• 'zaman'ı doğrusal akan bir nehir olarak düşünürsek eğer; bir denize dökülüp dökülmediğini henüz bilmediğimiz bu görünmez (ve şimdilik sonsuz olarak varsaydığımız) boyutsal akarsuyun aynı kıyılarını, farklı tarihlerde adımlamışız bu müthiş yazın insanıyla ...

    takvimler 1959 mayısını işaret etmektedir. necati cumalı paris'tedir ve nazım hikmet'in yolunun da kısa süreliğine paris'e düşmüş olduğundan haberdardır. 1945 yılında, urla'daki baba evinde, 'harbe gidenin şarkıları' adıyla kitaplaştıracağı şiirlerine hayat vermeye çalıştığı sıralarda, odasındaki duvarda iki kişinin resmi asılıdır : tevfik fikret ve nazım hikmet ... işte 14 yıl sonra 'cumalı', büyük hayranlık beslediği 'nazım'la aynı şehrin havasını solumaktadır şimdi ... (buluşmanın öyküsü 1*)

    'necati cumalı', ne yapıp edip 'nazım hikmet'le tanışmak istemektedir ama elbette paris'in havasını soluyan yalnızca onlar değildir zira türk istihbaratının 'kulak'ları da şehirdedir. (buluşmanın öyküsü 2) 8 yıl önce türk vatandaşlığından çıkarılmış ve 4 yıl önce de büyük büyük dedesinin soyadını (borzecki **) alarak polonya vatandaşlığına geçmiş olan büyük şairle görüştüğü duyulup da fişlenirse, ülkeye dönüşünde soruşturma olasılığı söz konusu olduğu için 'nazım'ı ararken tedbirli davranması icap etmektedir. onu bulabileceği olası mekanlara uğrar ve sokak sokak dolaşır. (buluşmanın öyküsü 3) neden sonra, yakın dostu 'abidin dino'yu bulursa, nazım'ı da bulabileceği aklına gelir ve rue saint - jacques'ın (saint-jacques sokağı) sonuna, dino'nun yaşadığı ve notre-dame katedralini tam karşı çaprazdan gören apartmanın bulunduğu noktaya ilerlediğinde, gerçekten de 'nazım hikmet'i kaldırımda bir kadınla sohbet halinde bulacaktır ... (buluşmanın öyküsü 4)

    'cumalı' o tarihlerde, sonradan 'tütün zamanı' üçlemesinin ilk kitabı olacak olan 'zeliş' üzerinde çalışmaktadır. bölümler halinde yazarak türkiye'ye gönderdiği kısımlar 'vatan' gazetesinde tefrika edilmektedir ve henüz kitap olarak basımı yapılmamıştır. cumalı ve nazım'ın tanıştığı kaldırım köşesi tam olarak 'seine nehri'ne ve bir yanında 'notre-dame katedrali', diğer yanında 'pont neuf' köprüsü olan nehir üzerindeki 'şehir adası'na (ile de la cite) bakmaktadır. (cumalı'nın tarifi bu noktayı işaret ediyor) iki büyük yazın insanı, mekansal olarak o kaldırım köşesinde bırakılıp da zamanın bantı 39 yıl sonrasına sarılabilse; onların el sıkıştığı noktanın az ilerisinde, pont neuf köprüsünün hemen altında, şehir adacığının sivri burnunun seine nehriyle buluştuğu istinat duvarında, bir 1998 aralık öğleden sonrası, ağaçların gölgesinde oturmuş sigarasını tellendiren ve marquis de sade'ın memleketinde olduğunu unutmuş halde yanındaki kadına, 'acı'dan ve 'itaat'ten dem vuran bir genç görülecektir (paris, ah paris) ...

