• orhan pamuk'un en iyi romanı.
    1985-1990 arasinda yazilmis eser bugune kadar yaklasik 30 baski yapmis ve cesitli dunya dillerine cevrilmistir.
    bogazın suları cekildigi zaman
    ve
    hepimiz onu bekliyoruz gibi muhtesem bolumleri vardir.
    ansiklopedik bir romandir bas karakterleri celal ve ruyadir.
    bir de icindeki bir oykunden bir film (gizli yuz) cekilmistir.
    (ben gizli yuz'u de entry olarak girdim ama link vermeyi bilmedigimden, manuel olarak bakmak durumundasiniz, pardon.)
  • melankolik adamın -galip- ve cinayetin esrarını çözmeye girişirsek;

    --- spoiler ---
    galip, cinayeti tam olarak şöyle işliyor. saat dokuzu iki geçe (sf:391) alaaddin'in dükkanının karşısında sigaraları ardı ardına içerek beklemeye başlıyor. yirmi dakika kadar bekliyor. bu arada içinden şehzade'nin hikayesini anlatıyor[1]. celal'i ve rüya'yı öldürüyor[2]. az yürüyüp şehzade'nin hikayesini içinden ikinci kere anlatmaya başlıyor[3]. pera oteline geliyor, hikayeyi üçüncü kez, bu sefer yepyeni bir insan olduğunu fark ederek yabancılara anlatıyor. artık celal'i öldürmüş (mevlana'nın şems'in ölümüne izin vermesi gibi) ve kendisi olmuştur. pera'dan çıkıp teşvikiye'ye doğru gidiyor. yerde celal'in yatmakta olduğunu bildiği halde [4] rüya'yı göremeyince şaşırıyor. çünkü cinayet anında tek bir kurşun -bence yanlışlıkla- rüya'ya isabet etmişti, rüya yere yığılmıştı. galip bundan sonra otele döndüğü için rüya'yı da celal'in yanında öldü sanıyor. fakat rüya sürünerek alaaddin'in dükkanı'na giriyor. bebeklere sarılıyor, yavaaşça, sabaha karşı ölüyor.

    galip için, öldürme nedeni de, melankolisinin nedeni de hiçbir zaman gerçekten sevilmemesiydi. kitabın en etkileyici kısımlarından biri, belkıs, rüya'nın sevgisizliğini 'aklının bir köşesiyle' fark eden galip'ti aslında(**ve*). fatih mehmet üçüncü de galip'in, celal üzerinden rüya'yı ve mutsuz aşklarını anlamaya çalıştığı kısımları temsil eden -aynen belkıs gibi hayali- bir varlık.
    galip'i şizofreniye kadar götürecek bu umutsuz aşk;
    " 'hafıza' diye yazmıştı celâl, 'bir bahçedir.' 'rüya'nın bahçeleri, rüya'nın bahçeleri...' diye düşünmüştü o zamanlar galip, 'düşünme, düşünme, kıskanırsın!'. ama galip karısının alnına bakarak düşündü." (s. 11)
    cümlesiyle daha kitabın başında betimleniyor.

    galip'in milliyet'e celal yerine yazdığı ilk yazı (kahramanı benmişim) da aynı umutsuz aşk ve sevilmeme temasını işliyor:
    "hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine."
    ----
    notlar:
    [1] "(...) şehzade'nin hikayesini ilk söyleyişiyle ikinci söyleyişi arasındaki farkı düşündüğünde, celal'in ilk söyleyişte sağ olduğunu, ikinci söyleyişte ise teşvikiye karakolunun hemen karşısında alaaddin'in dükkanının az ötesinde ölü olarak yattığını ve cesedinin üzerine gazetelerin örtülmekte olduğunu düşünecekti." (sf: 400) yaani; ikinciye başlarken cinayet mahallinden yeni uzaklaşıp
    pera'ya doğru gidiyordu.
    [2] gazetelerde (sf: 427-28), saldırgan sadece celal'i öldürmek istemiş, rüya'yı yanlışlıkla vurmuş deniyor. galip iki gece sonra rüyasında, rüya'yı alaaddin'in dükkanında ölmeyi beklerken de galip'in gelip onu kurtarmasını beklediğini, fakat başaramadığını görüyor. (sf: 429) yaani; bence galip, rüya'yı öldürüp öldürmeme konusunda kararsızdı, öldüğünü öğrenince içtenlikle üzüldü ve fakat pişmanlık hissetmedi.
    [3] "hikayeyi ikinci kez anlatırken birincisinde dikkat etmediği yerleri vurgulamış (...)" (sf: 400) yaani; ilkinde kararsız, ikincisinde olayın şoku üzerinde, üçüncüsünde ise sonunda kendisi olabilmişti galip.
    [4] "cesedin, celal'in cesedi olduğunu daha görmeden nasıl anlamıştı?" (sf:421) yaani; burada galip, sürekli, "ben benim!" diyor coşkuyla. rüya'yı celal'in yanında göremeyince de şaşırıyor. bu da cinayeti onun işlediğinin kesin ikinci kanıtı.

    ***
    bu söyleyeceğimiz şey de orhan pamuk ile röportaj yapacak olanlara gelsin. artık adama sormayın, "aşk hakkında ne düşünüyorsun?" gibi saçma sapan sorular. çok fazla yazan bir yazar, zaten söylemek istediği her şeyi, kitaplarında illa yazmıştır. misal pamuk; tutkulu aşklar yaşayan bir insan (cevdet bey ve beyaz kale hariç tüm kitaplardan biliyoruz). kötü giden aşk ilişkisinde suçlu kız tarafı olduğunda (galip gibi), öldürüyor onu içinde. arada bir eski güzel günler aklına geliyor, kolay unutamıyor, ama yine de geri adım atmıyor. suçlu kendisi olduğunda ise (masumiyet müzesi) melankolisi, obsesyona dönüşüyor. daha sancılı yaşıyor aşkı. lakin her ihtimalle aşkı kovalıyor, elinden gelenin en iyisini iyi niyetle yapmaya uğraşıyor kendi hayatında (yeni hayat, benim adım kırmızı).
    pamuk, hayatının anlamını mutlu olmak olarak tanımlıyor ve tutkulu yaşanacak bir aşkı da mutlu olmanın en doğrudan yolu olarak görüyor.

    gelelim kişisel yurumlarıma. ilk okuduğumda birkaç hafta etkisinden kurtulamadım bu hain kitabın. şimdi, aradan birkaç sene geçtiğinde dahi, eve uğradığım zamanlarda şöyle birkaç sayfasını okumayı ve hayallere dalmayı pek sevmişimdir. her şeye rağmen galip'i bir katil olarak değil, bir çaresiz melankolik olarak görmek hoşuma gidiyor. rüya'ya, tüm muktedirlere sinir olduğum gibi sinir oluyorum. celal'in dünyadan izole hayatı ise bende eski çekiciliğini büsbütün kaybetmiş.
    belki hiçbir şey için değil ama, öpüş, hikaye anlatamayanların hikayesi ve kahramanı benmişime -vakti zamanında- en fazla etkilendiğim deneme yazıları diyebildiğimden ötürü çok seviyorum bu kitabı.
    ----
    (not: lakerda'nın cinayet teorileri de dikkate alınabilir tabii. (şu yazı diye) yazsam, önceki entryleri refere etmiş olacağım, yazmasam gönül razı değil.)
    --- spoiler ---
  • sanırım iskoçya'da ya da ingiltere'de bir gazete'nin book review bölümü kara kitap için "sakın okumayın.gerçekten çok karanlık ve ürkütücü.bir bomba kadar etkili" mealinde bir şeyler yazmıştı.
    bence türk edebiyatının ortaya çıkartabileceği en güçlü eserdir.sarsar,şaşırtır,düşündürür,üstüste 3 kere okursanız bir süre dünyanızın kararmasına bile sebep olabilir (bkz: biliyoruz da konuşuyoruz).
    yeni hayat'ın başındaki bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti sözü bana göre kara kitap için söylenmiştir.
    bu kitabı sevmeyebilirsiniz,hatta nefret de edebilirsiniz,çok karanlık hatta çok sıkıcı bile bulabilirsiniz ama kara kitap'a kötü bir kitap diyemezsiniz.allah çarpar adamı.
  • ...

    orhan pamuk nobel edebiyat ödülünü aldı, çünkü ben onun yüzünden idare hukuku finaline giremedim. boz koridorları, şahsiyetsiz sınıfları, tuğla gibi kitapları, takım elbiseli gestapo hocalarıyla, tecrübe etmesi azaptan farksız bir okulun, sınıf atlamam açısından hayati önemdeki sınavını, "kara kitap" yüzünden kaçırdım. sıfır mübalağadır... unutmam hiç: küçük bir odada, küçük bir masa... masanın üzerinde idare hukuku kitabı, kitabın yanında fotokopi notlar, onların yanında da "kara kitap"... elim asıl kara kitaba değil, diğer "kara kitap'a gitti. kitabı açtım ve sabah kuşlar cıvıldayıp perdelerden gün sızarken, ben de huşu içinde sızdım. şimdi dönüp baktığımda hayata dair bir nevi tercihte bulunduğumu görüyorum. zira o günden sonra, hukuk fakültesi'ne bir daha doğru düzgün uğramadım. şunu da söylemek mümkün: şimdi lise mezunu bir romancıysam, bir sebebi de orhan pamuk belki... ve işte o yüzden ben, orhan pamuk'un nobel edebiyat ödülü'nü neden aldığını iyi biliyorum.

