• $iir, temeli beceriksizlik uzerine kurulu bir sanat dalidir. $iirde tam olarak amaclanan son derece karma$ik bir hissi, komplike bir du$unceyi kimsenin daha once denemedigi bir $ekilde ifade etmeye cali$ip bunu becerememektir.

    $iirin ciki$i da duygularin konu$ma diliyle ifade edilmeye cali$ildigi an kadar eskidir. ve zannederim dunyadaki ilk $iir $udur:

    "uzgunum..."

    bu ifade beraberinde pek cok belirsizligi getirir. ne kadar uzgun, neden uzgun (ki bunun dil denen kavram ortaya ciktigi icin olmasi muhtemel), hangi konuda uzgun, uzuntusu kendisinde hangi du$uncelere yol aciyor. bunu normal bir dil ile bir duygunun granulerliginde ifade etmek mumkun olmadigindan $iir bir duygunun anla$ilabilirligini anahtar ifadeler sunmak suretiyle kar$i tarafin hayal gucune emanet eder. ve elbette bunu beceremez.

    haiku gibi alt $iir turlerinin ciki$i da tamamen bu beceriksizligin girdigi farkli formlar sayesinde olmu$tur. mesela bir cinayet i$lendigi sirada cok korkan biri derdini anlatmaya cali$ir:

    korkunc... bir katil!!!!
    bicagini... sapladi!!!
    onun... bogrune!!!

    "dur sakin ol her $eyi teker teker anlat bakalim. ne gordun ne oldu?" demek suretiyle birey bu haiku sorunundan zamanla kurtulabilir. lakin bu tutukluk, bu beceriksizlik, ifadedeki bu yetersizlik, tamamen duygularin dil ile uyu$mazligi sonucu insanlarin maymun olmasindan ortaya cikar.

    bu yuzden $iir birbirimize ne kadar maymun oldugumuzu gosterip anlayi$la kar$iladigimiz, dolayisiyla sanatcinin hitab ettigi kitleyle en cok samimi, enseye $aplak gote parmak oldugu sanat dalidir.

    - bakin bu duyguyu da anlatamadim hahah hay allah sevgili okuyucu.. yine beceremedim.. ama denemekten yilmam yeter ki siz eglenin..

    $air her zaman imkansiz bir eylemin pe$inden suruklenir ve bu suruklenip yuvarlanirken girdigi komik vaziyetler okurun ilgisini ceker. aynen charlie chaplin'in bir e$ya'yi bir yerden alip bir yere koyamamasi gibi her beceremediginde okur eglenir co$ar, $airin yaratici yontemlerini takdir eder.

    fakat $air her $iir yazdiginda sergiledigi farkli bir maymunluktur. tamamen orijinal, kendine has, son derece geli$mi$ bir beceriksizliktir. bir sahne sanatidir $iir:

    "evet sevgili konuklarimiz bugun elime igne battiginda hissettigim $eyi anlatmaya cali$acagim. $iirimin adi igne.

    igne

    aci ama ufak
    bir sizlama gibi
    sanki urperir ya beden
    bir meltem esintisinde
    sevmekten son anda kacmak
    ya$amdan uzakla$mak gibi

    aci ama $imdi kirmizi
    ufak bir canlilik kipirtisi
    canimin acisi
    gecmedi canisi

    evet bu kadar.. cok te$ekkurler. umarim siz de bir duyguyu anlatamayi$imi fakat delicesine anlatmaya cali$mami begenmi$sinizdir. hepinize iyi geceleerrr"

    peki $iir neden duygulandirir? $aire acidigimiz icin mi? tabi ki hayir. $iirin lirik tarafinin $airle hic bir alakasi yoktur. $air orada sacma sapan tasvirler, binbir kelime oyunu, yarim kalan devrik cumlelerden otesini veremez. $iirden duyguyu cikaran okurdur. gercek sanat $airde degil okurdadir. $air anahtar kelimeleri verir, onlari sanata okur cevirir. okur $undan duygulanir:

