• 61. yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız.
    62. yemin olsun, ilk yaratılışı(nızı) bildiniz. peki düşünüp ibret alsanız olmaz mı?

    vakıa suresi.
  • reenkarnasyonu ciddiye alanları anlıyorum, almayanları da anlıyorum. anlıyorum oğlu anlıyorum, en yakınım bana "ben reenkarne oldum, eskiden senin babanın dedesiydim, sonra öldüm şimdi en yakının olarak doğdum" dese bunu da anlarım. ancak "reenkarne oldum ben, önceki yaşamımda sağ kulak mememden vurularak öldürülmüştüm, o yüzden şimdiki sağ kulak mememde de bak delik var" diyeni anlamam. böyle bir tip benim onu anlayıp anlamamı önemsemez sanıyorum, ancak yine de bilmek isterse diye gerekçemi açıklayayım. önce bir soruyla başlayayım: reenkarne olan senin bedenin mi, ruhun mu? ruhunsa bedenine daha doğarken bile bu kadar etki edebilen bir ruha sahip olduğuna göre, bu yeteneğini geliştirerek daha büyük sonuçlara neden olabilirsin. zaman içinde başkalarına ve başka şeylere de uzaktan müdahil olabilirsin. hayır, reenkarne olan bedeninse, bunun izahı, varlığına ilişkin pozitif bilimin hiçbir izahının olmadığı ruhun göçüne ilişkin yapılacak açıklamadan daha zor olacaktır; nitekim dalai lama'nın carl sagan'a dediği gibi, "bilim reenkarnasyonun olmadığını kanıtlarsa hepimiz bu inançtan vazgeçmeye hazırız, ancak bilimin işi çok zor!" noktasında da takılıp kalmamak gerek. "izahı mümkün değil" ile "izahı mümkün" arasında, benim için hiçbir fark yok. sonuç itibariyle, "reenkarnasyona inanıyorum, önceki yaşamımda bir anadolu köyünde eşek olmak gibi talihsizliğe uğradım" diyen birine "izah et bunu" demenin bir anlamı yok, o yüzden benim "anlamıyorum" dediğim şeyi de anlamayan bir reenkarnasyon canavarı olacaktır, olmalıdır.

    ancak yine de akıl tutulması ya da paslanması olmasın diye, sesli düşünmek de, sorgulamak da fayda var. hinduizmdeki ruh göçünün beden göçüyle ilişkilendirilmesi sakıncalı; madde ve mana bipartitesinde birbirinin içine geçmişlik söz konusu olduğunda kafalar karışıyor. insandaki canlılığı ruha veya başka bir tanrısal öze bağlamak, biraz da bu karmaşayı çözmek için icat edilmiş bir şey. tanrısal öz, tanrısal parçacık, tanrıyla bütünleşme, tanrının sevgisi, tanrının eli, tanrının gözetlemesi, tanrının koruması gibi bütün icatlar insanın zihnindeki madde ve mana sıkıntısını çözmeye dönüktür. bu açıdan faydalıdır. deizmin ya da animizmin teizmden daha gevşek olmasının nedeni de, kilise gibi mekânların zaman içinde tanrı'nın krallığından insanın krallığına hizmet eder oluşu ve dinsel yasaların zamanla birlikte apaçık bir şekilde -daha konforlu bir biçimde- evrilmesidir. kentte yaşamak zordur, ama dağda bir kulübe yapıp tek başına hayvanlar gibi yaşamak kolaydır, maceracı bir ruha sahipsen. bunun gibi bir şey bu da. reenkarnasyon da böyle bir icat, karmaşayı çözmeye dönük bulunmuş, ziyadesiyle deistçe bir çözüm. "ben öldüm" veya "ben ölürüm" diyor ve içindeki sıkıntıyı, yaşamdaki sınıfsal ezikliğini unutuyor; din "yasa" demek (teizm), tanrı ise "yasa-koyucu" (deizm), yasayı bırakıp yasa-koyucuya inanmak gibi bir şey reenkarnasyon; kişi tek başına, oturduğu yerden bir zamanlar öldüğüne ve sonra yeniden doğduğuna inanıyor, bunun tekrarlanacağını biliyor olması uyuşturucu görevi görüyor. görmese de görmüş gibi kabul ediyor.

