• park bahçe salıncaklarına pek düşkünlüğüm olmadı ama ev salıncağı dedin mi çocukluk obsesyonum aklıma gelir nazlı yarim. en küçük bir çivi çakmak yasak, odanın ortasından ip geçirmek yasak, eşyalara bağlamak yasak diye diye tasarım kısıtlarının dibine vuran annem yüzünden tüm çocukluğum alternatif ev salıncağı proceleri üretip hüsranla işe yaramamalarını deneyimleyerek geçti. nihayetinde balkondaki 50 cm’ye 50 cm’lik tek köşeye hipotenüsten kurduğum 5 cm anca salınabilen gariban ev salıncağımla yetinerek kendimi büyütmeyi başardım. sonrasında unutup gitmiştim çocukluktaki bu ev salıncağı obsesyonumu. ta ki oğlum büyüyüp ikea’da gördüğü salıncağı isteyene dek. hani şu yuvarlak, tavana asılan zımbırtı. anneme inat deleriz ulan tavanı, sarkıtırız odanın tam ortasına kocaman salıncağı dedim geçtim. geçen aydı kurduk işte ve her akşam bununla oynuyoruz allam o nası bi keyif! kah ayakta binip sallanarak sohbet ediyoruz, kah kucak kucağa oturup kitabımızı orada okuyoruz, bazen ışın kılıçlarını kürek yapıp kayık yapıyoruz salıncağı, ıssız adaya düşüp robinsonla cuma oluyor legolarla eşya yapıp hayatta kalmaya çalışıyoruz, bazen türbülansa yakalanmış uçakta kaptan ve yardımcı pilotuz, al kucağa klavyeyi uzay gemisi oluyor neptüne satürne gidiyoruz. kuduruksak eşarpları başa sarıp beşiktaş bayrağını ortadan büzgülü tepesine sıkıştırıp korsan gemisi yapıyoruz, bi de running wild bağırtıp fonda andaaa cooli rocaa diye diye elde define haritası tüm dünyayı geziyoruz. oğluma söylemiyorum ama o babasındayken de pizzamı kitabımı kapıp salıncakta takılıyorum tüm akşam gizli gizli. birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde gelip öve öve salıncak övdüğümün farkındayım ama yeminle ben böyle nefis icat görmedim. insan olsa ev salıncağıyla evlenirim.
  • eksi sozluk 12 yasinda zirvesinde elime gecmis bir sukriye tutkun albumu (kim getirip nickinne'nin cantasina attiysa tesekkurler). sukriye tutkun'un yorumuna diyecek kelime yok ama tarz olarak esas favorim olan albumu gucum yetene kadar. sobasinin uzerinde cay kaynayan camlari buhar tutmus berber dukkani radyosunda calan turkuleri daha cok begeniyorum galiba.
  • kirmizi etekli küçük kiz çocugunun en sevdigi oyuncakti salincak…

    herkesin annesinin öglen uykusu diye tutturdugu saatteydi… küçük kiz çocugu ise parlayan günesin altinda, tozlu parkta yalnizdi. kenardan bagcikli ayakkabilariyla parkin tozunu kaldirarak ilerlerken, hiç birseyin farkinda degil gibiydi. elinde simsiki tuttugu kaleydoskopu tek gözüne dayamis, gidiyordu. “çicek dürbünü” diye anlatmisti babasi onu verirken, “etrafta binbir renkli çiçekler görmeye yarar”..

    küçük kiz etrafina bakarken, park adeta harikalar diyari, o alis’di. etrafindaki renk cümbüsü basini döndürüyor, bir vals edasindaki yürüyüsü kirmizi eteginin kenarlarina islenmis küçük arabalari hareketlendiriyordu. gözünde kaleydoskopu, etrafta ardi ardina açan çiçeklere teker teker konarken ipek kanatli bir kelebekti. günesin kavurucu sicakligi sarhoslugunun bir baska sebebiydi. annesi demisti, “dinlen anneannende, uzak parka gidip günese çikma”.. dedesi de demisti “çok uzaklasma” diye. ama renkler uzak parktaydi. “cicek dürbünü”yle en ufak güzellik binbir tane oluyordu. küçük kiz hangi yasaklardan feragat ettiginin farkinda olmadan, sarhos ve mutluydu..