    "elim degdi ruhuna bir kere"

    cunku boyle aptalca kimbilir $airin hangi salak mantikla yuruttugu bir cumle okur tarafindan hayat bulur, okur tarafindan canlandirilir ve okur tarafindan ya$atilir. $iire kendi ic dunyasiyla nefes veren okur olur. $air ise sozluk (bildigimiz turkce sozluk) cambazi olduguyla kalir.

    dort be$ kelimelik her biri yarilarindan kesilmi$ eksik yamalak cumlelerle "duygularini cok derin ifade ettigini" ve "sanat yaptigini" iddia eden insanlar hakkinda bu yuzden tekrar du$unelim. onlari sevelim. zira onlar olmasa belki kendi ic dunyamizla omur boyu yuzle$meyecegiz. omur boyu guzel vakit geciremeyecegiz belki bu bitmek bilmez "durun bu $air bize bir $eyler anlatmaya cali$iyor" cirpini$lari olmasa.
  • bilerek mi yanına
    almadın giderken
    başının yastıkta
    bıraktığı
    çukuru
    güveniyordum
    oysa ben sevgimize
    vapur iskelesi
    ya da tren istasyonundaki
    saatin doğruluğu kadar
    beni senin gibi
    bir de annem terketmişti
    ki göbeğimde durur
    onun yokluğundan
    bana kalan
    çukur...
  • şiir öncelikle bi rahatlama biçimidir. kimi zaman agu mugu gibi bir ses çıkarmak olabilse de kimi zaman gürlemek, kimi zaman guruldamak olsa da kimi zaman damlamak, kimi zaman otizbir çekmek olabildiği kimi zaman alayına isyan ve alayına karakucak bir durumdur. kaçış, kurallardan ve kesinliklerden, sahte rollerin personası altında kaybolmuş insanlardan, dizüstü ve hayattan karton keser gibi kesilip çıkarılabilensevdalardan, çıkarcı birlikteliklerden. şiir insanın kendini anlamasını sağlayan bir öğretici gibi. yazdıkça öğrenilir, öğrendiğin şey hakkında hiçbir şey bilmediğin ama hissettiğin. şiir, beyni yazı diline çevirmek olduğundan biraz organik domates salçasıdır. bir genel itiraflar paketidir, insanın, istediğinde, karşılık beklemeden bir şeyler verebileceğinin ispatıdır da aslında, hayat aparatıyla cebelleşebilen bir arıcı zırhı, zaman ağrısına vicks, ve anlara dair alternatif bir koleksiyon biçimidir. birikmiş kelimeler barındırır, bağlaçtır ve şüphesiz intihardır... en acımasız yıpratıcı olan zamana ve onun yakından akrabaları olan acı, hüzün, kaygı, yalnızlık, umutsuzluk, suskunluk, susuzluk, yurtsuzluk, kaos ve sıradanlık gibi bi çok etkiye karşı, güçlü bir zırh ya da rahatlama seansı. tümbunların tersine, mutluluk başlığı altında pek kolay toplanabilecek olan diğer kavramları yaşandığında da; iç güdüsel bir istek olan "paylaşma"yı en kolay gerçekleştirmeyi sağlayan, samimi, anlayamayı deneyen ve değer verdiğin, hadi buna yeltenmese en azından yansıtan bir dosttur. bir kitle imha silahıdır şiir yahut bir ilk yardım çadırı. seni boğan kendini yabancılaştıran korkmaz çakar efektidir. şiirin cinsiyeti wardır, duyguları, estetiği ve herhangi bir şey gibi olabilir. yeri gelir etli bamya gibi bile kokabilir... şiir yaşlanır, yas tutar, başka şiirlerle arkadaşlık yapabilir ya da hep tek başına kalabilir. şiir bir patlamış ve sızıntı yapan bir rafineridir ve kirletir ve temizleyebilir... en saf ve en kırılganı kötü şiirdir, en yardıma muhtacı soyut şiiir, deneysel şiir de bir beat yakalamanız işten bile değildir. görüldüğünde hemen kaçılmalı ve ara sıra sokakta dolaşırken terennüm edilmelidir. şiirin tanımı ne buraya sığar, ne bu hayata, bi gün gelir sorarsın, daha başka anlatırım, şiirin tanımı saat başı değişebilir.
  • sizin alınız al inandım
    morunuz mor inandım
    tanrınız büyük amenna
    şiiriniz adamakıllı şiir
    dumanı da caba
    ama sizin adınız ne
    benim dengemi bozmayınız

