• (bkz: dağ evini bırakıp her şeye yerleşme isteği)*

    edit: başlık başa kalma durumu vol 231415
  • (bkz: into the wild)
  • en basit ifadeyle; "zayıflıktır". kaçtın işte, kaçıyor, kaçmayı hayal ediyorsun, zayıfsın. mücadele edemiyorsun ki sen varlığını tehdit veya rahatsız eden unsur ya da canlılarla. zayıfsın, ama bu halinle de sevilirsin emin ol. bence kesin giderin vardır da diyerek borderline bir entry'ye imza atmış oluyorum. nasıl döndüm yazı'dan tura'ya? güçlü ol, sen de metal 1tl gibi ol. her zaman dik durmanı beklemesinler senden, ama yere düşsen bile "yazı" ya da "tura" diyebilecekleri bir imajın olsun üstünde. kaçacağına, kalıp savaş. o zaman daha çok giderin olacak emin ol. sen dağa çıkacağına burada kalsan, ben seninle sevişirim mesela. affetmem.
  • nedendir bilmem bu isteği çoğu kişi yapamaz. parası olsa dahi yapamaz. kopamaz şehrinden. şehrini çok sevdiğinden değil, alışkın olduğu için kopamaz. ama söylemesi hoştur, herşeyi bırakıp dağ evine gideceğim dersen ayrı bir önem kazanırsın karşındakinin gözünde.

    bu istekle yanıp tutuşanların-ekstrem örnekler haricinde- yapacakları şey, hobi bahçesi kiralamak olacaktır herhalde.
  • o is yas is be hoca. arada sirada benim de icimden geciyor. hatta, eger dunyada sinirlar kalkacaksa bunun yolu dag evinden gececek sanrisina kapiliyorum bazen, bir an. lakin sanal romantiklik diyorum ben buna. birtakim teknolojik pratikleri kapmamis olsaydik belki bi ihtimal. bak, en basitinden sunlari yapabilecek takati kendimizde bulabiliyorsak vallayi gikim cikmayecek:

    * kanalizasyonu olmayan tuvalette hacet giderip ibrikle taharet olabilmeyi goze alabilecek miyiz? belli bir sure sonunda medeni adiyla foseptik cukurunu kendi cabalarimizla yasam mahallinden uzaga tasiyabilecek miyiz?
    hadi onu da gecelim, suyu bulamadigimizda tasla, yaprakla o kutsal kaseyi ofeleyebilecek miyiz, hemi de kandil isiginda; el feneri kullanmak yok ama.
  • sözlük yazarlarını geçtim sözlüğün varlığından haberdar olan, internete girebilen insanlar için gerçekleşmesi artık imkansız olan, boş bir istektir. saf doğaya yönelmek ve ona uyum sağlamak için saf olmak lazım ama hiç birimiz bakire değiliz artık.

    karadenizde bir yayla. yazın pek çok insanın gelip tatil ya da hayvancılık yaptığı dağınık bir oba. obanın 5km kuzeyinde merkezi bir yer. işte bu yerleşkede bir bekçi yaşardı. bekçi yaz kış orada. adı üstünde bekçi, bekleyen. kışın insanlar soğuklar kendini gösterince evlerini, ağıllarını, ahırlarını ve dükkanlarını bırakıp şehre iner, bekçi o bölgeyi yaz-kış beklerdi. bekçinin evi obayla çarşının arasında çiçekli bir vadide. alaska'daki çam kütüğünden evler gibi yuvarlak tomruklar birbirine geçirilmiş, köşelerde ağaçların birleşme yerinde 20-30 santimlik çıkıntılarla, arasında zerre boşluk barındırmayan muazzam ahşaplar, iki metre taş duvarın üstüne oturtulmuş iki göz ev. altı ahır. yan tarafta samanlık. ikisinin ortasında buz gibi suyu akan çeşme. üst taraf heybetli kayalık. yan taraftan akan bir dere. diğer kısımda çam ormanı. evin çevresinde yaklaşık 5 dönümlük yine taş duvarla çevrilmiş otluk. kenarda duran bir öküz arabası.

