• bir puslu kıtalar atlası değil
    bir suskunlar değil
    bir efrasiyabın hikayeleri değil
    ama bir ihsan oktay anar kitabı
  • "çünkü paşaoğlu, yani halife efendi'mizin süt kardeşinin öz torunu, dağlara taşlara allahsız idi! yediği halt bununla da kalmaz, bir yandan da rabile nam bir fransızın kaleme aldığı kögrantüa başlıklı müstehcen eseri, bu kitap kendisine sövüle dövüle ezberletilmiş arap uşaktan dinlerdi."
    rabile: françois rabelais, kögrantüa: gargantua olmalı. (bkz: thank you captain obvious).
  • kapak resmi, ihsan oktay anar'ın bizzat kendisince çizilmiş, ilk gün temin edilip hemen okunmaya başlanan kitap
  • her dilde küfür eden kitap.

    `... .--. --- .. .-.. . .-. `
    ben enver pasa ulan kalkmis yarrak evladi eseklere siktirecegim
    `... .--. --- .. .-.. . .-. `
  • --- spoiler ---

    ama onun amacı iktidarı değil, çocukluğundan kalma gülgoncası'nı almaktı. fakat nerede ve kimde olduğunu bilmiyordu. asker olmasına rağmen sormaya da cesareti yoktu, sadece senatoda moruklar onu bıçaklarken evlatlığı brütüs'e "sende mi brütüs?" diye sorabilmişti.

    hayalet bölümünden, sayfa 193. sen de mi brütüs lafına bambaşka bir bakış açısı.

    --- spoiler ---
  • bir puslu kıtalar atlası, bir amat, bir suskunlar değil.

    discipline havası da aldım biraz. orada da bir satranç mevzusu vardı.

    j'accuse...
  • şerefsiz, ahlaksız, haysiyetsiz, namussuz, tabansız, ciğersiz, yılan, sefil, melun, yezit ve benzeri nice sıfatı kendisine yakıştıran çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli, fakat nasıl oluyorsa uzun boylu barbar bir moğolun lakırdılarını neşrettiği über eser. üstadımız, pirimiz, canımız, cananımız, tatlı dillimiz, sivri kalemlimiz, gül yüzlümüz, ulumuz, hakanımız, biriciğimiz nükteperest uzun ihsan efendimize dil uzatmak ne haddimize! ol ki diller kopa, en acı, en zehir biberler o pabuçtan hallice et parçasını saklayan ağızlara garkola! haşa, sümme haşa! lakin, şöyle bir mesele var: efendimiz kitabın sonuna iliştirdiği imzasını 23 temmuz 2012'de nakşetmiş. kitabın baskısı ise malum, 25 ağustos 2012 tarihinde yapılmış. şu satırların yazarı zihin fukarasının 3 gramlık aklına takılan ise, kitabın ne ara editöre gittiği, düzeltmelerin yapıldığı, redakte edildiği, dizildiği ve bir kitap basılmadan önce yapılması gereken daha ne kadar zıkkım varsa, işte o işlerin ne ara halledildiği. sanki, demeğe de dilim varmıyor ama, biraz acele edilmiş galiba. tövbe estağfurullah! lakin, o kimi cümleleri anlamayı imkansız hale getiren imla hataları olmasa, veyahut aman baba olmadık yerde aman dede diye anılmasa, biz zavallılar da basit imla hatalarını veya bir takım gariplikleri bulduk diye kendimizi avutmasak daha güzel olurdu kanımca. zira efendimizin eli boldur, sadaka diye cebindeki tedavülden kalkmış bozuklukları kaktıracağını zannetmiyorum şuncağızlara. artık, bir sonraki baskıya, inşallah ve maşallah!
  • büyük bir heyecanla bekleyip gelişini de ayarsız bir sevinçle karşıladığımız için itiraf edemiyoruz ama ihsan oktay anar'ın diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında iyi sayılamayacak bir kitap yedinci gün. müşterisi çoğalınca ürünlerinin tadı bozulan pastane misali "eski tadında değil" denebilir anar'ın bu kitabı için.

    not: paşaoğlu'nun ölümüne kadar olan bölüm hariç.

    edit: "supoylır var" diye giren arkadaşlar oldu mesaj kutuma. kitap eleştirisinde spoylır diye bir şey olmaz. pata küte cümleyi bile döşeyebilirim buraya. dil yanlışlarını eleştirenler ya da kitaptaki esinlenmelerden bahsedilen entry, başlık ya da gazete haberlerinde de böyle bir ibare yok. ayrıca supoylır bir sözlük kuralı değil, nezaketen sözlük yazarının tercihine bağlı olarak veriliyorella.
  • ceviz reçelinin, yapımına başlanışından itibaren geçirildiği işlemlerin tamamlanıp, ceviz reçeli haline geldiği gün.
  • tanıdık ihsan oktay anar diliyle yazılmış bir kitap aslında yedinci gün. yine ilgi çekici bir hikayeyle devam etmekle birlikte bu kitapta ihsan oktay anar'dan toplum, devlet, hürriyet, bürokrasi ve yaşayış şekli üzerine bazı eleştireler yapıldığını görüyoruz. bürokrasi eleştirisi oldukça dikkat çekicidir:

    --- spoiler ---

    ... sabah uyanıp bir iki saat kahvaltı masasında ve kıraathanede keyif yaptıktan sonra, dairede ancak öğle vakti yahut belki daha da sonra arz-ı endam eden memurlar, piliçka buldular mı kaçırmazlar, kaparoz yiyip nüfuz ticareti yaparlardı. zaten bu şahısların seciyeleri de sağlam sayılmazdı. kısacası daha veletken ya dayak ya da mükafat arsızı olduklarından terbiye edilmeleri de kabil değildi. cesur olmadıklarından ve teminatı da bulunmadığı için ticari bir teşebbüs onlar için korkutucuydu. bu yüzden, eşin dostun pistonuyla bir daireye kapağı attıklarında rahat ve emin bir hayat yaşayacaklarına iyice kanaat getirirlerdi. bulundukları dairede padişah efendimiz'in resmi asılı olduğu için arkalarını devlete dayar, kendilerine işi düşün şahısları, maaşları onların vergilerinden ödendiği halde azarlar, hakir görür, itip kakarlardı. ihsan sait, elinde koskoca bir tomar evrakla geldiği dairede bu lüpçülerin birinden imzayı koparmak içinönce, çürüttüğü minderde dalıp giden, hatta horuldayan adamı uyandırmak zorunda kalırdı. derken sinirli bir şekilde gözlerini ovuşturan adama meseleyi arz eder, ama mevzunun biraz uzuca, yani dört beş cümle olması sebebiyle çok geçmeden memurun gözleri dalar, laf bitince de içi geçmiş ve pineklemeye başlamış olurdu. memura dokunmak hapis cezası gerektirdiğinden, ihsan sait adamı dürtüp uyandırmaz ve başında bazen saatlerce kendiliğinden uyanmasını beklerdi. gözlerini açsa bile memur sorulara eveleyip geveleyerek cevap verir, malumat vermek yerine kem kem küm eder, verse bile işe el sürmez, suyu yokuşa akıtırdı...

    syf: 113

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap