• en bayağı konularda bile sayfalar dolusu yazılmışken, kötülük üzerine azıcık yazılmasına şaşırdım doğrusu. kötülüğü tanımıyoruz galiba. eh kötülüğü tanımayınca iyiliği hiç tanımıyoruz. nasılsa çağımız, kötülüğü birinin kafasını kesmek, iyiliği de kedilere yapay kedi maması vermek olarak kodlamış. birinin kafasını kesmediğimiz ve kedilere mama verdiğimiz sürece nema problema.

    kötülük nerede? bitkide var mı kötülük? yok. hayvanda var mı? yok. cansızda var mı? yok. e nerede bu kötülük? bunun cevabını içten içe bildiğimizi varsayıp, kötülükle başa çıkmanın yegâne yolunu gösteren hayatî bir diyaloğu dinleyelim. diyalog, islam büyüklerinden biri ile talebesi arasında geçiyor:

    "- şeytan seni kötülüğe teşvik ederse ne yaparsın?
    - o duygudan kurtulmaya gayret ederim.
    - şeytan aynı duyguları bir daha telkin ederse?
    - yine o duygulardan kurtulmaya çalışırım.
    - şeytan seni tekrar baştan çıkarmaya çalışırsa?
    - ben yine ondan kurtulmaya uğraşırım.
    - bu uzun iş, oğlum! düşün... yolda giderken önüne bir koyun sürüsü çıksa, sürünün köpeği havlayarak yanına gelip sana yol vermese ne yaparsın?
    - köpekle mücadele eder, yolumdan çekilmesini sağlarım.
    - bu da uzun iş, evlât! sürünün çobanından yardım iste de, köpeği yolundan çeksin!"

    bu diyalogdan hem kötülüğün mahiyetini; hem onunla yani, insanın kendi doğasıyla ne kadar mücadele etse de kazanamayacağını, ne bilgisi, ne silahı, ne de kuvveti olduğunu ve daha bir sürü şeyi anlayabiliriz. kuşkusuz anlamamız gereken asıl şey, sürünün ve köpeğin bir sahibi olduğu... her tür azgın köpekten sığınılacak kapı gibi, kale gibi bir çobanımız olduğu... hepimizin... kıymetini bilene, büyük nimet.

    kötülük mevzunun ana yemeğini yedik madem, şu mümtaz hadisle de tatlıya bağlayalım:
    "allah azze ve celle kötülüğü kötülük ile mahvetmez, silmez. ancak kötülüğü iyilik ile siler. çünkü pis olan bir şey pis olanı temizlemez." s.a.v.
  • "kötü olmanın asla bir mazereti olamaz, fakat kötü olduğunu bilmekte de bir meziyet vardır; telafisi en imkânsız ayıplar ise aptallık yüzünden kötülük yapmaktan geçer." (baudelaire)
    (lars svendsen, "kötülüğün felsefesi"nden)
  • kötülüğün her an farklı farklı kılıklarda karşınıza çıkabileceğini bilirsiniz de; beklenmedik zamanlaması yüzünden midir ne, afallarsınız yine de...

    en son, dün akşam üzeri, bir motorsiklete binmiş iki kişi kılığında çıktı karşıma bu... karşıma çıktı da denemez aslında; bildiğin "arkadan" saldırdı...

    akşamüstü iki arkadaş bisikletle alsancak'tan bornova'ya dönüyorduk. yol tenhaydı, yorgun olduğumuzdan hızımız azdı, arkadaşım önde ben arkada, tıngır mıngır gidiyorduk işte. arkamdan yavaşça yaklaşan bir motoru farkedip, "ne iş" diye bakmak üzere kafamı çevirirken bir el hızla itiverdi beni. dengem bozuldu ve yere düştüm. bunu yapanlar neşe içinde bağıra çağıra uzaklaşırken, 8-10 m. önümdeki arkadaşım durumu idrak edip bağırarak arkalarından koşmaya başladı ama çok geç kalmıştı. böyle durumlarda şaşkınlıktan plakaya bakmayı falan da akıl edemeyebiliyor insan ki yine öyle oldu; serseriler güle oynaya uzaklaşırken olanca öfkemiz ve çaresizliğimizle arkalarından bakakaldık. sağ dizimdeki ağrı yüzünden birkaç dakika kalkamadım, düştüğüm yerde kıvrandım durdum. dizimde ve dirseğimde yüzeysel birkaç yara da vardı. ama hepsinden kötüsü, muhatap bulamayan öfkemizin verdiği huzursuzluk...

