• yurdunu sevmeliymis insan
    oyle diyor babam
    benim yurdum
    ikiye bolunmus ortasindan
    hangi yarisini
    sevmeli insan
  • ışıltının söndüğü, gitmenin becerilemediği, mutluluğun bozulduğu sakarlık anlarını, birgün gazetesindeki köşesinde, "yalnız ruhların körebe oyunu " yazısıyla anlatan insan.
    ---

    bir sevgilinin çevresinde oluşan nu-,run dağıldığı anlar vardır. birden araya giren bir soğukluk duygusu ve tanrı katından inen aşk... bunu çok düşündüm, neden ve nasıl olur; düğümü çözen nedir diye... başdönmesinin geçtiği bu anlarda uğrunda onca acılar çektiğin biri sıradanlaşıverir... artık başka bir ışık altında görmeye başladığın bu insan belki de senin hayata karşı kendini savunman, aşktan vazgeçme anının bir sonucudur...

    geçenlerde sanki böyle birşey yaşadım bir ara... kendimi bir ilgisizlik içine sokup yeni bir ruh haline doğru yol aldım. sonuçta yıllardır içimde ışıyan o sevgilinin başkalarına ait olduğunu, böylesine sevilmeyi hak etmediğini, uğruna yazılmış onca dizeyle bile içinin titremediğini, bunca üzüntüden sonra artık karenin dışında durmam gerektiğini düşündüm ve kapıyı kapatıp yeni bir hayata doğru yürüdüm... aynada kendime baktığım o anı unutmuyorum. yaşlanmaya, çirkinleşmeye karar vermiştim sanki... her yanımı saran o aşk ışığı gitmiş; gözlerim bir kederden başka bir kedere taşınırken, ölüme doğru bakan bir boşluğa dönüşmüştü...

    huzursuzluğum gitmiş, acım dinmişti ama sanki tenimden bir ışıltı, içimden bir parça koparılmıştı... onu düşündüğümde, hep bana arkası dönük, soğuk ve uzak birini tahayyül ediyordum... benim dahil olmadığım, çıkıp gittiğim anda bir daha aranmayacağım hayatı başlıyordu onun... bir çeşit erkek hayatı... kendine hedefler koyup planlar yapmış, akılcı ve gerçekçi...

    peki, ya benim onda kalan izlerim... perde çekilir ve herşey biter mi?

    galiba herkes biraz ülkesine benziyor... ben de kendi küçük ülkeme benziyorum. sonlandırmayı, çözüm bulmayı bilmiyorum.. birgün mutlaka birleşilir sanıyorum... imkansızın peşine düşüyorum...gitmeyi beceremiyorum... belki de bir çocukluk travmasıdır bunun nedeni; korkuyorum gitmekten... çocukluk evimi terk eder, göçmen düşer gibi oluyorum giderken...

    hayat ne kadar renkli, dünya nasıl da geniş bir anlamda... ama insan nereye gitse yine de kendi kafesini, yaralarını yanında taşıyor... öyle özel mekânlarda bulundum, öylesine değişik ve çok insanla tanıştım ki ömür boyu... ama hep kendimi oralara ve o insanlara sınırsızca bırakmamı engelleyen bir şey vardı... içimde bir hayıflanma, bir eksiklik, bir suçluluk duygusu... en güzel anları bozmaya yönelik bir itki, bir ruh sakarlığı... belki de insan herhangi bir nedenle mutluluğu hak etmediğimi düşündüğü için oluyor bu. işıl ışıl bir mutluluk anını bozacak bir sakarlık yapıveriyor birden...

    birgün birisi bana "hayatımda senin gibi bir insan görmedim, hiç strateji, taktik bilmiyorsun" demişti... çoğu kez de şaşırmıştır insanlar kendi aleyhime yaptığım hamleler için... gerçekten de bilmiyorum... sanki öyle davranırsam, planlar kurarsam masumiyetimi yitirip kötülüğe bu-laşacakmışım gibi geliyor... arada denediğim olmuyor değil... ama sonra bir yabancılaşmayla geri çekiliyorum. hayatta tutu-namamam belki bu yüzden... hayatı, çıkarlarımı manipüle edemiyorum... bazen birilerinin beni manipüle etmesine pasif bir ilgisizlik, çekingen bir kibarlıkla izin veriyorum ama sonra birden bunu fark edip silkiniyorum ve özgürlüğüme gidiyorum...

    sabahları gözlerimi açıyorum yatağımda ve bir süre düşünüyorum kalkmadan... önce nerede olduğumu algılıyorum; hangi ülkede, hangi odada, hangi yatakta...

    sonra, hayatın içinde durduğum yeri... bir ruh haline uyanıyorum her sabah. uyurken aslında kendi içimde de uykuya dalmış; düşüncelerime ara vermiş ya da onları rüyalara taşımış oluyorum... bu, onun yanında uyanmaktan farklı. onun yanında uyandığım o mutlu zamanlarda bunun uyanır uyanmaz bana gelen bilgisi, ruhumun vahşi ormanlarına doğru gitmemi engeller ve beni yatıştırıp güvenle sarmalanmış bir dinginliğe taşırdı... yine de içinde kuşku ve korku tohumları barındıran bir dinginlikti bu...

    en güzel kucaklaşma anında bir yitirme korkusu başlardı.

    uyandıktan sonra, güne dalıp başka insanlarla buluşup iletişim içinde olmuşsam onlardan gelen çeşidi gizli ve açık mesajlarla ve onların ruh halim üzerindeki etkileriyle uğraşıyorum. bazen dimdik ve aktif duruyorum günün içinde. kendi ışığımı öyle bir saçıyorum ki başkalarından bana gelecek olumsuz enerjileri engelliyorum. kime kez de bir körlük içinde, sırf iyi olmak istediğim için çevremdeki kötülüğü görmez oluyorum ama bellek yine de kay-detip daha sonra hatırlatıyor bana bunu. o zaman, daha da korkunç bir acı veriyor. birden anımsamayla gelen o kötülüğü keşif anı, durduğu o geçmişten bugüne doğru şiddetli bir acı haresi yayıyor. bazense sevgiye ve korunmaya muhtaç bir bebek gibi uyanıyorum ve mahzun bir sessizlik içinde dolanıyorum günü... bu halim başkaları için oldukça kışkırtıcı bir hale geliyor. hem kötülükle hem de iyilikle ulaşmak isteyenlere açık bırakıyor beni... çoğu kez yaralanıyorum ve bu yaralarla dönüyorum eve... dışarısı o zaman öyle bir korku yaratıyor ki bir süre çıkmamaya çalışıyorum... ama bu kez de içeride, belleğime kaydedilmiş kötülük anları başıma toplanıyor; beni oyalasın ve düşüncelerin yoğunluğundan kurtarsın diye kendimi yeniden sokağa atıyorum.

    işte bu çıldırtıcı yalnızlık halleri olmalı dünyanın bir yerlerinde var olan birisine tutunmak, onunla derin bir iletişim, gizli bir ruhsal anlaşma içinde olma isteğini yaratan... kendi yalnızlığım kadar başkalarından bana gelen yalnızlığın kederli ışığı, hatta bunun çaresizliğinin bazen talepkâr bir tehditle üstüme yönelişi de sersemletiyor beni. her köşede bir yalnızlık yaşıyor biliyorum. hatta sokaklarda sarmaş dolaş yürüyen bazı sevgililerin içinde bile... yalnız ruhların körebe oyunu mu bu; imkânsız bir kucaklaşmanın hayaliyle hep sürüp giden.
  • 1992 yılında cem yayınevinden çıkan "kapılar" adlı şiir kitabından ;

    incecik sızılar

    ne kaldı geriye
    o gizemli fısıltıdan
    ve denizin dibine çöken
    aşk yıldızından?

