• sözlerine bakılırsa ferdi tayfur'un içip içip kızın kapısına dayandığı, başka kızlara baktığı ama daha sonradan pişman olduğu ve bu yüzden de af dilediği şarkısı. şarkının yer aldığı 45'liğin a yüzündeki merak etme sen'deki samimiyetten sonra inandırıcı gelmiyor bu şarkı. orkestrasyon da o kadar iyi değil.
  • sovyetler rusya'sı kültürüyle yetişmiş ve donanmış tiyatrocu aleksei arbuzov'un yazdığı etkileyici metin. yazarın oyunculukta ve yönetmenlikte de yer bulan kariyerinin oyun yazarlığı kısmında ortaya çıkan metin, ikinci dünya savaşı rusya'sına erişebilmeyi mümkün kılıyor.

    söz veriyorum, 2019 ocak'ı itibariyle ibb şehir tiyatroları'nda hülya karakaş yönetmenliğinde sahnelenmeye başlamış; 30 ekim 2019'da fatih'te reşat nuri sahnesi'nde de ben izledim. oyundan önce ve sonra oyunla ilgili, başta sözlük ve tiyatrolar.com olmak üzere bazı platformlarda yer alan birçok izleyici yorumunu okudum; oyunu yersiz bir acımasızlıkla eleştiren izleyici ve olumsuz yorumlara yapıcı bir şekilde yaklaşmayı tercih etmeyen yönetmen*, sizi kınıyorum ve size laflar hazırladım.

    oyun 1942 senesinin kışında, nazi saldırısı altındaki bir bölgede sağ kalan üç gencin birbirine tutunarak yaşamaya çalışmasını ele alarak başlıyor. 18 yaşındaki lika ile 20'lerinin başındaki marat ve leon arasında yaşanan aşk, dostluk ve kıskançlık ilişkisi, üç gencin hayata dair umutları ve amaçları ile iç içe bir halde izleyiciye sunulmuş. lika, doktor bir annenin kızı olarak tıbbi bilgisiyle; marat, yalanlarıyla ve gözü karalığıyla; leon ise şiire olan tutkusuyla öne çıkarılmış. aynı kadına aşık olan iki erkeğin dostluklarından da aşklarından da taviz vermeye yanaşmaması, 1942 kışında yaşanan sıkışmışlık hissinin bir ömrü sarması ve savaşın derin izlerinin silinmeyeceğinin bilinirliği metni inanılmaz çekici kılmış. metni gerçekten çok beğendim fakat bu entryde arbuzov metni güzellemesi yapmak niyetinde değilim; hülya karakaş uyarlaması kısmına odaklanmak istiyorum.

    oyunda, 1942 kışı ve 1960 kışı arasındaki zaman dilimi tek bir mekân üzerinden anlatılıyor. döner sahne üzerine kurulan dekor bence başarılıydı. aynı şekilde kostümlerin de oyuncunun içinde bulunduğu anın ruhunu iyi yansıttığını düşünüyorum. müzikler de hoştu fakat geleneksel rus müziklerini kullanarak biz bu oyunu atlatırız diye düşünmüşler gibi hissettiriyordu, üzücü. izlediğim sahnenin dezavantajı mıydı yoksa kişi hatası mıydı bilmiyorum, müzik sesi rahatsız edici yükseklikteydi. bombaların evin yakınına düştüğünü düşünerek olur ya diye geçtiğim anlar oldu ama kutlama sırasında gelen müzik sesinden oyuncuların söylediğini, üstelik sahneye oldukça yakın otururken anlayamamak can sıkıcıydı. ışık kullanımıydı, şuydu, buydu derken oyuncuları dışarıda tutup oyunu incelediğinde ortaya güzel bir şey çıkıyor ama oyuncular maalesef güzel olabilecek bir oyunu baştan sona beğenmemiş olmama yetti.

