• bir şey konuşmadan yan yana yürüyorduk. seri adımları yolun ebesini okşayacak derecede sertti, adeta tabanlarının altında kafamı ezdiğini hayal ediyormuş gibi öfkeli bir şekilde ilerliyor, gözlerini asla ama asla bakışlarıma cevap verecek açıya getirmeden kısmış, elleri önünde kavuşmuş bir şekilde sanki benden kaçıyordu. büzdüğü dudaklarının arasından üzerime kuscağı bir nefret dalgası kadar beni rahatlatacak hiç bir şey olamazdı şu anda, çünkü ben ne tür bir kabahat işlediğini bilmeyenlerin huzursuzluğuyla peşinden attığım her adımda kendimi sorguluyor, mamafih neye kızmış olabileceğini bir türlü keşfedemiyordum.

    kızdığı şey ne olabilirdi ki acaba. daha demin gülücükler saçan muhteşem güzellikteki yüzüne her bakışımda beni öfkesiyle dövüyor, ben de peşi sıra attığım her adımda ne kadar pislik, ne kadar aşağılık bir adam olduğumu hesaplamaya çalışıyordum. böylesi bir kızgınlığa mazhar olabilecek her ne yaptığımı bilmesem de tek yapabildiğim şey kendime kızmak, kendimi dövmek istemek, kendimi paralamaktı. ayaklarının altına kendimi atsam, beni paspas gibi çiğnese de öfkesi yatışabilseydi keşke.

    "sevgilim" diye mırıldandım. nefes nefeseydim. hiç bir şey söylemeyeceğini biliyordum, söylese bazı şeylerin tadı kalmayabilirdi çünkü. bir hışımla döndü, gözleriyle beni tereyağı gibi kesti. boğazımı temizlemek için öksürdüm, cesaretimi topladım ve "sen bir şeye mi kızdın?" diye soru sorma gafletinde bulundum. tokat atacağını, yüzüme tüküreceğini ya da ağzıma sıçacağını düşündüm ama her ne yaptıysam cezasını çekmeye hazırdım. "hiç bir şeye kızmadım" diyerek dişi bir puma gibi hırladı ve hızla yürümeye devam etti.

    bir şeye kızan birisinin "kızmadım" demesi kadar ebe siken bir şey olamaz. sanki "yaptığın kabahati anlayana kadar zindanlarda çürüyeceksin, aklın başına gelene kadar kıvranacaksın köpek soyu" cümlesinin sadeleştirilmiş haliydi "kızmadım, bir şey yok" cümlesi. düşünüyor, düşünüyor ancak ne tür bir bok yediğimi bulamıyordum.

    belki de bana kızmamıştı. bu düşünceyle birlikte damarlarımdaki kan dondu, buzlu nehirler gibi akmaya başladı. benim sevgilimi kim bu kadar kızdırabilirdi lan, kim onu üzebilirdi, analarını sikerdim onların. kimin onu kızdırdığını soracaktım, ağzından bir insan evladının ismi çıktığı takdirde anasından doğduğuna pişman etmeye kararlıydım, gözüm dönmüştü. kim olabilirdi, babasıyla mı kavga etmişti, giderdim "onu böyle üzemezsin, karşında beni bulursun" diye haykırırdım, bir arkadaşı mı pislik yapmıştı, bulur döver, söver, ağlatır, ne yaptıysa bin misliyle karşılığını verirdim. sıktığım dişlerimin arasından "seni kim kızdırdı" dedim.

    demez olaydım, bu sefer döndü, yüzüme baktı ve hiç bir şey söylemedi. yutkundum. sanırım onu ben kızdırmıştım. keşke başka birileri kızdırmış olsaydı. yürümeye devam ettik, konuşmaması ölümcüldü, ağzından bir kelime alabilmek için çırpınacağımı bildiği için avını ağına düşürmüş usta bir avcının keyfiyle işini ağırdan alıyordu. keşke bir şey yapmış olsaydım da özür dileseydim, kendimi affettirmeye çalışsaydım, çok daha az ızdırap verici olurdu bu. gene de düşünmeye başladım, kendi kendimi öylesi bir analiz ettim ki ağzımdan çıkan sözleri değil düşüncelerimi bile masaya yatırdım. yok, bir türlü neyime kızdığını bulamıyordum.

    konuşmadan yürürken, bir anda bir cafeye girdi. peşinden ben de girdim tabi, eşşek başı değiliz. teklifsizce bir masaya oturdu, ben de oturdum. yüzüme bile bakmadan siparişini verdi, frapuçino mu ne sikimse ondan istedi, ben çay söyledim. ağzının içine bakıyordum, o beni görmezden geliyordu. "biraz acı be nemrudun kızı" diye içimden söylendim, delikanlı adama böylesi işkence edilmezdi. "ne yaptığımı söyle" diye yalvardım, elini tutmaya çalıştım, elini çekti. "sen daha iyi bilirsin" diyerek hayattan aldığım zevki sıfırladı.

    çay mı içiyordum bok mu içiyordum anlamıyordum. ne yapmıştım ulan ben, nasıl bir kötülük etmiştim ki kendinden beni böylesi mahrum bırakıyordu. "özür dilerim" diye şansımı denemeye karar verdim, "her ne yaptıysam beni affet, biliyorsun ben senin kadar ince düşünemem, bilmeden her ne yaptıysam söyle de kendimi sana affettireyim" dedim ve gözlerinin içine köpek yavrusu gibi bakmaya çalıştım. kız kısmısı kedi köpek türü haşarata bayılırdı, şu anda onu yumuşatabilecek tek şey belki de buydu. bir şey demedi, gözlerini kaçırdı, başka şeylere baktı. şansım yaver gitmemişti, zaten en zaman yaver gitmişti ki amına koyım.

    sessizce, suçlu ve ürkek oturuyordum, öl dese ölecek kal dese kalacak kadar mahçup hissediyordum kendimi. allah belamı versindi, ellerim kırılsaydı, dillerim lal oleydi, gonuşen dillerim gopeydi. güpegündüz cehennemde oturuyormuş gibi acı çekiyor ve terliyordum. sinirden kendi kendimi sikecektim birazdan.

    o anda bana döndü. bir şey söyleyecekti. hem sinirden, hem sevinçten kuyruğumu sallamaya başladım. özrümü kabul mu etmişti. etsindi, her ne yaptıysam bin kere hatta ikibin kere pişman olmuştum çoktan. ağzı açıldı ve "bir şey söyleyeceğim" dedi. kötü bir karar mı vermişti yoksa, ciddiydi, allahım ne olur "senden ayrılmak istiyorum" falan demesindi, öldürsündü beni küfür etsindi, herkesin ortasında içtiği zıkkımı başımdan aşağı dökseydi, gıkımı çıkarmazdım. olamazdı, olmamalıydı...

    "o kadar şirindin ki, neye kızdığımı unuttum" dedi. gülmeye başladı. öldürsündü beni, tokatlasındı ama...ha?... ne?...ne dedi?? "valla billa, sana kızmıştım ama neye kızdığımı şimdi hatırlamıyorum". bir şok dalgası sıcak sıcak boğazımdan kafamın en tepesine kadar yükseldi, yüzüm alev alev yanmaya başladı. "nasıl yani lan" diyebildim. "unuttum işte ne yapayım" dedi ve bana bir kedi yavrusu gibi bakmaya başladı. kedilerden nefret ederim, şimdi ise satanizmin eşiğinde sallanıyordum.

    elimi çay bardağına attım, çay soğumuştu. "ben bu aşkın ızdırabını sikerim" diye haykırarak kalktım. yürüdüm gittim. arkamdan hiç bir şey diyemedi. çıktım ve gittim.

    hışımla yürüdüm, cafeden tam uzaklaşırken geri döndüm. aynı hışımla içeri cafeden içeri girdim. hala oradaydı. karşısındaki sandalyeye tekrar oturdum. elimi yumruk yapıp masaya gümm diye vurdum ve "neye kızdığını hatırlaman için tam bir dakikan var" diye höykürdüm. şaşkınlıkla yüzüme bakarken garsondan bir çay daha istedim.

    ne sikik bir hayatım vardı amına koyım ya.
  • ya kadındır, ya kızdır. illa ki vajinası vardır. belki memesi.

    üzgünüm feminist çok kötü butonu mafyası fakat bunu sende biliyorsun. neye kızdığını söylemeyen` :en azından maximum 3. soruştan sonra` erkek görmemiş olmakla beraber, bunu yapan bir erkek hayal edememekteyim. ha olur, nasıl olur; sevgilisi kız olmaz. onunda kafası rahat olur, zaten neye kızdığını söylememezlik etmez. yani genellememi yaparım, keyfime bakarım. içim rahat, vicdanım civciv gibi.
  • gerçeği yüzüne vurmak gerekirse "kendi ellerinle şımarttığın kadın"dır o benim güzel kardeşim.

    kızgınlık tribi atmak el üstünde tutulan tiplerin oyunbazlığıdır. kırgınlık sessizliği ise ayak altında eziklenen tipsizlerin gerçekliği.
  • büyük bir ihtimalle onun bilmediğini zannettiğiniz bir şeyi bilen ve bunu bilmenizi istemeyen sevgilidir. onun bilmediğini zannettiğiniz bok o kadar büyüktür ki bilmiyor gibi davranmaz da o konuyu konuşmaya kalkarsa artık sevgili olamayacaksınızdır.
  • direkt kız olduğuna hükmedilse de erkek tarafından da bayağı bir çıkıyor bu formatta sevgili. çünkü bu tavır, belki kişinin karakter yapısı olarak kaprisli biri olup olmamasından daha çok, eldeki ilişkinin gizli dinamiklerine bağlı. adına ne diyeceğimi bilemediğim çok tehlikeli bir sevgililik türü var. "örnek çift, büyük aşk" perdesi arkasında böyle bildiğin kanlı bir güç savaşının döndüğü ilişkiler bunlar. işin endişe verici yanı, yaşarken sen de "biz birbirimizi deli gibi seviyoruz, kavgalarımız hep böyle çok sevdiğimiz için" falan diyorsun. sakat ve sakatlığı da işte bu sinsiliğinden.

    dediğim ilişki türünde taraflardan biri, güçlü, otoriter bir figüre, diğeri ise gücünü üzerinde deneyebileceği bir tebaaya ihtiyaç duyuyor. bunlar kesinlikle yüzeyde değil tabi. karşıdan baksan tuttuğunu koparan, güçlü bir kadın veya 30 yaşında gayet maço bir erkek otoriteye ihtiyaç duyan taraf olabiliyorken, gücünü sınamak isteyen taraf ezik, hımbıl bir adam veya 17 yaşında utangaçlıktan konuşurken kekeleyen bir kız olabilir misal. yani tarafların dışarıdan görünen, keza kendilerinin algıladıkları karakterleriyle hiç alakası yok bunun. işte bu iki taraf eşleşti mi, derinden gelen bu gizli ihtiyaçların karşılıklı tatmini tehlikeli bir kenetlenme yaşatıyor ve ilişkiyi vazgeçilemez bir kimliğe sokuyor. öyle ki her gün buluşup ilk iş 3 saat kavga bile ediyor olsan, "ayrılamam ondan" diyorsun. bu hastalıklı saçmalığı rasyonalize edebilmek için de "biz birbirimizi deli gibi seviyoruz ki, büyük aşk bu"ya sarılıyorsun.

    işte illa bu ilişki tipini işaret etmek zorunda olmasa bile, bu tip ilişkilerin favori oyuncularından biri, “kronik olarak neye kızdığını söylemeyen" bir sevgilidir. bu kronik davranışın arkasında da çok net şekilde ilişkinin karakteristik rol paylaşımı yatıyor zaten. önce "kızan" figür odur. ota boka kızar, kızmaya hakkı olduğundan emindir, çünkü otoriter taraf odur. aynı konumun gereği olarak "cezalandırıcı" da onun sıfatlarından biridir. kızdığı konuyu söylemek veya aman canım diyerek kapatmak yerine surat asmak, mesafe koymak, duygusal şiddet uygulamak, o "suç" için karşıdakine biçilen cezadır. ki buradaki surat asma fazı "tepem attı çıktım bi hava aldım" kayıtsızlığında olmaz zaten. o asık suratını sevgilinin gözünün içine içine sokarak, kollarını bağlayıp ayağını pıt pıt yere vurarak bekler: “hadi! kıvran, tırmala, çaba göster, neye kızdığımı bul önce, sonra da kendini affettir, çünkü sen beni kızdırdın! suç-lu-sun!!!" evet, sevgilinin düşünce balonunda yazan bu, ezberledik biliyoruz. ama sil o düşünce balonunu, sil… ve kendisinin de göremediği arkadaki sisli puslu duygu balonunu oku: "üzerindeki gücümü görmek istiyorum, göster onu bana!"