    daha önce de benzer olaylar yaşamıştım ve bu topluma dair hayal kırıklıklarıma veda edeli çok olmuştu ama bazı sorular hala cevaplanmayı bekliyordu: durduk yerde, sırf "zevk" için, hiç tanımadığın bir insanın kaza yapmasına neden olmak nasıl bir hayat görüşünün ya da ruh halinin tezahürü olabilirdi ki?.. ölmesi, sakat kalması bile ihtimal dahilindeyken, yaptığının yanına kalacağına dair o sarsılmaz güvenin kaynağı neydi?.. ana-babaları, akrabaları, arkadaşları bu adamların potansiyel birer katil olduklarını biliyorlar mıydı yoksa onları normal, düzgün birer insan evladı mı zannediyorlardı?..

    sağ dizim hala ağrıyor ve bisiklet sürerken acı çekiyorum. hayattaki çok az tutkumdan biri olan bisikletten beni koparacak kalıcı bir sakatlıkla sonlanırsa eğer bu olay; yemin ediyorum hayatımın kalan kısmını, kötülüğü huy edinmiş insanların cezalandırılmasına vakfedeceğim...
  • evrensel düzenin bir kuralıdır:

    her kim başkasına karşı kin, nefret, düşmanlık, ihanet veya benzeri negatif bir yönelimde bulunursa, önce o kötülüğü kendisine yapmış olur.

    kötülüğü ancak önce kendisine yaptıktan sonra başkasına yapabilir. aksi mümkün değildir. evrensel düzen bu şekilde kodlanmıştır.

    mesela birine kin besleyebilmek için kişinin o negatif enerjiyi önce kendi kalbinde üretmesi gerekir. böylece o kişi baştan başa negatif enerji ile titreşen bir varlığa dönüşür. sonra o negatif enerjisini başkasına yöneltip tahribat yapabilir.

    bunun zıttı da geçerlidir. birine şefkat veya sevgi gösterebilmek için önce kendimizin sevgi ile şarj olması gerekir. ancak ondan sonra sevgimizi başkasına yöneltebiliriz.

    dikkat edin! başkasına daha sevgimizi yöneltmeden, sevginin güzel sonuçlarını kendi içimizde yaşamaya başladık. tüm varlığımız sevginin pozitif enerjisi ile titreşmeye başladı. üstelik bu enerjiler ilahi sıfatların yansımaları hükmündedirler.

    şefkat, merhamet, sevgi ilahi sıfatlar oldukları için ilahi ahlakla ahlaklanmış olduk. bunlar aynı zamanda nurdan birer cennet elbiseleridir. negatif sıfatlar ise kara katrandan cehennem giysileridir. zira dünyada kendi ellerimizle inşa ettiğimiz bilinç bedenimiz, ahirette fizik bedenimiz olacaktır.

    bu bilgilere istinaden şimdi siz söyleyin!

    cehenneme biz kendimiz mi giriyoruz; yoksa aksakallı bir tanrıyı kızdırdığımız için sille tokat bizi cehenneme o mu attırıyor?
  • "burada, tek korunma yolu, kötülüğün üstünden akıp gitmesini sağlamaktır (...) kötülüğe kayıtsız kaldım; ona içimde yer vermedim" (bkz: tutunamayanlar)
  • dün kahvaltı yaparken çok güzel bir kokunun etrafa yayıldığını hissettim. öyle güzel bir çiçek kokusuydu ki.. çok tuhaftı.. kalktım, mutfağın diğer köşelerine, pencere kenarına, salona..her yere gittim. ama sadece tek bir yerdeydi o koku. ve onun eşliğinde bitirdim kahvaltımı. ben masayı toplarken de yok oldu.