    bütün ağaçlarla uyuşmuşum
    kalabalık ha olmuş ha olmamış
    sokakta yitirmiş cebimde bulmuşum
    ama sokaklar şöyleymiş
    ağaçlar böyleymiş
    ama sizin adınız ne
    benim dengemi bozmayınız

    aşkım da değişebilir gerçeklerim de
    pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
    yan gelmişim diz boyu sulara
    hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
    hiç birinizle dövüşemem
    siz ne derseniz deyiniz
    benim bir gizli bildigim var
    sizin alınız al inandım
    morunuz mor inandım
    ben tam kendime göre
    ben tam dünyaya göre
    ama sizin adınız ne
    benim dengemi bozmayınız...
    turgut uyar
  • efenim, şahsen ben şiirden pek hazetmem. daha doğrusu misal han duvarları'nı çok severim, alageyik'i çok severim, istiklal marşını dahi zaman zaman evde kendi kendime bir tekerleme hazzıyla okumaktan geri durmam. çünki bunlar "nay niri nay nom, tiri liri lay lom" şeklinde söylenen, şarkı gibi söylenmesi ayrı zevkli, nasıl yazıldığına şaşırılması ayrı zevkli eserlerdir. fekat kanaatim odur ki, ne vakit şiir ölçüden ve uyaktan kendini azletmiş ise, nazarımda sahtekarlık ve şaklabanlıktan farkı kalmamıştır. zira eğer ki şairanelik, yahut şiirsellik, iddia edildiği üzre ölçü ve uyaktan bağımsız ise, o vakit cümlelerin alt alta yazılmasından da bağımsız olsa gerektir. niçün efendim biçimsellikten böylesine kendini özgürleştirmiş, kendine şair diyen bir insan evladı, tam dolu bir daktilo sahifesiyle çıkıp "bu şiirdir" demiyor? zira herkes bilir ki o şiir değil düz yazıdır. ölçüsüz ve uyaksız her yazı düz yazıdır kardeşim!.. ha, öyle bir düz yazı yazar ki kişi, çok duygu yüklüdür, çok imgesel anlatımlar barındırıyordur, efendime söyliyeyim rasyonaliteyli dert etmiyordur, konuşma dilinden ayrıdır, çok (evet) "şairane", çok (evet) "şiirsel"dir; ammmaaaa,,, düz yazıdır!... şiir olmanın kıstası cümlelerin alt alta yazılması ve noktalama işaretlerinin hiçe sayılması mıdır? sanat demek zekerü dondan kurtarub sallayuben dolaşmak demek midir? niçün hiç bir aklı evvel şarkıcı çıkıp "ben bundan gayrı ölçü nota tanımam, aeğğiooğğuuuaaa diye böğürmek özgürleşmeci bir müzisyen tavrıdır" demiyor? ha evet, diyen var, ama o müziklerde kalkıp göbek atmak kabil değildir. o müzikler her zaman marjinal kalır kardeşim. paşa paşa ölçülü, notalı, göbek atmaya müsayit müzik yapacak olan bir sonraki kuşağın önünü açmaya, onlara teorik alt yapı oluşturmaya yararlar. marjinalitenin kültürel arenadaki işlevi budur. ölçüsüz uyaksız şiir yazan "marjinal" şaire saygım sonsuz, ama şiirin "aslen ölçüden ve uyaktan bağımsız" kabul edilmesi yüreğimi dağlamaktadır. sonra tabi ki memlekette üç tane şair yetişir, üç tane şiir kitabı satılır. sen yaz bakalım neyzen tevfik gibi ölçüsü uyağı gayet yerinde "tayyip beyin bıyıkları/ sanki taşşak kılı gibi/ falan filan da bilmem ney/ aman şöyle böyle gibi" şeklinde taşlamalar bilmem neyler, bak o vakit şiir popüler oluyor mu olmuyor mu. tabi ki oluyor!.. oluyor yahut olacak!.. ve yahut olmalı!.. olmalıııııı!!!!!!........

