• "yakup kadri karaosmanoğlu'nun belki romanlarımın bütün anahtarlarını verdiğim kitabım dediğ anamın kitabı onun en önemli yapıtlarından biridir. içindeki çocuğu dirilttiği bu kitabında yakup kadri, çocuklluk anılarından öte, bilinçaltına bir yolculuk yapma iddiasındadır. insanın alınyazısı çocukluğunda yazılmıştır ve hangi yaşa girerse girsin şuurunun altında daima çocuk kalışınını sebebi bundadır. diyen yazar, anamın kitabı'yla klasik romanın çok yaygın bir görüşünü, karakter kaderdir formülünü onaylıyor."

    tanıtım yazısından.
  • yakup kadri karaosmanoğlu'nun ilk baskısı varlık yayınları'ndan 1957'de yapılmış çocukluk anıları kitabı.

    [bunlar, bana nerde rastgelirse "şu gavura bak, şu gavura bak!" naralarıyla kaynaşmaya başlıyorlar; yerden taşlar toplıyarak üstüme atıyorlar veyahut hep bir ağızdan: "araboğlu, araboğlu, ayakları şam'a doğru," diye bir teranedir tutturuyorlardı.] yakup kadri karaosmanoğlu - anamın kitabı

    "çıngırakları keçilerin boyunlarına takın. çıraları da uçlarından tutuşturup boynuzlarına bağlayın. hepsini birden aşağı* doğru salıverin."

    "zira; mısır'daki evimizde kahve renkli habeş'inden kapkara berberi'sine kadar bu cins insanların her çeşidine alışmış bulunuyordum. hatta, bunlar arasında sudanlı lalamla kongolu veya tanganikalı dadım gibi candan sevdiğim kimseler de vardı ve şu hadiselerin olduğu tarihlerde ailemizin emektar arap halayıklarından biri de bize aşçılık etmekteydi."

    "ben şevket ağabeyin değil miyim? hani, mısır'da seninle nasıl saklanbaç oynardık."

    "zaten kızkardeşimle beni lefter* bacımın mangal başında durmadan ellerini kavurduğu karşıki odaya kapamışlardı. lakin ben, kah anahtar deliğinden, kah kapı aralığından tarassut halinde idim. (...) derken doktor yani, biraz evvelkinden daha kızgın, daha küskün bir tavırla dışarıya çıktı."

    "zavallı şahende hanım, o gece, bize, ne tatlı şeyler yedirmek istemedi; uykumuz gelsin diye ne masallar söylemedi."

    "lakin bu ev artık bizim bildiğimiz ev değildi, adeta bir gelgeçen hanı gibi kalabalıktı."

    "annesi de gitti mezara, babası da gitti mezara, kendi de gidecek mezara."

    "bir müddet dikkatle baktım: şalın üstünde bir de babamın ne vakit taktığını hiç hatırlamadığım, fakat daima duvarda asılı gördüğüm yaldızlı kılıç konmuştu ve bence herhangi bir duvar süsünden farklı olmayan kılıcın orada duruşu bu yatağa içindekileriyle beraber derlenip toplanmış bir eşya yığını halini veriyordu."

    "zira, küçük döğüşkenler kucaklarının arasında saklı duran türlü türlü yaralama aletlerini kullanmak fırsatına ancak mekteple ev arasındaki bu küçük azatlık devresinde kavuşabilirlerdi."

    [cüssesi kadar kalın sesi hemen kulaklarımızda uğuldamaya başlıyordu: "tek durun bakayım! yoksa canınızı yakarım!" ve biz titreyerek köşemize büzülüyorduk.]

    "sabahın ilk saatlerinden itibaren "avizolu" trenler izmir'den ve izmir'in demiryolu üzerindeki bütün liva ve kaza merkezlerinden buraya kadın erkek, çoluk çocuk binlerce kişiyi alıp getirmiştir."

    "mesir macunlarının asıl böyle itişe kakışa kapışılarak yenilmesi sevapmış."