    bir mesele de şu tasarım. insan tasarlayabiliyorsa, tasarlayabiliyordur. ancak hiç düşündünüz mü bilmiyorum, ısrarla bazı entirilerde vurgulamaya çalışıyorum, her defasında dozu arttırıyorum. neden bütün kutsallıkya da ölüm sonrası teoriler akla yatkın olmak zorunda? üç kutsal kitaba da bakın; üçü de, af buyurun, aptala anlatır gibi öğretisini sunar; tekrarlar, vurgulayıcı hikâyeler, retorik sadelik... öyle bir karmaşıklık olsun ki, ben onu çözemeyeyim, çözemediğim için inanayım. reenkarnasyon meselesinde de aynı durum geçerli; akla yatkın, üç cümleyle özetlenebilecek bir sistem. neden hakikatin yani mananın akla yatkın olduğunu düşünüyoruz? bize bu bilgiyi kim verdi? neden her şeyin ve tüm kutsallığın, benim tarafımdan anlaşılabileceğini düşünmek durumundayım? ben bir şeye "saçma" derken bile, en azından onun saçma olduğunu anlamış bulunmakla onun akılla değerlendirilebilecek bir nitelikte olduğunu ve elekten geçemediğini bildirmiş oluyorum. oysa bana benim anlamayacağım bir açıklama sunulsa, ben onu anlamadığımı bile anlamasam, sonunda inançla pekiştireceğim bir teslimiyete kendimi bırakabilirim. hermann hesse demiş ki reenkarnasyonla ilgili "akışın ortasında sabit kalabilmenin açıklanma tarzlarından biri..."; oysa "neden açıklanabilir yani izah edilebilir" olmak zorunda olduğunu söylemiyor, asıl benim istediğim o. neden açıklanabilir olmak durumunda? 'hangisi açıklanabilirse, o doğrudur' ya da 'en iyi açıklanabilen en doğru olandır' gibi bir kabule nasıl eriştik? konuşa konuşa, kültürü kültürün üstüne inşa ede ede eriştik elbette; ama eriştiğimiz neticenin, geçmişteki zamanın herhangi bir noktasında eriştiğimizi sandığımız diğer neticelerden daha "hakikî" olduğunu düşünmek zorunda kalışımız üzerine nedende çok az konuşmuşuz. hermann hesse, asıl buradaki sabit kalma telâşını açıklasaymış, insan açıklamak zorunda olan hayvan mıdır? geçiyorum bunu.

    biraz araştırırsanız en eski felsefelerde, ekollerde reenkarnasyon düşüncesinin başka biçimlerine rastlarsınız. örneğin ekpyrosis teorisi var. tanrılar belli aralıklarla, felaketler yollayarak yeryüzündeki hayatı sona erdiriyor; mutlak temizlik için mutlak yok oluş şart. tanrıların reform seçeneği olmazmış gibi, düşünülmüş, kabul edilmiş. platon'un phaidon'unda, meno'sunda, phaedrus'unda bu meseleye değinme var ama, kimi uzmanlara göre ne kadar ciddiye alınacağı belli değildir; timaios'taki atlantis hikâyesi gibi, platon'un alegori mi yaptığı yoksa gerçekten bu mitlerle ilgili donanım sahibi mi olduğu bilinmemekte. tek bilinen şey, pythagorasçı düşüncede de karşımıza çıkan reenkarnasyon'un atlantis hikâyesi gibi doğu kökenli olduğu. hâl böyle olunca, mezopotamya kültür ailesinin mensuplarının birbirine benzerliğinin, oğlanın dayıya benzerliği gibi olması şaşırtıcı değil. doğuya giden bir şekilde oradan öğretiyi kapıp batıda satmaya kalkışmış. pythagoras gibi platon'un da doğu seyahatleri meşhur. oradan almış olabilir. neoplatonistlerde, plotinus'ta da hint düşüncesindekini andıran bir reenkarnasyon fikri var. şaşırtıcı mı? hayır, değil.

