• size bir mahalle apartmanı üzerinden türkiye masalı anlatmak istiyorum. yaşananlar tamamen gerçektir.

    2001 yılında taşındık bu semte, ilçe beyoğlu. 2002'de akp'nin kazandığı seçimlerde mahalledeki sevinç ve coşkuyu hala unutamam; daha çocuktum, atv ekranında sanırım erdoğan canlı yayındaydı, babam salona girdi, sonuçlara baktı "şimdi boku yedik" dedi.

    bu apartmanda bir dükkan, 11 daire var. biz apartmanın zemin katına taşınmıştık o zamanlar 80-100 lira kira ödüyorduk, ertesi sene 2. kat boşalınca 160 liraya oraya çıkmıştık. apartmanda bir nalbur var ve sahipleri beyoğlu belediyesi ile yakın ilişkiler içerisindeler, iktidara da bunlar gelince bir anda işler açılıverdi ve yarı müteahhit yarı nalbur işleri bir hayli büyüttüler. apartmanın yanında bir açık otopark var. biz taşındığımızda otoparkta 2 tane otomobil vardı, o da nalburun dandik, eski bir aracı ve karşı komşunun şirket aracı.

    bu apartmanda biz dahil 6-7 daire rizeli diğerleri karışık. bizim daire hariç diğer bütün hepsi ağır ak partili. 2 daire gülenci/akpli, bir daire modern ak partili. babam o zamanlar bir çaycı işletiyor mahallede ama içinde ufak tefek yemek var ayrıca bira satışı da yapılıyor, ben de okuldan sonra gidip arada yardım ederdim. apartmanın en fukara ve tek chpli ailesi bizdik. kiracı olan 2 daire vardı biri de bizdik.

    neyse zaten uzun bir entry olacak, daha da uzatmadan asıl mevzuya geleyim. dediğim gibi apartmanın işleri seçimlerden sonra büyük bir ivme ile açıldı, mahallede yeni binalar yapılıyor, gecekondular yıkılıyor yeni binalar yükseliyor, otomobil sayıları gün geçtikçe artıyor, top oynayacak alan kalmıyordu. sokakta arkadaşlarımın anneleri bir bir türbana giriyor ve ben bu duruma pek anlam veremiyordum. zaten muhafazakar bir mahalleydi ve türbanlı sayısı istanbul ortalamasının üstündeydi ama o dakikaya kadar türban takmayan ev hanımları da türbana girmeye başlamışlar, eşleri de orada burada işlere girmeye başlamışlardı.

    bizim apartmana dönecek olursak, apartmanın ilk bilgisayarı bu yıllarda karşı komşumuza, sonra diğer akpli ailelere geldi. otoparktaki araç sayısı bir anda 4'e sonra 6'ya, 8'e çıktı. nalbur sahibi kardeşlerin totalde 4 aracı olmuştu. apartman terasında ramazan ziyafetleri veriliyor, haliç manzarası eşliğinde zenginleşiliyordu. seçim öncesinde orta sınıf bile sayılamayacak bu aileler, birden yatlar katlar satın almaya başladılar. mahalle marangozu olan adamın bile bir bmw bir de mercedes aracı vardı, araçlardan biri marangozun önünde biri bizim otoparkta duruyordu.

    gel zaman git zaman apartman piknikleri düzenlenmeye başlandı, akplilerin eşleri de ehliyet aldılar birer araba da onların altına çekildi, akşamları atlayıp dondurma yemeye gidiyorlardı. böyle anlatıyorum ama biz de gayet içli dışlıydık gayet samimi bir apartman ortamı vardı. her aktiviteyi beraber yapardık tabi onların arabalarıyla.

    gülen sempatizanı olanlar biraz daha geleneksel yaşıyorlardı, apartmanın en muhafazakarları onlardı, bu süreçte uzamadılar ama 2014'den sonra iyice kısaldılar, işlerinden oldular vs.

    2014'lere gelirken apartmanda işler bir hayli kötü gitmeye başladı. ihaleler iyice suyunu çekti, otoparktan bir kaç araba eksildi, kardeşlerden biri dairesini sattı borç kapattı. müteahhitler bir anda tesisatçı oldu. feci bir düşüş yaşanıyordu. apartmanda 3 tane zaman abonesi varken bu sayı bir anda 0'a düştü. bu arada ben tabi üniversiteyi bitirmek üzereydim, annem 1-2 yıl önce çalışmaya başlamıştı. babam da yıllar önce artık alkol satılmasına izin verilmediği için ayrıldığı işyerinden sonra düzenli olarak bir yerde tutunamadı ama öyle kardeşleriyle falan iş yapa yapa bir şekilde emekli oldu.

    son durum nedir diye sorarsanız. apartmanda kiracı sayısı 2 iken 4-5'e çıktı. otoparkta şuanda 4 araç var, bir tanesi bizim. abartıyorsun diyeceksiniz ama abartmıyorum, 4 akpli istikrarlı olarak karılarını aldatmaya başlamışlardı, birinin boşanması direkten döndü, ötekisi boşandı gitti. 2 araba 2 dairesi olan hepsini sattı şimdi küçük bir büfe işletiyor, borç içinde. marangozun da sadece tahta taşıdığı bir kamyoneti var. nalburlardan biri rize'de bahçe işleri ile uğraşıyor, borç ödüyor. gülenciler borç altına girmedikleri için ve zaten 2 daireleri babadan kaldığı için sıradan bir hayat yaşıyorlar.

    her seçim öncesi ve sonrası harıl harıl parti için çalışan, apartmana devasa erdoğan posteri asan adamlar artık seçim dönemi memleketten dönüp oy bile kullanmıyorlar. bir tanesinin elektrik ve suyu borçlardan dolayı mühürlü ama bir şekilde kaçak kullanmaya devam ediyor. bizimkiler de emekli oldular, memlekette yaptıkları bir kaç iş ile güzel para kazandılar. borçları yok, ev almayı planlıyorlar. apartmanda durumu en iyi olanlar da şuan onlar sayılır.

    2002 yılına kadar, kendi halinde, borçsuz harçsız takılıp işine gücüne bakan aileler bir anda borç, zenginlik, aldatma batağına girdiler, kimisi bu bataktan çıkamadı, kimi de 2020 yılına devasa borçlarla ve evini arabasını kaybederek girdi.

    türkiye'den gelip geçen ve insanların yarınlarını satarak yaşadıkları ama iktidara bir düzine seçim kazandıran zenginlik işte buydu.

    çok daha detaylı anlatırdım, bu apartmanda hikaye bitmez ama size bir apartman üzerinden türkiye hikayesi yazdık işte. uzun oldu, okunmayacak gibiyse söyleyin özet geçelim.
  • öyle böyle değil durum.

    45 yaşındayım . ben burdaki gençlerin çoğunun görmediği krizleri gördüm 1994 , 2001 . 2007ama böyle bir kriz hiç ama hiç görmedim.

    ak kafalara sorarsanız size 2001 krizini anlatırlar yakın zamanda yaşanmış en büyük kriz olarak . 2001 kötüydü ama bu krizin tırnağı bile olamazdı. 2001 de insanlar kalmadı ulan.

    evet kriz vardı ama o krizin en çok vurduğu adamın sofrasında et de süt de tereyağ da tavuk da peynir de sucuk da kuruyemiş de domates de meyve de olurdu .

    bugün mü

    bugün yumurtanın koli fiyatı uçmuş gitmiş , süt e her allahın günü zam geliyor , sıvı yağ el yakıyor , allahın peynir kalıplarının üstüne alarm takacaklar nerdeyse ,kaşar o bildiğiniz kaşar '' lüks tüketim malzemesi olmuş haftada iki kahvaltıda bol kaşarlı tost yemek zengin işi , az buçuk yenilesi etin ve et ürünlerinin fiyatı delirmiş zaten. çocukların en sevdiği yemekler listesinde olan '' köfte _patates'' i hayatında doya doya yememiş 10 yaşının altında yüzbinlerce çocuk yoksa bu ülkede allah belamı versin . yahu 100 gr lık tereyağı paketi çıkarmışlar nestle çikolatalarına benziyor tereyağı bu ya . anadolu bunun ana vatanı sayılır

    domates , biber, sebze ve meyve zaten ateş pahası.

    eskiden iki alışveriş arabasını temel gıdalar başta ağzına kadar doldurduğunuzda kasada 250 lira öderdiniz. bugün bi marketin kapısından girin üç beş anlamsız şey alın . 2 poşeti zor dolduracak şey 250 lira.

    pes.

    yeter yeminle yazık.

    bi de utanmadan arlanmadan 2023 (!) filan diyorlar. ne 2023 ü. bu zor kış biter ve akp en geç haziran 2021 de halkın önüne gelecek sandıkla ağlaya ağlaya gider . inanmayan trump piçinin sonuna baksın.

    boktan milka çikolata yedi liraya dayanır mı lan . insaf
  • 1* ekonomik krizin bütünü hakkında en son 2017 haziran ayında, 2018 ekonomik krizi başlığı altına uzun bir entry yazmıştım. bu entry çok tutmuş, favorilere alınmış, sosyal medyada paylaşılmıştı. sonrasında birçok insan mesaj attı "yenisi ne zaman gelecek" diye. ancak problemler makroydu, öyle 3-5 ay sonra değişen problemlerden ziyade, küresel ve yapısal problemlerimiz vardı. ülkemizde de özellikle başkanlık sistemine geçilerek şahsi kanaatime göre en büyük yapısal hata yapıldı. bu ülkede benim kanaatimce üç büyük siyasi hatadan birisi türk tipi başkanlık sistemine geçilmesidir**. böylece kararlar ortak aklın ürünü olmaktan çıkıp, bir kuruluşa -cumhurbaşkanlığı'na- bağlandı. bu bir siyasi akım aleyhine söylenen bir söz değil kesinlikle, çünkü dünyada benzer popülist ve devletçi akımların etkisi altında bir siyasi hareket izliyoruz. bu da benzer vaziyetlerin tüm dünyadaki ülkelerde gerçekleşmesine sebebiyet veriyor elbette. trump, bojo, xi jinping, putin, bolsonaro, rte'nin hepsinin ortaya çıkması bence tesadüf değil. siyasi akımları, hukuku ve ekonomiyi artık birbirinden ayırarak analiz yapamayız. hepsini birlikte irdelememiz gerek. küreselleşmenin etkilerinden biri de belki bu oldu diyebiliriz böylece. yukarıda makrodan kast ettiğim de aslında bu. hepsi iç içe girmiş bir problemler yumağıyla cebelleşiyor insanlık.

    2* yukarıda da bahsi geçen (bkz: 2018 ekonomik krizi/@dragonlady) entry'mden yaklaşık 1 sene geçtikten sonra (entry 2017 yılında yazılmıştı), yani 2018 ağustos'unda gerçekten de kur krizi yaşadık. usd/try 7,20'leri gördü, enflasyon fırladı, bilançolar tahrip oldu, işsizlik arttı, büyüme düştü. yani özetle fakirleştik. geçenlerde bu entry'yi tekrar okudum. ne güzel yazmışım dedim kendi kendime. entry'nin genel analizi yanı sıra, iki önemli noktası çarpıcı: birincisi hukuk devleti ilkesinden verdiğimiz ödün, ikincisi ise ileriki tarihlerde yaşanacak seçimler için ihtiyati uyarı...

    3* bu entry'ye geçmeden önce yukarıdaki bkz'de bulunan entry'nin okunmasının çok yararlı olacağına inanıyorum. şöyle arkaya bir de downtown jazzhop koyduk mu, corona günlerinde ruhumuzu da dinlendirerek okumaları yapabiliriz.

    *

    4* yukarıdakilerin ardından günümüzün tahliline geçmek gerekir lafı uzatmadan. özellikle burada yaşı kemale ermiş ekonomistlerin ve yeni jenerasyon üstat ekonomistlerin ne dedikleri çok önemli. bir korkut boratav, bir asaf savaş akat, bir ege cansen, bir mahfi eğilmez, özellikle istihdam incelemelerinde bir seyfettin gürsel, harika analizleriyle bir şant manukyan, ezelden beri küreselleşmenin çökeceğini ileri süren bir uğur civelek, ayrıca memleketimizin her biri bir rol modeli sayılabilecek ekonomist kadınlarından bir gizem öztok altınsaç, bir selva demiralp, bir zümrüt imamoğlu; yurtdışında nouriel roubini, ben bernanke, daron acemoğlu, paul krugman, dani rodrik gibi ekonomistleri takip etmeli. özetle söylenen, benim çıkarımıma göre, bugünkü krizin geçmiş krizlerin hepsinden farklı olduğudur. ortak bir konsensusa yönelik kesin bilgi yok çünkü ilk defa karşılaşılan bir kriz bu, zemin kaygan. daha da ileri gitmek gerekirse, 2008 abd mortgage krizini önceden görüp uyarılarını yapan new york university ekonomisti nouriel roubini, 24 mart 2020'deki yazısına 'a greater depression?'* ismini vermesi de tesadüf değil. bilindiği üzere 1929 ekonomik buhranına ingilizce'de 'the great depression', yani büyük buhran deniyor. bugünkü kriz için, acaba daha mı büyük bir buhran olup olmadığı tartışmaya açılıyor. tartışmaya açan sidikli ekşici tayfa değil, bütün dünyanın saygı gösterdiği bir ekonomist. sadece o da değil, beraberinde başkaları da var...

    5* peki neden daha büyük bir buhranla karşı karşıyayız? çünkü bir tünele girdik ve sonunu göremiyoruz. sebebi en özet budur. nerede bitecek, ne zaman düzelecek, nasıl düzelecek, düzeldikten sonra ne olacak? bütün bu soruların hepsi yanıtsız. yanıtsız çünkü daha önce böyle bir krizle karşılaşılmadı. peki bugünkü krizin özelliği nedir diye soracak olursanız, arz ile talebin birlikte çöküşü diyebiliriz. arz, piyasaya sunulan mal ve hizmet, talep ise bizim bu mal ve hizmeti tüketmemiz. tüketemiyoruz çünkü evde kalıp hastalığın yayılmasını önlemeliyiz. evde kaldığımız için mal ve hizmet satılamadığından üretim yapılması da anlamsız olduğu gibi, üretim fasilitesine de işçinin erişmesi mümkün değil çünkü virüs yayılmasın diye herkes evde oturmak zorunda. dolayısıyla krizin sebebi görüntüde covid-19 gibi dursa da, bu aslında sadece buzdağının görünen yüzü. bardağı taşıran son damla.

    6* küresel bir dünyada yaşıyoruz. yaşadığımız bu küresel dünyada, mahfi eğilmez'in belirttiği gibi, bir tıkla, milyonlarca, milyarlarca dolar dünyanın öbür ucuna gidebiliyor. böyle bir şey 100 sene önce mümkün değildi. o nedenle 1929 büyük buhranı, günümüzdeki kadar yıkıcı olamazdı. çünkü günümüz tedarik zinciriyle, internet ağıyla, satışların küreselleşmesiyle, lojistiğiyle, 100 sene öncesinin reel sektörü ve teknolojik altyapısı aynı değildi. bu nedenle de zaten 2008 küresel finans krizi, bugüne kadarki ilk 'küresel' kriz olmuştu. çünkü küreselleşme özellikle sovyetlerin çökmesi ve internetin genele yayılmasıyla doruk noktasına ulaşabilmişti. abd'de 3-5 tane şirket yöneticisi para üzerine para kazanacak diye, 2008'de bütün dünya krize girmişti. ardından bu yöneticiler abd senatosu'nda yargılanmıştı...

    7* homo homini lupus. yani insan insanın kurdudur. bu, ülkeler için de geçerlidir, çünkü ülkeleri de oluşturan bireyler ve bireylerin oluşturduğu toplumlardır. dolayısıyla hugo grotius gibi düşünürler, devletler arasında anarşi olduğunu ileri sürer. birey-devlet ilişkisi dikeydir, fakat devlet-devlet ilişkisi yataydır. bu nedenle de tek kutuplu bir dünyanın mevcut kalması mümkün değildir. olamadı da, şu yıllarda yaşadığımız olayların temelinde tek kutuplu dünyadan, çok kutuplu dünyaya geçiş olduğunu belirtmek de mümkündür. baktığınız zaman, birçok uluslararası hukukçu, birleşmiş milletler gibi uluslararası kuruluşların da aslında hiçbir işe yaramadığını söyler. çünkü birleşmiş milletler, devletlere emir veremez, tavsiye verir veya karar alır ama uygulayamaz. yaptırımları ekonomik olmaktan öteye gidemez, onda da eğer abd yaptırım uygularsa etkili sonucu olur zaten. bu nedenle uluslararası hukukta kanun, anayasa yoktur, devletlerin taraf oldukları sözleşmeler vardır. diğer bir deyişle uluslararası hukuk, örf ve adetler hukukudur. dolayısıyla birleşmiş milletler'in yürütmesi olan güvenlik konseyi'nde bulunan 5 ülkenin çıkarları, her daim birbirinden farklı olduğu için (abd-rusya-çin-ingiltere-fransa), birinin ret oyuyla birleşmiş milletler gücü kullanılamaz. zaten abd'nin istediğine rusya, rusya'nın istediğine abd ret oyu kullanmaktadır. rte'nin dünya 5'ten büyüktür sözü buradan gelir. netice itibarıyla devletler küreselleşmeden daha fazla pay kapmak için birbirlerini yerken, en sonunda günümüz krizi patlak vermiştir.

    8* ekonomiye geri dönüp covid-19'la zirvesini yaşayan krizi analiz edelim. 2018 yılında, dünyanın 1 sene boyunca gerçekleştirdiği faaliyetinin ederi, dünya bankası'na göre yaklaşık 85 trilyon 910 milyar dolar olmuş. bu bir senede üretilen. tankıyla, topuyla, tüfeğiyle, trump'ıyla, putin rusya'sıyla, uçağıyla, arabasıyla, her şeyiyle. 2019 için bu meblağı 86 trilyon dolar olarak yuvarlayalım. sıfırlarını da ekleyelim de vaziyet anlaşılsın: 86.000.000.000.000 değerinde bir tutar. bugün 1'den saymaya başlarsanız, bu sayıya ulaşamadan ölürsünüz. o derece büyük bir meblağdan bahsediyoruz. 2019'daki toplam küresel borç ise 253 trilyon dolar civarı olmuş. inanabiliyor musunuz? yani 1 üretiyorsak, neredeyse 3 kat borç alıp çar çur etmişiz. oran %322'lerde ve her sene bu oran daha da artmış. bu bir noktada düzelecekti. ama soru şuydu: ne zaman?

    9* peki olmayan parayı nasıl borçlanıyoruz? işte zurnanın zırt dediği yer burası: finansal enstrümanlar ile. iki tane örnek verelim: kaldıraç* ve hisse senedi piyasası. hisse senetleri aslında bir nevi ponzi gibi. borsalarda talep arttıkça hisse senedinin fiyatı yükseliyor, oysa reelde değişen bir şey yok. mesela qnb finansbank hissesine borsa istanbul'da bakalım: hisse 2 ocak 2020'de 37,50'de, tam 20 gün sonra, hisse neredeyse 3'e katlayarak 102,50'yi görmüş. bugün 35.20'de. banka reelde değişti mi? şube sayısı üçe katlanıp tekrar mı azaltılmış mesela? ya da sermayesini artırıp sonra azaltmış mı? cevap hayır, bunların hiçbiri olmamış. aksine, banka olduğu gibi kalmış. ancak finansal araçlar üzerinde sanal, gerçek olmayan, spekülasyona dayalı bir değer oluşturulmuş... kaldıraç ise başka bir finansal enstrüman. katsayı değişebilmekle birlikte, örneğin 10 lira ile 100 liralık işlem, kaldıraç kullanılarak yapılabilmekte. katsayı da bu senaryoda 10 olmuş oldu. kaldıracın 25, 50, 100 olabildiği yerler de oluyor. binance'te katsayı 125'e kadar çıkabiliyor. doğal olarak oldukça yüksek riskli bir işlem, çünkü kazanç için de, kayıp için de aynı kaldıraç söz konusu. öte yandan bir de bankaların kullanabildiği kaldıraç var. her ülkenin mevzuatıyla farklı olmakla birlikte, türkiye'de bankaların sermayesi 1 birim ise, kaldıraç katsayısı türk bankacılığında 5. bunu murat muratoğlu devamlı eleştiriyor "zaten bizim bankaların takipteki kredileri sermayesini şimdiden yedi" diye. dolayısıyla 200 milyon liralık bir banka, kaldıracıyla birlikte 1 milyarlık aktife sahip olabiliyor. daha da ileri gidelim. banka bir kişiye kredi verdikten sonra, o para doğal olarak o kişinin mevduat hesabına geçiyor, ardından yasal zorunlu karşılık düşüldükten sonra, kalanıyla da banka ikinci bir kredi verebiliyor. bunu, para kalana dek sonuna kadar götürebiliyor. dolayısıyla bankaların kredi hacimleri de bu şekilde suni yoldan şişiyor. piyasaya bu kadar para giriyor, gerçekte olmayan. bu kaldıraçların çok daha yüksekleri söz konusu olabiliyor. şu aralar ekonomistlerin özellikle uyarıları "aman ha kredi çekip kaldıraçlı işlem yapmayın" şeklinde. çünkü tahmin edilebileceği üzere, insanların para kazanma hırsı öylesine kuvvetli bir hırs ki, kişinin kendisine ait olmayan bir parayla bu kadar yüksek riskli işlemler yapabilmesine sebebiyet verebiliyor. banka batarken kurtarılırsa, vatandaşın cebinden pu para çıkıyor...