    bekçinin iki oğlu vardı. karısı öldü. oğlunun biri avusturya'ya gitti işçi olarak. bi daha dönmedi o topraklara. karısından sonra çok yaşamadı bekçi. diğer oğlu gelip yerleşti eve. bekçilik yapmaya başladı babası gibi. bi bahar ayında atıyla etrafı dolaşırken kafasına yıldırım düştü. at ve bekçinin oğlundan geriye yaklaşık üç dört kilo kül, dört nal, 12 nal çivisi, özengi takımı ve bir tabanca kaldı. tabancadan teşhis ettiler. oralar ıssızlaştı. kimse bekçi olmadı bir daha.

    günün birinde alexander süperberduş edasıyla yerleştim o eve. babam arabayla bıraktı beni, öss'den sonra böyle bir şey yapacağımı söylemiştim, o da istemeye istemeye söz vermişti. yanımda olta, pompalı tüfek, battaniye, amcamın kurt köpeği, balta gibi şeyler vardı. yanlızlık güzel, hava süper, ev mükemmel, sessizlik enfes. sınav stresi yok, tv yok, elektrik yok, siyaset yok, dedikodu yok, cep telefonunda trip atan kimse yok, ütü yok, kaldırım yok, kanalizasyon yok, sabah programı yok, faiz yok, sıra yok, çalınacak bir zil yok, posta kutusu hiç yok....

    o yüksek irtifalı ortamda en uykucu insan bile sabahın 7sinde zinde olarak uyanıyor. zaten akşam en geç 10da uyuyorsun. yapacak bir şey yok çünkü. karanlık olunca sobayı yakıyorsun, ısınıp bıçakla odun yontuyorsun, sıkılıp sobanın üstündeki delikten tavana vuran alevin dansını izliyorsun. sonra... sonra yapacak bir şey kalmıyor.

    ilk sabah bir çay koyup oltayla dereye indim. alabalık oltaya gelmiyor sazan gibi. mecburen ya derenin yönünü sapırıp gölü tenekeyle boşaltacaksın ya da eline çorap geçirip taşın altındaki inde kıstıracaksın balığı. her ikisini de denedim, akşama kadar güzel vakit geçti. karnım doydu. zaten erzak sorunum yoktu.

    ikinci gündü sanırım. ormandan kuru bi pelit ağacını kesip getirdim evin oraya. bi baykuş yuvası buldum. yavrularını inceledim. bu baykuş denen mahluk yuvasından başka bir yere sıçmaz mı? yuvanın altında 1 metre bok yığını var. boka battım. ama güzeldi. eyvallah baykuş. ellerim balta sallamaktan su topladı. gece tahtakuruları kafama toz yağdırdı. fareler erzaklara dadandı. kurtaramadım. sabaha karşı pencerenin önünden koşarak bir şey geçti. hayatımda böyle korkmadım. dört ayaklı bir canlı olduğundan eminim. çok fazla ayak sesi vardı çünkü. sesler çok toktu, kurt, tilki, çakal gibi hayvanlardan daha ağır bir canlı. sanırım ayıydı. metafizik şeyler geliyor insanın aklına.

    diğer bir gün köstebek avına başladım. köstebek tünel kazıyor. geri geri deliğin ağzına kadar gelip arka ayaklarıyla toprağı dışarı atıp hemen gün ışığından içeri kaçıyor. köstebeğin yeni kazı alanında ıslak toprak daha koyu rengiyle belli ediyor kendini yüzlerce toprak yığınının arasından. bir tanesini gözüme kestirdim. dışarı biriken toprakları dağıtarak yuvanın ağzını açtım. elime sopa alıp bekledim kıpırdamadan. köstebek dışarı çıkınca salladım sopamı ama hemen içeri kaçtı. defalarca denedim, ben salladıkça o kaçtı. çok hızlıydı namussuz. gidip ahırdan kazma aldım. bu sefer kesin indirecem. köstebek deliğin ağzına geldi, toprağını attı dışarı. ben kazmayı deliğin ağzından yaklaşık yarım metre ileri sapladım. köstebek içeri kaçtı. yarım metre ilerledi, küttt kafayı çarptı kazmanın deliğe saplanmış demirine. elimi sokup çektim kuyruğundan dışarı. atladı çayıra, kaçmaya çalışırken indirdim kazmanın küpünü kafasına. o gün de akşam oldu. ışık kirliliğinden yoksun coğrafyalarda gökyüzünü izlemek akşam yapılabilecek en güzel eğlence. gece fareler sapıttı.

