• feyza perinçek ve nursel duruel tarafından hazırlanmış, binbir yüzden oluşan bir cemal süreya portresi.. şairi sevenlerin, onu daha yakından tanımak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.

    -bir doğum günü bile yok. babası bin yıl önce ölmüş, annesinin bir resmi bile kalmamış. ama şairliği ondan miras. şiir duygusu annesinden dinlediği halk hikayelerinde uyanmış ilk kez; ateş kerem, tutuş kerem, yan kerem. bir yük vagonunda açmış gözlerini. ilk şair adını 13 yaşında bir dağın tepesinde çadır bekçiliği yaparken bulmuş: cemalettin süreyya seber. koza fabrikasında, parasız yatılıda, esma’nın zulmünde, kardeşlerinin hasretinde birikmiş dizeler.
    ilk şiirin sancısı bir yıl sürmüş. 55 yaşına geldiğinde hala karar verememiş şair mi, değil mi? ondan söz açılmışken hemen herkesin dile getirdiği bir gözlem var: “cemal süreya kendisinden söz etmezdi.” oysa ilk şiirlerinden başlayarak, ne çok ipucu veriyor kendisine, hayata dair. elinizdeki kitap, cemal süreya ile okurunu başka bir bağlamda yeniden buluşturuyor. hayatıyla şiiri arasındaki sımsıkı örgünün ilmeklerini sökmeye çalıştıkça, onu tanıdıkça şiirlerini daha mı çok seviyor insan?
    “şairin hayatı şiire dahil” sözü belki de en çok kendi hayatında doğrulanıyor cemal süreya’nın.-*
  • cemal süreya'nın 1993 tarihli köşe yazısının başlığı.

    "şiirlerinde kendi adlarını geçiren şairlere eskiden daha sık rastlardık. orhan veli, cahit sıtkı, ziya osman böyleydi. cahit külebi ne çok severdi adını! ilhan berk de ayrı bir şiir kaynağı gibi görürdü kendininkini. hele bir dönemde kimlik cüzdanındaki bilgileri olduğu gibi şiire aktarmak bir içtenlik belirtisi sayılırdı. ümit yaşar gibi şiirinde kendine yergiler yağdıranlar da vardı. melih cevdet'in bir grup fotoğrafını anlatan şiirinde, s.aldanır aynı fotoğraftan çıkış yaparak yine şiirle karşılık vermişti. şair, kendinden, kendi küçük çevresinden, daha çok oradan bakıyordu dünyaya. türkan'dı, sevim'di, güler'di, güzin'di (salah birsel'inki). 'son yolcunun adı attila ilhan'dı.'

    içtenlik dedim demin, gerçekten de şiire bir içtenlik kazandırıyordu bu.

    her sanatta otobiyografi ögelerinin yeri büyük. ama, sanırım, en çok da şiir sanatında. bir şair hiçbir zaman, söz gelimi bir romancı kadar gözlemci olamıyor. bugün o adlar, o fotoğraflar şiirden çıkıp gelmiş de olsa; kimi sanatçıda sokağın yerini coğrafya, evin yerini tarih almış gibi de olsa, temeldeki yönseme değişmiş değil. özel isimler, cins isimler yer değiştirmiş sadece. turgut uyar penceredeki saksıyı okşayacak, edip cansever masadaki heykelciği eline alacak... şairler yine çoğunlukla kendilerini anlatıyorlar. her şiirde, olduğu gibi hayatlarını anlatanlar da az değil.

    burada hemen akla zorlu bir soru geliyor: yazmak, söz almak değil de, sözü almak demekse, olur mu böyle şey? bence olur, ama belli bir koşulla. o koşul şu: şair kendini anlatırken çağını, çevresini, toplumunu da şiire dökebilmelidir. o zaman kişisel ögeler bireyin parçalarına dönüşebiliyor.