    10* corona'yla işin patlaması sürecine gelelim. aslında 2008 kriziyle yaşanan finansal problemleri aşabilen bir tek abd olmuştu. bunu fed'in piyasaya para basmasıyla sağlamıştı. buna niceliksel gevşeme (quantitative easing veya qe) deniyor. karşılığı da niceliksel sıkılaşmadır (quantitative tightening veya qt). diğer büyük merkez bankaları da fed'in yaptığının aynısını yaptıysa da, abd'deki gibi olumlu etkisi henüz doğmamıştı. japonya 25 yıldır durgunlukla boğuşuyor. ingiltere'nin brexit süreci, ab'nin de krizden tam olarak çıkamamış olması önemli. euro'da zaten negatif faiz vardı. hatta avrupa merkez bankası eski başkanı mario draghi'den sonra, imf'nin başkanlığından ayrılarak amb koltuğunu devralan, fransa'nın eski maliye bakanı christine lagarde**, faizler zaten ekside olduğu için, daha fazla eksi faizin bir işe yaramayacağını açıklayarak faizi değiştirmedi. para politikasıyla bir yere kadardı. krizden sonraki süreç içerisinde abd'nin "dolar bizim paramız ama sizin probleminiz" özlü sözü tekrar hatırlandı. abd krizden çıkıyor olduğu için, fed bastığı parayı geri çekiyordu. işsizlik rekor düşük seviyelere gelmişti. bu bilanço daraltılması süreci yıllar öncesinden, dönemin fed başkanı ben bernanke tarafından mayıs 2013'te açıklanmıştı. bizde de tam o esnada gezi olayları patlak verince kurun o dönem zıplamasının sorumlusu faiz lobisi ilan edilmişti...

    11* şuradan fed'in piyasaya sürdüğü paraya bakmak görsel hafıza için faydalı olacaktır. burada görülen şudur: 2008 sonrası dolar piyasaya aşırı miktarda sürülmüş, sonrasında 2017 sonlarına doğru abd doları piyasadan çekilerek imha edilmeye başlanmıştır. öte yandan fed'in kademeli faiz artışları da malumunuzdur. benzer işlemleri, yukarıda açıkladığımız üzere diğer merkez bankaları izleyemedi, çünkü onlar halen krizden tam olarak çıkamamıştı. fed ise, ama haklı ama haksız, bilanço daraltma programında ilerliyordu. çünkü sürülen paranın, ekonomilerin sağlığı açısından geri alınması gerekiyordu. bu da, piyasadaki doların azalması, yani likiditenin azalması demekti. yavaş yavaş corona'ya geliyoruz fark ettiyseniz*.

    12* fed'in bu para çekme muhabbeti, ilk başta kırılgan ekonomileri vurdu. bizde neden dolar yükseliyor? sorusuna verilecek cevap budur. kırılgan ekonomi, aslında özetle ekonomisi kendi kendine yetmeyen ve dışarıdan sıcak paraya -mecburen- ihtiyaç duyan ekonomilerdir. en güzel örneği de arjantin'dir. arjantin'de, bizimle beraber, ağustos 2018'de peso iki günde yüzde 20 değer kaybedince, arjantin merkez bankası faizleri %60'a çıkarmıştı. hatırlayacak olursanız, kur krizini biz de ağustos 2018'de yaşamıştık. sebebi farklı değil, zira türkiye de kırılgan ekonomiler içerisindedir. biraz daha ileri gidersek, türkiye kırılgan beşlinin* daimi üyesi üyesidir. elalem gelir geçer, tek gerçek türkiye'dir kırılgan beşlide. kırılgan beşli, ünlü abd bankası morgan stanley tarafından 2013 yılında ilan edilen, 5 kırılgan gelişmekte olan ülke ekonomisini belirtmektedir ve ülkeler şunlardır: türkiye, hindistan, brezilya, endonezya, güney afrika. işin trajikomik kısmı, bizim haricimizdeki tüm ülkeler bu 5'liden çıkmış, biz halen burada kalmışızdır. çıkanlar yerine yeni ülkeler gelmiştir elbette.

    13* efendim, gelişmekte olan ülkeler* olarak bizler, en kırılganından başlayarak aslında tek tek dökülmekteydik. paralarımız hep değer kaybediyordu. sebebi yukarıda belirtilenlerdi. peki sonra ne oldu? mahfi eğilmez'in 2011 yılında radikal'deki köşe yazısında belirttiği gibi, küreselin krizin üçüncü fazına girmiştik. ilk fazda abd krize giriyordu, ikinci fazda avrupa krize giriyordu ve üçüncü fazda, en yıkıcı olan, başta çin olmak üzere gelişmekte olan ülkeler krize giriyordu. çin'in büyümesinin düşeceği biliniyordu, çünkü ülke 20 yıl öncesi fakirliği, her geçen yıl üzerinden atmıştı. bugün çin, abd'den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisidir ve ileride birinci sıraya yerleşeceği tahmin edilmektedir. dolayısıyla zamanla çin'de üretim yapma hususu eski cazibesini kaybetmişti, ücretler yükselmişti. 20-25 sene önce bütün küresel şirketler çin'e fabrika açmışken, şu aşamalarda giderler eskisinden yüksek olduğu için çin'i pek avantajlı görmemekteler. dolayısıyla çin, eskisi gibi yatırım alamamaya, yani yavaşlamaya başlayınca aslında tüm dünyayı etkileyecek, dolayısıyla küresel bir yavaşlamaya girilecekti. bu nedenle zaten dünya büyümesinde bir düşüş bekleniyordu. ancak bu belki yarım puan, belki bir puandı. kimse tarihteki belki de en büyük krizin gerçekleşeceğini ön görmemişti.

    14* romalılar! size son olarak ifade etmek istediğim bir husus ise petrolle büyüme arasındaki ilişki. çünkü corona krizinden hemen önce petrol fiyatları çökmüştü. bunun bir kıvılcım olduğunu, corona'nın ise benzin olduğunu, yukarıdaki borçluluk vaziyetinin de saman ambarı olduğunu bilmemiz gerekiyor. o yüzden petrolü anladıktan sonra corona'ya geçeceğiz. çok heyecanlı bence. efendim, dünya büyümesi normal seyrindeyken, petrol fiyatlarında normal dalgalanmalar oluyor. ancak zayıf büyümeleri takiben petrol fiyatlarında şok yaşanıyor ve bu şok da ekonomilere zarar veriyor. şuradan petrol grafiğine 5 yıllıkta bakıldığında, 2018 yılı eylül-ekim itibarıyla petrolde de düşüş başlıyor. çünkü zaten dünya ekonomisi küçülecek mi tartışmaları zaten var idi. bu durum da zihinlerde "dünya büyümesi düşecek, resesyon geliyor, aman ha dikkat, çin de sakat hem, ayrıca çok borçluyuz ne yapacağız?" gibi endişeleri arttırmıştı. küresel resesyon bekleniyordu. diğer yandan birçok ülke, gelirinin önemli bir kısmını petrole dayandırdığından, petrol düşüşleri onları zor durumda bırakacaktı. gelirleri petrole dayalı ülkelere örnek vermek gerekirse, rusya, suudi arabistan, ırak, abd (kaya petrolü - çıkarması daha maliyetli), venezuela gibi ülkeler bunlar. petrol düştükçe, bu ülkelerin geliri düşüyor. öte yandan petrolün fiyatı çok önemli, çünkü enerji sayesinde bu kadar medeniyeti kurabiliyoruz. o nedenle petrolün fiyatı hep bir takip konusu olmuştur. ülkemiz de net enerji ithalatçısı olduğundan, petrol ve doğal gaz fiyatları da ülkemizi etkilemekte. özellikle petrol krizini de burada bir anımsamak gerekir. petrol krizinden sonra abd'nin yaşadığı petrol ihtiyacının akabinde oluşan abd-suudi arabistan ittifakını bilmek gerek. nitekim suudiler, opec'in de başını çekiyor.

    15* opec, yani petrol ihraç eden ülkeler örgütü*, petrol fiyatlarıyla ilgili olarak toplanır ve rusya'yla istişare halinde fiyatları belirleyelim der. virüsün de enerji ihtiyacını azaltacağı kaygısı vardır. genelde abd güdümündedir opec ve suudiler, ancak abd'nin kendi sıkıntısı şudur: abd, kaya petrolünü bir şekilde günümüz sanayisinde kullanabilecek hale getirmiştir. fakat bunun maliyeti çok yüksek olmuştur. abd'nin kendisinin çıkardığı petrol kendisine yetmektedir, fakat küresel fiyatlar düşerse, maliyetli çıkarım sebebiyle kaya petrolü şirketleri zarar edecek ve batacaklardır. bu yüzden ithal edilmesi mümkün olacaktır. dolayısıyla abd de, gelirlerinin büyük kısmını oluşturan suudiler de petrolün düşmesini istememektedirler. öte yandan çin'de yaşanan corona, henüz ocak-şubat 2020'de dünyaya bulaşmamışken, çin ekonomisini oldukça etkilemiş, çin'de petrol tüketimi de azalmıştır. tüm bunlar akabinde rusya, petrol üretiminde azaltmaya gitmeyeceğini açıklar. türkçe'deki özdeyişle, delinin biri kuyuya taşı atmıştır artık. zira hangi ülke petrolü tek başına kısarsa, o pazarı diğer ülkeler kapacaktır. bunu da kimse istemez. suudiler resti görürler ve arttırıp, petrol üretimini daha fazla artırarak fiyatları daha da düşereceklerini ilan ederler. bunun üzerine şubat 2020'de 54 dolarlarda olan petrolün fiyatı, aralıksızca düşerek 22 dolarlara düşer. yüzde 66 değer kaybeder. yukarıdaki tedirginlikler katlanarak büyür. petrol şirketleri ve hisseleri çakılır. tüpraş da buna dahildir.

