• dört kısımdan oluşan sait faik romanı .
  • türkçe derslerinde belgisiz sıfatları öğretirken vazgeçilmeyen örneklerdendir.
  • - şu kadını görüyor musun?
    - hangi kadını?
    - elleri cebinde yürüyen kadını...
    - evet.
    - sence nesi var?
    - bilmem.
    - sıkıntılı gibi gelmedi mi sana da?
    - anlamadım.
    - bence bir derdi var...
    - nasıl anladın buradan?
    - elleri cebinde ve ağır ağır yürüyor, bir de farkındaysan başı önüne eğik...
    - sıkıntı ve derdin izleri mi bunlar?
    - bana göre öyle.
    - ...
    - şu arkadan gelen adamı görüyor musun, sence o nasıl biri?
    - hızlı yürüyen ve yürürken kollarını savuran biri.
    - bana öfkeli geldi.
    - olabilir...
    - kadının "derdi" de olabilir, baksana ona yetişmek için yürüyor gibi...
    - sanmam, kadının ondan kaçar gibi bir hali yok, hatta hiçbir şeyden kaçan bir hali yok. baksana n'kadar ağır adımları.
    - adam yetişmek üzere...
    - ...
    - ...
    - başkaymış derdi.
    - dedim sana...
    - neydi acaba?
    - boşver.

    ......

    - şunlara bak, birbirlerini n'kadar çok sevdikleri her hallerinden belli oluyor...
    - sence en çok hangisi seviyor?
    - genel gelebilir ama kadın hep daha çok seviyormuş gibi gelir bana.
    - bu ikisi arasında daha çok seven erkek bence...
    - bunu nasıl anladın?
    - çok açık; kadın koşuyor, erkek kovalıyor...
    - açıktan ziyade çok düz bence, hem aralarında eğleniyorlar canım.. idrardan hastalık tahlili gibi, hareketten sevgi tahlillerin senin de...
    - e öyle ama.
    - nasıl öyle?
    - kadının korkusu yok koşarken ama erkek kaybetme korkusu taşıyor sanki içinde, baksana nasıl da koşuyor arkasından.
    - onlar birbirine aşık canım, ikisinde de vardır o korku.. kadının korkusu da erkeğin bir anda çekip gitmesi olabilir pekâlâ; baksana nasıl da dönüp, dönüp bakıyor arkasına...
    - olabilir...
    - senin böyle korkuların oldu mu hiç?
    - boşver.

    ......

    - çöpün yanında biri mi var?
    - evet.
    - kokudan da mı midesi bulanmıyor hiç?
    - açlık, tiksintiyi de kokuyu da akla getirmez.
    - sence bu adam açlıktan mı, alışkanlıktan mı karıştırıyor çöpü?
    - her ikisi de olabilir.
    - açlık ne zor şey değil mi?
    - tamahkârlık kadar zor ve kötü değil ama...
    - bu adamın ki açlıktan bence, baksana haline;
    - çöpten iyi malzeme çıkar bilirsin...
    - onu bilemem de, ben olmasam burası çöp ev olur ve millete iyi malzeme çıkardı herhalde.
    - hiçbir şeyi atmaya kıyamıyorum.
    - cisimlere kıyamıyorsun sadece...
    - bende her cism bir tine sahiptir.
    - tin de tin diyorsun yani?
    - 'hiç'bir şey demiyorum.
    - peki ya insanlar; onlar neye sahip?
    - boşver.
  • sait faik abasıyanık'ın semaver isimli hikaye kitabında bu isimle yer alan 'keyif kaçıran' bir hikaye.

    gecenin bir yarısı sıcak yatağının hayalini kurarak taksim tramvay durağında gelecek olan tramvayı bekleyen tuzu kuru izlenimini edindiğimiz ağabeyimizin kırık dökük bir görünüşe sahip sabahçı kahvesi müdavimi bir hamalla aralarında geçen kısa diyaloğu anlatır.

    ''burnum yastıkta, yorganım ağzım hizasında, kirpi gibi büzülmüşüm; dalmak üzereyim: bir şeyler, birtakım kuşlar tüylerini döküyor, bir ılık su damlıyor, içimi yıkayan bir çeşme var...'' gibi cümeleler kuran kişi kendisine birtakım insanları

    ''- ağabey, dedi, buradan bana benzer birtakım adamlar geçti mi?'' şeklinde tarif eden hamalın görüntüsü ve hali karşısında düşünsel anlamda da olsa rahatından oluyor ve sorgulamaya başlıyor:

    ''bana benzer adamlar... bütün insanlar birbirine aşağı yukarı benzemez mi? bana benzer adamlar ne demekti?
    ...
    bu adamın ne paltosu, ne şapkası ne de ayakkabıları vardı. buna mukabil sırtında mor pamukları yer yer, parça parça dökülen bir hırkası, belinde ipi, ayağında yazlık, tüy gibi pantalonu ve ayaklarında da yine iplerle bağlanmış çuvalı...''
  • sait faik'in istanbul'da geceleri sabahcı kahvelerde yatan gündüzleri hamallık yapan birtakım adamlardan bahsettiği hikaye. eğer sizde sabahlamışsanız istiklal caddesi'nde kışın hem de gidecek bir yer olmadığı için sokakta kalmışsanız daha iyi anlarsınız bu hikayeyi.
  • "yabancı bir yere ilk defa inip hiç lüzumsuz, manasız bir his duymadan, toprağa -varsa bir battaniye atıp- yıldız seyretmeden, memleket, sevgili, ıvır zıvır düşünmeden uyumak...

    belki böyle bir şey, iyi insanlara nasip oluyor. belki biz; zayıf, karışık, kötü insanlar, yabancı bir yerde ağlamaklı oluyoruz."
  • ”ah bu insan yüzleri ! her şeyimizi bağladığımız, durmadan yanıldığımız, istediğimiz kadar bol hasletler, adilikler, iyilikler, kötülükler, delilikler, akıllılıklar , sevdalar yüklediğimiz insan yüzleri !yanılsak da zararı yok. bu yüze olmazsa ötekisine yükleriz saydıklarımızı.
    yanılmamız muayyen bir insan içindir, insanlar için değil.
    o halde yanılmıyor sayılırız.”
  • "yalnız olgun berberlerde düşünmekle makas şıkırdatması arasında bir muvazene vardır. kötü berber düşünürken ya makas elinde donakalır; yahut da makas ahenksiz şıkırdar."
  • saif faik romanı. yine aynı lezzet. farklı hikayelerin birbirne misina ile tutturulması.

    "motorun sahibi sarhoş herifin biridir. insanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. biz, o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mahkumuz, mecburuz.

    böyle olacağı belli idi, dedi kendi kendine, insan denilen mahluk yalnız edemez. yalnız kalırsa ya aklına delilik, ya da fenalık gelir. bu işte çocukların kabahati yok; kabahatin büyüğü bende... insan etrafındaki ne olursa olsun, ne cife olursa olsun, insanlardan kaçmalı... "

    sözlerinden anladığım kadarıyla insanların kötülüğünü görüp; kaçmayı başaramayan, onları seven bir insan sait faik çünkü insan yalnız kalamaz. insanın içindeki iyi tarafı bulup bundan istifade etmeye mecbur mahkum görmüştür kurtuluş olarak da.

    kitaptaki bazı bölümler ve betimlemeler için link
hesabın var mı? giriş yap