    aslında başka şey söyleyecektim. şairin hayatının, şiirsel yazgısında da, yani toplumca kendisine verilecek yerde de büyük payı oluyor. yalnız şiirine koyduğu hayatı değil, bütün yapıtı (elbet bilinen hayatı). ahmet muhip dranas'ın, fahriye abla'yı şaka olsun, biraz da mizah olsun diye yazdığını öğrenince o şiir biraz sarsılmıştı bende. dağlarca'nın geçen yıl bir yarışmaya katılması da, on yıl kadar önce devrim dergisinde yayımladığı bazı şiirleri zedeledi.

    madame hanska daha çok balzac araştırmacıları için önemlidir. ama şiir okurun gözünde piraye'nin kendisi de her zaman önemli. şiir okuru, şairin, yapıtına yansımamış hayat bölümünü de o yapıtın bir parçası sayıyor. neyzen tevfik'in şiirini sevenleri düşünelim. neyzen içkici biri; uyuşturucu da kullanırmış. bir an onun tayyar altıkulaç gibi bir adam olduğunun yeni öğrenildiğini varsayalım; sevenleri, sevecekler midir yine o şiiri? eskisi kadar sevecekler mi? şairin hayatı derken, yüce bir hayattan söz etmediğimi açıklamak için verdim neyzen örneğini.

    otobiyografi şiire dahildir.

    rimbaud, 'esrik gemi'yi daha deniz görmeden yazmış. buna ne diyeceğiz? sanırım, durumu kavrayan bir soru olmadı. günümüzde olsa rimbaud'yu asıl 'esir ticareti' yapmış olması sarsardı. ama yahya kemal'in, ispanya'da krallık devrilir devrilmez, büyükelçi olarak bulunduğu madrid'den kaçması onun sadece kralcı olduğunu mu göstermiştir?

    otobiyografi ve roman. daha önce de bir yerde yazdım, yineleyeceğim: her hayat roman olarak anlatılabilir. burada da iki koşul olduğu kanısındayım. ya hiçbir şeyi saklamadan yazacaksın, ya da her şeyi ortaya döküp ayıklamayı çok iyi yapacaksın. birincisi çok büyük bir çalışmayı gerektirir; daha önemlisi, çok büyük bir cesaret ister. örneğine rastlayamadım. ne var ki füsun erbulak'ın, kitapta, altan'la evlenene dek geçen süre içinde yalnız kendini anlatıyor da, ondan sonra yalnız başkalarını anlatma yolunu yeğliyor.

    ikinci yolun güzel bir örneğini vedat türkali vermişti.

    bir de şu: her hayat roman olarak anlatılabilir; ama bir hayattan on roman da çıkmaz. bizde çıkaranlar var. naif ressamlara benzetiyorum onları. sahteleri, gerçeklerinden fazla.

    dönelim şiire. rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu genç yaşta ölmüş iki şair. ortaya eksik bir yapıt bile koymuş sayılmazlar. iki üç güzel şiirleri var. onlar da kendi yaşıtları olan bugünkü büyük ustaların o sırada yazdıklarının yanında bir şey değil. yine de, açın seçkileri, hep rastlarsınız onlara. kuşaktaşlarının, vefa ve dayanışma anlayışının, yanısıra, bir başka nedeni daha yok mu bunun? ikisi de şiirleriyle hayatlarını, daha doğrusu ölümlerini, bir arada götürmüş. buna karşılık, başlangıçta daha kapsamlı bir şiir girişimi içinde görünen faik baysal, belki de şiirini hayatıyla hiç kanıtlayamadığından, vefatının ve dayanışmanın da işlemeyeceği bir sessizlik içinde şimdi.

    hayat, hayat... gelgelelim hayatın okuru tam ilgilendirmesi için, şiirin de bir noktaya gelmiş olması gerekir. rüştü onur'un da, muzaffer tayyip uslu'nun da bir süre sonra yeni seçkilerde yerlerini başkalarına bırakacaklarını sanıyorum. sabri altınel, günel altıntaş, ahmet ada, abdülkadir bulut, ismail uyaroğlu, veysel çolak, ali cengizkan, ahmet erhan daha mı az şair onlardan? daha başkalarından?

    yeni bir seçki öneriyorum."*

    cemal süreya
hesabın var mı? giriş yap