    "burada, ninemi -yani büyükbabamın dördüncü haremini- boşuna yadetmiyorum. (...) çünkü ninemin sevgi, şefkat ve müsamaha mihverine girdiğim andan itibaren her arzu ve hevesimin, akla hayale sığmaz her fantezimin hemen yerine getirilmesine karşı bu dünyada imkansız diye bir şey kalmazdı."

    "bu kiraz yaylalarına çıkış ancak masal diliyle anlatılabilecek bir odise idi."

    "nihayet, bir acayip kafile halinde yola düzülürdük. babam önde bir lağar beygir sırtındadır. kızkardeşimle ben bir eşeğin üstüne yerleştirilmişizdir. katırlara birtakım çıkıntılar, sepetler ve şilteler yüklenmiştir. (...) annemle ninem ise -hala şaşar dururum- yanlarında, bizi yaylalarına davet eden yıldız bacım, onun kocası, oğlu ve kızı olduğu halde arkamızdan yürümektedirler."

    "bir müddet diyorum, kısa bir müddet diyecektim. zira, kirazı suda fazla bıraktınız mı ortasından çatlayıverirdi."

    [eski yunanlılar, -menfa'lar* yüzünden olacak- pınar başları tekin değildir derlerdi. ninemin de buna yakın bir sözü vardı: "güneş battıktan sonra sakın ne çeşme, ne pınar başlarına yaklaşmayın, çarpılırsınız" derdi.]

    "hatice'nin babasının hünerleri bu kadarla da kalmıyordu. manisa çocuklarına bayram trakalarının, kandil ve donanma hava fişeklerinin en alâsını da o yapıyordu."

    "yerde bir halka teşkil etmişler, tozun toprağın içinde kirli bir kemik parçasını yuvarlayıp durmaktadırlar. bana o kadar manasız görünen bu oyuna* o kadar dalmışlardır ki, ayak sesimi bile duymazlar ve bir kenarda kendilerini seyretmekte olduğumun neden sonra farkına varırlardı."

    ["köpoğlu köpek, görmüyon mu? üç kere oturttum aşığı kıçının üstüne." koca koca bakır mangırları sımsıkı avucunda tutup vermek istemiyen çocuk boş kalan eliyle çirkin bir işaret yaparak: "nah alır mısın?" diye bağırınca öbürü var kuvvetiyle üstüne atılırdı.]

    "çırılçıplak avlumuzun tek bezgisi o hakir ve mütevazi çiçeklerin benim gözümde herhangi bir canlı mahluktan farkı yoktu."

    [fakat, ekini belli etmemeye çalışarak ve zorla gülmeye çabalıyarak: "ne var bundan korkacak? ötüyor işte, o da allah'ın yarattığı bütün kuşlar gibi..." derdi.]

    "hele okula varınca zaten asık suratlı hocaların oruç keyfiyle adeta zebanileştikleri ve ihtiyar bevvabın [kapıcının] aynı sebeple bir moloh heykeli haline girdiği de hesaba katılacak olursa o zavallı çocuğun çektiği azab tasavvuru büsbütün güç bir melodram mahiyetini alır, sanırım."

    "(vaiz, karşısında bin kişi de olsa dinleyenlerine daima 'sen' diye hitab ederdi.)"

    "sağ elini cübbesinin sol yenine, sol elini sağ yenine sokarak başı önüne eğik, gözleri yere dikili öyle bir ağır ağır, adım adım yürüyüşü vardı onun manisa sokaklarında!"

    "lakin, o testere sesleri birtakım korkunç ulumalarla karışmağa ve zikircilerden bazıları tımarhanede gördüğüm delilerin atlayış ve hoplayışlarını andıran bozuk düzen birtakım hareketlerle saflarından fırlayıp şeyhin üstüne yürümeğe başlar başlamaz bütün iradem gider, ne edip ne işleyeceğimi bilmez bir hale girerdim."

    "havaya el bombası şeklinde birtakım demir topuzlar fırlatıyorlar ve çıplak göğüslerini, bunların ortasındaki uzun, ince millere hedef tutuyorlardı."

    "bu trok muamelesinde, kendi malı için daima üste para isterdi." yakup kadri karaosmanoğlu - anamın kitabı
hesabın var mı? giriş yap