    yalnızlığımın parmak izleri
    duruyor mu yanağında ?
    dudağındaki ateş söndü mü
    göğsünde uyuyor mu
    çocukluğum hala ?

    benden ne kaldı sende?
    geceyarısında çıldıran
    denizin tuzlu tadı
    çekildi mi kıyılarından
    (kara bir bulut kadar kederliyim)

    -yağmur camlarda ağlarken
    kim seni sevdiğini söyleyecek
    kime sığınacak başın
    kirpiklerin titreyecek-

    benden sende ne kaldı?
    sözcüklerim gözlerinde ağlıyor mu
    geceyarısından beri?
    parmakuçlarında akıyor mu
    kanımın titreşimi?

    kucağındaki küçük kız
    büyüdü mü?
    bitti mi bütün masallar
    yoksa "küçük tavşan" öldü mü

    -yoksa ben
    yalnızlığı hep yalnız mı yaşadım
    yoksa sen
    yalnızlığı hep yalnız mı yaşadın-

    bende incecik sızılar kaldı
    benden sende ne kaldı?
  • “o güzel çocukları bekleme şehir
    cıvıl cıvıl öldüler onlar
    bir hayalin dallarına konar gibi”
  • avrupa parlamentosu'nun 2021 yılı avrupa vatandaş ödülü'nü panicos chrysanthou ile birlikte “duvarımız” ve “benim yurdum” adlı belgesellerinden dolayı kazanmıştır.
  • bugün yaş gününü kutlayan şair;

    hep o mu yazacak, bu da ona yazılmış satırlar:

    "senin yaseminlerin
    geceleri uykularımızı bölüyorsa
    verandadan taşarak
    biliyorum ki sen iyisin
    tavuklarımızın, kuşların ve çocukların
    sınır bilmezliğini gördükçe mutlu oluyorsun
    ki sen mutluysan tüm kıbrıs mutlu
    sen sağlıklıysan
    iki yanı da çiçeklenir er geç ağacın
    iki yanı da birlikte sevilir"
  • ada’nın ikiye bölünmesinden sonra ilk kez bir rum partisinin, meclise aday gösterdiği kıbrıslı şair.
  • kıbrıslı barış şairi. bir gün gazze'de , bir gün ingiltere'de bir gün yunanistan'da , bir gun kanada'da kadinlar ve barisla ilgili panellere ve etkinliklere katilan bir aydindir.

    10 yil once kadar kibris rum kesimi'ne gecen nese yasin lefkose universitesinde turkce dersleri verdi.
    turk kesimindeki eviyle arasinda 20 km olmasına ragmen uzun yillar bu kısacık mesafedeki evine ulasmak icin once ingiltereye sonra kibris turk kesimine ucmak zorunda kaldi. dünyanin en uzun 20 kilometresini asti yillarca. ta ki kibrista karsilikli gecis anlasmasi yapilana kadar.
    cocuk ruhlu, baris sevdalisi guzel bir kadindir. yurdunu sevmeliymis insan siiri george dalarastarafindan da bestelenip yunanca olarak soylendi.

    kibris turk kesimindeki birtakim irkci sahinlerler tarafindan alcakca hakaretlere maruz kalsa bile kibrista belki adi yuzlerce yil anilacaktir.
  • 1959 lefkoşa doğumlu. odtü sosyoloji bölümünü bitirdi.
    şiirleri 1978’den itibaren sanat emeği, yazko edebiyat gibi dergilerde yayınlandı.
    şiir kitapları; savaşın gözyaşları (1979), kapılar (1992).
    güney kıbrıs'ta yaşıyor. radyo programları yapıyor.

    (bkz: özker yaşın)
  • yarin yapilacak guney kibris rum yonetimi milletvekili secimlerinde aday olan kisi.
hesabın var mı? giriş yap