    16* petrol karmaşası devam etmekteyken, şirketler resesyon gelecek endişesiyle riskli varlıklardan (türev ürünler, hisse senedi vb.) kaçar ve güvenli limana sığınmaya başlarlar. kaldıraçlı işlemlerin birçoğunda zararlar dayanılmaz boyutlara gelir ve teminat takviyesi yapılması istenir. bu yüzden birçok şirket dolara hücum eder ve borçlarını kapatmaya çalışır, lakin eldeki dolar likiditesi bellidir. herkes abanınca piyasada dolar kalmaz. ayrıca bankalar batabilecek şirketlere de para vermektense güvenli limanlara yönelirler. güvenli liman denilince akla abd tahvili ve altın gelir. ancak ödenmesi gereken borçlar dolarla ödenecektir. abd hazine tahvillerine o kadar yoğun bir talep olur ki, tahvillerin faizi tarihin en düşük oranına düşer. piyasada para yok paniği başlar. artık tek para eden altın kaldığından ve altın son birkaç ayda yükselmiş olduğundan bu sefer mecburen altın satılmaya başlanır. cash is king'dir. devreye bir de fed girer. yukarıda anlattığımız üzere yıllardır plan-program çerçevesinde ilerleyen fed, toplantı tarihini öne çeker ve faizi 0'a indirir. bu ani hamle, paniği tavana vurdurur ve borsalar çakılır. fed gibi bir kuruluşun dahi %2'lerden faizi 0'a indirmesi, fed'in de gelecekte acayip bir kriz beklediğinin göstergesidir. korku endeksi vix tavan yapar. abd borsalarının çakılması, diğer tüm dünyada borsaların çakıldığı bir ortam demektir. bunun üzerine bir de corona virüs eklenir. insanlar evden çıkamaz, işe gidemez. üretim iki sebeple yapılamaz, birincisi işçiler işe gidemediği için, ikincisi ise ürünleri satın alınabilecek ortam bulunamadığı için. yani önce talep şoku, hemen ardından arz şoku yaşanır.

    17* şu aralar ise sıklıkla gördüğümüz şey, bilançoların arttırılacağı ve tüzel kişilerle gerçek kişilerin fonlanacağıdır. yukarıda fed'in bilançosunda görüleceği üzere, bilanço eskisininden de yükselmiş bir vaziyette, yaklaşık 4 trilyon 600 milyar dolar olmuş ve daha da artacak. avrupa merkez bankası ise 750 milyar euro'luk paket açıkladı. hatırlatalım, türkiye ekonomisinin 1 yıllık üretimi 700-750 milyar dolar arasında. işte bu kadar paranın olduğu yerde dahi beklentiler iyileşemiyor. çünkü bu bir finans krizi değil. 2008 bir finans kriziydi ve bilanço büyültülerek nispeten krizden çıkılmıştı. ancak bugün böyle bir durum söz konusu değil. bugün hem üretim, hem tüketim çöküyor (arz ve talep şoku). işte bu çöküşün atlatılabilmesi için, ülkeler çok büyük destek paketleri açıklamakta. abd'nin 2 trilyon dolarlık paketi senatodan geçti. avrupa'da ülke bazında milyarlarca euro kurtarma paketleri açıklandı (1)(2). zira müdahale edilmezse insanlar aç kalır, şirketler batar. 3 ay sonra aşı bulunduğunda, ekonomiyi ölü halde buluruz. o nedenle bu zor süreçte, helikopter para ile vatandaşa destek sağlanır, tahvil alımları ile de şirketler fonlanır. bu bir süre bizi götürecek senaryo. ancak bu da sürdürülebilir değil. yine de önemli olan şu anda günü kurtarmak, enflasyonuyla, bilanço sorunlarıyla uğraşmak bundan sonraki süreç. yeter ki günü kurtaralım.

    18* nouriel hoca böyle demiyor. bir kere üstat tünelin sonundaki ışığın görülemediğini söylüyor. bu nedenle, para basımı da bir yere kadar. ancak abd'de ulusal sokağa çıkma yasağıyla birlikte, virüsün etkisinin bir an önce düşürülmesi, böylece sağlık sisteminin işler tutulması gerekiyor roubini'ye göre. ancak bu sürdürülebilir değil. bir kere aşının bulunmasına daha çok var. ikincisi virüs mutasyona uğruyor. geçmişte bu gibi salgınlar 3 dalga olmuşlar ve ikinciyle üçüncü dalga da oldukça kuvvetli olmuş. öldürücülük açısından ikinci dalganın daha kuvvetli olduğunu iddia edenler de var ve bunlardan biri roubini. burada ege cansen olaya daha pragmatik bakıyor. kendisi, zaten dünyada günde yaklaşık 130.000 kişi öldüğünü ifade ediyor. o yüzden bir noktada bu sürdürülemez durumun da sonuna gelinecek ve gerçeklerle yüzleşilecek. kendisi sokağa çıkma yasağına da karşı. tam tersi görüşleri savunanlar da var, ancak her iki senaryoda da soru işaretleri çok, bu yüzden de zaten piyasalar önünü göremiyor, güvenli limanlara olan talep artıyor, borsalar çakılıyor. nouriel hoca'ya göre bu durum daha da devam edecek.

    19* türkiye'ye gelecek olursak, ülkemiz darda. bugünler için ayrılan ihtiyat akçelerini, merkez bankası kanununu değiştirerek hazineye aktardık bütçe açıkları kapansın diye. oysa bu paralar tam olarak bu gibi zor durumlar içindi. dahası, rte'nin kendini başkanı olarak atadığı varlık fonu denilen fon da tamamen bilinmezlikler silsilesi, paranın hiçbir denetime girmeden harcanabildiği, toplanabildiği ne idüğü belirsiz bir fon... bitmedi, işsizlik fonundaki milyarlarca lira da, repo edilerek hazinenin fonlanması için kullanılmış. yani işsizlik fonundaki parayı, birtakım finansal işlemlerle hazineye vermişiz al kullan diye ve hazinenin şu anda kasasında para yok. yani işsizin kötü gün parası olan işsizlik fonu da bitmiş. hazinenin zaten bütçesinde para olmadığını herkes biliyor. o nedenle canada başkanı trudeau'nun vatandaşına seslendiği gibi, bizimkiler bize seslenemiyor. üzücü. devletin seni koruyamıyor. sen, ben, hadi neyse de, çoluğu çocuğu olan işsizler, tek başına zar zor hayata tutunan bireyler, aileler ne yapacak?

    20* sokağa çıkma yasağı çözüm mü peki? bence bu soruya iki şekilde yanıt verebiliriz. evet, çünkü neşteri vurup bir an önce kesmemiz lazım hastalık yayılımının önünü. hayır, çünkü ohal ilan edilerek gelecek olan bir sokağa çıkma yasağında, meclis de toplanamayabileceği için yetkiler cumhurbaşkanına verilecek. ohal kararnameleriyle her istenen düzenleme geçecek, sorgusuz sualsiz. aihm eski yargıcımız rıza türmen, bir köşe yazısında akp iktidarının çıkarmakta olduğu her yasanın arkasında başka bir amaç olduğunu 'güçsüzlerin gücü' isimli kitabında belirtmişti. gerçekten yeni çıkan infaz yasasıyla ilgili yasaya bakacak olursanız da benzer bir şeyi görürsünüz, çocuğa cinsel istismarcı affa uğruyor; ama düşündüğü için, ifade hürriyetini kullandığı için ya da gazeteci olduğu için tutuklu olanların durumu hiç değişmeden duruyor. böyle hukuk devleti olur mu?

    21* türkiye'yi artık bir hukuk devleti saymayanlar var. anayasamızda yazıyor olması, bunun uygulamasının da böyle olduğu anlamına gelmiyor malesef. daron acemoğlu ve uğur gürses'in düzenli olarak belirttiği gibi, demokrasi, hukukun üstünlüğü, kurumların özerkliği, liyakat gelmedikçe; özetle siyaset normalleşmedikçe türkiye'de ekonomi düzelmeyecek. temel mottomuz bu. bunun altında bir de daha küçük tedbirler var hatalı uygulanan. örneğin merkez bankası başkanının bir cumhurbaşkanı kararı ile görevinden alınması, merkez bankasının 'arka kapı' yolları ile kamu bankaları üzerinden döviz sattırarak kuru suni olarak düşük tutması, hazinenin bütçe açığını, ihtiyat akçesi ve tek gelirlik kalemlerle vb. kapaması, tüik yöneticilerinin değiştirilmesi ve yayınlanan rakamların doğruluğuna yönelik tartışmalar... bunlar olduğu müddetçe, tl değer kaybedecek. kısa vadede fiyat oynaklıkları olabilir. yıllık grafiklere bakınız. trend ne yöndeyse, pek muhtemeldir ki aynısının daha kuvvetlisi gerçekleşecek. öte yandan, mevcut kriz ile düşüncem o yöndeki önümüzdeki süreç içerisinde türkiye tarihinde hiç görülmemiş bir kriz yaşanacak. seyfettin gürsel, daha bu corona krizi öncesinde 2018 ile başlayan türk krizimiz için, türkiye'nin böyle uzun süren bir işsizlik sürecini daha önce hiç tecrübe etmediğini, bunun psikolojik ve siyasi sonuçları olacağını söylemişti. bunun üzerine bir de bu krizi koyarak hesap edin.

    22* warren buffett'ın bir sözü vardır: sular çekildiğinde kimin çıplak yüzdüğü belli olur. türkiye, malesef çırılçıplak durumda. üzücü ki, bu kriz süreci türkiye'yi derinden etkileyecek. önce sağlık krizi, ardından ekonomik kriz, ardından siyasi kriz şeklinde ilerlemesi muhtemel bekir ağırdır'a göre. türkiye tarihteki en kuvvetli krize, bir de kendi içerisindeki envai çeşit krizle yakalandı. benim düşünceme göre cumhuriyet tarihinin en kuvvetli krizini yaşayacağız. bunu yaşarken de küreselleşmenin çöküşünü izleyeceğiz. hayatlarımız, 2020 yılı itibarıyla bir kırılma yaşamış olacak. artık eskisi gibi şımarıklıklar yapmayacağız, para savurganlığı olmayacak. devletler ekonomiye doğrudan müdahale edecek, onu piyasaya bırakmayıp kendisi yürütecek. sağlık sektöründe atılımlar gerçekleşecek. yaşantılar farklılaşacak, örneğin türkiye'de birçok kişi evden çalışmaya devam edecek, megakentlerden dışarıya göç başlayacak evden artık çalışılabildiği için. ülkeler kendi kendilerine yetmeye çalışacaklar bu krizden sonra, bu sebeple küresel ticarette de değişimler göreceğiz. ancak hepimizin bildiği şu ki, küresel anlamda fakirleştiğimiz için (büyüme düşüyor ve her saniye fakirleşiyoruz) insanlar elindekilerin kıymetini daha çok anlayacak. 3 çift ayakkabı yerine tek çift alacak, turizm eskisi gibi olmayacak, sivil havacılık sektörü toparlanamayacak, işsizlik uzun süre devam edecek, para basmalarla bunlar eskisi gibi güzel günleri bize geri getirmeyecek.

    23* netice itibarıyla hayatlarımız 'corona'dan önce' ve 'corona'dan sonra' diye ikiye ayrılacak. küreselleşmiş serbest piyasa ekonomisi yerini devlet kontrollü piyasa modeli gibi bir modele bırakacak, hatta bırakıyor. kapitalist felsefe temel olarak kalacak, zira en düşük maliyet, en yüksek fayda herkesin hedefi. ancak kapitalizmin işleyişi değişecek. onun sancılarını yaşıyoruz. kimse bu kadar hızlı beklemiyordu. uğur civelek bile...