    oyunu erkek arkadaşımla izliyordum; oyun esnasında sık sık birbirimize dönüp bu sahne çok daha güzel olabilirdi diye hayıflandık. metin o kadar doyurucuydu ve oyuncular o kadar çiğ duruyordu ki sahnede, aynı oyunu başka bir ekipten izleyebilmenin hayalini henüz bu uyarlamayı izlerken kurdum. 40'lı yaşlarında olan üç kişinin 20'li yaşlarda olan üç karakteri canlandırmaya çalışması*, marat'ı canlandıran oyuncunun sık sık replik unutması, diğer iki oyuncunun karakterin sahip olduğu heyecanlı ruh hallerini asla yansıtamaması ve üç oyuncunun da sahnede duruşlarından akan bezmişlik beni sürekli olarak oyunun dışına itti. yani, ilk temsilin üzerinden bir sene dahi geçmemişken bu derece yılgın görünmelerine ben anlam veremedim. birtakım tahminler yürüttüm tabii ama yine de anlamsız görünüyor bana.

    tüm bunlara rağmen oyun için cümlelerce yergi dizip bu oyuna gitmekle hayatının hatasını yapmış gibi durumu dramatize eden seyirciye anlam veremiyorum. bir sanat eserini eleştirmeye hakkı olan insanların bu derece acımasızlaşması hoşuma gitmiyor. bu oyuna giderseniz arkadaşlar, türkçe çevirisini bulmanın çok zor olduğu nefis bir metne ulaşacaksınız. ikinci dünya savaşı ve sovyet rusya ile alakalı konulara ilgi duyuyorsanız rus toplumunun nasıl bir psikoloji içinde olduğunu sosyalist bir yazarın kaleminden öğreneceksiniz. eğer tiyatroya salt sanat kaygısıyla gidiyorsanız bu oyunu beğenmezsiniz, bu doğru. tiyatrodan bir parça dahi olsa yeni bir şeyler kapmaya açsanız eğer, oyunu beğenmeseniz dahi bu sanat eserinden belli bir tatmin hissiyle ayrılabilirsiniz. yeniliğe açık olmak iyidir arkadaş. 15 lira veriyorum, dünyanın en güzel oyununu izlemem lazım şımarıklığı çirkin görünüyor.

    bu oyunu benim için unutulmaz kılan sanırım hülya hanım'ın tiyatrolar.com'daki yorumu olacak.* bu kadar yoğun bir şekilde olumsuz yorumla karşılaşıldığında yapılması gereken şeyin "oyunları birlikte belirleyelim" diye trip atmak olmadığı kanaatindeyim. eğer bu oyun, davayı korumak kaygısıyla olduğu kadar sanatı da korumak kaygısıyla kurulsaydı sonuç çok başka olurdu diye düşünüyorum. profesyonellik önemli, o noktadan şaşmamak lazım.

    gidin izleyin diyemeyeceğim bir oyun istanbul şehir tiyatroları'nın söz veriyorum'u ama ben, canım bir parça sıkkın olarak olsa da yeni bir şeylere erişmenin verdiği keyifle çıktım salondan. yönetmene ve oyunculara kırgınım, umarım daha hevesli bir ekibin sahnesinde tekrar izlemek fırsatını bulabilirim bu oyunu.
  • arbuzovun şahane eseridir. yazdığı 3 karakteri 3 farklı dönemde yaşatır. marat, leonidik ve lika savaş ve barış ortamlarını yaşarlar. savaş belki ülkelerinde biter ama kendi içlerinde ve aralarındaki ilişkilerde hiç bitmez. oynaması zordur. karakterleri 14-15 yaşında alıp 40lı yaşlara kadar taşır oyuncu. çok uzun süredir kurum yahut özel tiyatroda sahnelenmemiştir. olsa da yesek içinde bırakan bir tiyatro metnidir.
  • genelde herkes metni beğendiğine göre, ki ben o konuda da şüpheliyim, bu oyunla ilgili sorunlar sahneye koyunlardan kaynaklanıyor.