    ian stevenson'ın european cases of the reincarnation type'ını (mcfarland pub., 2003) öneririm meraklısına; orada bir yerde isa'nın etrafında toplanan ilk hıristiyanların bir kısmının da reenkarnasyona inandığından bahsedilir. gnostiklerde de bu düşünceyi görüyoruz; mircea eliade'a sorarsanız, yunan filozofları kadar hint gymno-sophistleri (çıplak-sofistler) de ilk hıristiyanların üzerinde etkili olmuştur; gnostikler gibi isevîlerdeki bu tek-tanrıcılığın ruhuna aykırı pıhtıyı başka türlü açıklamanın izahı yok; zira greko-romen dünyada stoa düşüncesinden daha tanrıcı ve dinsel bir ekol bulmak güçken, reenkarnasyonun başka bir kaynaktan beslenmesi bir hayli güç. ilk düşünüşte "o kadar yolu bugün bile gitmek zor, uçak bileti, vize vs." diye geçiyor akıldan ama o devirlerdeki seyahatlerin, mezhep babaları için ne kadar önemli olduğunu ve yurtlarına döndüklerinde gezip gördükleri yerlerden en ince inanç örneklerini alaman çikolatası gibi eşe dosta dağıttığını düşünmek anlamsız değil. bir şey kurgulanabiliyorsa, olabilirliği de tartışılabilir. mantık sınırlarımız, algı sınırlarımızla örtüşüyorsa kurgu gerçekleşir. the man from earth'te isa'nın öğretisinin buda öğretisinden çıkma olduğu söyleniyordu; bunun gibi seyahat sonrası öğreti taşımacılığı, bu dönemler için, bavul turizmi kadar olanaklıdır.

    reenkarnasyonla ilgili bu entiride vardığımız kısır sonuçlar:

    1. dünya haritasına doğudan batıya doğru ok çizin, üstüne reenkarnasyonun yolculuğu deyin.
    2. platon'da, pythagoras'ta, ilk hıristiyanlarda, gnostiklerde, origen adamantius'ta, plotinus'ta, neoplatonistlerde beliren reenkarnasyon düşüncesi büyük ölçüde doğudan batıya kültür-inanç entegresi olarak yorumlanabilir.
    3. kulak memesi olayı kuşkuludur. bu gibi inançlara kuşkuyla yaklaşmayı doğru bulmamakla birlikte, sorgu motorunu çalışır durumda bırakmayı da ihmal etmemem lazım. tamam da, bedenin hiçbir öneminin olmadığı bir reenkarnasyon algısında, önceki bedende meydana gelen herhangi bir değişiklik, neden ruhun sonraki beden durağında da olsun ki? kuşkuyla yaklaşılası olan reenkarne olgusunun da suyunun çıkartılmaya çalışılması olsa gerek; asıl kuralsızlık ya da kural-dışılık burada başlıyor, kuşku varsa buna dönük olmalı: "ben reenkarnasyona inanmıyorum ama onu savunabilmeni savunurum, tamam da senin savunduğunu sandığın şey de reenkarnasyon mantalitesine uygun değil ki, sen yeni bir şey savunuyorsun" diyebilirim.
    4. evet hatay çevresinde çok oluyormuş.
    5. mesele tasarım yeteneğinde bitiyormuş.
  • "hadi canım sende" demeden bi düşünmekte yarar var sanki!?

    ete kemige büründüm,
    yunus diye göründüm (yunus emre)

    güruh-u nâciye özümü kattım
    insan sıfatından çok geldim gittim (sıdkı baba)
  • acayip bi kafa ya. normalde bi kader gibi iman ettiğim bişi kesinlikle diil. hatta yaklaşık iki sene önce şurada hakkındaki fikirlerimi yazmıştım ama son bikaç saattir kafamdan atamadım. birkaç saat öncesi de televizyonda "bu kalp seni unutur mu?"nun fragmanında odun kesen adamı görene kadar. ulan çok seviyorum o işi ya. böyle koy sonra vur baltayla falan. mitiş. mangal yakmaya da bayılıyorum. o çıraların çıtır çıtır yanışı enfes bişi. yakmaya da bayılıyorum? küçükken ateşle oynamak, elektronikten ve legolardan sonra en çok haz veren şeydi. ateşi kontrol altında tutamamamdan da kaynaklansa koltuğu yakmışlığım var, evi yakıyordum. yakın zamana kadar, masada bi çakmak falan görürsem çaktırmadan elime alıp aşağıdan yanımdakileri yakan, yakabileceğim kadar samimi olmadığım birileri varsa masayı yakan biriydim. çok eğlenceli geliyor. lol funny. baktım sonra iyi bi şey yapmıyorum, "kibrittir çakmaktır bırakmayın ortada." diyerek, "al şunu benden yoksa yakıcam." diyerek aşmaya çalıştım. şu an tamamen arındım, bi kere bile çakmadan elimde uzun süre çakmak tutabiliyorum. ama bi şömine karşısına otursam yine hoşuma gider.