    *

    yakın çevrem de karamsar olduğumu söylüyor bu görüşlerimde, o nedenle varsa eğer iyimser görüşleri de incelemeniz perspektifinizi genişletecektir.

    3 senede bir ekonomik analiz yaptığıma göre, 2023'e kadar corona'dan falan ölmezsem, 100'üncü yılımızda yeni bir yazıyla görüşmek dileğiyle sizi şimdilik uğurlayabilirim.

    biraz uzun oldu, kusura bakmayın. herkese sağlık ve sıhhat diliyorum. önce sağlık.

    selametle,

    *

    edit: arkadaşlar çok soru geldi ve halen görüş, yazı vb. isteyenler var. bu gibi uzun analizleri yazmak günler sürüyor. bu entry 3 günde ortalama 5-6'şar saatle toplamda 15-18 saat arası bir emekle oluşturuldu mesela. daha kısa, kaynaklı analizleri tabi ki her daim ekşi'den ve buradan bulabilirsiniz. hem corona günlerini bol bol okumaya ayırıp, olumsuz vaziyeti olumluya çevirmekle gerçekten en büyük beşeri yatırım yapılmış olur. dolar, altın vb. şeyler beşeri yatırımın yanında hikayedir diye düşünüyorum.

    bunu beğenen bunu da beğendi: (bkz: hazine garantilerinin mücbir sebeple feshi/@dragonlady)

    bonus: (bkz: kemal derviş'in ekonomik kriz öngörüsü/@dragonlady)
  • 20-30 yıl önce iş hayatına yeni atılan bir çiftin çalışarak elde edebileceği imkanlarla bugün çalışmaya başlayan bir çiftin sabit maaşla yakalayabileceği hayat standardını mukayese edip günümüzün vahametini anlatan müthiş bir yazıyı buraya aynen bırakıyorum.sabah sabah okuyunca benim moralim bozuldu, sizin de bozulsun.

    öncelikle yazının kaynağı

    "1974 doğumlu sinem, anadolu lisesini bitirdi. 1992 yılında girdiği üniversite sınavında türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden birinin ekonomi bölümünü kazandı. sinem mezuniyeti sonrası 1996 yılı ekim ayında uluslararası bir şirketin pazarlama departmanında işe başladı. başlangıç maaşı 65 milyon tl net idi. o dönemde asgari ücret net 11,4 milyon tl idi. ilk maaşı asgari ücretin 6 katına denk geliyordu.

    1972 doğumlu barış ise fen lisesinden mezun olduktan sonra 1990 yılında 900.000 öğrencinin yarıştığı üniversite sınavında başarılı olarak yine türkiye’nin önde gelen bir üniversitesinde mühendislik bölümünü kazandı. mezuniyet sonrası yüksek lisans yaptı. askerliğini tamamlayıp 1997 yılı ağustos ayında bir gsm şirketinde yazılım mühendisi olarak işe başladı. işe başlama maaşı 175 milyon tl net idi. o sırada asgari ücret net 24 milyon tl idi. onun ilk maaşı da asgari ücretin 7 katına denk geliyordu.

    her iki gencin işe girişi arasındaki sadece 10 ayda asgari ücretin ve işe giriş maaşlarının %100’den fazla arttığı dikkatinizi çekmiştir. bunun nedeni o yıllarda neredeyse %100’lere varan enflasyondu. o dönemlerde çalışanların maaş artışları reel ücretler çok erimesin diye altı ayda bir yapılırdı. barış ve sinem’in öğrencilikleri ve kariyerlerinin ilk yıllarında türkiye’nin evlere şenlik enflasyon görünümü aşağıdaki gibiydi.

    yaşı genç okuyucuların fiyatlar ve ücretlerin enflasyondan nasıl etkilendiğini anlayabilmesi için örnek verelim. 1993 ocak ayındaki 100 liralık malın fiyatı, 7 yıl sonra 1999 yılı sonunda 6.676 tl’ye çıkmıştı. 1993 ocak ayında 1 milyon tl ile 115 dolar alınırken, 1999 sonunda bu parayla artık 2 dolar bile alınamıyordu. (7 senede 1 dolar 8.700 tl’den 525.000 tl’ye çıkmıştı)

    kooperatife girmek, ikramiyeyi almak..

    barış’ın annesi ev kadını, babası ise emekli lise müdürüydü. sinem’in annesi tapu dairesinden, babası mali müşavirlikten emekli oldu. her ikisinin ailesi de 1990’lı yılların sonunda emekli olurken aldıkları ikramiyeyi istanbul’da oturdukları semtte bir ev almakta kullandılar. sinem’in ailesinin buna ilaveten 1980’lerde girdikleri bir yazlık ev kooperatifi sayesinde edindikleri ufak bir yazlıkları var. o zamanlar bu yüksek enflasyon ortamında bireysel kredi diye birşey yoktu. ev sahibi olabilmek için ya emeklikte alınacak ikramiye beklenir ya da yapı kooperatifine aidat ödenirdi. güvenilir kooperatife girmek için uzun araştırmalar yapılır, emekli olunca ele geçecek para ile nerede ne alınabileceği hesaplanırdı. böylece emeklilik sonrası kiradan kurtulunur, sonrasında emekli maaşları en verimli şekilde kullanılırdı.

    inişleri çıkışları olmayan hayatlar..

    sinem ve barış’ın aileleri hayatları boyunca sabit gelirli olarak çalıştılar. ödedikleri vergi maaşlarından her ay kesildi. dürüstlükten hiç ayrılmadılar. çocuklarını da bu çizgide yetiştirdiler. hayatları boyunca devlet veya belediye ile ihtilafları olacak bir varlıkları olmadı. dolayısıyla çıkan imar barışlarından da faydalanmadılar. bir yerde hazine arazisini işgal etmek akıllarının ucundan bile geçmedi. çıkan vergi barışlarını da sadece haber olarak gazetelerden okudular. herhangi bir siyasi partiye üye olmadılar. ihale kovalamadılar, devletten aldıkları ihaleyi alt yükleniciye yarı fiyata devretmediler. çocuklarına devlette memuriyet hiç aramadılar, zaten çocuklarının buna ihtiyacı da olmadı. çalışırken iktidardaki partinin yöneticilerine yaranıp erken terfi almayı veya daha yüksek maaşlı bir işe yerleştirilmeyi akıllarının ucundan geçirmediler. zaten amirleri de bir partinin değil, devletin veya patronun temsilcileriydiler. o zamanlar her iki eşin de çalışması sayesinde iki maaş giren evler zengin sayılırdı. o günlerde sorulsaydı bir kişinin devletten dört maaş almasının ancak kimlik sahtekarlığı ile mümkün olabileceğini düşünürlerdi.

    orta direk..

    sinem ve barış’ın ailesi birçoğunuza çok tanıdık gelmedi mi? turgut özal’ın “orta direk” diye adlandırdığı, büyük hırsları olmayan, ancak haksızlığa hiç gelemeyen eğitimle ve çalışmayla herşeyin başarılacağına inanan, devlete saygı duyan ama hukuk devletini, adaleti, demokrasiyi ve ekonomik gelişimi talep eden orta sınıfın ilk temsilcileri annelerimiz ve babalarımızdan başkası değiller. kendileri, türkiye cumhuriyetinin “iyi eğitim alırsan, çok çalışırsan, nereden gelirsen gel başarılı olabilirsin” vaadini içeren yazılı olmayan toplumsal sözleşmesinin ilk nesil çocukları.

    sinem ve barış evlenir..

    sinem ve barış 1998 yılında evlendiler. evlendiklerinde ödedikleri kira ikisinin maaşlarının beşte birine denk geliyordu. ikisinin de kariyerleri ilerledi ve terfiler aldılar. sinem pazarlama departmanında olduğu için yılda 2 kez, barış ise yılda 1 kez performans primi alıyordu. primleri yıllık maaşlarının %30’u ila %50’si civarı oluyordu. 1999 depremi sonrası oturdukları evin sağlam olmadığını düşündüler ve bir ev alma hayali kurmaya başladılar.

    barış 2002 yılında kariyerinin 5. yılında yeni bir iş teklifi aldı. o yıllarda şirketler yoğun teknoloji yatırımları yapıyordu. uluslararası bir ıt şirketi barış’a aylık 2.500$ net maaşla ( o dönemde uluslararası şirketler dolara endeksli maaşlar teklif edebiliyordu) proje müdürlüğü pozisyonu teklif etti. barış’ın iş değişikliğinden birkaç ay sonra bu kez sinem’e başka bir şirketten müdür yardımcılığı pozisyonundan teklif geldi. ona teklif edilen maaş 2 milyar tl net idi. o günkü kurla 1.600 $’a yakındı. iş değişiklikleri sonrası evlerine giren yıllık net gelir primlerle beraber 70.000 $ civarına geldiği için artık bir ev almayı düşünecek hale gelmişlerdi. her haftasonu ev bakmaya başladılar ancak buna cesaret etmeleri uzun sürdü.

    dolar senetler teminata geçer..

    2001 krizi emlak piyasasını vurmuştu. daha önce yok satan müteahhitler, finansman sıkıntısı nedeniyle dolar cinsinden fiyatları neredeyse yarıya düşürmüşlerdi. buna rağmen satışlar hala çok azdı. barış ve sinem’in 6 ay önce gezdiği göztepedeki 3+1 daireye 150.000 $ isteyen müteahhit, 2002 yazında onları geri aradı. fiyatı 110,000 $’a düşürmüştü. sonunda 102.000 $’a el sıkıştılar. 30.000 $ peşin, kalan 72.000 doları ayda 2.000 $’dan 36 ay senetle ödeyecek şekilde anlaştılar.( 1 yıl önce tl’deki büyük değer kaybına rağmen o yıllarda bireylerin bankalardan döviz ile borçlanması ve döviz ile senet düzenlenmesi serbestti. bireylerin döviz kredisi alması 2009’da yasaklandı.) müteahhit de senetleri bankaya vererek kredisini teminatlandırdı ve rahatladı.

    türkiye’nin altın yılları..

    böylece sinem ile barış ailelerinden farklı bir yöntemle ama onların yarı yaşında ev sahibi olabildiler. 2002 ortasından itibaren türkiye’de işler hızlıca iyileşmeye başladı. türkiye’nin önündeki 10 yılda yaşayacağı “altın” yılları başlamak üzereydi. belki de yükselen türkiye’nin ilk sinyalleri 2002 dünya kupasında alınan üçüncülük ve 2003’de sertap erener ile kazanılan eurovizyondu. ağustos 2005’de newsweek dergisi kapağı da istanbul’u avrupanın en popüler şehri ilan ediyor ve türkiye’nin artık avrupaya ihtiyacı olmayabileceğini yazıyordu. 2003 sonrası enflasyon tek haneye düşüyor, türkiye’ye yüklü doğrudan yabancı sermaye giriyor, istihdam piyasası genişliyor ve emeğin değeri artıyordu. düşen faizler nedeniyle bireysel kredilerle de olsa ileriye yönelik nakit akışını bugünden refaha dönüştürmek artık mümkündü.