    gözünü kaleydoskopundan ayirabilince salincaklari gördü.. bombos salincaklar onu bekliyorlardi. neselendi. en sagdakini gözüne kestirdi. etegindeki arabalari birbirlerine katarak hizlandi.

    bos salincagin sicak tahtasina kuruldugunda etegine islenmis arabalar, aralarinda birer agaçlik bosluk birakarak yayildilar. egildi, etegine bakti, gülümsedi... hatirladi, sinifindaki erkekler saglik kontrolünde önlügünün altindan kirmizi etegi çikinca gülmüslerdi. gizli gizli aglamisti. eve gelince annesi anlatmisti ona. onlari teker teker, bebegini severek islemisti. küçük akli minnetle doldu, oksadi arabalari ve aralarindaki agaçlari.

    gururlu, iyice kuruldu salincagina. ipleri aradi minik elleri. yandilar önce metalin sicakligindan, “uff” dedi, üfledi. sonra alisti.. tutundu siki siki..

    ilk kendini saliveris onu çevreleyen sicakliktan arindirdi. esen hafif rüzgar küçük kizi rahatlatmisti. bir daha, daha da geriyi aradi bagcikli ayakkabisiyla. ve kapadi gözlerini.. birakti kendini..

    ileri dogru gidip havaya savruldugunda, küçük yüzü açikliga kavusuyordu. gözleri kapali, en tepedeyken yüzüne vuran günesin güven verici sariligini içinde hissediyordu. geri gelirken ince siyah saçlari küçük yüzünü örtüyor, nefesine karisiyorlardi. ve yeniden ileri.. ve geri..

    bir süre sonra küçük kiz bedenini hiza teslim etti. salincak artik ondan bagimsizdi; agirligi boslukta saliniyordu. kelebek ruhu havalarda uçarken, kan basinci sakaklarina dogru çikiyordu. kapali gözlerini araladi.. renk renkti her yer, her yer çiçeklere karisiyordu.. “umuuuut!” diye bagiran dedesini duydu..

    ve sonrasini “hiç” hatirlamadi…

    (…)

    trençkotunu tek elle kapatamiyordu bir türlü... bu rüzgarda bir yandan evrak çantasini tasirken, sol omzuna kol çantasi asilirken zordu dügmeleri iliklerine kavusturmak.

    eve dogru yürüyordu. topuklu ayakkabilari her toza karistiginda aklina günün dosyalarindan birinin detayi geliyordu. yedi yillik ceza davasinin sonucunu beklemeden tazminat davasi açmak akil kari degildi. idare mahkemesi önünde daha isi uzundu.. ve rüzgar israrla eserken bu trençkotun üçüncü dügmesi neden bu kadar inatçiydi !

    durmadan çalisiyordu. soluk almak, onun için sicak kahvenin bugusunu yüzünde hissetmekle esti.

    kahve molalarindan birinde aklina su dizeler gelmisti :

    "gittin.
    simdi bir mevsim degil, koca bir hayat girdi aramiza..."

    hemen silkindi. kahve bardagini kenara koyup, kendine çeki düzen verdi. konsantrasyonunu damarlarina kadar hissedene dek elleri klavyede gözleri kapali bekledi. önündeki dosyanin vehameti onu gerçege döndürmeye yetecekti. gözlerini tekrar açtiginda, zihni duru, dosya ile karsi karsiyaydi. saat 16. 45’te kahvesinden bir yudum almis ve dosyayi okumaya baslamisti.