    neyse, niye bu kadar sinirleniverdim bilmiyorum. aslında bir gerçek var ki o da şu: ben şiirden anlamam. bu entrinin konusu da aslında bu mevzular olmıyacaktı. aslında bu mevzulardan ince bir giriş yapıp sonra lafı "şiir ve şair ne demek" mevzuuna getiricektim. ama neyse evet, işte getirmiş oldum. şiir ve şair ne demek?

    efenim, sayın ismet zeki eyüboğlu'nun "türk dilinin etimoloji sözlüğü" adında bir sözlüğü var. her ne kadar bazı -rakip- kaynaklar bu eseri yetersiz , hatta yanıltıcı bulsalar da, içerdiği karadeniz yöresine ait gayet ilginç dörtlükler dolayısıyla okuması pek eğlenceli bir sözlük bu sözlük. işte ben bu sözlüğü okurken "şair" ve "şiir" kelimelerinin etimolojik kökenleriyle karşılaştığımda ziyadesiyle keyiflendim. daha sonra bu bilgiyi doğrulamak amacıyla evvela osmanlıca sözlüğe, akabinde ana britannica ansiklopedisine, sonra ekşi sözlüğe ve en nihayetinde google sitesine baktım, ancak hiç birinde sayın eyüboğlu'nun vermiş olduğu bilgiye raslıyamadım. dilerseniz şimdi hep birlikte sayın eyüboğlu'nun kitabının sayfalarını çevirelim, ve şair ve şiir kelimelerinin kökenleri için ne yazmış hep birlikte görelim:

    şair: ar. şâr (kıl, tüy)dan şair (kılı kıldan ayıran, ince düşünen), - şair (kıllı). anlam genişlemesiyle şi'r (şiir) gibi şair de ayrı bir nitelik, başka bir içerik kazandı. arap dilinde şuur (bk.) meş'ur (bilinçli), şeir (arpa), şiar (kıllar, tüyler, üstünlük gösteren im, belirti, alışkanlık, ayırdedici nitelik, iz, benimseme) gibi sözcükler hep şi'r (kıl)den türemiştir. (ter. kam.)...
    tr. ozan, koşukçu, deyişçi gibi karşılıkları vardır.
    şâiran (fars. an çoğul ekiyle, şairler, ozanlar), şairâne (ar., fars. bileşimi, ozanca, ozana özgü, şairce)...

    şiir: ar. şâ'r (kıl, tüy)dan şi'r / şiir...
    "bir kimsenin üreme yerlerinde, kasık boşluklarında, kadınların üreme yeri çevresinde çıkan bol kıl (ter. kam)". bundan, bir konuyu kılı kırk yararcasına incelemek, ince eleyip sık dokumak, ince düşünmek bg. anlamlara gelen şiir kavramı üretildi. tr koşuk (ölçülü uyaklı söz) denir. eski türkler yır (şiir) sözcüğü kullanırlardı (bk. şair)

    eveet, demek ki neymiiş, şiir taşşak kılı, şair de kıllı demekmiş. ehe ehe ehe... vallahi ne diyeyim, bu yazılanları okuyunca bööyle sarıklı marıklı eski divan şairlerinin kıllı taşşaklarını düşünerek ayrı keyiflendim, murathan mungan'ın kıllı taşşaklarını düşünerek ayrı keyiflendim. ayrıca taşşaklarının kıllarıyla meşguliyetleri dolayısıyla "aylak bakkal taşşaklarını tartar" sözünü hatırlıyarak bambaşka keyiflendim. fekat işte diyorum ya, hiç bir başka kaynakla bu bilgiyi doğrulayabilmiş olmadığımdan içimde bir garip hüzün, ince bir burukluk var. acaba diyorum, sayın eyüboğlu'nun kitabı hakikaten güvenilmez bir kaynak mıdır? yoksa bütün şairler şiirin taşşak kılı demek olduğunu biliyorlar da, yazdıklarının aslında düz yazı olduğunu saklarcasına bu bilgiyi de mi saklıyorlar? bilmiyorum... bilemiyorum... dedim ya, ben şiirden anlamam, bana göre fazla garaib hadiseler vuku buluyor bu şair-şuara alemlerinde. gey lobisinin de hedefi olmak istemem tabi.
  • sadece harflerden, harflerin bir araya gelip oluşturdugu kelimelerden, kelimelerin yan yana dizilişinden, bile isteye kafiyelerden oluşmaz.
    şiir, ruhtur.
    ruh, saftır.
    saf, haktır.
    hak, aşktır.
    aşk, tektir.
    tek, birdir.
    bir, demdir...
    heves,
    his,
    nefestir...
  • dünyanın güneşi görmeyen tarafında yazılır hepsi.
  • yahya kemalin şiir tanımı çok güzeldir.