    özel okul güzel okul mu?..

    çiftin 2002 ve 2006 yılında iki çocukları oldu. çocukları büyüyünce mahalledeki en yakın devlet ilkokuluna ve sonrasında devlet lisesi veya anadolu lisesine vermek istemediler. çünkü kendilerini yetiştiren devletin eğitim sistemine artık güvenmiyorlardı. zaten eskisi gibi her gelir grubundan çocukların mahalledeki okulda kaynaşma dönemi de bitmişti. sinem ve barış ailelerine özel okullara hiç para harcatmamışlardı ancak kendi çocuklarını özel okula göndermek dışında bir seçenekleri kalmamıştı.

    sinem’in 2002 yılında 2 milyar tl ile başladığı aylık ücreti aradan geçen 4 yılda oluşan birikimli %40 enflasyondan sonra artışlarla 3.100 ytl ye çıkmıştı. ( türk lirasından altı sıfır 2005’de atıldı ve “yeni türk lirasına” geçildi). işin ilginç tarafı aradan geçen 4 yılda dolar (1,30-1,50) bandında neredeyse sabit kalmıştı. böylece sinem’in 4 yıl önce 1.600 $ eşdeğeri olan maaşı 2,200 $ eşdeğerine yükselmişti.

    sinem’in yeni işinin uzak olması nedeniyle ona bir otomobil alınması gerekti. 2006 yılında wolksvagen golf 1,6 motor aracı (bu aracın ötv’si %37 idi) biraz pazarlıkla 32.000 yeni türk lirasına aldılar. sinem yeni orta sınıf aracını 10 aylık maaşı ile alabilecek gelir düzeyine gelmişti.

    1990’lı yılların siyasilerinin ayakları yere basmayan “her eve iki anahtar” vaadi barış ve sinem için borçlanma yardımıyla da olsa 35 yaşlarında mümkün olmuştu.

    2007 yılında ikinci çocuk yürümeye başlayınca 5 yıl önce aldıkları göztepe’deki evi yükselen emlak fiyatları sayesinde 230.000 $’a sattılar. çiftin iş hayatlarının 10. yılında yeni terfiler, primler ve sabit kalan kurlar sayesinde yılda eve giren gelirleri 100.000 $ net civarına gelmişti. bir miktar tl konut kredisi kullanıp çocukların rahatça büyüyebileceği şehir dışında bahçeli bir ev aldılar.

    sinem ve barış’ın iş hayatlarının ilk 20 yılında yani 2017’ye kadar türkiye’ye önemli bir dış sermaye girişi oldu, kişi başı milli gelir 2013’e dek hızlı arttı. her ikisi de kariyerlerinde bunun faydasını çok gördüler. bugün sinem ve barış’ın kendilerine ait bir evleri, her ikisinin de birer otomobili var. büyük çocukları bu yıl özel bir üniversiteye girdi. küçük de liseye başlayacak. bankada bir miktar birikimleri oluştu. bireysel emekliliklerine her ay asgari ücret kadar para yatırıyorlar.

    barış ile sinem’in aileden herhangi bir destek olmadan oluşturdukları orta sınıf yaşam tarzlarını beğendiniz mi? aldıkları dünya ölçeğinde üst düzey eğitim ve iyi giden iş yaşamları ile çok da şaşırtıcı bir hikaye değil.

    barış ve sinem klonlanırsa..

    peki barış ve sinem 1972 ve 1974 yılında doğmasalardı da, tam 20 yıl sonra 1992 ve 1994 yılında doğsalardı nasıl bir hayat kurabilirlerdi sizce?

    üniversite sınavında bu kez 1 değil 2 milyon kişi arasından en iyi okullara girmeyi başarmak zorundalar.

    peki 20 yıl önceki klonlarının hayat tarzlarına ulaşabilmeleri için hayata başlarken yıllık ne kadar gelirlerinin olması gerekiyor?

    genç çiftin her ikisinin de bir iş bulması çok zor oldu. bugün her ikisinin de işe başlangıç maaşları bu üst düzey eğitimlerine karşın asgari ücretin 2 katı civarı olan 5.000 tl net, yani 7.000 tl brüt civarında.

    -işlerinin olduğu istanbul’da içinde oturabilecekleri kalitede bir evi aylık 3.000 tl’den aşağı kiralayamayacaklar. aidat, doğalgaz,su, elektrik, internet ve cep telefonları için ayda 1.000 tl daha gerekiyor.

    -aylık mutfak masrafı, iş hayatlarına uygun giyim, toplu ulaşım, haftada bir akşam çıkacakları yemek, arada bir sinema, tiyatro, yazın belki bir hafta tatil için ayda en az 4.000 tl’ye ihtiyaçları var.

    -dünyaya getirecekleri ve devlet okuluna gönderemeyecekleri 2 çocuğun yıllık okul, yemek, servis paraları en az 100.000 tl olacak.

    sinem’in aldığı sınıfta bir otomobil almak isterlerse %80 ötv ile en az 290.000 tl ödemeleri gerekiyor. 1974’lü sinem kariyerinin 5.yılında 10 aylık geliri ile bu sınıf bir aracı alabiliyordu, 1994’lü sinem ise bu araç için şu an 58 ay çalışmak zorunda. bu aracı 4 yıllık kredi ile almak isterlerse aydan 5,000 tl taksit ödemeleri gerekecek.

    bu en asgari düzeyde harcamaları için evlerine yıllık 250.000 tl net gelir girmesi gerekiyor.

    ücretli olduklarından vergi kaçırma şansları yok, bugünkü vergi oranları ile bu da yıllık brüt 370.000 tl ücrete denk gelmekte.

    şanslılarsa yılda 2 maaş prim alacaklar böylece ikisinin yıllık brüt gelirleri 200.000 tl olacak. bu gereken 370.000’in neredeyse yarısı.

    buna rağmen barış ve sinem bu en asgari düzeyde yaşam tarzını sağlayan kişibaşı 100.000 tl gelirleri ile bu genç yaşlarında bile türkiye’de ilk %20’lik dilime girecekler.

    ancak geçinemeyeceklerinden muhtemelen o çocukları dünyaya getirmeyecekler. belki de maddi nedenlerle hiç evlenmeyecekler. bir ihtimal evlenseler de maddi sıkıntılar nedeniyle boşanacaklar.

    evlenseler bile ev sahibi olma hayalleri olamayacak. klonlarının göztepe’de aldığı ilk ev bugün 20 senelik bir apartman oldu. aynı daire bugün 1.5 milyon tl’ye satılık.

    bu evi alabilmeleri için gereken 300.000 tl peşinatı denkleştirecek brüt gelir düzeyi 430.000 tl. halen 200.000 tl gelirleri olduğu düşünülürse bunu kazanmak içinse önümüzdeki 5 yılda reel gelirlerinin enflasyon üstüne her yıl en az %15 artması, hiçbir masraflarının olmaması ve çocuk yapmamaları gerekiyor. zaten bu olsa bile kalan 1.2 milyon tl için aylık ödemesi 18.000 tl olan 10 yıllık krediyi onlara bu gelirleriyle hiçbir banka vermeyecek..

    klonlarının kariyerlerinin 5.yılında, yani 20 yıl kadar evvel primlerle beraber yıllık net 70.000 dolar eşdeğeri gelire ulaşmaları için artık her ikisinin de çalıştıkları şirketin en tepe yöneticileri olmaları gerekiyor. ( 70.000 $ net, yıllık brüt 800.000 tl’ye denk gelmekte..)

    barışlar ve sinemler nasıl kurtulur?

    barışlar ve sinemlerin 20 yıl önceki ortadirek yaşam seviyesine ulaşmaları artık çok zor. 1990’lı yılların yüksek enflasyon ve kriz ortamında iş imkanları çok daha azdı, ancak eğitim sayesinde bulunan işlerde emeğin karşılığı bugüne göre daha çok alınabiliyordu. 2002 sonrası düşük enflasyon, yüksek büyüme ve dış sermaye girişleri olan dönemde kariyerleri olgunlaşan 1960’lar ve 1970’ler doğumlular bugün iş hayatına girenlerden çok daha şanslı bir nesil oldular.

    ailelerinden destek alma imkanı olmayan genç barış ve sinemler istihdam piyasasındaki daralma ve ekonomik şartlar nedeniyle yurtdışına gitme hayalleri kuruyorlar. iş ve göç başvurusu yapıyorlar. ancak bunlardan daha da önemlisi, devletin artık liyakatı tamamen rafa kaldırması nedeniyle türkiye cumhuriyetinin yazılı olmayan “çalışırsan başarırsın” toplumsal sözleşmesinin ortadan kalktığına inanmaları. başarılı olsalar da iktidar partisine yakın olmadan devlette hatta özel sektörde kapıların kapandığını gördüler. ülkemizin kıt kaynaklarıyla uluslararası standartlarda eğitim verebildiğimiz bir avuç gencin hayallerinin edirne ötesinde olması ileriye yönelik ülkenin gelişimini de kısıtlayacak.

    daralan istihdam ve gelir nedeniyle az da olsa bir birikime sahip olabilmiş 1960’lar ve 1970’ler doğumlu “babyboomer” ve “x” kuşakları bırakın çocuklarına, torunlarına bile bakmak zorunda kalacaklar.

    barış ve sinem’in aileleri hiçbir siyasi partiye üye olmadılar, ihale kovalamadılar. genç barışlar ve sinemler de bunları yapmadan ülkelerinde onurlu bir ortadirek yaşamını hakediyorlar. bunun için gerçek demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün sağlandığı, liyakatin esas alındığı, insan onurunun öncelendiği bir sistem gerekiyor. sonrasinda sürdürülebilir düşük enflasyon, dengeli büyüme ve yatırım ortamını genişletecek, emeğin katma değerden aldığı payın artacağı dışa açık politikaların uygulanması gerekiyor. yerli milli kılıfında içe kapanmacı, sıkışınca suçu dış güçlere atan politikalar ancak fakirlikte eşitliği sağlayabilir.

    gençlerin işi gerçekten zor. iyi eğitim almaları, çok çalışmaları önşart. ancak destek görmeden kendi ayaklarının üzerinde bir orta sınıf yaşamı kurabilmeleri için yaşadıkları ülkenin iyi yönetilmesi ve kariyer başlangıçlarının ülkenin iyi dönemine denk gelmesi de şart.