    yine erken uyandım bak. yapacak iş yok. dışarı çıkıp etrafa bakmak yeterli. tüfeği alıp kayalara tırmandım. pek ekşın yok. manzara enfesti ama. taş yuvarladım. yüzlerce metre gidişini izledim. taş uzaklaştıkça sesin daha bi geç gelmesi hoş oluyor. etrafta hiç baz istasyonu yok. süper. çok durgun bi gün. ama gece fareler sapıtmayı bırakıp küstahlaştı.

    bir başka gün. çobanın biriyle takıldım öğleye kadar. sıkıldım. dönerken üç ineğin gölgede yattığını gördüm. birinin ayağındaki tırnaklarının arasındaki yarıkta sarı bir şey gözüme çarptı. önce bok sandım, değilmiş. altın lan bu. bildiğin altın para. aldım elime. inek sorun çıkarmadı. baya ağır. bizans altını mı bilmiyorum. bildiğin madeni para büyüklüğünde ama biraz daha geniş sanki. nerden gelmiştir bu ineğin ayağına? kurdum kafamda. ineğin ayağı suluk bir yerde çamura saplanıyor. toprak altındaki altın küpünün içine denk gelip paralardan bir tanesi tırnağının arasına saplanıyor. sonraki iki gün etrafta, işte ineğin gidebileceği yerde ne kadar çamurluk, suluk arazi varsa taradım. belki eskilerde orda çeşme vardı ve altın küpü de oraya gömülüydü. ama nafile, bulamadım. umutlarım bitti. morelim bozuldu. oysa hemen hayale kapılıp kapital dünyada atlayacağım sınıfları düşünür olmuştum.

    bir hafta böyle geçti. sonra baydı. bizim gibilere bir kere tecavüz edilmiş kapital dünyada. sıcak duş, internet, kola, çamaşır makinası olmadan yaşayamaz olmuşuz. hani derler ya "orospunun tövbesi siki görene kadardır" diye. orospusu olmuşuz modern hayatın. özümüzle, saf benliğimizle, sadece temel ihtiyaçlarımızla baş başa kalamadığımız gibi temel ihtiyaçların da altından girip üstünden çıkmışız. o yayla evinde herşeyi bırakıp temel ihtiyaçlarımı karşılarken aldığım hazzı bir daha alamadım. bir daha ordaki uyuduğum gibi uyuyamadım. kafada sınav, askerlik, fatura, bir ton düşünceyle uyumak çok sığ kalıyor onun yanında. ordaki gibi ısıtmıyor hiç bir kombi, ordaki battaniye gibi örtmüyor hiç bir giysi ve ordaki balık gibi doyurmuyor hiç bir gıda.

    artık dönemeyiz oralara. en fazla 10 gün, bilemedin 15 gün dayanırız internetsizliğe, cep telefonsuzluğa. fantazi kurması güzel de işin içine girince teknopoliyi deli gibi özlüyoruz.
  • 20 eylül

    kafamda hiç bir soru işareti kalmadı. bu sefer kesinlikle en doğru kararı verdiğimi biliyorum, içimde sanki tekrar çocukmuşum gibi filizlenen güzel bir şeyler var, bir çekirge kadar yeşil ve canlı. geride bırakamayacağım hiç bir şey yok, zaten hiç olmamıştı, bunu anladığımdan beri geride bıraktığım eski kendime gülerek bakıyorum. her şeye gülerek bakabiliyorum artık, ah bir de sonunda yerleşsem o ıssız dağ evine. çok az kaldı, sadece bir kaç gün, tüm bağlarımı koparmak için yeter hatta artar bir süre.

