• oflu bir baba ve bandirmali bir anneden 1907 yilinda gumulcine'de dogmu$, turk yazininin en onemli isimlerinden biri olmayi ba$armi$, 1948'de ise katledilmi$ olan aydin..

    hifzi topuz'un eski dostlar adli kitabinda anlattigi uzere, 1928-1930 yillari arasinda egitim icin almanya'da bulundugu donem sabahattin ali'nin ya$amina yon veren bir donem olmu$.. her $ey tren yolculugu sirasinda upton sinclair'in romani oil'i okumasiyla ba$lar.. yillar sonra rasih nuri ileri'ye anlattigina gore sabahattin ali, bu kitabi bitirince, "bu romanda olanlarin onda biri dogruysa namuslu bir insan mutlaka solcu olmalidir." der..

    yine ayni kitapta anlatilan bir aniya gore, sabahattin ali'nin aydin ortaokulu'nda almanca ogretmenligi yaptigi donemde, istanbul'dan donu$lerinden birinde trenden inmi$, bir de bakmi$, istasyondaki sivil polis kendisini izliyor. sabahattin ali'nin elinde iki valiz varmi$, hava da sicak mi sicak, polis de pe$inden geliyor.. ali biraz yurudukten sonra, durmu$, polis memuruna,

    "nasil olsa eve kadar pe$imden geleceksin," demi$,
    "hava da sicak, bari $u valizin birini de sen te$iyiver."

    adam da bir an $a$irip duraklami$, sonra da, "pekala, insanlik oldu mu?" demi$ ve bavulun birini yuklenmi$, iki eski dost gibi ahbaplik ede ede eve kadar gitmi$ler..
  • "(...)muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu."*

    dese de raif efendi, katledilişinin üzerinden geçen tam altmış beş senede, hayat seni kaybetmekle çok şeyi ziyan etti, ve sen bizden bir şey beklemesen de biz senden çok şey bekledik be üstat. dünyanın en lüzumsuz adamları hala hayattayken, seni çok özledik.
  • az önce bir yazısına denk gelince tebessüm ettim.

    ilkokul öğretmeni olarak yozgat’a gittiği yıl (1927), bir arkadaşına gönderdiği mektupta çevreyi şöyle anlatır:

    “ne basit muhit yarabbi... konuşacak bir insan bile yok... hepsi alelâde, hepsi dümdüz... memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor. (...) yalnız, yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var. ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor. âdeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. buranın dağları bile münasebetsiz. üstlerinde bir ağaç, bir kaya bile yok. çakıltaşı gibi en büyüğü yumruk kadar taşlarla örtülü. (...) ahali fesat, dedikoducu. (...) ah, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor.”

    (asım bezirci, sabahattin ali, 1974)
  • sabahattin ali ya da gayet anlamli bir tashih yapacak olursak sabahattin abi dün 100 yaşına girdi. cumhuriyet dönemi edebiyatının bu güzel edebiyatçısı, maarifimizin bu güzel öğretmeni, yoksulluğun olmadığı, hırsızlığın kalmadığı, özgürlüğün ekmek su gibi zarurî olduğu ve bol bulunduğu bir türkiye istediği için hapishanelerle, takibatlarla, sürgünlerle tanışmıştı genç yaşında. bugün yazdıklarını okuyunca sabahattin abi'nin 100 yaşında ama hâlâ genç ve güncel olduğunu görmek mümkün. zira uğruna kalemine sarıldığı hayalleri hâlâ sıcak ve hâlâ sorun olarak hayatımızın ortasında.

    yaşadığı onurlu hayat kendisine; alçakça katledilişi ise elbette katiline pek yakışmıştır. ama insanın içini yakan bir şey daha var o da katilinin ifadesi: trakya'da 1948'in bir ilkbahar günü sabahattin abi'nin kafasına sopayla vurup onu öldüren ali ertekin cinayeti "millî hislerle" işlediğini söylemişti. aradan 59 yıl geçti, hırant dink'i öldüren ogün samast için istanbul emniyet müdürü celalettin cerrah, "örgüt bağlantısı yok milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayet" demişti. "millî hisler" anlaşılan geçen yıllar içinde "milliyetçi duygular" olmuştu. ama diğer tüm dekor aynıydı: onurlu bir yazar, kullanılan bir katil, görünmeyen, bilinemeyen bir azmettirici...

    şimdi 100 yaşında olan sabahattin abi güzel romanlar, harika hikâyeler, her biri dillerde şarkı olmuş unutulmaz şiirler yazdı. bu ülkeyi karış karış gezip, ekmeğini, suyunu, tozunu, mahpuslarını, insanlarını tanıdı. bunları yazarak gelecek nesillere armağan etti. bu armağanlardan biri için;

    (bkz: türkiye hapishaneleri)
  • uzun yıllar çeşitli baskılar altında yaşadıktan sonra, öldürülmeden önce durumunu şöyle güzel özetlemiş yazar:

    “namuslu olmak ne zor şeymiş meğer. bir gün almanlar’ın pabucunu yalayan, ertesi gün ingilizler’e takla atan, daha ertesi gün de amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik… kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. iç ve dış bankalara para yatırmadık. han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. milletin derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. bu ne affedilmez suçmuş meğer!”
  • “... dünyada hayatın bir tek manası varsa o da sevmektir. hatta mukabele edilmesini bile beklemeden sadece sevmek. başka bir insanı bahtiyar edebilmek, kendini bahtiyar edebilmekten daha güç fakat daha insancadır. bugün böyle düşünenlere saf hatta enayi derler. fakat ne derlerse desinler, biz kalbimizin ve kafamızın doğru bulduğu şeyleri etrafın ne dediğine bakmadan yapmalıyız.” *

    gazeteci, yazar, öğretmendi.
    bir fikir adamı, devrimciydi.
    namuslu yaşamanın ne kadar zor olduğunu öğretti.

    bugün 114 yaşında.
    iyi ki doğdun sabahattin ali.
  • dünyanın en basit,en zavallı,hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düsürecek ne muthis ve karışık bir ruha maliktir.niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hukum verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?

    kürk mantolu madonna
  • kuyucaklı yusuf, kürk mantolu madonna, içimizdeki şeytan romanlarının yazarı. ölmemiş öldürülmüştür.
  • 25 şubat 1907 gümülcine / iğridere doğumludur.. ilköğrenimini üsküdar, çanakkale ve edremit üçgeninde tamamlamıştır..