    oyuncular gerçekten kötü, hissiz, tek düze, karaktersizler oyun boyunca, oyun boyunca 23 nisan müsameresinde şiir okurcasına vurgularla konuşan bir kadın, "ibne miyim değil miyim bilemedim" edasında konuşup duran ve "şebeklik yükü bende herhalde" endişesiyle aşırı dalgalı bir karakter sergileyen ve genç olması gerekirken oyundaki en yaşlı tip olan biri ve bir tane de replik ezberlemekten aciz, ruhsuz, hissiz, bağsız başka bi tip.

    kötü bir oyundu, evet. metin güzelse demek ki uyarlayanlar bunu ancak bu kadar algılayabilmişler zira bir tiyatro oyunundan çok gavatlık propagandası gibi bir şeydi.

    ayrıca karar verdim ki hülya karakaş oyunları pişmanlıktır. bunca düşük puan almasına rağmen halen uyarlama yapabiliyor olması da ayrı bi konu.
  • kuralına uyulursa anlamı olucak, ilişkilerde rahatlatıcı bir o kadar da birleştirici rol oynayan, masum söz öbeği
  • dublajlı film izler hissayatı verdi.
    pek beğenemedim.
  • antalya'da da sergilenmekte olan bir tiyatro oyunu. başarılı bir dram. 1942 yılında geçmeye başlıyor.
  • şehir tiyatrolarının iki haftadır oynadığı yeni oyun. üzgünüm ama olmamış, olamamış bir oyun. 18 yaşında çocukları 40 yaşında oyuncuların canlandırması oyunun ilk dakikasında daha tüm dikkati dağıtıyor. hikaye gereği yani karakterlerin 13 sene sonrasını da işleyecek olmaları bu yaş grubu oyuncu seçmelerine sebep olmuşsa eğer o da üzer çünkü genç olan bir oyuncuyu yaşlandırma şansı vardır ama yaşlı bir oyuncuyu gençleştiremeyiz. 40 yaşında birinin 18 yaşında birini oynarken 13 yaşında bir ergeni oynarmış gibi konuşması da ayrıca kötüydü. üzgünüm ama şehir tiyatrolarında şu karakterlere can verecek gencecik insanlar olmadığını sanmıyorum. zaten gittikçe kötü oyunlar seyretmeye başladığımız şehir tiyatrolarında iyi vakit geçirmek adına ayırdığınız iki saati bu oyunla heba etmemelisiniz diye düşünüyorum.
  • yönetmen hülya karakaş, tiyatroya ordu halkevlerinde başlamış bir yönetmen. bu zamana kadar iyi kötü bir çok iş çıkarmış ortaya.

    söz veriyorum ise kötü işlerinden.

    yönetmen siyasi çizgisi kendisiyle aynı insanlardan bir ekip kuruyor, bir oyun üzerine çalışıyor epey fakat çeşitli sebeplerden o oyun sahnelenemiyor. yönetmenimiz de bir yaz boyunca oyun metinleri okuyor bu ekiple hangisini çeksem diye.

    ve sscb yazarı aleksei arbuzov'un söz veriyorum isimli oyununu can ertuğrul, murat coşkuner, ebru üstüntaş ile tekrar çekmeye karar veriyor.

    hikaye olağanüstü güzel. çok güzel bir hikayeyi bize aktarıyor ekip.
    1942 yılında, nazilerin hava harekatı başlıyor. bir sokakta bir bina hariç bütün binalar yıkılıyor. ekmek almaya gittiği için bombalamadan kurtulan lika binada içerisinde ölü insanlar olmayan tek daireye sığınıyor. marat'ın ailesinin dairesi.
    günlerini binada sağ kalan üç beş kişiye yardımcı olarak geçiren 18 yaşındaki lika, evde kendisini marat'ın anıları ile ısıtıyor.
    fotoğraflarını yakıyor sobada.
    marat geri döndüğü zaman kendisine ait tüm anıların yok olduğunu görüyor. halbuki oyun boyunca, bu üçlü arasında eski günleri, savaştan önceki günleri, anılarını en çok özleyen marat. sürekli buna dile getiriyor. özlemini belli ediyor eski günlere ait bütün fotoğrafları lika tarafindan yakılmış marat.