    24 eylül

    her şeyi bırakmak çok garip bir şey. sanki daha önce hiç ben olmamışım gibi, bugüne kadar yaşadığım, üstüste koyup da görkemine baktığım her şeyin yalan olması çok acı. bir şeyler yapmaya didinip de teker teker yıkıldığını görünce ağladığım, tekrardan yapmaya çalışıp bu döngüyü yüz defa bin defa yaşadığım her bir gün o kadar sıradanmış ki. yarattığım ve kendi üzerime yıkılan tüm harabeyi arkamda bırakıyorum.
    doğal bir hayattır aslında insana yetecek olan şey. sosyal bağların boynumu böylesine delice sıktığını yeni yeni fark ettim ve ufalanan tüm hayallerimle beraber tüm yalan insanları yere silkiyorum. kendimle başbaşa kalacağım, bir insan için bundan değerli hazine olabilir mi acaba. kendi çöplüğümü eşeliyorum ve benden kalanlarla sil baştan kendimi inşa ediyorum. acınası dünyanızda beni zehirleyen her şeyi reddediyorum ve huzura gidiyorum.

    1 ekim

    tüm insanlar şu anda arkamda. birbirinden sıkıcı, birbirinden zararlı tüm insanlar artık yok. artık mutluluk var, ekmeğimi bile kendim yapacağım, yemyeşil olacak dünyam ve derin derin soluyabileceğim. nefes almak, evet, nefes alabilmek istiyorum artık, kendim için bir şeyler yapabilmek istiyorum, ne herbiri ayrı sahte arkadaşlar ne soysuz patronlar ne de boğucu ailem için nefes alacağım, artım kendim varım.
    kitaplarımdan sadece en sevdiklerimi yanıma aldım, yol esnasında birini açıp okumaya çalıştım ama nafile, yeni hayatımın hülyası kalbimi ve fikrimi esir almış durumda, sadece hayal kurabiliyorum artık, sorumluluklar bana ulaşamaz bir yerde kaldı.

    8 ekim

    bu hayata alıştım sayılır. eskiden kalma bir kaç tatsız alışkanlıktan da kurtulduğum an tamamen özgür olacağım. arada hala telefonumu arıyorum ya da eskisi gibi insanlara kendimi beğendirmek için makyaj yapmaya çalışıyorum. önemli olan insanın kendini sevmesi imiş, bu ıssız dağ evinde sonunda yalnız kalınca, diğer insanlara hoş gözükmek için yaptığım pek çok şeyin ne kadar saçma olduğunu bedenimin her hücresinde hissetmeye başladım. insanlara kendimi sevdirmek, beğendirmek ya da ilgilerini çekmek zorunda değilim artık.

    18 ekim

    bir kaç gündür kitap okuyorum. huzur bu gerçekten, kitap okumak, yemek yemek ve eşsiz yeşilliklerin içinde gezinmek. bu kararı daha önce veremediğime çok pişmanım, keşke tüm insanlar hayatın kendilerinden götürdüklerini fark edebilse.

    21 ekim

    çoban köpeğimin adını özgür koydum. özgür biz insanlardan da öte bir varlık, kitap okumaya bile gereksinim duymuyor, tek yaptığı yemek yemek ve mutlulukla koşturmak. beraber koşuyoruz yamaçlarda, tepedeki çimenlikteyim ve dünyanın kalanını acı ile seyrediyorum, seyrediyoruz. insanlarla olan tek bağım arada alışverişe indiğim kasabadaki insanlar, sessizce alışverişimi yapıyorum ve tekrar evime dönüyorum.

    15 kasım

    hava çok soğudu. odun kırdım, şöminenin önünde ateşi izleyerek şarap içiyorum. bir kaç gündür nispeten fazla içiyorum. şarap ruhumu dinlendirirken içimi ısıtıyor, tatlı bir sarhoşlukla düşünüyorum, kendimi keşfediyorum.

    18 kasım

    incecik bir sıkıntı var içimde. evde eksilen şeyleri yerine koymak için gene kasabaya indim. insanlar bana garipseyen gözlerle baktılar. bu hiç hoşuma gitmedi, ben onlara hiç bir şey yapmamıştım. alışverişimi yaptım ve eve döndüm. biraz daha odun kırmam gerekiyordu, nasılsa çok vaktim var artık, bir uğraşım yok. saatlerce odun kırdım ama o insanlar aklıma üşüştüler.