    19.33’te isten çiktiginda parktan geçmeyi düsünmemisti önce. “caddeden gider, aksam için kendime bir tepsi sushi alirim” diye aklindan kurmustu. calistigi binadan çiktiginda, caddeye bakan sag tarafa dogru döndü. rüzgar ardindan esiyordu. saçlari ve trençkotu havalanirken durdu, bakti kalabaligin akan seline…

    “yapamayacagim” dedi kendi kendine.. akli bu kadar yogunken, bir de bedenini kalabaliga teslim edemiyecekti. sol tarafina döndü. gözleri yari kapali, esen rüzgara karsi zorlukla ilerlemeye basladi.

    trençkotunu kapamaya ugrasiyorken parktan geçiyordu. detaylar, dosyalar, kahve kokusu.. yere dogru bakarken gözleri yeni ayakkabilarina takildi. her adimda toza karisan ayakkabilarina gülümsedi. hayata yeniden basladiginda almisti onlari. her ölümün küllerinden yeni bir umut dogar.. onun yeniden dogusunun simgesiydi ayakkabilari. tam o sirada bej trençkotunun arasindan, kirmizi etegi ona göz kirpti. “o gün”ü hatirladi..

    basini kaldirdiginda, bakti. parkin sonundaki bos salincaklar rüzgarda sohbet edercesine farkli ritmlerde sallaniyorlardi. en sagdakine dogru, sessiz sakin, bu sefer valsi rüzgara karsi ederek ilerledi. yari kapali trençkotu aralaniyor, kirmizi etegi gri gökyüzüyle kahverengi toprak arasinda parliyordu. artik çantalari agir degildi onun için; çünkü umut hanim, bir hedefe dogru ilerliyordu.

    evrak çantasinin yanina dikkatlice el çantasini koydu. salincaga kuruldugunda eskiden ayaklarinin yere zor degdigini hatirladi. kirmizi eteginin kase kumasi trençkotundan tamamen kurtulmus, salincagin tahtasina serilmisti. « annem.. » dedi kendi kendine, eteginin kumasinda elini gezdirdi. bir su gibi sessiz ve sakindi.. duraksadi.. ve aklinda yine yankilandi o dizeler..

    « gittin.
    simdi bir mevsim degil, koca bir hayat girdi aramiza.
    biliyorum... »

    simsiki kapadi gözlerini.. tutundu salincagin soguk metal iplerine. tuttu kendini, ruhunu teslim etmemek için mihladi oldugu yere.

    ve ayagiyla taaaa en geriyi aradi. sonra birden saliverdi kendini. salincaktaki vücudu bogucu havanin ipegini biçak gibi kesti. havalandi yüzü, saçlari geriye dogru savruldu.. nefes aldi. geriye sallandiginda sasirdi, artik bedeni bir kelebeginki kadar hafif degildi. agirlasmisti, sebebini birazdan anlayacakti.. bu teknigi unutmadigina sasirarak ayaklarini öne dogru uzatti, gövdesini geriye verdi, uzandi, iyice hizi aradi.

    trençkotuyla parkta sallanan küçük hanim efendiydi o..

    salincagin ritmi hizlandikça beyni uyusuyordu, sakaklarinda yükselen basinci yine hissediyordu.... biliyordu bu duyguyu, asinaydi bu sarhosluga..

    gözleri kapaliyken, düsündü.. artik kaleydoskopu yoktu.. yine de içindeki küçük kiz yakin zamanda kanmisti etrafin renk renk olduguna, renklerin pesinden uzaklara gidilebilecegine, sinirlardan feragat edilecegine. degildi. aciyla anlamisti. sallandikça aklindaki fuzuli seyler bulunduklari tozlu raflardan düsüyor, tuzla buz oluyorlardi.. yüzünü oksayan rüzgara dogru uzandi, basini sola yasladi, kendini birakti..

    kimbilir kaçinci dakikadan sonra karninin agrisini hissetti. biliyordu, agirlasmisti. her geriye geldiginde yüzünü örten saçlarinin arasindan, silinmeyen gülüsleri görüyor, her seferinde bir hatira onu ziyaret ediyordu.. “bu o’nun karin agrisi” diye tanidi, acidi içi..
    her ileri gittigindeyse, aralanan yüzü feraha kavusuyor, içinden bir ses ona nefes almasini söylüyordu. “temiz, ferah havalarda özgürsün, derin derin nefes al”..

