olduğundan, onun yaratıcı olmaması da asla düşünülemez. buna göre de "niçin" diye sormak tamamen yersizdir. tıpkı "niçin muktedir oldu, niçin bildi?"diye sormak gibi.

    peki, taslaman'ı bu hatalı düşüncelere sevk eden ne:
    << iki olay arasında bir ilişki olmamasına rağmen bu olayların birbirleriyle ilişkilendirilmeleri durumuna psikolojide “yanılsamalı korelasyon” yanlış ilişkilendirme durumu denir. bir olay ve bir sonuç arasında yanlış bir ilişki kurmak anlamına gelen bu zihinsel davranış, önyargıların oluşmasına da sebep olur.birbirlerinin sebep ve sonucuymuş gibi görünen, ama aslında aralarında ya çok zayıf ya da hiçbir ilişki olmayan iki değişken arasında yanlış bir bağlantı kurmak çok kolaydır." >>

    << bazı şeyleri, birbirleriyle ilgileri olmamasına rağmen bağdaştırırız. bu yanlışa düştüğümüz zaman da bu bağlantıyı “kanıtlayacak” yer arar ve ilişkinin varlığını ispat etmeye çalışırız. >>

    sonuç:
    << yaşadıklarınızı birbirlerine sebep sonuç ilişkisi kurarak bağdaştırırken dikkatli olun; yanlış ilişkilendirme hatasına farkında varmadan pek çoğumuz düşüyoruz. bir genelleme yaptığınızı fark ettiğinizde bunu sorgulamaya çalışın. kurguladığınız ilişkilerin doğru olma ihtimalleri olsa da, unutmayın ki beklentilerinizin, önyargılarınızın ve duygularınızın etkisi altında kurulmuş ilişkiler de olabilirler. daha mantıklı düşünebilmek için, yaptığınız bağdaştırmaları her zaman sorgulamaya çalışın; özellikle beyninizin üzerinde çok düşünmeden yaptığı genellemelere dikkat edin. >>

    dipnot:
    sean carroll da hassas ayarlar argümanını çürüten karşı hipotezleri şöyle özetlemiş:
    - yaşamın hangi koşullar altında mümkün olduğunu bilmiyoruz.
    - evrenin gerçekten özellikle yaşam için mi ayarlandığını bilmiyoruz.
    - yaşam için ince ayar yapmak, ancak natüralizm kavramını kabul edersek söz konusu olabilir; zira teizmin tanrısı keyfi fiziksel koşullar altında yaşam yaratabilirdi.
    - ince ayarlar denilen özellikler, dinamik mekanizmalar veya geliştirilmiş olasılık kavramları ile açıklanabilir olabileceği yanlışlanmış değildir.
    - örneğin çoklu evren, tamamen uygulanabilir bir natüralist açıklamadır.
    - tanrı evreni yaşam için ince ayarlamışsa neden bu denli zor koşullar tasarladığının açıklaması yoktur.

    yorumlar
    gelen kutusu » @ausar
    carrol in argümanlari hassas ayarlar argümanıni çürütüyor demek biraz fazla bir iddia değil mi? en fazla argümanin doğru olma ihtimalini zayiflatabilir bu argümanlar, çürütmez.

    andrew -> ausar: kendisi debunking diye yazıp ben dr aceleyle motomot çevirince böyle olmuş.

    kaynakça:
    https://whyevolutionistrue.com/…g-argument-for-god/
    https://www.youtube.com/watch?v=0jdazttan-8
    https://dergipark.org.tr/…nload/article-file/482334
    https://dinimizislam.com/detay.asp?aid=3059
    https://dergipark.org.tr/…nload/article-file/188812
    https://openaccess.sirnak.edu.tr/…nce=1&isallowed=y
    https://www.lesswrong.com/…e-fallacies-of-teleology
    http://home.olemiss.edu/…n/fine tuning argument.pdf
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap