• bu yüzyılın en önemli metinlerinden* biri olan "hafıza tarih unutuş"unu 3 seneye yakın zamanda bitirdim, bu benim kalın kafalılık itirafım olsun. öte yandan bugüne kadar yazdıklarına kendimi en yakın hissettiğim filozof da paul ricoeur.
    demir leblebi bir yazar, çok çok katmanlı ve derinlikli. kendi kişisel tarihinde çektiği acıların, kafasında dönüp duran soruların onu hafıza, tarih ve zaman gibi ilgilendiği konulara sevk ettiğini düşünüyorum. en sevdiğim yönü, sesli düşünmesi. vardığı noktayı değil bütün o yolculuğu okurla birlikte yaşaması. bu da onu ricoeur yapıyor.

    ilaveten: cogito 56. sayısını kendisine ayırmıştı.
  • aşağıdaki metinlerine, bir yazısından çeviri ile oluşturulan bir makalede yer verilmiş şahsiyettir:

    "platon'un yazma ile ilgili 'bir tür yabancılaşma' şeklindeki eleştirisi ..."

    "metnin hızı, yazarının yaşadığı sonlu ufkun dışına taşmaktadır. artık metnin ne dediği, yazarın onu yazdığı zaman neyi kastettiğinden daha fazla önem arzetmektedir."

    "sonsuz sayıda okuyucu ve dolayısıyla yorumculara açık olmak, metnin anlamının bir parçasını oluşturur."

    "bir form, ona şekil vermek amacıyla bir maddeye uygulandığında, bir üretim varolmaktadır."

    "edebiyatta, yazıya geçirme ve üretme problemleri birbiriyle örtüşme eğilimi gösterirler."

    "metin, hem yazıya geçirilmiş hem de incelikle işlenmiş bir mesajı ifade eder."

    "... kendisine atıf yapılan şeyi, hem konuşan kişinin hem de işiten kişinin paylaştığı durum ..."

    "'ruhlar, içten kendilerine dayanıp güvenmek yerine dışsal işaretlere bir kez güvendiler mi artık daha unutkan hâle geleceklerdir' ..." (tanrı tot icat ettiği sayılar, geometri, harfler, astronomi, şans oyunları gibi şeylerin faziletlerini anlattığında tebai kralının kendisine verdiği yanıttan alıntı)

    "rousseau ve bergson da ... medeniyetin başına belâ açan temel kötülükleri 'yazma'ya bağlarlar."

    "yazı, yazarını gizlediği gibi muhatabını da gözardı eder."

    "... hollandalı ressamların yağlı boyayla resim yapmayı keşfetmelerinden beri ..."

    "... soyut sanatı kullanarak resim yapmak bilime çok yakındır, ona çok benzemektedir."

    "sözlü mesajın yazıya geçirilmesi, dünyanın ikinci bir nüshası ya da uyarlamasının yapılmasıdır; uyarlama ise bir tekrar değil, bir başkalaşımdır."

    "yazılı metinler, insana tek başına iken -toplumu biraraya getiren seremonilerden uzak bir hâldeyken- ulaşır."

    "'içselleştirmek', 'yabancı' olanı 'kendinin' yapmaktır."