    1927 yılında balıkesir muallim mektebi'ni bitirince aynı yıl yozgat cumhuriyet ilkolulu'na öğretmen olarak atanır sabahattin ali..

    milli eğitim bakanlığı bursuyla 1928'de almanya'ya gider, 1930 yılında ise yurda döner..

    aydın , konya ve ankara'da öğretmenliğini sürdürür... nazım hikmet'le tanışarak, onun çalıştığı (resimli ay'da) öykülerini yayımlamaya başlar..

    daha sonra , yazdığı söylenen bir şiirle tutukluluk hayatı başlayacaktır sabahattin ali'nin 1932 yılında .. gerekçe ise : ''ataturk'e hakaret'' olacaktır..

    şimdi o şiirine göz atalım :

    hey anavatandan ayrılmayanlar
    bulanık dereler durulmuş mudur?
    dinmiş mi olukla akan o kanlar?
    büyük hedeflere varılmış mıdır?
    asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
    mebus yaparlar mı her şaklabanı?
    köylünün elinde var mı sabanı?
    sıska öküzleri dirilmiş midir?
    cümlesi belî der enel hak dese,
    hâlâ taparlar mı koca terese?
    ismet girmedi mi hâlâ kodese?
    kel ali'nin boynu vurulmuş mudur?
    koca teres kafayı bir çekince
    iskender'e bile dudak bükünce
    hicabından yerler yarılmış mıdır?

    bu şiiri ile bir yıl hüküm giyer konya ve sinop* hapishanelerinde yatar, 1933'de de memuriyet kaydı silinir..

    29 ekim 1933'de cumhuriyetin onuncu yıl dönümünde çıkarılan afla hapisten çıkar ve yeniden memur olabilmesi için bağlılığını ispatlaması istenir ..
    bu amaçla 15 ocak 1934 tarihli varlık 'ta (13. sayı) "benim aşkım" başlıklı aşağıdaki şiirini yazar :

    benim aşkım :

    sensin kalbim değildir, böyle göğsümde vuran,
    sensin "ülkü" adıyla beynimde dimdik duran
    sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
    seni çıkartsam ömrüm başlamadan bitiyor
    hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye
    hisler kambur oluyor dökülüyor yazıya
    kısacası gönlümü verdim ulu gaziye
    göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.

    karşılığında ise ;

    30 eylül 1934'de meb talim terbiye kurulu mümeyyizliği'ne atanarak işsizlikten kurtulur.. 1937'deki askerliğini takiben, önce ankara musiki muallim mektebi türkçe öğretmenliğine, ardındansa 1938'de çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı devlet konservatuarı'na atanır ..

    eserleri ;

    hikaye kitapları: değirmen, kağnı, ses, yeni dünya, sırça köşk
    romanları:kuyucaklı yusuf, içimizdeki şeytan, kürk mantolu madonna.şiir:dağlar ve rüzgaroyun:esirler

    ayrıca, sabahattin ali üzerine incelemeler arasında aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmasında da fayda görüyorum :

    kemal sülker: sabahattin ali dosyası – 1968
    asim bezirci : sabahattin ali / hayatı, hikayeleri, romanları – 1974
    kemal bayram: sabahattin ali olayi – 1978
    reşit m ertüzün: sabahattin ali olayinin gerçeği – 1985
    filiz ali: filiz hiç üzülmesin – 1996
    ramazan korkmaz: sabahattin ali – 1997
  • doğum günü vesilesiyle kızı filiz ali şu satırları paylaşmıştı sosyal medya profili üzerinden:

    ***

    babam sabahattin ali, 1948 yılının karlı bir şubat sabahı benim ve annemin bir kaç poz fotoğrafını çektikten sonra ankara’dan istanbul’a doğru yola çıktı ve bir daha geri dönmedi. ölüm haberini neredeyse bir yıl sonra, 1949 yılı ocak ayında gazetecilerden aldık.
    başta her şey usulüne göre halledilmişti. sabahattin ali’yi “milli hisleri galeyana geldiğinden” öldürdüğünü iddia eden bir katil vardı ortada, babama ait olduğu söylenen fakat tanınmaz halde olan bir ceset de bulunmuştu. ne var ki cesedi teşhis etmeye o zaman hayatta olan annesi ve eşi çağrılmadı. böylece ceset esrarengiz bir şekilde kayboldu. sabahattin ali’ye ait bir defin belgesi bile yok. yani nereye gömüldüğü bilinmiyor. olayın iç yüzü bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı. sabahattin ali 73 yıldır kayıptır.
    sabahattin ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevk ederken öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen, aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
    yetmiş üç yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşeti kanıksamış durumdadır. ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. hafıza!. insan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. onlar; bu kayıp değerler, hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorarlar..
    filiz ali
    #25şubat1907
    #sabahattinali114yaşında
    anısına saygı ile..

    ***
hesabın var mı? giriş yap