• tam politikacı ismi. al tarım bakanı yap. enerji ve tabii kaynaklar bakanı yap. ama görev süresi be$ senedir. sonra danı$man olur.
  • ayrıcalıklı, elit, seçkin, üstün anlamlarına gelen arapça sıfat. imtiyaz kelimesinin köküyle aynı köke sahiptir.
  • düşünceleri, küçük hesapları ve korkuları yüzünden mutlu olması imkânsız olan ahmet hamdi tanpınar karakteri. her insan gibi mağluptur şefkate muhtaçtır. insanlardan kaçar çünkü onların anlamamazlığından haraptır, onlar meselesiz yaşıyorlardır. kitap bittikten sonra tahayyül etmeye çalışıyorsunuz istanbul'u onun gözünden görmeyi ama hayali bile fazla geliyor ayrıntıların teşbihlerinde kayboluyorsunuz.

    ''ona göre insan ruhunun en az tahammül edebildiği şey, -belki daha ötesi olmadığı, kendimize mühlet vermeden yaşamağa mecbur olduğumuz için olacak- saadettir. ıstırabın içinden geçeriz. tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmağa çalışır gibi ondan sıyrılmağa çalışırız. fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveriririz.'' *
  • huzur'da bas karakterlerden biri. (bkz: ahmet hamdi tanpinar)
  • daha cok hindistan kokenli bir isimdir. muhtemelen arabistan'a gelis hikayesi, gazneliler sayesinde olmustur deniliyor.
  • arabistanda super benzine dedikleri sey: mumtaz benzin, hay masaallah
  • aski nuran icin "yelkenim, denizim, sonunda adam..." diyen, huzurun bas karakteri...
  • huzurun bas karakteridir. tam bir septiktir. peyami'nin yalniziz yapitindaki problemli tip olan samim'e pek bir benzer.
  • "bir faciayı, bir roman gibi ve tesirleri daima taze kalacak bir yaşta yaşamış" olan huzur karakteri. belki de güvensiz ve sorgulayan, muhatabından mümkün olduğunca netlik bekleyen tavrı bu yüzden gelişmiş. pergel gibi, bir ayağını mazide sabit tutarak, ondan güç ve feyzalmaya çalışarak devrine ve geleceğe bakıyor; "sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahî bir yere basmak lazım. bir hüviyet lazım. bu hüviyeti her millet mazisinden alıyor." düşüncesinde. dolayısıyla -çoğu- devre ve hayata düz/tek bir noktadan, o da ancak ileriye doğru bakan diğer karakterler tarafından garipseniyor, anlaşılması zor addediliyor.

    çok yönlü ve hassas bir beşer olduğu için, hâliyle kusursuz ol(a)mayan biri mümtaz. örneğin rahatsız edici derecede seçkinci: kadın güzelliği için iki şartı arıyor: istanbullu olması ve boğaz'da yetişmesi. aradığı bu şartları bulmasına buluyor da, bulduğunu elinde tutması nasip olmuyor. (müstehak diyeceğim ama, neyse, acıdım yine.)

    (tevfik bey'in deyimiyle) bütün istanbul'un (yani tarihin izlerinin) pazara düştüğü/pazarda olduğu bir devirde yaşıyor. aslında o açıdan hem hüzünlü hem de enteresan bir noktada. insan yaşadığı devrin kıymetinin idrakine varamaz, aslında nasıl bir hazinenin içinden geçtiğini fark edemez ve hep tutunacak bir şeyler arar ya; mümtaz da yazacağı kitapla mazinin sağlamlığına ve sükûnetine sığınmak yerine, ruhunun enerjisini nuran'ın vehimleriyle heba ediyor. nihayetinde, "talihin ihanetine uğramağa alışanların sükûneti içinde yorgun ve dalgın" bir şekilde, ama "ben yükümün derecesine yükselebilirim. yükselemezsem altında ezilmeğe razıyım." deme iradesini de göstererek çekiliyor, okuyucunun zihninde o şekilde kalıyor.

    "istanbul sokaklarında bir nevi hayalet gemi gibi yaşıyordu. her özlediği yerden biraz sonra kendi içindeki rüzgâr onu kovuyor, haberi olmadan lengerler alınıyor, yelkenler şişiyor ve uzaklaşıyordu."

    "kabahatli doğanlar, bütün ömrünce daima içlerinde bu azap, böyle koşarlardı."
  • bazılarımızın iki gün olduğunu hayretle iddia ettiği, ki aslında öyle değildir, upuzun bir zaman boyunca, sahife cinsinden 391 de denebilir; mümtaz, savaşı haber veren bir lambalı radyo kadar bile olamamıştır. ne hususta, diye sorduğunuzu duymazdan geliyorum. ıtri’nin nevâ-kâr’ını dinledikten sonra bir daha iflah olmayan bu namlı romantik için “ne atom bombası ne de londra konferansı” idi hakikat, yalnız 600 yıllık manayı imleyen minarelerin ve notaların devrilişini görebiliyordu o. mehtaba çıktıkları bir gece nuran’la boğazın ortasında duyarlılığının kozasında uyuklarken bir an doğrulup da o boğaziçi köylerinin kıyılarına baksa, tatarcık’ı ya da medar-ı maişet motorlarını, belki de yaşama zevkini mütemadi bir didişmenin sonunda bulanları görebilecekken; yüreksizlikten midir, cahillikten midir –ki korkunçtur, bilgiyle örülmüştür üstelik bu- bilinmez; anlarda, yüzlerde ve seslerde, ancak kanla ve altınla alçakça inşa edilmiş bir gökkubenin sadasını bulabildi: kendi gök kubbemizin! verlain'le hafız'ın buluşması veyahut bergson'un bir öğleden sonra şekerlemesinde nedim'i rüyasında görmesi gibi... mide bulandırıcı "terkip"ler...

    vatansızları, inançsızları, mülksüzleri, fırlatılıp atıldıkları bu acayip yere ayaklarından bağlayan bütün prangaları gözlerini kapayarak sevdiğinden affedilmedi gericilerin bu en “estet”i! babailerin, celalilerin, köroğlu’nun, dadal’ın, pir sultan’ın ve tekmil serez çarşısı’nın kitaplara kazınmış ve dahi gelecekte kazınacak tüm nesillerin iskeletleri peşindedir!
hesabın var mı? giriş yap