    24 kasım

    tekrar kasabaya indim ve bu sefer alışveriş yaptığım insanları tanımaya çalıştım. içimdeki sıkıntı günler geçtikçe büyümüştü, onlarla samimiyet kurmam gerektiğini hissettim. hepsi saf temiz insanlar ama beni yadırgıyorlar çünkü kendileri için yaşamak daha önce hiç akıllarına gelmemiş. güleryüzümle ve kibar konuşmamla sempatilerimi kazandığımı hissettim ve mutlu oldum.

    28 kasım

    biraz yalnızım. güneş erkenden batıyor ve ben kendimi terk edilmiş hissediyorum. yanımda insanlar olsun isterdim ama insanlar yanlarında nankörlüğü, hayalkırıklığını ve sahtekarlığı da getiriyorlar. hava soğudu, üzerime battaniye çekip oturuyor ve saatlerce düşünüyorum. düşüneceğim ne kaldı acaba?

    4 aralık

    istediğim tam olarak bu muydu acaba. kar yağdı. eskiden kar yağınca üşürdüm ve trafik tıkanırdı. şimdi üşüyorum ve trafik falan da yok. dışarı çıkıp özgürce karda yuvarlandım, kardan adam yaptım. sonra sıcacık çöreklerimi fırından çıkarıp kendime bir kahve koydum. aynaya baktım, değişmiştim. güzelliğin bir önemi yok artık ama kendimi buna tam olarak inandıramıyorum. güzel olmam gerekiyormuş gibi. güzel bir şeyler giyindim ve hafifi bir makyaj yaptım. akşam yemeğimi de en güzel tabak-çatal bıçaklarla yaptım. kendimi biraz mutlu hissediyorum.

    11 aralık

    bünyem özgürlüğü kaldıramıyor sanki. birilerine bağlı olmak istiyorum, ama birazcık. beni üzmeyecekleri kadar, sadece onların yanında biraz mutlu olabileceğim kadar. evin içinde sessizliğe alışamadım, hala alışamadım. sessizlik o kadar büyük bir şey ki, bildiğim tüm şarkıları akşama kadar söylesem bile gece karanlıkla beraber sessizlik de bastırıyor. gene de mutluyum.

    14 aralık

    kasabaya indim. yemeğimi orada yedim ve bir cafeye oturdum. insan görmek beni rahatlattı ve ne zamandır hissetmemiş olduğum harika bir hissi hatırlattı; hayran olunmak. insanlar bana hayranlıkla baktılar çünkü hepsinden daha güzeldim, daha akıllıydım, daha bilgiliydim. egomu da geride bıraktım sanıyordum ama bir parçası içimde kalıvermiş ne yapayım. akşam eve döndüğümde son günlerdekinden çok daha mutluydum.

    15 aralık

    sıkıldım. evdeki karanlıktan da sessizlikten de sıkıldım. o karlı yamacı inip tekrar kasabaya gitmek istiyorum. ama sanki o insanların arasına tekrar inersem onların üstünlüğünü kabul edecekmişim gibime geliyor, yenilgiye uğradığımı düşüneceğim. kendi kendime yetmeliyim halbuki, bu harika yerde insan başka ne ister ki.

    16 aralık

    gene kasabaya indim. bazı insanlar beni tanıyıp selam verdiler ve hal hatır sordular. basit insanlar, basit amaçları için yaşıyorlar. içleri temiz ama çok basitler. ister istemez onları küçük görüyorum ama başka insan yok buralarda. onlara güler yüzle cevaplar verdim. cafeye oturup kahve istedim. otururken içime bir daralma geldi. tek başıma evdeyken daha farklı hissediyordum ama cafedeyken kendimi çok yalnız hissettim. cafedeki insanlar kendi aralarında konuşuyorlardı, ben orada sadece onları dinleyebiliyordum. onlardan biri değildim çünkü. mutsuz bir şekilde eve döndüm.