    bahsi geçen genç bünye, nazım hikmet'in çoğu şiirini ezbere bilmekle birlikte, o sırada henüz necati cumalı'nın 'tütün zamanı 1 : zeliş' romanını okumamıştır (ilk baskı). okumadığı için de romana konu mekansal dekorun 'urla' olduğunu ve romanda resmedilen iki genç aşığın, yazgılarını değiştirmek üzere birlikte kaçarken izledikleri rotanın, urlanın ova köylerini birleştiren bağ yolu olduğunu o tarihte bilmiyordur. necati cumalı, romanda tasvir etiği 'urla' fonunu hayalinde kolaylıkla yaratmıştır, üstelik paris günlerinde ... zira hem çocukluğunun geçtiği hem de avukat olarak görev yaptığı urla'yı ve köy yollarını avucunun içi gibi biliyordur. burada necati cumalı'dan müsaade alıp zaman tünelindeki sürüşümüzde yeniden gaza yüklenirsek eğer yılların geçtiği görülecek ve az önce sizi köprü altında tanıştırdığım bizim toy genç, 'mavi gözlü dev'in ikinci vatanından bir kızın aklını çelip urla'da, romandaki 'cemal'in 'zeliş'i kaçırdığı bağların yakınlarında bir kır evinde evlenecek, urla'ya yerleşecek ve hem 'zeliş'i ('zeliş'im) hem de cumalı'nın diğer eserlerini defalarca okuyacaktır ***...

    üniversiteden yakın zamanda mezun olmuş, askerliğini yapmış, aklı bir miktar havada bir paris gezginiydim o sırada ama evet ... sigaraya başlayalı çok olmuştu. lise birinci sınıfta (1989) tiryakiliğe adım attığımı hatırlıyorum. teneffüslerde okul tuvaletleri, öğle yemeği vakitlerinde de idari binanın arka cephesiydi sigara mekanlarımız ... (idari bina giriş) (idari bina alt kat) ... hani bir solucan deliği var olsa ve 1989'dan 1938'e geçiş yapabilecek olsam, rast gelecektim demek ki 'necati cumalı'ya, aynı koridorlarda ... (sahi, tütünün cennetini fon alarak yarattığı karakterleri bu denli kanlı canlı resmedebilmiş yazarımız, benim gibi bir tiryaki miydi acaba, lise yıllarında ? bu hususta bilgim yok açıkçası) ... onun zamanında okulumuzun adı izmir birinci erkek lisesi imiş (ebediyen ...) ... okul şu anki adını ise 1942 yılında almış (var olsun ...)

    necati cumalı'nın düşsel dünyama ilk dokunuşu, karşıyaka sahilde, 'melek sineması'nda, bir yerli film gösteriminde oldu (melek sineması). 'olmuş' demeliyim aslında zira sinema salonunda, gözlerim beyaz perdeye kilitlenmiş haldeyken ben, senaryonun, necati cumalı'nın filmle aynı adı taşıyan oyunundan ve yine bizzat necati cumalı tarafından adapte edildiğinin, henüz farkına varacak yaşta değildim ... yaşadığımız mahallede, yaşı hayli ileri, memuriyetten emekli bir komşumuz vardı. adam, kendisinden hayli genç bir kadınla evliydi ve kadının, önceki evliliğinden bir de çocuğu vardı. karşılıklı çıkar ve rızaya dayanan, iki insanın birbirine yakışmadığı, anlaşma ile inşa edilmiş bir birliktelikti kısacası ... sürekli beyaz elbise ile gördüğüm kadın komşumuz, benimle ne zaman karşılaşsa yanaklarımı okşar, hatrımı sorardı. o güzel kadının bana yaklaşırkenki salınışı, saçlarıma dokunuşu ve elinin tersinin yanağımda gezinişi, içimi titretirdi. kadınlarla aramın her daim iyi olacağını, o yaşlarda bilmiyordum elbette ama aradan kırk yıl geçmişken şu an, hala kanlı canlı hatırlıyorsam onun sekiz yaşındaki kalbimde yarattığı heyecanı, burada rahatlıkla yazabilirim ki o kadın, 'bende yeri hep farklı kalacak olanlar'ın, ilkiydi sanırım ...

    sinemaya annemle gitmiştik ve salonda da ağırlıklı olarak kadınlar mevcuttu. filmin son sekanslarını yüzüm kızarmış halde izlemiştim zira ilk defa bir kadınla bir erkeği sevişirken görüyordum ve üstüne üstlük hemen yanımdaki koltukta annem oturuyordu ama hepsinden önemlisi, film boyunca hep beyaz elbiseler içinde izlediğim başroldeki kadın oyuncu, dehşet şekilde mahallemizdeki kadın komşumuza benziyordu (mine) ***** ... gösterim bittiğinde ve ışıklar açıldığında, nemli gözlerini silerek isteksiz adımlarla salondan çıkan kadınların kimbilir kaçı, hatırlarının sorulmadığı, saçlarının okşanmadığı, kocalarının dişlerini fırçalamadığı, soluk hayatlarının geçtiği mutsuz evlerine dönüyordu acaba ? ... gece gündüz elimden kitapların düşmediği zamanlarım geldiğinde ve 'necati cumalı' karakterleriyle daha çok haşır neşir olmaya başladığımda, uzun bir süre 'cinsellik', 'cinsel açlık' penceresinden yorumladım büyük ustanın zaviyesini ... ta ki ... sırılsıklam bedeniyle birleştiğinde bedenim, ne bacaklarının ne de memelerinin, yalnızca saçının topuzundan ensesine düşen perçemlerinin içimi eriteceği kadın hayatıma girene kadar ... anlamıştım ki cinsellik yalnızca dekordu ... 'cumalı'nın kelimelerinin resmettiği, karakterlerin cinsel kimliğinden bağımsız şekilde, tüm eksikliğiyle, tüm arayışlara konu oluşuyla, tüm yokluğuyla 'sevgi'ydi ...

    hazır yukarılarda sigaradan bahsetmişken, 'cumalı' külliyatının temel motifi olan 'tütün'den (ama urla'nın tütününden) azıcık da olsa bahis açmazsak olmaz ... 1930'lu yılların başına (büyük buhran zamanlarına dek) urla'da tarımsal aktivitenin ana motorlarından biri de bağcılıkmış. ne zaman ki buhran, üzümü alıcısız bırakıp da köylüler zarar etmeye başlayınca, tütün devreye girmiş. mübadele ile birlikte kavala'dan urla'ya göçmüş olan ve dededen sanatları olan tütüncülüğü urla'da canlandıran kavalalı köylüler, urla topraklarını tütünle tanıştırmışlar.

    e 'büyük buhran'a kadar gittiysek, azıcık daha geriye de gidebiliriz ... zaman makinesinin kumandası bizde, kim ne diyebilir ki ? 30 haziran 1926 ... urla için önemli tarih ... bu tarihte izmir'den çeşme'ye gidecek olan 'atatürk', urla'ya da uğramayı ihmal etmez (atatürk urla'da) ... büyük önder, urla meydanındadır ... alkışlar ... sevinç gözyaşları ... urla ahalisi, yığınlar halinde cumhuriyet meydanına akmıştır ... derken bir anda beklenmedik bir şey olur ve küçücük bir çocuk, kalabalığın arasından koparak 'gazi'ye doğru koşarak atılır ... mustafa kemal paşa, göğsünün üstünde şapkasını tuttuğu eliyle korumalarını durdurur ve çocuğa müdahaleyi engeller ... yanına gelen küçüğe 'kimin çocuğu' olduğunu sorduğunda çocuk 'rumeli şivesi'yle yanıt verir ve bu durum 'gazi'yi daha da neşelendirir, okşar saçlarını ufaklığın ... mustafa kemal'i urla meydanında, yürekten bir sevgiyle karşılayan o küçük çocuk, beş yaşındaki 'ahmet necati acar'dır ... ya da bizim yıllar yıllar sonra tanıyacağımız ismiyle : 'necati cumalı' ... necati cumalı bir söyleşisinde, soyadı değişikliğini şu sözlerle açıklayacaktır **** : "benim asıl adım 'ahmet necati acar'dı. babamın aldığı 'acar' soyadını yakıştıramadım şiirlerime. edebiyatımızda da 'ahmet' bolluğundan geçilmiyordu. bir ahmet daha olmak istemedim. mahkeme kararıyla necati'ye uyumlu gelen 'cumalı' soyadını aldım." ... soyadı olarak 'cumalı'yı tercih etmesinin ise özel bir sebebi vardır ve o konuya da şu şekilde açıklık getirir : " 'kayalar' şimdiki adıyla 'ptolemais' annemin kasabasıydı (yunanistan). soyadımın geldiği cuma da, 'kayalar'ın biraz daha güneyinde, kasabanın ilk merkezinin adı" ...

    dip not : bugünlerde topraklarımızın gündemi zifiri karanlık ve acıdan ibaret olduğu üzere belirtmek isterim ki yukarıdaki yazı bana aittir ve yalnızca kafa dağıtmak amacıyla karalamış olduğum, kendime notlardan ibarettir ...

    ***** (bkz: #108635578)

    **** soyadı değişikliği referans kaynak sayfa 9

    *** (bkz: #142795196)

    ** (bkz: #134272044)

    * necati cumalı - nazım hikmet buluşmasını 'cumalı'nın kaleminden anlatan yazıyı içeren görseller için link : nazım hikmet paris'teydi
  • 90'lı yıllarda altınparkta ankara kitap fuarında ay büyürken uyuyamam kitabını imzalatma şerefine nail olduğum yazar. tam kitabı imzalarken stantta bekleyenlere dönüp "bu ne sıcak ya. yağmur sıcağı var değil mi? yağmur sıcağı?" deyip kitabı imzalamıştı. ben ve stanttakiler ne yağmuru allasen der gibi bakışmıştık. kimse de evet ya yağmur sıcağı dememişti. çünkü ilkbahar sonu yaz başı bir zamandı ve havada ne bir bulut ne bir rüzgar. zira ben yağmur sıcağı mevhumundan zaten bihaberim. sonra altınparktaki fuar alanından çıktık yanımdaki arkadaşlarla. yaklaşık 15-20 dakika sonra bir yağmur indirdi. otobüse kendimizi atıncaya kadar donumuza kadar ıslandık.

    ben ne bileyim adamın yağmurlar üzerine kitabı olduğunu. (bkz: yağmurlar ve topraklar)
  • ağladiğini istemem ben ölürsem
    beni en sevdiğin halimle hatirla
    uzak bir yerde çaliştiğimi düşün
    hayatta olduğuma inan
    bir gün gelir kendiliğinden
    geçer bütün üzüntün

    her yeni gelen günü
    yeni bir ümitle beklemeli
    her yeni gün
    yeni havalarla gelir
    gece,yağan yağmurla uyursun
    sabah birde bakarsin odan güneşli

    her gelen vapuru,treni
    yeni bir ümitle beklemeli
    her gelen vapur,tren
    yeni insanlarla gelir
    ben esmerdim güzelim
    bu sefer bir sarişini seversin
    aşk yaşayanlar içindir.
  • türkçe'nin büyük yazarı.

    hayatı:
    necati cumalı, 13 ocak 1921'de, şu an kuzey yunanistan'da bulunan güney makedonya kasabası florina'da doğdu. 1922 yılında, batı trakya dışındaki tüm yunanistan'da yaşayan türkler gibi, türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı ailesi. florina'da hatırlayabileceği bir hayatı olmamasına rağmen, cumalı anne ve babasından uzun uzun dinlediği makedonya hikayelerini, ailesinin geçmişini, önce notlar alarak yazıya döktü, bölgeye yaptığı bir kaç gezi sonrasında da iki kitabında o zamanları anlattı. bunlardan makedonya 1900, babasının ağzından florina ve çevresinin, kendi ailesinin ve dönemin anlatıldığı bir hikaye kitabı. daha sonra filme de çekilen dila hanım uzun hikayesi de bu kitabın içinde yer alıyor. makedon geçmişi ile ilgili yazdığı ikinci kitap ise, babasının dayısının oğlu olan zülfikar bey'in hayatını anlattığı romanı viran dağlar. ayrıca daha çok annesinin anlattığı hikayelere dayanarak hazırladığı kaylar adlı bir eseri daha olduğu biliniyor, ancak bu kitap henüz basılmadı.
    necati cumalı'nın ailesi, mübadele sonrasında izmir'in urla kasabasına yerleşti. cumalı ilkokul yıllarını urla'da geçirdi. daha sonra izmir'de yatılı okurken ve üniversite yılllarının yaz aylarını yine urla'da, ya kasabada, ya da urla'ya yakın çiftlik evinde geçirdi. ankara'da hukuk egitimini tamamladıktan bir süre sonra, 1948-1957 yılları arasında urla ve izmir'de avukatlık da yaptı. bu nedenle urla ve çevresi, biraz daha genişletirsek, ege bölgesi, cumalı'nın eserlerinde belirleyici bir unsur olarak yer aldı. özellikle tütün emekçilerini anlattığı roman üçlemesi ("tütün üçlemesi" olarak nitelendirebileceğimiz tütün zamanı/zeliş, yağmurlar ve topraklar, acı tütün) ve filme çekilip türkiye'ye ilk uluslararası sinema ödülünü kazandıran susuz yaz, hep ege topraklarında yaşam mücadelesi veren halkın hayatlarını yansıttı.
    necati cumalı, biraz da ailesini mutlu etmek için hukuk eğitimi almış olmasına rağmen her zaman edebiyatla içiçe oldu. eğitimiyle bağlantılı olarak avukatlık ve savcılık yapmış olsa da, başka işlere de yöneldi ve hep yazmaya devam etti. hayatının iki kısa döneminde paris'te, bir döneminde de israil'de bulundu. berin hanımla 1960 yılında evlendi, 6-7 yıl sonra da boşandı. ancak -bildiğim kadarıyla- hep yakın oldular.
    cumalı 1970 yılında istanbul'a taşındı ve sonrasında tüm vaktini yazmaya ayırdı. kendi deyimiyle, 1963 yılından itibaren de hayatını yazarak kazanmaya başladı.
    aldığı davetlere cevap vererek yugoslavya, bulgaristan, a.b.d., sovyetler birligi, iran, yunanistan, çekoslavakya'da bulundu. haziran 1998'de kanser ameliyatı oldu. 10 ocak 2001'de istanbul'da aramızdan ayrıldı, 12 ocak gunu istanbul zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. 21 nisan 2001'de, çok sevdigi urla'daki evi, kültür bakanlığı'nca anı evi olarak açıldı. 12 ocak 2002'de beşiktaş, vişnezade parkındaki şairler sofrasındaki heykeli dostlarının katılımında törenle açıldı. kendisi, bu heykeli hakkında ölümünden önce, beşiktaş belediye başkanınca bilgilendirildi.

    sanatı:
    necati cumalı, edebiyat'ın bir çok dalında eser vermiş üretken bir yazardı. onun en belirleyici özellikleri, dili çok sade ama çok etkileyici kuillanabilmesi, hayatı ve gerçek insanları eserlerinin içine oldukları gibi yansıtabilmesiydi sanırım. ulusal bir edebiyata inanan, yerel değerleri her zaman el üstünde tutan, öz kültür ve dilden asla ödün vermeyen ve belki de en önemlisi, anlaşılır olmayı her zaman kendine amaç edinmiş bir yazardı. hatta analaşılır olmaya verdiği önemi, bazı eserlerinde açıkça da belirtmiştir. örneğin zeliş (1971) romanında çarpıcı, biraz da ironik bir biçimde dile getirir:
    “sadık efendi dilekçeyi yüksek sesle okudu. dördü de cümlelerin kuruluşundan bir anlam çıkaramadıkları, çoğu kelimeleri hayatlarında ilk defa duydukları hâlde, dilekçeyi pek beğendiler. bizde beğenilecek her yazının anlaşılmaz olması öteden beri asıl olduğuna göre, onların bu davranışına hiç şaşmamak lâzım! toplumumuz sadık efendinin dilekçesine gelinceye kadar, anlaşılmaz sözleriyle bütün edebiyat jürilerini, bütün ünlü eleştirmecileri hayran eden nice sayısız şairler, nice büyük yazarlar yetiştirmiştir.”
    romanları, iyi kurulmuş; sağlam gözlemlere, gerçek hayatın dinamizmini taşıyan gerçekçi tasvirlere sahip; yerel renkliliği ve yerli unsurları içtenlik ve sadelikle yansıtmasıyla kendi insanımızı bulduğumuz gerçekten bizim olan romanlardır.
    şiirleri de aynı duruluk ve hayatın içindenliğe sahiptir. garip akımıyla aynı yıllarda şiire başlamasına ve garipçilerle yakın dost olmasına rağmen, şiirinde farklı bir yönde ilerlemiştir. dilde yalınlıktan yana oluşunu çok açık ifade eder cumalı: stendhal’ı bu konuda örnek aldığını söyler. ve bir çok kez yazmadan önce tevrat okuduğunu, tevrat'taki duru dilin ve hikaye anlatımını edebi olarak yüceltir.
    üretken bir yazar olan cumalı’nın çok sayıda öyküsü, yalnız kadın (1955), değişik gözle (1956), susuz yaz (1962), ay büyürken uyuyamam (1969), makedonya 1900 (1976), kente inen kaplanlar (1976), revizyonist (1979) başlıklı kitaplarda toplanmıştır. geleneksel öykü kalıplarını kullanmakla birlikte yazar, son yıllarında kaleme aldığı öykülerde olaydan çok ayrıntılarda yoğunlaşarak bu tavrını biraz değiştirir. kişileri, romanlarında olduğu gibi çoğu urla yöresinin insanlarıdır (makedonya kökenlerine döndüğü makedonya 1900 ve viran dağlar'ı ayrı tutarak). kadın erkek ilişkileri, cinsellik öykülerinde başlıca tema olarak öne çıkar.
    necati cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belki de en ilginç yönü tiyatro yazarlığıdır. “bir yazar halkının sosyal, ekonomik sorunlarına, mutluluk arayışına yaklaştığı, kendini aralarından biri olarak gördüğü oranda ulusallaşır” diyen necati cumalı, diğer eserlerinde olduğu gibi oyunlarını yazarken de bu anlayışa bağlı kalmıştır. konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları kullanmıştır. tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliği karşısında durarak ulusal tiyatromuzun gelişimine hizmet etmiştir. oyunlar başlıklı altı kitapta toplanan oyunları içinde en ünlüleri boş beşik (1949), mine (1959), nalınlar (1962), derya gülü (1963), ezik otlar (1969), vur emri (1969)dir. birçok dile çevrilen, yurt dışında temsil edilen bu eserler, evrensel olmanın yolunun öncelikle ulusal olmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. 1963’te oyunlaştırdığı reşat nuri güntekin’in çalıkuşu romanı ise başarılı bir uyarlama olarak üzerinde durulması gereken bir eserdir.
    niçin aşk (1971), senin için ey demokrasi (1976), etiler mektupları (1982), niçin af (1989), şiddet ruhu (1990), ulus olmak: atatürk denemeleri (1995) adlı kitaplarda denemelerini, yeşil bir at sırtında (1991) kitabında günlük notlarını toplamıştır. çevirileri, inceleme yazıları da bulunan necati cumalı, uç minik serçem adlı bir de çocuk romanı yazmıştır.

    ödülleri:
    1968 yılında yağmurlu deniz adlı şiir kitabıyla tdk şiir ödülünü; değişik gözle adlı kitabıyla 1957 ve makedonya 1900 kitabıyla 1977 sait faik hikâye ödüllerini; dün neredeydiniz? adlı oyunu ile 1981 kültür bakanlığı tiyatro ödülünü; bütün şiirlerini topladığı tufandan önce ile 1984 yeditepe şiir ödülünü; viran dağlar romanı ile 1995 orhan kemal roman ödülü ile yunus nadi roman ödülünü aldı.

    fikirleri:
    necati cumalı, her şeyden önce, cumhuriyet'in ilk kuşağını oluşturmuş, cumhuriyet ve ulus olmanın ilk heyecanlarını, en saf şetkiyde yaşamış ve bunlara inanmış bir kuşağın temsilcisiydi. kendi sözleriyle aktarmak gerekirse:
    "bizler, çelişkili koşulların yaşamını bölük pörçük, parça parça ettiği bir kuşağız. benim çocukluk yıllarımda, toplumda egemen olan değer ölçüleri ile ekmeğimizi kazanmaya kazanmaya başladığımız yıllarda ağır basan değer ölçüleri, çelişkili bir değişiklik gösterdi. toplum bize verdiği vaatleri tutmadı. kişiliğimin biçimlenmeye başladığı otuzlu yıllarda, ülkemizde yaşamayı güzelleştiren geleceğe dönük inançlar geçerliydi. yurdumuzun daha mutlu yarınlara kavuşmasına katkıda bulunmak yürekleri ısıtan bir tutumdu. kırklı yıllarda birden kendimizi kararan gökler altında bulduk. ekmeğimizi kazanmaya başlamamızla birlikte enflasyonun yükü altında kaldık, oktay akbal'ın deyimiyle önce ekmekler bozuldu. lokmalarımız ufaldı. özel yaşayışımızı düzene koymamız zorlaştı, evlenmek, ev açmak, ekmeğimizi güven altına almak, çözülmesi güç sorunlar oldu. öte yandan delikanlılık çağında inançla bağlandığımız cumhuriyetçi, halkçı, devrimci görüşler karalandı, bizler kötü gözle görülen, istenilmeyen kişiler durumuna düşürüldük. ben bu kuşağın çilesini yaşadım. sadece toplumsal şiirlerimle değil, yıkılan aşkları, yürek burukluğu ili de kuşağımın duygularının sözcüsü olmaya çalıştım."
    ve tabi ki cumalı, gerçek anlamda bir atatürkçüydü. hatta bence atatürk'ü en iyi anlayan, en iyi anlatan insanlardan biriydi. özel olarak kendine yakın hissettiği mustafa kemal'e (mustafa kemal, cumalı'nın ailesi gibi güney makedonyalıdır) sadece duygusal olarak yaklaşmamıştır. bir çok inceleme ve deneme yazısında mustafa kemal'in hayatını ve tüm mücadelesini bir aydın gözüyle yorumlamıştır. 'ulus olmak' adlı deneme kitabında 1961 yılından başlayarak değişik gazeteler için kaleme aldığı yazıları derlenmiştir, ilgisi olan için kaynak bir kitap niteliğindedir. ayrıca bu kitapta da yer alan 'atatürk'ü karşılama'sını anlatan bölüm, mustafa kemal'in bu ülke insanları için zamanında ne ifade ettiğini çok iyi yansıtır. zaten cumalı, kitaptaki diğer yazılarında zaman içinde atatürk'ün nasıl içi boşaltılmış bir simge haline getirilip 'biz atatürkçüyüz' diyenler tarafından ihanete uğratıldığını, tüm devrimlerinin altının boşaltıldığını anlatır.
    cumalı, bir devrimcidir. cumhuriyet devrimlerine gönülden inanmış vebağlı bir insandır. bu nedenle atatürk'ün ölümünden sonra ve özellikle de çok partili sistem ilebaşlayan yozlaşmaya karşı durur. ulusal devrimciliğini hern zaman canlı tutar. türkiye işçi partisi'ni destekler 60'lı yılların sonunda,.ve hayatı boyunca inanmış bir sosyalist olarak yaşar.
    ulusal kimliğinin yanında, necati cumalı için rahatça balkanlı bir yazar da denebilir. kendi kökenlerinin de ait olduğu balkanlarda yaşanan politik karışıklıklar, her zaman cumalı’yı üzmüştür. birbirlerine kültürel olarak çok benzer olan ve yüzyıllarca birlikte yaşayabilmiş halkların yakınlığını vurgular bir çok eserinde. bu açıdan cumalı’nın adını kazancakis, ivo andriç, panait istrati gibi yazarlarla yanyana anmak gerekir.