    bir apartman dairesinde beraber yaşamaya başlıyor bu ikili. lika ilk gece kahkahalar ile gülüyor gözleri kapalı yatan birisinin nefes aldığını duydukça.
    nefes alıyorsun, marat sen nefes alıyorsun!

    daha sonra leonidik katılıyor hikayeye. oyuna likanin annesinin gönderdiği tüm erzak paketini silip süpürerek bencilligiyle dahil oluyor leonidik.

    apartman dairesinde sıkışan üç arkadaş. kurulan sıkı bir dostluk, aşk ve kıskançlık.

    hikaye çok güzeldi. hikaye çok güzeldi.

    hepsini burada anlatmak ayıp olur belki ama hikaye çok güzeldi. hikaye bu ekibin elinde boşa gitmiş olsa da hikayeye şahit olmak için gidilmeli oyuna.

    karakterlerin o apartman dairesinden çıkamayişlarina şahit olmak için, hayatları boyunca 1942 kışını unutamayışına şahit olmak için gidilmeli.
    ilk aşk devrim gibidir diyor oyunda, hiç değişiklik olmadan sürüp giden hayat bir anda darmadağın oluverir diyor. ve bu bütün hayatını etkiler insanın.
    bu sözün sağlaması oyun adeta. ilk aşkın, devrimin harap ettiği üç hayat.

    hikayeyi ne kadar beğendiğimi tahmin etmişsinizdir az çok artık.
    bir şey sormak istiyorum murat coşkuner oyunda zorla mı oynuyor yoksa kötü yorumlardan eleştirilerden artık sıkılmış da salmış mi kendini? iki efendi'nin uşağında gayet başarılı bir oyunculuk sergilerken neden bu oyunda replik unutup durdu ve berbat ötesi bir oyunculuk sergiledi?
    peki 50 yaşındaki can ertuğrul'un gerçekten 20 yaşındaki bir karakteri canlandıracak kadar iyi bir oyuncu olduğunu mu düşündünüz?
    olmamış!

    sevgilimle beraber gitmiştik oyuna, çok güzel olabilecek sahneleri hiç etmişti oyuncular, birbirimize dönüp sahneyi rezil etmişler dedik bir çok kez
    tartışıyorlar yükselemiyorlar, ses tonları bile yükselmiyor. kadın oyuncunun üzülmesi gerekiyor ama o üzülmek bize geçmiyor. can ertuğrul espiri yapacak, salonu güldürecek ama adam o kadar bıkkın yapıyor ki espiriyi, yapmasa daha iyi.

    bilmiyorum oyunculuklar çok kötüydü. ekip güzelim hikayeyi harcamış.
  • tersine dünya'dan sonra tahammül etmekte en çok zorlandığım oyun olmuştur herhalde. oyun tekdüze, oyunculuklar da vasatın altında. oyun içindeki esprilere falan seyircilerden pek reaksiyon gösteren olmadı zaten.

    edit: oyunun yönetmeni hülya karakaş tiyatrolar.com.tr' deki olumsuz yorumlara dayanamayıp "hay allah! ne kötü oyun yapmışım meğer:) ekşi sözlük'ü geçmiş burası. selamlar herkese. oyunları birlikte belirleyelim derim." şeklinde bir yorum yapıp 10 puan vermiş oyununa. onun 10 puanıyla bile 4.4 şu an oyun puanı. bir işe emek verilmiş olması o işin her koşulda iyi olacağını göstermez. yönetmenin önce bunu kabullenmesi lazım.
hesabın var mı? giriş yap