    duyuşun deyişe dönüştürülmesi.
  • yaşanmışları, olanı abartma sanatıdır. abartıdır çünkü normalde hiçbir şey şiir olabilecek kadar güzel değildir. hayat şiir balonunun içine giremeyecek kadar sivri uçludur, katıdır.
  • çok disiplinli tasarım optimizasyonu alanında doktora tezi yazan bir arkadaşım vardı. adam yıllar sonra bir sevgili buldu, kız da otomotiv mühendisliği okuyor. nasıl ateşli bir ilişkileri var anlatamam. yılların verdiği yokluğun gözüne vuruyorlar adeta. gel zaman git zaman bunlar aynı eve çıktılar. iki mühendis yan yana geldiğinden mütevellit, buluştuğumuz zaman muhabbetlerini hiç anlamıyoruz. termistör, viskozite, osilasyon filan konuşuyorlar kendi aralarında.

    bu arkadaş ilk savunmadan geçemeyince 6 ay uzatma aldı tezden. araya da tatil girince savunma güz dönemine kaldı. o arada askere gidip geleyim dedi. bir gün beni aradı. giderken internetin ağ ismini değiştireceğim dedi. kız arkadaşı bilgisayarın başına her oturduğunda kendisini hatırlatacak bir isim yazacakmış, bana bağlanıyor gibi hissetsin dedi. şu naifliğe bak yarabbi* sen edebiyatçısın, güzel bir şeyler bulalım dedi. evet, modeme özlü söz bulmak için akademisyen oldum diyemedim.

    o aralar da fabian lamar'ın (namıdiğer nu) man o to bestesine sarmış durumdayım. mevlana'nın şems-i tebrîzî'ye yazdığı 'ben ve sen' manasına gelen farsça bir şiir. şu onunla da paylaştım, hoşuna gitti. askere gideceği gün kopyalayıp yapıştırmış ağ ismine. kıza da not bırakmış modemin üstüne "senin için güzelim" diye.*

    bilgisayar, telefon vs. otomatik bağlandığı için sanırım kız epey geç fark etmiş. bir arkadaşı ziyarete gelip wifi şifresi isteyince, bağlanan ağı görmesiyle birlikte basmış kahkahayı. ağ adı: numanoto, bunlar da kendilerince numan oto diye hecelemişler. kız küplere binmiş. ben otomotiv mühendisiyim, beni millete kaportacı gibi gösterip dalga geçmiş diye ayrılmış bundan. tabi biz sebebini sonradan öğrendik. adam askerde heder oldu gitti. günlerce aramış ankesörlü telefondan ama açmamış. bana söyledi, aradım ama benim telefonlarımı da açmadı. neyse ki izne gelince gidip görüşmüş. güç bela anlatabilmiş kıza derdini. kız da bir daha böyle saçmalıklar yapma demiş de barışmışlar. o gün bu gündür çocuk benle görüşmüyor. vidanjördü, hiltiydi biz ne güzel anlaşıyorduk; sen bela ettin bu şiiri başıma diye.

    işte şiir böyledir dostlarım.

    fikirsiz hayalperestleri, ahmak; bilgisiz zâhirperestleri, kaportacı yapar.

    sgn/öneri: bunu sevenler, şunu da dinlemek ister elbet.
hesabın var mı? giriş yap