    eserleri:
    şiir: kızılçullu yolu, 1943; harbe gidenin şarkıları, 1945; mayıs ayı notları, 1947; güzel aydınlık, 1951; denizin ilk yükselişi, 1954 (ilk üç kitap); imbatla gelen, 1955; güneş çizgisi, 1957; yağmurlu deniz, 1965 (son iki kitabı, yeni şiirler); başaklar gebe, 1970; ceylan ağıdı, 1974; aç güneş, 1980; bozkırda bir atlı, 1981; yarasın beyler, 1982; tufandan önce, 1983.
    toplu şiirler: i. aşklar yalnızlıklar, 1985; ii. kısmeti kapalı gençlik, 1986; seçme şiirler, 1998.
    öykü: yalnız kadın, 1955; değişik gözle,1956; susuz yaz, 1962; ay büyürken uyuyamam, 1969; makedonya 1900, 1976; kente inen kaplanlar, 1976; dila hanım, 1978; revizyonist, 1979; yakubun koyunları, 1981; aylı bıçak, 1981(1991, uzun bir gece adıyla).
    roman: tütün zamanı, 1959 (1971'de zeliş adıyla); yağmurlar ve topraklar, 1973; acı tütün, 1974; aşk da gezer, 1975; uç minik serçem, 1990; viran dağlar, 1994.
    günce: yeşil bir at sırtında, 1990.
    deneme: niçin aşk, 1971; senin için ey demokrasi, 1976; etiler mektupları, 1982; niçin af, 1989; şiddet ruhu, 1990.
    oyun: oyunlarının sayısı on dokuzdur. bunlardan on ikisi, 1969; üçü 1973 ve diğerleri de toplu oyunlar adıyla yayımlandı: 1. boş beşik, ezik otlar, vur emri; 2. susuz yaz, tehlikeli güvercin, yeni çıkan şarkılar; 3. nalınlar, masalar, kaynana ciğeri; 4. derya gülü, aşk duvarı, zorla ispanyol ,1969; 5. gömü, bakanı bekliyoruz, kristof kolomb'un yumurtası, 1973; 6. mine, yürüyen geceyi dinle, iş karar vermekte 1977. çalıkuşu, 1963; yaralı geyik, 1980; dün neredeydiniz, 1983; bir sabah gülerek uyan, 1990; vatan diye diye, 1990; devetabanı, 1992.
  • kendi kuşağı için şöyle bir saptamada bulunan yazar:
    "bizler, çelişkili koşulların yaşamını bölük pörçük, parça parça ettiği bir kuşağız. benim çocukluk yıllarımda, toplumda egemen olan değer ölçüleri ile ekmeğimizi kazanmaya kazanmaya başladığımız yıllarda ağır basan değer ölçüleri, çelişkili bir değişiklik gösterdi. toplum bize verdiği vaatleri tutmadı. kişiliğimin biçimlenmeye başladığı otuzlu yıllarda, ülkemizde yaşamayı güzelleştiren geleceğe dönük inançlar geçerliydi. yurdumuzun daha mutlu yarınlara kavuşmasına katkıda bulunmak yürekleri ısıtan bir tutumdu. kırklı yıllarda birden kendimizi kararan gökler altında bulduk. ekmeğimizi kazanmaya başlamamızla birlikte enflasyonun yükü altında kaldık, oktay akbal'ın deyimiyle önce ekmekler bozuldu. lokmalarımız ufaldı. özel yaşayışımızı düzene koymamız zorlaştı, evlenmek, ev açmak, ekmeğimizi güven altına almak, çözülmesi güç sorunlar oldu. öte yandan delikanlılık çağında inançla bağlandığımız cumhuriyetçi, halkçı, devrimci görüşler karalandı, bizler kötü gözle görülen, istenilmeyen kişiler durumuna düşürüldük. ben bu kuşağın çilesini yaşadım. sadece toplumsal şiirlerimle değil, yıkılan aşkları, yürek burukluğu ili de kuşağımın duygularının sözcüsü olmaya çalıştım."
    sanki cumalı'nın 30-40 ve 50'leri çocuk, genç ve yetişin olarak geçiren kuşağa atfettiği bu saptama, aynı süreci 70-80 ve 90'lı yıllarda yaşayan kuşak için de çok geçerliymiş gibi geldi bana ne dersiniz?
  • en umutsuz anlarda bile yasam destek unitesi gorevi goren mısraların sahibi.
    her yeni gelen gunu
    yeni bir umitle beklemeli
    her yeni gun
    yeni havalarla gelir
    gece, yagan yagmurla uyursun
    sabah bir de bakarsin odan gunesli
  • ''kışın bütün ağaçlar senindi

