• (bkz: sizinti)
  • tuz oranı farklı olan iki denizi ayıran boğazlarda doğal su hareketlerinden biridir. istanbul boğazında yerel olarak akıntının yönünün değiştiği bölgeler bulunsa da global anlamda iki büyük akıntı oluşur. yüzeydeki akıntı daha az tuzlu ve hafif olan karadeniz suyunu, dipteki ters akıntı ise daha ağır ve tuzlu olan marmara denizi suyunu kapsar
  • (bkz: asagi suyu) (bkz: kanal)
  • kulaktan geldiğinde orta kulak enfeksiyonu anlamına gelebilir. vakit geçirmeden doktorunuza başvurun.
  • bunca yasamda ve olume bunca yakin,
    o yuzden hesaplasamiyorum kimseyle,
    koparip aliyorum yeryuzunden kendi payimi;

    sapliyorum yesil hanceri yureginin ortasina
    atlas okyanusunun, kendi sularimda boguluyorum.

    tarcin kokusu yukseliyor catilardaki kuslarla!
    katilim olan zamanla yalniz basimayim.
    esrikliklere ve maviliklere siginiyoruz.

    ingeborg bachmann*
  • "bir akıntıdayız ikimiz
    sonsuz...
    burada göçmüş insanların zamanları
    belirdi kendiliğinden
    toz olan takvimlerinden onursuz.
    şimdi mavi, masmavi bir kuş
    uçup süzülüyor kuşça
    benim arsız
    azdıkça azan saydam fanusumda.
    sen geldin ve ardında
    bıraktığın küçük gölgen
    süzülüyor tenimin ayrıntılarında.

    üşüyerek geçirilmiş
    sağlıksız ve soğuk günleri çocukluğun
    nahif bir titremeye bırakıyor
    yerini ansızın
    bir damla su
    ve buharlaştırmanın heyecanıyla
    kudurgan tabiatlı ateşler kaynaşıyor
    yüzümde
    sen çok zamanında geldin
    dallarım kırılıyordu durmadan
    geçmişin kırıntıları
    korkutuyordu takvimimi.

    bir akıntıdayız ikimiz
    yüzümüzden belli."
  • ben akıntısevmem, kokuntu bir şey değil. (oysa tersi daha geçerli.)

    "erimiş bir maden akıntısına ve kimyasal ayrımlardan oluşan, renkleri, beynin lobları arasındaki kılcal damarlar gibi dünyanın bağrında dolaşan binlerce ırmağa kapılıp hiçbir acı duymadan sürüklendiğimi hissettim. akıyordu hepsi, gidip geliyor, titreşiyorlardı ve bu akıntılar, molekül halindeki canlı ruhlardan oluşmuştu ve salt, yolculuğun hızı yüzünden, bu ruhları göremiyormuşum gibi bir duygu içindeydim." gerard de nerval - les filles du feu (rüya ve yaşam öyküsü)

    (bkz: ters akıntı/@ibisile)
    (bkz: panta rhei), logorrhea, lökore, her şey akar
    (bkz: seyelan)
  • seni görünce dilim nasıl yerçekiminden kurtuluyor da sağa ve sola yalpalıyor izliyorum. her duyduğun kelime bir taş, döküldükçe basılıyor bağrıma. omuzlarına konduruyorum da yere taşan parçacıkları seyrederken, daralıyorum. ben sana esiyorum. taştan taşa, kayadan kayaya çarpıp sesler çıkartarak, köpürerek coşkun biçimde akıyorum. yayılan her bir ses vücudunda diriliyormuşçasına, sana saplanıyorum. sende dolaşıyorum bende saklan. bana üflen. kıyıya vur, bana çık, dolan vesaire, sar. maddenin tabiatı içimizde oyuk var. vesaire. gücendikçe ben. sana esiyorum.
  • belli yerlerde kendisini hissettirir o an paniklememek lazım.

    iyi bir yüzücü değilim, hatta yüzmeyi teknik olarak bilmem. bilmem ama açılırm, açıldıkça deniz seni sağlam kaldırır. yeter ki panikleme.

    yeter yordum diye kıyıya giderken, bir akıntı yakaladı beni, paniklemedim zira kıyıya çok yakındı. akıntı beni sürüklerken hafif hafif, sinama gibi kıyıdakilerini izledim; çocuklarına bağıranlar, anneler, dedeler, karpuz dilimleyenler hepsi gözümün önünden film şeridi gibi aktı, sonra "müsait bir yerde" inip yerime yürüdüm bir süre.

    akıntı iyidir, akışına bıraktıkça.
hesabın var mı? giriş yap