    onu bogan duygulariyla, nefesini açan mantigi arasinda kaç kez geldi gitti hatirlamiyordu. en sonunda en yüksekteki orgazma benzer haz hissine kavustugunu anladigi anda berrak aklinda yankilandi :

    "gittin.
    simdi bir mevsim degil, koca bir hayat girdi aramiza.
    biliyorum.
    ne sen dönebilirsin artik,
    ne de ben kapiyi açabilirim sana.*"

    gülümsedi.. kapali gözlerinden iki damla yas süzülürken kendini salincagin hizina birakti.. havalandi..
  • her tarafindan zincirlerle baglanmisken bi anda oylesine bagimsiz hissedersin ki kendini, sanki ucabilicekmissin gibine gelir...insanin bu kadar mutlu, hur ve "cocuk" gibi hissetmesini saglayan baska bi oyuncak yoktur herhalde.. sarhosken taksim parkında bogazi seyrederek sallanilirsa o zaman alinan zevk tanimlanamaz iste..ne diyim valla kim icad ettiyse tuttugu altin olsun..
  • gerilim filmlerinde, evin minik çocuğunun başına gelen kötü şeyi sinir bozucu şekilde algılatmaya yarayan anlatım materyali. salıncak boştur ve sinir sesler çıkararak sallanır, bilinmelidir ki, çocuk ölmüştür. *
  • i

    büyük bir oda. bahçeye açılan bir pencere
    ortada bir masa
    yanda bir kapı
    daha birkaç şey: örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
    sabah. duvarda gün tanrıları
    rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
    görünür ama görünmez
    yani hiçbir şey yerinde değil pek. bugün ne?

    salı! o bile yerinde değil
    bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
    nereye?
    bilmem!
    bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
    iyi. biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
    diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
    çıkrık
    bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
    duyulmaz ama duyulur
    başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
    başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

    sabah. duvarda gün tanrıları
    birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
    aşağıda
    iskemle gıcırtısı, ayak
    tütün kokusu, koku
    yaz kelebeği tadında bir soluma
    yer değiştirme, kımıltı
    tekrar soluma
    kadın
    sessizlik.

    ii

    gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
    sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
    başkaldırır, düşer
    bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. sonra?
    bir su arayışı, bir bozgun... biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
    her şey
    çünkü o, kadın
    uzanır, sağar bir yokluğun içinden
    gene bir yokluğu sağlar, üşenmez
    bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
    çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri
    böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
    ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
    yani olanlar olmuştur bir kere
    bir kartal donakalmıştır sıcaktan. bir u sesi duyulur
    yaratılmaya uygun bir ses, u
    uzağa bakar kartal. o kadar bakar ki, bakmaz
    taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
    tanrım bize bir salıncak!
    çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
    bir daha, bir daha, bir daha
    unutmak unutmak unutmak
    tanrım!
    taş kesilmemek için taş
    bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz

    kadınsa kımıldamak ister, olmaz
    yer değiştirmek ister, olmaz
    solumak birdenbire
    gene olmaz
    olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
    bir kaya daha çatlar
    başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
    eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
    çıkar o yunus balığı, o heykel
    yaz kelebeği, kapı
    sonra?

    iii

    sonra ne? sabah! iyi bir gün başlar ne de olsa
    tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
    ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
    bir aralık gibi durur dünyada
    işte bir soru!
    okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
    "önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
    biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
    diyoruz; çünkü o kadın
    ne yapsa, neye uygulansa
    bir aralıktır şimdi dünyada
    bir aralık, bir aralık!
    yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
    bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
    ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
    bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
    tanrım ona bir salıncak!
    bir gidip bir geliversin diye boşlukta
    umutla, erinçle, tutkuyla
    kendine kendine kendine katlanarak
    hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
    tanrım
    ona bir salıncak!
    tam burda
    gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
    sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
    sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
    nereye kadar bilinmez
    hani bir sormasa... korkunç!

    hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
    sonra?
    sonra ne? işte bir çamur gibi sıvanmış odaya
    karanlık bir kilisenin
    ihtiyar zangoçunun ağzıyla
    günaydın!
    iyi bir gün başlar ne de olsa

    iv

    iyi bir gün başlar. dünyadayız artık. dünya!
    şu tatlı pencereniz. sizin. bunu anlamayacak ne var? pencere
    tanıklık ediyor işte. gün mavisi bir şey. tanıklık ediyor
    pek açık değil. değil de... size. tanıklık ediyor bir de
    bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
    yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
    işte
    yaşamış bir kadın yaşıyor orada
    yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
    var ya
    orada
    tek imge kayalardır, işte orada
    yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
    dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
    her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
    günler de, zamanlar da
    -görünen bir zamandır çünkü orada-
    bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
    değilse bir hareket bu, yalnız orada
    orada
    bir ayak boyu yerde, bir kadın
    bırakılmış gibi yıllarca
    tanrım ona bir salıncak!
    taş kesilmesin diye taş
    donakalmasın diye boşlukta.

    hani o balıkçılla yarışan çaylağa
    kırpışan gözleriyle bakan gemici
    gibi
    baksın o da görmeden
    ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

    tanrım size bir salıncak!

    edip cansever, nerde antigone
  • insanın bir metrekarelik bir alanda bile nasıl özgür hissedebileceğinin en zevkli örneğidir.
  • yakınınızda ağaçlık alan yoksa, park yoksa ve çocuğunuz varsa evde kendi imkânlarınız ile yapabilirsiniz.
    http://i.imgur.com/0q4g0kc.png

    şerrefsizim aklıma hiç gelmedi, millette ne akıl var yavv.
  • yıllar sonra bindiğimi farkettim. ne bileyim, ara sıra biniyorum sanıyordum, ama binmiyormuşum.

    güzel bir köy keşfettik bugün. daha doğrusu bir arkadaşım tavsiye etmişti. şehirden 20 km kadar uzaklıkta. küçük bir ormanlık vardı orada. nerede oturalım diye arabayla ormanlığın içinde dolanırken gözümüze bir salıncak takıldı. gülşen bubikoğlu tarzı salıncak*. tarık akan'ın gülşen bubikoğlu'nu salladığı, yüksek bir ağaca yapılmış, güzel bir salıncak işte. bu yaşıma kadar bu zevkten nasıl mahrum kalmışım yüce vişnu! gideriz arada.
  • edip cansever'in zamana dokunan şiiri.

    bu başlık altındaki #14922979 nolu entryden sonra salıncak şiirini tekrar okuduğumda şairin taş olmamak için istediği salıncak ile sevişme eylemine de gönderme yapmış olabileceğini; kadının devinim olmadan yokluğun içinden ancak yokluk çıkarabildiğini, boşlukta gidip gelivererek umutla, erinçle, tutkuyla kendine kendine kendine katlandığında varolduğunu hissettiğini; 'taş olmak' ifadesi ile durağan olmanın yanında 'toprak olmak' gibi ölüm sonrasına da işaret edildiğini düşündüm.
    sonunun ölüm olduğunu bilen çaresiz insan taş toprak olmamak için yani bir şekilde genlerini devam ettirmek için dört nala sevişmek zorunda. salıncak'ın satır aralarından okuduğum bu ard/gölge anlam varoluş meselesine kafa yoran edip cansever için eğreti durmuyor bence.

    böyle çıkarımlar yapmamda salıncak ile cinselliği ilişkilendiren ekşi sözlük yazarının yorumu yanında edip cansever'in gerçeküstücü bir şair olarak bilinçaltı temelli şiirler yazmış olmasının ve iç içe geçmiş türlü anlatımların şairi olmasının etkisi olmalı.
    (bkz: otel)
    (bkz: amerikan bilardosuyla penguen)
    (bkz: meduza)

    benim bu yorumumdan sonra şu adresteki inceleme güzel gelecektir.
hesabın var mı? giriş yap