    22 aralık

    günlerdir kasabaya inmiyorum. evde kitap okuyorum. sürekli kar yağıyor. şöminenin önünde yatıyorum, yatağa kanepeye uzanıyorum. sıkıldım, sürekli yarı uyur yarı uyanık bir haldeyim. boş geliyor artık bunlar bana.

    24 aralık

    bugün gene kasabaya indim. yanımda bir de kitap getirdim. kahve içip saatlerce kitap okuyormuş gibi yapıp insanları süzdüm. herkesin bir hayatı vardı, dostları vardı, aileleri vardı ve bir amaçları vardı. umursanmadığımı düşünüyorum ve bu acı bir şey. onların arasında ben sadece kitap okuyan herhangi biriyim.

    27 aralık

    dışarıda çok kötü bir fırtına var. pencereden dışarı bakmaya bile korkuyorum. köpeğim özgür bile huzursuz, şöminenin önünde tembelce yatıyor. her yerim ağrıyor sanki, halimi soracak kimse yok. sıcak bir çorba pişirmeye üşendim, tek başıma olduğum için bazen yemek yapmaya üşeniyorum, önceden kalma yemekleri ısıtıp yiyorum. başım çok ağrıdığı için okuduğum kitabı bir köşeye fırlattım.

    30 aralık

    yarın yılbaşı. yeni yıldan bir beklenti içinde değilim, beklentiler ve hayalkırıklıkları eski dünyamda kaldı. her şeyi bırakıp gelmiştim ve artık özgürüm, ne yılbaşı ne sevgililer günü ne yalandan alınan hediyeler ne de samimiyetsiz öpüşmeler. tek başımayım ve güçlüyüm, klişelerden kurtuldum.

    31 aralık

    birazdan yeni yıla gireceğim. hayatımda yalnız başıma gireceğim ilk yıl olacak bu. epeyce şarap içtim ve başım dönüyor. birilerinin yeni yıl mesajı atmasını isterdim.

    5 ocak

    sıradan insanlar çoktan sıradan yaşantılarına geri döndüler. yılbaşı onlara sadece sıradanlıklarını birazcık unutturdu. kendi küçük dünyalarında diğer insanların kaprisleriyle yaşıyorlar. ben burada huzur doluyum, bir derdim bir gayem yok bu yüzden rahatım. bizi köleleştiren düzenden uzaktayım, çalışmıyorum.
    sürekli şarap içiyorum, ayıkken sıkılıyorum.

    7 ocak

    çok üşüyorum. keşke elimi tutacak ya da üzerime battaniye örtecek birisi olsaydı. battaniyeyi başka birinin örtmesi kadar tatlı bir şey yoktur ama yanımda kimse yok. kitapları artık sesli okuyorum, sesli düşünüyorum ama kesmiyor. özene bezene bir yemek yapmayalı haftalar oldu, kimseye beğendirmeye çalışmayınca sadece yenilebilir yemekler yapabiliyorum.

    10 ocak

    acaba her şeyi bırakıp gitmeyecek olsam yanımda buraya getireceğim üç şey ne olurdu? sevgili, telefon, anne, bir kaç arkadaş, bilgisayar falan. ama biliyorum ki hangi birisini getirsem buraya bir süre sonra buradan da kaçmak isteyecektim. mükemmel bir hayat yok mu acaba. yalnızlık çok kötü bir şey.

    11 ocak

    neden günlük tuttuğumu sorgulamaya başladım. ileride okuyup da aldığım kararla gurur duymamı mı sağlayacaktı acaba. yoksa birisine mi okutacaktım. günlük bir arkadaş gibidir, sizi dinler, özellikle de diğer insanlara olan düşüncelerinizi büyük bir susuzlukla yutar. olan bir şey yok, kimse yok, ne yazabilirim ya da neden yazıyorum ki. kasabaya inesim bile yok, insanları göresim yok, kesinlikle ilgilerini çekmiyorum.