    şimdi bunu böyle anlatınca otoriter taraf puştun allahı, diğer taraf da gariban, mazlum gibi oldu. ama değil. baştan söyledik. bu bilinç seviyesine hiç çıkmayan gizli bir karşılıklı anlaşma. karşıdakinin yaratmak istediği ilişki konsepti -ister pasif tarafa koymak istesin seni, ister otoriter tarafa- sana uymuyorsa zaten yürütemiyorsun ve tez zamanda bitiyor. aynı oranda olası olanı, senin karşıdakini zorla pasif veya otoriter tarafa oturtmaya çalışıyor olabileceğin. kim bilir belki "çok hımbıldı, duygusuzdu, tutkusuzdu yahu" diyerek ayrıldığın, veya her istediğini yaptığın, kral/kraliçe muamelesi gösterdiğin halde seni terk eden sevgilin, özünde sadece denk bir ilişki yaşamak istemiş, senin bilincinde olmadan onu sığdırmaya çalıştığın rolü reddetmiştir. velhasıl, ister orada ol, ister burada, bariz bir dengesizlik olduğunu sezdiğin halde hala “ama ama” diye devam ettirmeye çalıştığın bir ilişkin varsa, kabahatın tamamı diyemeyeceğim ama, net yarısı senin kardeşim.

    tam “bir dokun, bin ah işit” olmuş, iki satır yazıp gidecektim şu sevgili hakkında: belki sinirliyken ağzından çıkana hakim olamayan biridir, azıcık öfkesi yatışınca söyleyebilecektir neye kızdığını. ya da aşırı duygusal tepki veriyor olduğundan şüphelenip ölçüp biçmek istiyordur biraz. yalnız bırakın. bir sigara içsin, iki temiz hava alsın. döndüğünüzde hala konuyu açmıyorsa o çözmüştür kafasında, olay kapanır. yok derdi “acı çektiğini görmek istiyorum”duysa, zaten siz kalkıp gidince öfkeden deliye dönüp terk etmiş olur mekanı. selametle…
  • (bkz: pınar nooldu)
  • yengeç burcudur. en çekilmez huylarından biridir. ama ben biraz aştım bu durumu, neye kızdıysam anında söylüyorum ki, yarın bir gün önüne gelen "ay pasif agresifsin" demesin. tabii bu sefer de "her şeye kızıyorsun" oluyor. e napalım arkadaş napalım!!! bak buna da kızdım şimdi. al söylüyorum. evde denemeyin.
  • hayal gucunuzu koruklemeye calisiyordur (ahahah). iliskiniz o kadar sıkıcıdır ki tahmin et!me oyunlariyla renk katmaya calisiyordur.. kendisini ne kadar tanidiginizi siniyordur.. "ne oldu?" dersiniz yok bişey der.. ha bu yok bişey lafina inanir da olayi hasir alti ederseniz zaten sictiniz.. beklenildigi gibi inanmayip sorgulamaya devam etmeniz gerekir, siz de: "ya olmus iste bisey, biseye kizmissin, neye kizdin?" dersiniz, "bi dusun bakalim" veya "sen daha iyi bilirsin ne oldugunu!" vb. az sonra kafani koparicam esasen ama bak halen cumle kurabiliyorum sinyalleri veren bir ses tonuyla cevap alirsiniz en fazla.. cevap almak derken, sadece iletisimin surdugunu gosteren bir karsilik almaktan bahsediyoruz elbette.. sorunuzun gercek cevabini alabileceginizi sanmayin.. oyunun kurali bu: siz bulacaksiniz.. bu da iliskinize verdiginiz degerin bir gostergesi olacak.. sabir torpusudur.. ekseriyetle; torpulenecek sabir tukenir, bicak kemige dayanir, masal da burada biter.
  • ya her gün ayrı bir şeye kızdığından ya da kızdığını bildiğiniz bir şeyi sürekli tekrarladığınızdan söylemekten sıkılmıştır kızdığı şeyleri artık.
  • yok bişey der, sonra laf arasında kavga esnasında sıkıştırıverir araya.
    bişey olur milyon,
    uykusuzluk olur. enteresan sosyal paylaşımlar olur.
hesabın var mı? giriş yap