    bütün çocuklar seni beklerdi pencerede

    şimdi başka kuşlar da geldi

    sense unutuldun serçe

    fakat ben hâlâ seni seviyorum.''

    siiriyle ehemm nedir pek alâ ifade etmiş yazar, şair..
  • akşam sofrası

    bir avuç taze badem
    birkaç kuru leblebi
    gözlerin bir avuç
    kağıt beyazlığında bir ten
    masamda senden

    saçlarında akşamlar oluyor
    derken...
  • ilk imzalı kitabımın sahibidir kendisi. 1991 yılında izmir fuarına gelmişti yanında erdal atabek ile beraber. niçin af kitabını peder bey aldı elime tutuşturdu. gittik hazretin karşısına, imzalamakla kalmadı, bir de sohbet etmişti. 11 yaşındaydım. sorular sorduğunu hatırlıyorum. sonra aradan yıllar geçince kitabı aldım elime, neler yazmış diye. tuhaf denemelerdi. tek parti dönemine duyulan engin sempati ve menderes düşmanlığı ile dolu bir kitaptı. şiirsel ve naif bir seçkincilik. edebiyatı güzeldir mesela necati cumali'nin ama böyle biraz politika, gündelik hayat yazdı mı ortalama bir statüko zaptiyesinin ötesine geçmz yazdıkları. saygı duyuyoruz tabii kendisine. bir de rahmet diliyoruz.
  • aşkın diliydi
    aramızdaki dil
    sözlere dökülmedik

    dalgın bakışlar
    kenetli eller
    iççekmelerin dili

    ne çok konuştuk öyle
    ne çok dertleştik
    biri yazılı değil

    n.cumalı

    bak demişti kalem tutan elini gösterip, "bu 50 senelik yazar eli, böyle oluyor işte yazar eli" demişti. serçe parmağının yazı yazarken içe bükülmesinin kendi elindeki kalıcı bükümünden dem vurmuştu bir imza gününde rahmetli.
hesabın var mı? giriş yap