    13 ocak

    aldığım karar yanlış mıydı. sabahın köründe kalkmak, sayısız işle ve insanla uğraşmak, kendime vakit ayıramamak daha iyi görünüyor şu anda gözüme. kötü bir şey olunca küfür ettiğinde beni duyacak birileri oluyordu ya da sıradan bir kek yaptığımda eline sağlık çok güzel gözüküyor diyen yapmacık insanlar beni mutlu ediyordu. hayat küçük oyunlardan oluşuyormuş ve okunacak kitabım bile kalmadı.

    17 ocak

    dayanamıyorum. olgun ve erdemli insanlar gibi hata yaptığımı kabul ediyorum. bir kaç parça eşyamı topladım, yarın geri dönüyorum.

    18 ocak

    şu anda polis binasındayım. kasabaya inmiştim, tam trene binip ayrılacaktım ki dağ evinin sahibi olduğunu söyleen birisi bir anda beliriverdi ve oturduğum sürenin kira bedelini istedi. benim böyle bir şeyden haberim yoktu, hani bedava oturuyordum, hani özgürdüm artık. bizi buraya getirdiler, bavulum yanımda nezarethanede oturuyoruz.
    --
    öyle bir kira bedeli çıkardı ki ev sahibi, hayallerimin peşinden koştuğuma pişman oldum. ben böyle olacağını hiç düşünmemiştim. o kadar param olup olmadığını bilmiyorum, ona bir çek yazdım, umarım başım daha fazla belaya girmez.

    22 ocak

    eski işimden kovulduğum için iş aramaya başladım. arkadaşlarım eskisi gibi, hepsi yalan dolu insanlar ama ben onların yüzüne gülüyorum çünkü ben onlardan daha yalan bir insanım. hatta bir arkadaşıma gülüp sonra onun arkasından konuşuyor, diğerlerine onun ne kadar kolpa birisi olduğunu anlatıyorum. sürekli konuşuyorum, konuşmak çok güzel bir şey, çamur atmak, dedikodu yapmak, birileriyle dalga geçmek harika şeyler.

    23 ocak

    bugün bir bara eğlenmeye gittik. bana yazan erkekler oldu! inanamıyorum bu duygyu, hatta neredeyse bir kadın olduğumu unutmuşum. o kadar güzel bir duyguymuş ki. tadını iyice çıkarmak için hepsini teker teker kestim ama yanıma geldiklerinde tersledim. yaşasın yaşamak.

    24 ocak

    günlük, seni yok ediyorum. sen benim bu süre içindeki düşüncelerimi biliyorsun ve diğer insanların eline geçtiğin takdirde ne kadar dandik bir insan olduğumu kimseden gizleyemem. aramızda geçenlerin hatrına seninle vedalaşıyorum. birazdan balkonda seni yakıp, ardından arkadaşlarla bir partiye gideceğim. dün bardaki çocuklardan birisi benim arkadaşımın kuzeniymiş, arkadaş aramızı yapacak. insan olduğumu hatırladım. bu arada, dağ evindeki çoban köpeği ne oldu acaba. amaan sokayım köpeğine de dağına da.

    elveda günlük, sen benim hayattan kaçışımın ya da kaçamayışımın tek şahidiydin. ne yazık ki seni unutamayacağım ama yanışını keyifle seyredeceğimden emin olabilirsin. elveda.
  • bir üst kuşaktan insanların emeklilik hayali olan bu tip bir hayal, şimdiki gençlerimizin 25 ya da 30 yaşında gerçekleştirmek istedikleri bir olay haline gelmiştir.
    çoğu gerçekleştiremez o ayrı.

    fakat bu basit tespit bile insanların hayatlarından ne kadar sıkıldıkları bu monotonluktan baygınlık geçirdiklerinin ispatıdır. bunu destekleyen maddi endişe, şehir hayatının zorluğu, gelecek endişesi gibi bir çok öğe mevcut malum ve önümde de bu isteği törpüleyecek bir olay maalesef ki namevcut.

    o değil de gitsek bir dağ evine domates biber yetiştirip yesek. sabah erkenden uyanıp yeşilliklere doğru tahta evimizin balkonunda bir sıcak çay içsek.
    ne dersiniz hoş olmaz mı?
69 entry daha
hesabın var mı? giriş yap