• "herkesin, gidebileceği bir yeri olmalı. çünkü öyle bir an olur ki, insanın mutlaka bir yere gitmesi gerekir."
  • "örneğin bana, bugüne kadar 'komşunu sev!' dedilerse ve ben de sevdiysem, bundan nasıl bir sonuç çıkıyordu? şöyle bir sonuç çıkıyordu: ben paltomu ikiye bölüyor, yarısını komşuma veriyordum. böylece ikimiz de yarı yarıya çıplak kalıyorduk. bilim ise 'herkesten önce kendini sev' der. çünkü dünyada her şey kişisel çıkar temeli üzerine kurulmuştur. yalnızca kendini seversen, hem işlerini gerektiği gibi yaparsın, hem de palton sapasağlam üzerinde kalır. ekonomi bilimi ise şunu ilave eder: bir toplumda özel işler ne kadar yolunda giderse,başka bir deyimle paltolar ne kadar bütün kalırsa, o toplumun temelleri öylesine sağlam, genel işleri de öylesine düzenli olur. demek yalnız kendim için kazanmakla, herkes için de kazanmış oluyorum, ayrıca komşumun ikiye bölünmüş bir kaftandan daha fazlasını almasına, hem de onun bunun sadakasıyla değil, genel ekonomik ilerleme sayesinde almasına imkan vermiş oluyorum." *

    büyük eserden güzel bir tanımlama tane tane, şahane ifade edilmiş ama...
    ama maalesef işte, şimdilerde o paltonun bütün ve sağlam kalması gerçekten hayli zor...
  • kitabın baş kahramanı raskolnikov, bir makalesinde şöyle buyurur;
    --- spoiler ---
    insanlar ikiye ayrılırlar. yalnızca insan soyunun üremesine yarayan basit insanlar, yeni bir şey söyleyebilme yeteneğine sahip üstün insanlar. kanuna boyun eğen, toplumun kurallarını uysallıkla benimseyen ve idare edilmekten zevk alanlar, birinci kategorideki insanlardır, idare edilmek onların vazifesidir. ikinci kategoridekiler, kurallara karşıdır, ya kanun bozucudur, yada kanun koyucu. bu insanlar, durumu daha iyiye doğru değiştirmek için, kafa yorarlar, çare ararlar ve durumu düzeltmek için kan dökmeleri gerekiyorsa tereddüt etmezler.
    --- spoiler ---
    (bkz: atatürk)
    (bkz: hitler)
    (bkz: napolyon)
  • insan psikolojisini çok iyi analiz eden bir kitap. kahramanın iç hesaplaşmalarının detayı insanda hayranlık uyandırıyor. psikolojik tespitlerine örnek verecek olursak;

    raskolnikov: ve artık şunu biliyorum sonya, güçlü, sağlam bir kafa ve ruha sahip olan kişi insanların efendisidir. kim daha cesaretli ve gözüpek ise, onların gözünde o haklı ve doğrudur. kim daha çok şeyi ayakları altına alır, çiğner geçerse onların yasa koyucusu olur ve en arsız en cüretkar olan, muhakkak ki en haklı olandır. bu hep böyle gelmiş ve böyle gidecektir..."(suç ve ceza-dostoyevski)
  • suç ve ceza'nın birbirine girmişliğini en güzel işleyenlerden biri de yılmaz erdoğan'dır bana göre.

    “aslında bir insanı bir yere kapatmak suçtur. ama kapattığınız kişi bir suçluysa bu bir ceza. yani aslında her ceza biraz da suçtur. ve her suç aynı zamanda ceza. içerdekilerin bazılarının suçlu bazılarının suçsuz olduğuna şüphe yok, ama bu dışarıdakiler için de geçerli.
    yakalanmayan suçluya suçsuz denir. yakayı ele verenin kendini mağdur hissetmesi de bundandır. yani herkes çalıyor ben niye yakalanıyorum.”

    yılmaz erdoğan, bana bir şeyhler oluyor.
  • annem zamanında şartlarının zorluklarından dolayı ilkokulu bile okuyamadı. yıllarca okuma-yazma bilemeyişi kanayan yarası oldu. eline gazete alıp eskiden öğrendikleriyle az çok yavaş yavaş okumaya çabaladı. sokakta yürürken tabelaları okumaya daldığı zamanlarını da hatırlarım :) sonra bir gün halkevlerinin birinde okuma yazma kursu verildiğini öğrendi ve hemen başvurdu. derslerine hoplaya zıplaya gitti. sınıfın neşesi oldu ve kursu başarıyla bitirdi. ben anneme aralarda seviyesine göre hikaye kitabı aldım. okudu. bu aralar uzunca bir ara vermişti bana da ' ya okumayı bıraktım bana kız lütfen ben tembellik yapıyorum' dedi. ben de geçenlerde kitap fuarına gittim anneme bir kitap alayım dedim. baktım baktım da şimdi annem okumayı yeni öğrendi sayılır ama annemin seviyesine göre olan hikaye kitaplarının konuları da küçük yaştaki çocuklara hitap ediyor annemi kesmez yani. neyse 3-4 tur attım fuarda ve sonunda suç ve ceza' nın çocuklar için hikaye kitabına çevrilmiş halini gördüm. işte aradığım buydu dedim ve hemen aldım. şimdi bir heyecanla okuyor ve arada gözleri doluyor okurken. ben de annemi kendini kaptırmış şekilde okurken görünce seviniyorum. iyi ki de hikaye kitabı şeklini yapmışlar sağolsunlar.
  • "...çalınacak şeyleri olanlar kapıyı kilitlerler. aslında ne kadar mutlu onlar biliyor musun?
    kimler?
    çalınacak bir şeyi olmayanlar."
  • hassas tipler cinayet işlemesin ulan dedirten roman.
  • svidrigaylov'un bende derin izler bıraktığı kitap.. okuyuşumdan yıllar yıllar geçmiş olmasına rağmen dunya'yla son görüşmesi, şakağını sıyıran mermi ve kulağından sızan kanlar hala rastgele yerlerde aklıma gelir. romanın en dokunaklı sahnesidir belki de.. hisler, hissetmek her şey mümkün..