    şimdi yukarıdaki olay bana ilginç geldiği kadar okuyanlara da ilginç gelmiştir herhalde. hadi şimdi de yayılan kokunun güzel değil de kötü bir koku olduğunu düşünelim. hiçbir ilginçliği kalmıyor değil mi? ben de şaşkın bi mutlulukla sağa sola bakınmaz, "lan yine ne kokutmuş hamuğagoduklarımın" diye söylenerek kapıyı pencereyi kapatırdım.

    kötülük de böyle işte. biri bize durduk yere kötülük yapınca inanın düşünmüyoruz bile bunu neden yaptı diye. ama nedensiz bir iyilik beraberinde mutluluktan çok soru işareti getiriyor sanırım artık.
  • yokluğuna inanmanın bazı günler iyice zorlaştığı olgu.
    yokluğunu ispatlamaya çabalamaktan yorgun düşer bazen içiniz... polis tutanakları, doktor raporları, mahkeme kararları, görüşme notları, üçüncü sayfa haber küpürleri düzenleyerek geçmiş bir ilk iş gününde mesela... çocukların baş harflerine indirgendiği bir dünyada değil de yanlarında bulunmayı seçmişken örneğin.. dosyalarındaki kargacık burgacık intihar notlarını okurken... kollarındaki jilet izlerini görürken... tecavüzün olduğu yerde varlığını sorgulamanın, yokluğunu savunmanın, nedenlerini irdelemenin anlamsız hale geldiği keskin gerçekliktir kötülük.
    en son ortaokul lisede kalmış "tanrı olsaydı dünyada kötülük olmazdı" naifliğinde bir yorumu bile içinizden geçirmenize sebep olabilen o "defalarca", "fiili livata", "kız çocuğu" kelimeleridir kötülüğün resmi, resmi belgelerde.. "artık konuşacağız, dertleşeceğiz" dediğinizde "konuşarak ne düzelecek" diyen sert sesli hamile bir kız çocuğudur resmi olmayan bakışlarda... öğürtülerle ve ağlamalarla tepki verebildiğinizdir henüz bazen...
    inkarına uğraştığınız netliğiyle yüzleştikçe, her tür bencilliğin, düşüncesizliğin, çeşit çeşit karşı tarafa zarar veren hazzın hepsinin bir nevi tecavüz ve kötülük olduğuyla yeniden yüzleşirsiniz... sizin hayatınızdakiler daha hafif daha naif.. birilerinin hayatındakiler daha sert ve keskindir... karşınızdaki bencil, haz manyağı, şefkatsiz tarafınki ise aynı kötülüktür. biçimleri değişir, legalize, postmodern, sofistike olur. karşısındakini yok sayıp sakınmayıp şefkat duy-a-mayanınki kötülüktür.
    "kötülük yoktur herkesin nedenleri vardır" demeyi çok denemiş biri olarak, şanslılardan olamamış bir kısım çocuğun polis tutanağı, mahkeme sonucu, isminin baş harflerinin yer aldığı üçüncü sayfa haberi, intihar notu, ilaç çizelgesi, tecavüz öyküsü gibi ayrıntılar içeren dosyalarını, ağrılarla ve öğürtülerimi engelleyerek okurken bugün, kabullendim; vardır kötülük. bir kısım insanın içinde derinliğinde hiç temizlenemeyecek olan, kabul edilmeyecek olan, en içte durandır.
    biçimleri değişse de çoğunluğun içine sinmiş olandır ne yazık ki kötülük. çocuğu görmeyen, masuma kıyan, kendi sapık, bencil hazzını, kendi bencil zevkini suçsuz olanın, adaletin, şefkatin önünde tutandır...
  • dayım küçükken mavi bisikletini çalmışlar, sonra kırmızıya boyayıp ona geri satmışlar. bence bu, dünyadaki kötülüğün en amansız örneklerinden biridir. ulan bisikleti çaldın bari git başkasına sat yahut git çocuğunu sevindir. kaputu açıyorsun, aküyü neden çalıyorsun? hem malını gasp etmiş, hem gururuyla oynuyor garibanın.

    dayım sonra, çok ucuza yeni bisiklet aldım diye kırmızıya boyanmış eski bisikletiyle gelince anneannem hadiseyi anlayıp sinirlenip dayımın kafasına sert şeftali atmış. meğer sabah manav da olmamış şeftali satmış zavallıya, ikisinin hıncını bir çıkarmış anneanne, cezalandırılmaya bakar mısınız?
  • bir yönetim şekli.
  • ebû saîd el-hudrî’nin rivayet ettiğine göre resûl-i ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

    “içinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. buna da gücü yetmezse kalbiyle (tavır alsın). bu ise imanın asgari gereğidir.”

    (muslim, imân, 78)
hesabın var mı? giriş yap