    ahşaba olan tutkum da mitiş. güzel bi masaya dokunduğum zaman gelen o temizlik mitiş bişi. tamamı ahşap bi yere girdiğim zaman kendimi iyi hissediyorum. tahtanın dayanıklılığı da hoşuma gidiyor. paslanmaması, en fazla benim gibi yaşlanması falan. sopayla birisine vurmak da şaane. metal boruyla vurunca kesinlikle zevk vermiyor. e-5 bostancı istikametinde bi kütük ev var mesela, "sayısaldan para çıkınca bi arazi alıp böyle bişi yaptırcan aslında..." demişliğim var. çam ağacından mobilyalar popüler olduğu dönem biz de almıştık; onlar zamanla gün ışığı yedikçe renk değiştiriyordu. üçlü dolabın karşısına oturup "sanki bu daha çok mu karardı..." diye düşünüyordum. tahta cilasına bile bayılıyorum. o dolaba gidip yüzümü koyuyordum. mitiş bi serinlik ve pürüzsüzlük. gerçek huzur. plastik ya da metal gibi cansız gelmiş cansız gitmiş sentetiklerin aksine bi zamanlar benim gibi yaşamış olduğu için herhalde, tenle mitiş bi birleşme.

    alaturka müzikten zerre hazzeden biri olmasam da müzeyyen senar'ın/mustafa keser'in okuduğu "ormancı"ya bayılıyorum. köyden ve köy hayatından da nefret ediyorum üstelik. marangozhane kokusuna da bayılıyorum. ilkokulda yere talaş serpmek gibi amele bişiyi yapmak için can atıyordum. hele tahta oyma işi; yine "ulan bi gün buna kafa ve vakit ayırabilecek kadar şımarık bi hayatım olursa mutlaka denemem lazım." dediğim şeylerden. ormanı da çok seveceğim aslında ama böcek var onda. böcekli olmasa korulardan çıkaramayacak beni kimse. lan haneler'deki yaban'a da hastayım ya sdfjklsdlkfjsdk.

    resmen bi aşk söz konusu. işin ilginci bunlara duyduğum aşinalık. mesela tahta oymayı düşündüğüm zaman "paslanmış olabileceğimi", odun kesen adamı görünce de "özlediğimi" hissediyorum (adamı değil). yani reenkarnasyon mantığına göre; önceki hayatımda ya marangozdum, ya kırsalda tahta bi kulübede yaşıyordum, ya normancıydım, ya da kütüktüm sdfklsdjklfsdjlk. ama var bişi gibi. nasıl bakılıyor ediliyor bilmiyorum ama bedava bakan birini bulsam sırf meraktan "ben neymişim?" sorcam.
  • işçiyi, köylüyü krala, prensese çeviren zihinsel mastürbasyon/yalan.
  • doğruluğuna kafa yormadan önce reenkarnasyona inanmanın bu hayatta bana ne fayda sağlayacağını düşündüm.
    bir faydasını bulamayınca da "var mı yok mu, inanayım mı inanmayayım mı?..." diye düşünmekten vazgeçtim.
  • bir daha dünyaya gelirsem inanırım, belki de inanmam... karar veremedim şuan .
  • matematiksel ve istatiksel konularda zurnanın zırt dediği bir kişi olmama rağmen çok basit bir hesapla reenkarnasyonun varlığını sorguluyorum. diyelim ki sene 1250. elimizde 100 tane ruh var 100 tane de beden bunları eşit dağıttık. sene 1400 elimizde reenkarne olmuş 100 ruh var ama maalesef mevcut beden sayısı 140, şimdi bu 40 arkadaşa size ruh yok mu diyeceğiz. veyahut yeni 40 ruh mu bulacağız, peki diğer reenkarne olmuş ruhlar buna bozulmayacak mı, veyahut tam tersi durumu yeni ruhlar yaşamayacak mı. reenkarnasyon sürekli bir ruhlar döngüsüyse, yeni ruhlar nereden çıktı. insana demezler mi, nereden geliyor bu değirmenin suyu? diye.
  • hiç inanmak istemediğim kavram. nitekim inanmıyorum da. ölünce ben, benden önce ölen sevdiklerimi görmek istiyorum.
hesabın var mı? giriş yap