    " "tabancasını attı!" diye bağırdı, derin bir soluk aldı. birden yüreğinden bir ağırlık kalkmış gibi oldu. ancak bu, ölüm korkusunun yarattığı bir ağırlık değildi, zaten onun şu anda ölüm korkusu duyduğu söylenemezdi. bu, bütünüyle kendisinin de belirleyemediği daha başka, acı verici, karanlık bir duygudan kurtuluştu.
    dunya'ya yaklaştı, kolunu yavaşça beline doladı. dunya karşı koymadı, ama yaprak gibi titriyor, yalvaran gözlerle ona bakıyordu. svidrigaylov bir şeyler söylemek istedi, dudakları kıvrıldı, ama konuşamıyordu.
    dunya yalvarırcasına:
    "bırak beni!" dedi.
    svidrigaylov titredi, bu senli seslenişte deminkilere benzemeyen bir şeyler vardı.
    "sevmiyor musun beni?" diye sordu svidrigaylov usulca.
    dunya başını olumsuz anlamda salladı.
    svidrigaylov umutsuzluk içinde fısıldadı:
    "ve... sevemezsin de? hiçbir zaman?"
    "hiçbir zaman..." diye fısıldadı dunya.
    svidrigaylov'un ruhunda bir an süren sessiz ama korkunç bir çatışma oldu. anlatılması zor bir bakışla bakıyordu dunya'ya. birden elini belinden çekti, döndü, hızla pencereye doğru yürüdü, arkası dunya'ya dönük orda durmaya başladı.
    bir an ikisi de öylece durdular.
    "işte anahtar" dedi svidrigaylov. elini paltosunun sol cebine sokup çıkardığı anahtarı, dönüp geriye bakmadan arkasındaki masaya bıraktı. "alın ve hemen gidin!.."
    ısrarla pencereden bakıyordu.
    dunya anahtarı almak için masaya yaklaştı.

    "çabuk! çabuk!" diye tekrarladı svidrigayov, hâlâ arkası dönüktü. yalnız, "çabuk" sözcüğünde korkunç bir şeyler tınlıyordu.
    dunya bunu anlamıştı, anahtarı kaptığı gibi kapıya atıldı, kendini dışarı attı. bir dakika sonra kanal boyundaydı; çılgın gibi x- köprüsüne doğru koşmaya başladı.
    svidrigaylov üç dakika kadar daha pencerenin önünde durdu, sonra ağır ağır döndü, çevresine bakındı ve yavaşça elini alnına götürdü. yüzü tuhaf bir gülümsemeyle çarpılmıştı, zavallı, hüzün dolu, cılız bir gülümsemeydi bu; umutsuzluğun gülümsemesi..."
  • bu romanı ilk olarak lise son sınıfta okumuştum. ama lisede aklım bir karış havada olduğu için hakkını vererek okuduğumu düşünmüyordum ve aklımın bir köşesinde kitabı yeniden okumak vardı. geçenlerde bir kitapçının önünden geçerken aklıma geldi, girip aldım. kitabın arka kapağında dostoyevski'nin kısa hayat hikayesini okurken fark ettim, o gün* dostoyevski'nin doğum günüymüş. bu küçük tesadüfe gülümseyip o gün yıllar sonra kitabı yeniden okumaya başladım.

    kitabın ortalarında raskolnikov'un, yaşlı tefecinin kafasına baltayla vurarak öldürdüğü bölümü okuduğum günlerde yakın çevremden bir arkadaşım, iş ortağının kafasına çekiçle vurarak öldürdü. cinayeti işledikten 4 gün sonra gözaltına alındı ve o 4 günde gayet normal bir şekilde aramızda dolaştı. bildiğin razumihin oldum. olayın şokunu atlatamadık günlerce. 8-10 gün sonra tekrar kitaba dönecek psikolojiye ulaştığımda ise raskolnikov artık benim için deniz'di*. raskolnikov'un cinayetten sonra teslim olana kadar hissettikleri, düşündükleri, yaptıkları; koşulsuz olarak deniz'in o 4 günlük periyotta hissettikleri, düşündükleri ve yaptıklarıydı.

    bu sebeple suç ve ceza'nın yeri benim için her zaman başka olacaktır. entry'i yazarken bile tüylerim ürperdi.
hesabın var mı? giriş yap