    sanırım bugünlerde hayat mücadelesine başlayan gençlere “sizin nesil çok şanslı” demekten artık vazgeçmemiz gerekiyor."
  • akp'nin ekonomiyi düzeltmesi imkansız. kurdukları saadet zinciri sistemini sonlandırmayı ya da zayıflatmayı göze alamazlar, boğazlarına kadar batmış durumdalar. çok fazla kişi ve gruba gebe oldukları için homurtular çıkmaya başladı bile. öyle ki tek tük açıktan posta koyma vakaları bile görür olduk. o nedenle, mesela bir genel seçim durumunda, ilk etapta ekonomiyi makyajlayıp satmaya yetecek bir kıpırdanma oluşturmaya uğraşabilirler. makyaj aynı 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden önce olduğu gibi kısa vadede bir tür ilüzyon yaratır. ama dünyada dolar/euro bolluğu yeniden başlamışken bile o kadar parayı bulmak şu an sorun. türkiye nüfus ve göçmen sayısı olarak milyar dolarları anında tüketecek bir yapı. mevcut koşullarda katar falan da derman olamaz. başka bir yol bulmaları lazım. yazının son kısmında hiç de sevmediğim ama arada kendimi düşünürken bulduğum komplo teorisine geleceğim. o kısım tamamen akıl yürütmemden ibaret, somut bir şey bildiğim yok. ama beni komplo teorisine götüren durum gayet gerçek.

    uzun süredir asgari ücrete yapılan zam üzerinden dönen bir propaganda çalışması vardı. buna mukabil asgari ücret dışında maaş alanların aldıkları para reel olarak düşüşteydi. aslında alım gücü yıllardır düzenli olarak düşüyordu ama azar azar olduğu için çok dikkat çekmedi. bol kepçe dağıtılan krediler sayesinde zaten pembe gözlükler takılı olduğundan nitelikli insanların maaşlarının git gide asgari ücrete yakınsaması sorun olmadı. bugün geldiğimiz noktada çalışanların 1/3'ünden fazlası asgari ücret alıyor. nitelikli çalışanların maaşı bile artık bu miktarın çok üzerinde değil. hatta yeni mezun mühendislere, öğretmenlere vs. biraz üstünün teklif edildiği bu mecrada yazılıp çiziliyor. insanlar bu döngüden kurtulmak için kamuya kapağı atma derdinde. çok kazananlar, vergiyle boğdurulan işletmeler arasından, siyasi bağlantılarıyla sıyrılıp yapılandırma, af, istisna, kredi vs. işlere girenler arasından çıkmaya başladı.

    akp zaten ezelden beri toplumda mesleki saygınlığı yok etmek istiyor. yani doktor, öğretmen, avukat, gazeteci, mühendis, akademik, asker vb. örgütlü güç olabilecek mesleklerin itibarını kasten düşürdü. zannımca bunun en temel nedeni, kamuoyunda bu grupların ve meslek örgütlerinin etkinliğini kırmak. böylece akp eleştirisi yapılsa bile kimse bu itibarsızlara aldırış etmeyecekti ki başarılı da oldular. hem itibarları düştü hem de ortalama maaşları/ücretleri. bunun karşılığında da en temel işlevi akp'ye oy vermek olan niteliksiz insana da bol bol özgüven aşıladı. kurduğu gönül bağının önemli bir kısmı burdan geliyor. elbette belirtmeme gerek yok, akp seçmenin içindeki en kalabalık grup düşük gelir grubu. konda'nın 2018 tarihli, akp seçmenleri üzerine yaptığı çalışmadan görülebilir. sayfa 14, akp seçmenin yaklaşık yüzde 70'i düşük ve alt-orta ücret grubundan. yüzde 45'inin kazancı 2018 net asgari ücretinin* civarında dolanıyor. dolayısıyla akp'nin derdi en çok bu grup ve yukarıdakileri de bu gruba yaklaştırmaktan çekinmiyor.

    en debdebeli nutuklar hep asgari ücretin nerden nereye getirildiğiyle ilgili atılıyor ama bir utanç vesikası gibi ülke çalışanlarının oransal olarak en büyük kısmının asgari ücrete mecbur bırakıldığı anlatılmıyor. akp'nin ülke gençlerine biçtiği değer bu: asgari ücret. gelişmiş avrupa ülkelerinde yüzde 1-5 oranında asgari ücretli çalışan var. türkiye'de ise asgari ücret, çalışan nüfusun üçte birinden fazlasının bir aylık emeği karşılığı aldığı para. sosyal yardımların nereye aktığını da söylemeye gerek yok. yani asgari ücret kapanına sıkışmış dar gelirliyi akp seçmeni yapmak için tüm ülkenin vergi kaynakları ordan oraya aktarılarak, akp adına bu insanlara veriliyor ki seçim zamanı iyiliğin karşılığını versinler. ne kadar çok muhtaç o kadar çok sempati oyu. hele de bu insanları sömüren patronlar da akp'nin yarattığı yeni zengin sınıfındansa kaymaklı kadayıf.

    bu girizgâhtan sonra gelelim komplo teorisi kısmına. dün damadın tv'deki depresif programında örtülü itirafına göre ekonomik krizden çıktık diyebilmek için ve seçimlerden önce türkiye'nin yatırım merkezi olacağı/olduğu propagandasını yapabilmek için türkiye'yi, çin ve hindistan gibi, iktidarın (kastın) hakim olduğu bir ekonomik sistemde köle çalışanlardan müteşekkil devasa bir sweat shop'a çevirme fikrine bizi hazırlıyorlar gibi geldi. bunun için yapılması gereken bazı tatsız işler var. yatırımcılara (onların hamisi ülkelere) ayrı bir uluslararası hukuk taahhüdünde bulunmak ve uluslararası mahkemeleri garantör olarak tanımak gerekiyor. yani içerde biz sefiller akp yasalarıyla başımızın üstünde sallanan kılıçla sesimizi çıkarmadan yaşarken, emeğimizi sömürecek olanlar mesela ab yasalarıyla kendilerini güvenceye alacaklar. bu modelde nüfusun çoğunluğu, çalış, ye-iç, uyu, şükret prensibine göre yaşamaya zorlanacak. burda dini kültürün önemini anlatmama gerek yok sanırım. bu sistemin türkiye'nin canlı dinamiğine uymayacağını düşünüyorum ama denemeye çalışsalar ve sistem yürümese bile bir beş on yılı daha heba etmiş oluruz.

    bu tür bir yarı sömürge üretim üssü olarak bizi ucuz ve hakları tırpanlanmış işgücü, değersiz türk lirası vs. üzerinden pazarlayabilirlerse ve genel göstergelerde yukarı yönlü bir kıpırdanış olursa, kendilerini başarılı görüp icabında seçim ilanı bile yapabilirler. sonra gelsin kaç kişiye iş sağladık ettik goygoyu.

    damat tv'de yatırımcı derken, rekabetçi kur derken, mercedes ve yurt dışı tatili sizin neyinize derken tam olarak bu durumu tarif ediyor, gelecekte ne biçim bir cehenneme düşeceğimizi bize anlatıyordu. akp'nin toplumun dibindeki seçmeni için çok sorun yok. onlar zaten yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşıyor. geri kalanlar da beğense de beğenmese de kendini alıştırmak zorunda kalacak çünkü milletin yarısı boğazına kadar uzun vadeli borçlarla prangalanmış ya da hayatını borçla çevirerek yaşamaya mahkum durumda. tonla insan kçö ile ya da kuşa dönmüş maaşlarla kıt kanaat gidiyor. o kadar sıkıştık ki iş var çalışın dendiğinde çaresizliğin yaptıramayacağı şey yoktur, hele ki evde bekleyen çocuk varsa.

    bu geçiş için medyada sabahtan akşama "iş bulacaksınız, para kazanacaksınız daha ne istiyorsunuz?" şeklinde propaganda yapılacak elbette. iki hukuklu sistemde imtiyazlılar ve geri kalanlar diye bir sömürge düzeni kuruyorsunuz, insanları köleleştiriyorsunuz yollu argümanlara da "bunlar yatırıma, kalkınmaya düşman, istemezükçüler" diyecekler. "akp yapar, onlar bakar" falan dediklerinin, döviz cinsinden müşteri garantili 10-20 yıllık sömürü anlaşmaları olduğunu bugün bile anlatamadığımız düşünülürse, propaganda yapmakta çok zorlanmayacaklardır. nüfusun yüzde 50'sinden fazlasının şu an çalışmadığını düşünürsek, burayı üç otuz paraya çalışmaya hazır modern köle deposu olarak pazarlamaları ve topluma bunu bile icraat olarak pazarlamaları çok olası.

    ülke o kadar dengemizi bozup yoruyor ki kötümserlik ağır basabiliyor. orta vadede ülke için iyimser olsam da o noktaya varana kadar, pragmatik akp'nin iktidarı korumak için her yolu denemeye hazır olduğunu da biliyorum. dün damadı dinlerken, krizden çıkış yolu olarak kafasında ciddi ciddi bu planın döndüğünü düşündüm. bu yazdıklarımın komplo teorisi olarak kalmasını dilerim elbette.
  • seküler, kemalist, beyaz yaka, orta sınıf çalışanların son iki senede geliştirdiği bazı tutumlar var. yani kimsenin çok da umrunda değiliz de işte, kişinin kendini bir şekilde rahatlatması şart. bunlardan birkaçı şöyle sıralanabilir:
    -acıma duygusu yitti. kalpler çok kırgın ve bir o kadar da taşlaşmış vaziyette. eskiden öğrencilerime daha fazla bot, mont vs. alacak finansmanı bulurdum. şimdi istediği kulaklığı alamayan arkadaşım bu durumun sorumlusu olarak o çocuğun babasının verdiği oyu görüyor, almak istemiyor.
    -bu klasman devamlı monşer diye karikatürize edilmekten bıkmış durumda. bu kişilerin büyüdüğü değerler ile yaşadıkları arasında uçurum oluştu. bir de ekonomi bellerini kırınca iyice evlerine çekilip görünürlüklerini azalttılar. 2005 doğumlu çocuğun etrafında gördüğü kitle ile 95'lininki aynı değil. çocuklar bmw, nargile, anahtar görerek büyüdü, festivalde bulgaristan'dan gelen insanlarla birasını tokuşturup rock grubu izleyen kitleyle değil. bunun sonuçları daha sonraki yıllarda en olmadık yerlerden patlayacak. bu öyle filanca iktidar gelsin, oh bitti denecek iş değil. ayrıca tez konusu.
    -bingo! zavallı orta sınıfımız üremeyi de bıraktı. evliliğin bile bi' beş on senesi kaldı, yakında o da azalarak biter. bu kitle hobileri, yaşam boyu eğitim programları, bireysel alanına ve zamanına düşkün, dünyayla bir derdi olan adamlar. bunlara 4-5 bin maaşla evde buzdolabı taksidi ödetemezsin, bu adam çocuğunu yeni türkiye'ye salmak istemez. çoğu hayatı dilediği, daha da önemlisi izin verildiği ölçüde en az kişiyle muhatap olarak sorunsuz noktalama peşinde. "nedeeğğğğn ciddiğğğ ilişhki yaşanmıyor nedeeehnn?" başlıklarının mantar gibi türemesinden anlamışsınızdır zaten.
    -ve yönetimle ilgilenen biri olarak en canımı sıkan yetenek boykotu. en acısı bu zira toplum uzun vadede kaybeden durumunda bu konuda. ben dahil olmak üzere çalışan herkes performansını neredeyse yarıya indirdi. kimse rahatsızlık duymuyor zira bunu rasyonalize etmek çok basitleşti, biraz fatura ya da market fişi yeterli. kendini geliştirme/yetiştirme faaliyetleri kişinin hobisinden öteye gitmez oldu. bazen bilerek ve isteyerek inisiyatif almayıp o işi nasıl batırdıklarını izlemek ise ayrı bir zevk hâline gelmeye başladı.

    muhtemelen son birkaç senedir yazılıp çizilenler çerçevesinde tekrara düşmüşümdür, aslında bundan sonra anlatacaklarım da hep tekrar olacak. öte yandan şunu belirtmek isterim ki ana dişlilerin yağını kestiniz önce biraz gıcırtı, diğer dişler dönüyor vs. diye geçiştirebilirsiniz ama uzun vadede o dişlerin her biri diğer çarklara yarıklarından kan damlatmaya başlar.
    işte o zaman "alla alla, nereden geliyor bu damlalar?" demeyin.
    debe editi: bu entry cumhuriyet'in yalnız ve güzel çocuklarına * ithaf edilmiştir.
  • ulan nankor itler, ne krizi lan?? hangi krizden bahsediyorsunuz??? işiniz gücünüz devlete bok atmak! ticaretle ugrasan biri olarak, bakin ben son 9 ayda kendi basimdan gecen olaylari anlatayim. yalanim varsa butun kainat ve sozluk alemi hem beni siksin, hem sulalemi siksin!!

    mart ayinin ortasinda isyerimi gecici olarak kapattim ve kendimi evde karantinaya aldim. devletimiz hemen 2 hafta icinde bana calisamadigim icin haftalik 10151 lira maas bagladi. bu maas bana her hafta tikir tikir odendi, hem de 1 gun gecikme olmaksizin. haziranin sonunda isyerimi tekrar acana kadar toplamda 152 bin tl yardim yapti sagolsun devletimiz.

    haziran sonunda isyerimi yeniden actim ama kazancim biraz dusmustu ama yine devletimiz ve valilik devreye girdi ve isyerim sekteye ugradigi icin bana su gune kadar 141bin lira hibe verdiler. bakin kredi demiyorum, hibe diyorum, devletimiz ve valilik bu parayi bana hibe olarak verdi, geri odeme yapmayacagim. isyerim icin bir 158bin lira daha hibe bekliyorum, bu ayin sonuna kadar yatirirlar parayi.

    karantina gunlerinde malum disari cikamadim pek, evde online alisveris yaptim baya. 12bin liralik kiyafet alisverisi yaptim kendim icin. bazi aldigim urunleri giymedim bile, etiketi ustunde. sira gelmedi henuz.

    bu sene tatile gitmedim, restoranda yemek yemedim, (ama eve cok servis ettirdim), eglence, sinema, plaj, deniz vs gibi mastaflarim olmadi. can sikintisindan arabami degistirdim. eski arabami sattim.

    hizimi alamadim, hadi bir de evi degistireyim dedim. kredi faizleri dustugu icin ev fiyatlari firladi amk. 4milyon liraya guzel muhitte bir ev buldum ama tamir ve renovasyon icin de bir 600bin lirayi daha gozden cikardim.

    simdi soruyorum size, nerde lan ekonomik kriz?? nerde?? reis'imize bin sukurler olsun, kendisine minnettarim. devlete bok atmayi birakin!

    sey, pardon, bir seyi yazmayi unutmusum, yasadigim ulke abd. devletimizden kastim da vatandasi oldugum abd devleti. verdigim rakamlar turk lirasina cevrilmis dolar karsiligidir. 1$=7.9 tl olarak aldim. reis'ten kastim da tabiki sari reis donald trump'tir. almanya'nin ve amerika'nin kiskandigi turkiye'de durum nedir tam bilmiyorum.

    edit: beklediğim 158 bin tl'lik (20bin dolarlık) hibem dün onaylandı. ohhh, paralar blm'ci sjw'ci teröristlere gitmiyor, ticaret sahiplerine, millete gidiyor, ohhh!
  • dolar 3.30 lirayken maaşım 3250 liraydı kendi evim var ve bekarım arabam var gayet rahat geçiniyordum. hafta da bir gün gezip tozuyor köşeye ufak ufak bir şeyler de atıyordum.

    bugün maaşım 5000 civarı dolar hesabına vurursak 4 senede maaşım artmamış aslında hatta baya bi erimiş. hala bekarım hala evim var ama artık eskisi kadar rahat geçinemiyorum. hobilerimden vazgeçtim, artık dışarı çıkamıyorum, çıktın mı tavuk döner yemeyeceksek 2 kişi 100 liralık olup dönüyorum. yinede eskisi kadar köşeye atamıyorum. hatta köşeye hiç atamıyorum artık. ekonomiden pek anlamam ama yaşam standartlarım düşüyor. orta sınıftan alt sınıfa düşmeye başladım.

    bilgisayarımı 2014 te toplamıştım artık yenisini alayım dedim o zaman aldığıma denk bir bilgisayarı kampanya filan kovalaya kovalaya 9 bine zor aldım. 2014 te nakit almıştım bugün 9 taksit alabildim. yani önümüzdeki 9 ayı bir bilgisayara tapu ettim amk. arabam 15 yaşında yenileyeyim diyordum ama fiyatlara bakınca değil sıfır almak bir 5 yaş model yenilemek bile için iki sene borca girmem gerekecek.

    her yerde dolar baskılanıyor deyip duruyorlar, olum bu dolar daha da çıkarsa halimiz ne olacak? yılbaşından önce zam almak hayal, kaldı ki zam verecekler mi onu bile bilmiyorum. 3. aydan 6. aya kadar zaten yarı maaşla çalıştık, bu ay normal maaş alıcaz diye bekliyoruz. yaş olmuş 38 daha ne kadar çalışırız onu da bilmiyorum. çünkü geriden işsiz güçsüz bir ton yeni nesil geliyor adam senin miladın doldu deyip yarı maaşıma eleman alsa ne yapıcam? adamlar işsiz gayet rahat yarı maaşıma bu işi yapacak tonla adam bulur istese.

    haberler ''ayasofya ha ayasofya'' diye yıkılıyor ama gecenin şu saatinde beni gelecek kaygılarıyla uyku tutmuyor. geriden bu kadar işsiz genç gelirken işimi koruyabilecekmiyim? dolar artacak mı? maaşım erimeye devam edecek mi...

    38 yaşındayım 2001 krizinde gençtim çalışıyordum ama bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. çünkü gençtim iş vardı ve alım gücü vardı o zamanda yalnız yaşayıp rahat geçiniyordum. bugün aldığım paranın alım gücü olduğunu düşünmüyorum.

    bugün bir gazete alıp iş ilanlarına baktım en son 2016 da bakmıştım sanırım çünkü o zaman bir iş değişme muhabbetim olmuştu. o zaman 3 sayfa olan iş ilanları bugün tek sayfaya düşmüş. evet 20 milyonluk istanbul da iş ilanları sayfası bugün 1 sayfayı doldurmuyor. kariyer sitelerine baktım onlarda da sektörümde 10 taneden fazla ilan görmedim. ne yapıcam bilmiyorum. geriden gelen işsiz nesili düşündükçe, doların rayına oturmadığını gördükçe uykularım kaçıyor. üstelik bekar olduğum halde durum bu.

    sanırım evimi satıp köyüme dönme vaktim geliyor. artık şehirde yaşamanın anlamsız olmaya başladığını düşünüyorum. çünkü geleceği parlak görmüyorum. olası bir büyük krizde en azından köyde kendim eker biçer aç kalmam, işsiz kalmam hesabı yapıyorum.

    sabah ezanı okunuyor. inancım yok ama inşallah ayasofya da namaz kılan kaymak tabaka bizim halimize dua etmiştir. yoksa halimiz yaman.

    iyi kafa siktim gece gece. iki bira içince açılıyor çenem amk. iki bira bi tuzlu fıstık 50 lira bu arada. hey yavrum hey dışarı çıkacakmışım senin neyine dışarı çıkmak amk fakiri.
  • bizbize yeteriz kampanyası ile toplanan 1.000.000.000 tl, yarısından fazlası merkez bankası, devlet bankaları, kaderi devletin iki dudağı arasında olan özel bankalar, yandaş müteahitler, kayyumdaki ve devlet kontrolündeki şirketler. (not: kampanyayı küçümsemiyorum, zorla bağış toplanması olayı yoksa yardım kampanyasını doğru buluyorum)

    çok zor ama hadi kampanya bitene kadar toplansın 2.000.000.000 tl

    t.c. nüfus: 80.000.000 kişi (bunu da azaltarak yazdım, daha sığınmacılar var)

    2.000.000.000 tl / 80.000.000 kişi = 25 tl/kişi

    hadi herkese ödeme yapılmasın, 5.000.000 haneye ödeme yapılsın
    2.000.000.000 tl / 5.000.000 tl = 400 tl/hane

    ince elensin sık dokunsun 1.000.000 haneye yardım yapılsın
    2.000.000.000 tl/1.000.000 tl = 2000.tl/hane

    sonuç olarak hane başına 1 asgari ücret etmedi.

    özet: bu işlerin çözümü yardım kampanyası ile olmaz, devletin ekonomik gücü ve rezervleri ile olur, ihtiyat akçesi ile olur, para basarak olur.
  • sadece ulkemizi degil dunyayi vuran krizmis.

    okey o zaman su asagidakiler de ulkemize ozel degil de global mi yani ?

    cds imizin 500 un ustune cikmasi. venezuela ve arjantinle yarisiyoruz.

    dolar dunyada dip seviyedeyken bizde tepe yapmasi ?

    dolar endeksi 93 e inmisken, ve butun gelismekte olan ulkelerde duserken bizde rekor ustune rekor kirmasi ?

    amkodum koylusu ya. internet olmasa dunyayi takip etmesek yutturacak.
hesabın var mı? giriş yap