    not: "edebî eleştiri ve felsefî hermeneutiğin bir problemi olarak 'yazmak'" başlığı ile, 1977 ve 1991 yıllarında iki ayrı yayımı yapılmış bir yazısının, ramazan ertürk tarafından çevrilerek şubat/03'te yayımlanan makalesinden, yazımı korunarak alınmıştır.
  • selami varlık tarafından verilen "paul ricoeur'de bellek ve kendilik" başlıklı seminerin kaydı ilgilileri için şurada dursun.
  • gunumuz filozoflarindan hizla siyrilarak kendine hakli bir un edinmis feylozof, bilim adami, dusunur. 1913 valence fransa dogumludur, ailesinin olumunden sonra iki yasinda yetimhaneye yerlestirilmis, daha sonra teyzesi tarafindan yetistirilmistir. daha sonra universiteye kaydolmus ve felsefe egitimi almistir. alman felsefesinden etkilenmis ve ikinci dunya savasi siralarinda almanya'ya gelerek akademik calismalarina devam etmis ancak savas sirasinda almanya hukumeti tarafindan ajanlikla sucalanarak savas suclusu olara hapse atilmistir.
    asil onemli calismalarinin hapishanede gecirdigi yillarda yaptigini soyler. savasin bitmesiyle birlikte hapishaneden cikar ve ulkesine geri donerek cesitli universitlerin felsefe bolumlerinde egitmenlik yapmaya baslar. ayrica amerika'ya giderek yale, columbia gibi onemli universitelerde donem donem calismalar yapmis ve dersler vermistir.
    freedom and nature: the voluntary and the involuntary (1950-66), finitude and culpability(1967), fallible man, the symbolism of evil (1970), freud and philosophy: an essay on interpretation(1970), time and narrative (1985), oneself as another (1990) gibi kitaplarla ve cesitli dergilerde yayinlanmis yuzlerce makaleye sahiptir.
    genellikle felfese ile insanbilim(antropoloji) arasindaki parallelligi ve bu iki kavramin nasil es gudumlu olarak birbirini gelistiridigi(ya da geriye cektigi) konularinda kafa yorar. insanin gelisim evreleri icinde, sahip oldugu kimi yetenekleri nasil kesefidip de bunlari hayatta kalabilmek icin kullandigina dair cesitli savlar ortaya atar. ricoeur'un israrla savundugu bir diger onemli savi ise, insanin kendi bilinci olusurken, kendini tanima ve tanimlamaya calisirken objektiflikten uzak olusudur. buna gore oz bilinc, dis dunya ile ilintili butun bilinclerden bagimsizdir ve oz bilincte kullanilan filtreler, diger alanlarda olmadigi kadar kuvvetlidir.
    paul ricoeur'un bir diger aciklama getirdigi konu ise semboller ve bilincin olusmasi baglantisidir.
  • "seçim işlemi her zaman aşırı sağ için bir nimet olmuştur. hitler bile 1933’te seçimle başa gelmişti. komünistlerin ulusal seçimlerle başa geldiği vaki değil. 1981’de françois mitterrand seçildiğinde insanlar böyle bir hayale kapılmıştı, ama iki yıl sonra gördük ki o da eski düzenin bir devamıydı. oysa aşırı sağ seçimlerde gerçekten iktidara geliyor. ve bu yine olacak! neden? çünkü bu tip oy hakkı toplumu değiştirmek üzere tasarlanmış değil. kuralları herkesçe kabul edilen, mutabakata dayalı bir sistem bu.
    insanlar nasıl seçimlere bir ülkenin gidişatının belirleneceği özgür bir alan olarak bakabiliyor, anlamış değilim. eski bakanlardan alain peyrefitte, mitterand seçildiğinde çok doğru bir şey söylemişti: “seçimler hükümeti değiştirir, toplumu değil.” söylediği doğruydu, çünkü bu herkesin üzerinde anlaştığı bir kural. bu da şu demek: toplumu yönetenler, ki herkes bunların bir avuç büyük sermayedar olduğunu biliyor, kendi zararlarına olacak bir seçime izin vermezler. işler biraz kızıştığında, risk fazla büyüdüğünde, son savunma hattı olarak aşırı sağı desteklerler. abd’de donald trump seçimle iktidara gelebilir, ama bir komünist asla. bu her yer için geçerli. parlamenter seçim sistemi ingiliz emperyalizminin icadıydı ve 18. yüzyılda rousseau tarafından eleştirilmişti. seçimlerin neden demokrasi anlamına gelmediğini çok güzel açıklamıştı rousseau.
    syriza tecrübesi bence yeterli olmalı. yunanistan’da bu parti kapitalist buyrukların yöneticisi haline geldi. öyle ki bugün çipras hükümeti hâlâ militan tavrını sürdürenleri tutukluyor. sosyal konutların açık artırmayla satılmasına karşı çıkan grupları hapse atıyor. avrupa önderliğindeki yunan kapitalizminde şimdi en çok kâr getiren uygulama oldu bu.
    macron’u da fransa’daki bonapartist geleneğin bir yan ürünü olarak görüyorum. geleneksel parti sistemi tehlikeye girdiğinde, dengesini kaybettiğinde, tek bir figür çıkıp hemen kendi tertibatını yerleştiriyor. koşullardan yararlanıp iktidar konumuna yerleşiyor. macron, hem sağda hem solda krizin yaşandığı bir dönemde ortaya çıktı. sol parçalanmış durumda. komünistler ortada yok. sosyalist parti iktidardaki icraatlarıyla bütün inanılırlığını kaybetti. sağın durumu da iyi değil zira aşırı sağ ile olan ilişkisini kontrol edemiyor. macron, ne sağcı ne solcu olduğunu söyleyerek işe başladı. bu durumda tam olarak nerede durduğunu sormak lazım! ailemde, tıpkı de gaulle veya louis napoleon gibi macron’u da savunan birçok kişi var. başka hiçbir şeyin işlemeyeceği fikrinden kaynaklanıyor bu. büyük ölçüde negatif bir bağlılık: “o değilse kim? çok daha kötüsü!”"
  • la mémoire, l'histoire, l'oubli adlı kitabı "hafıza, tarih, unutuş" ismiyle metis yayınları tarafından okurun huzuruna sunulmuş olan filozof. çabuk unutan bir toplum olan türkiye'deki okurlarına etkileyici bir okuma sunacağına inanıyorum.
  • ölüm yıldönümünde saygıyla andığımız filozof.**
  • zaman ve anlatı ı: zaman kitabındaki şu cümleleri mekan ve zaman diyalektiğinin kavramsal bir boyuta oturtması açısından oldukça değerlidir.

    modern anlatı kuramının gerek tarih yazımındaki gerekse anlatı bilimindeki ana eğiliminin, anlatının 'zamansal dizilişini bozmak' olduğu doğruysa, zamanın çizgisel olarak temsil edilmesine karşı sürdürülen mücadelenin tek çıkış noktası anlatıyı 'mantıksallaştırmak' değil, ama ondaki zamansallığı derinleştirmektir. kronolojinin ya da kronografinin tek karşıtı yasaların ve modellerin akronisi [zaman-dışılığı] değildir. kronolojinin gerçek karşıtı zamansallığın kendisidir. hiç kuşku yok ki, insan zamansallığın hakkını verebilmek ve onu yok etmek değil ama derinleştirmek, aşamalandırmak, hep daha az “yayılmış” ve hep daha çok “yönelmiş” olan (non secundum distentionem, sed secundum intentionem ) zamansallaştırma düzeylerine göre sergilemek için zamanın 'ötekisi'nin var olduğunu itiraf etmek gerekir.”
  • 20 mayis 2005'te*, 92 yasinda hayatini kaybetmistir.
hesabın var mı? giriş yap