    ...

    murat uyurkulak
  • geçen gün iş arkadaşımla sohbet ederken bir anda, "yanında kara kitap var mı?" diye sordu. aklına galip'in eşine sitemi, serzenişi veya yakarışını -bilemedim nasıl adlandıracağımı- anlatan kısmı gelmiş. çıkardım verdim kitaplıktan. hemen de buldu o kısmı. bunu çok yapar, ne özel adamsın gerçekten. neyse o kısım şu şekilde:

    "hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine."

    onuncu bölümün son paragrafı böyleyken ilk paragrafın girizgahını da yazalım:

    "aynaya baktım ve yüzümü okudum. ayna sessiz bir denizdi, yüzüm de denizin yeşil mürekkepleri ile yazılı soluk bir kağıt."

    debe editi: akdeniz üniversitesi hastanesinde kemik iliği nakli servisinde yatan çocuk hastamız için acil 0 rh + trombosite ihtiyacımız var. iletişim için: @cloudy and kinky.
  • bu eseri benim için kara yapan en çarpıcı kısımlarından biri beşinci bölümde* yer almaktadır. o bölümde rüya'nın evi terk ettiği ilk gece, galip'in sürekli rüya ile ilgili tasavvurlarda bulunduğu anlarda orhan pamuk; galip'in rüya'nın zihninde varlığını bildiği ama hiç ulaşamadığı gizli, esrarlı ve kaygan bir bölgenin varlığını öyle tasvir eder ki kan dondurur, iç sızlatır, karatır insanın içini. söz konusu bölümden bazı satırlar:

    "galip sabahları işe gider, akşamları dolmuşlarda, otobüslerde karanlık yüzlü, kimliksiz dönüş kalabalığı içerisinde sahipsiz dirsekler ve bacaklarla boğuşarak eve dönerdi. gün boyunca, her seferinde rüya'nın dudak büktüğü bahaneler bulup yazıhaneden eve bir iki kere telefon eder, akşam evin sıcaklığına döndüğünde küllüklerdeki sigaraların sayısından ve cinsinden, eşyaların, nesnelerin duruşundan ve eve girmiş bir yenisinden, yüzünün teninden rüya'nın o gün ne yaptığını pek de fazla yanılmadan, aşağı yukarı çıkarırdı. ya aşırı bir mutluk anında (bir istisna) ya da aşırı bir kuşku anında, dün akşam yapmayı kurduğu gibi, batılı filmlerdeki kocaları taklit ederek, karısına o gün evde ne yaptığını açıkça soracak olsa, batılı ya da doğulu hiçbir filmde açıkça anlatılmayan belirsiz ve kaygan bir bölgeye girmenin huzursuzluğunu duyarlardı ikisi de. rüya'nın hayatında böyle gizli, esrarlı ve jaygan bir bölge olduğunu galip, evlendikten sonra keşfetmişti.

    tıpkı rüya'nın hafızasının derinliklerindeki anlaşılmaz bölgeler gibi, bu gizli, kaygan bölgenin esrarlı bitkiler ve korkutucu çiçeklerle kaynaşan bahçesinin kendisine bütünüyle kapalı olduğunu bilirdi galip."

    "...bazan, yaptığı saçmasapan bir şakaya ya da kelime oyununa rüya, kendisini şaşırtacak kadar güldüğünde ya da sincap rengindeki saçlarının karanlık ormanında beceriksiz ellerinin gezinmesini aynı neşeyle karşıladığında, yani, bütün resimli dergilerle onlardan öğrenilmiş törenlerin, bütün geçmişle geleceğin dışlandığı karı koca arasındaki rüyamsı yakınlık anlarının birinde, birden galip'in içinden karısına o esrarlı bölgeye ilişkin bir soru sormak gelir, bütün çamaşırların, bulaşıkların, polisiye romanların ve gezintilerin dışında, bugün evde, asıl "o" saatte, ne yaptığını sormak isterdi; ama sorudan sonra aralarında açılacak uzaklık o kadar korkutucu ve sorunun hedeflediği bilgi aralarındaki ortak dilin kelimelerine o kadar yabancıydı ki, hiçbir şey soramaz, yalnızca kollarında tuttuğu rüya'ya, bir an boş, bomboş bakardı. "gene boş bakıyorsun!" derdi rüya. "yüzün kağıt gibi beyaz!" derdi rüya, annesinin daha ta çocukluğunda galip'e söylediği cümleleri neşeyle tekrarlayarak."

    seven bir erkeğin kabusudur bu. sevdiği kadının, eşinin zihninde sana yasaklı bir bölgenin olması. açmaya çalışırsan da, açmazsan da canını yakacak, tüm sorunların ve dahi tüm çözümlerin de içinde olduğu ama kapalı olan o gizli, esrarlı ve kaygan bölge.
  • orhan pamugun butun gucunu toparlayip okuyucuya adeta bir yumruk gibi indirdigi kitap(kli$e ama dogru). okumadan once bir insan evladinin- hele ki turk evladinin- bu kadar muhtesem fikri bir kitapta- ya da bir omurde- biraraya getirebilecegini tahmin edemezdim.

    herkesin romanin sonuyla ilgili bir tahmini vardir elbette, nitekim yazar sonunu acik biraktigini soyluyor. benim de kendi capimda teorilerim var yazmazsam rahat edemem:

    --- spoiler ---
    dikkat ettigim ipuclarina gore katil galip olmali. kara kitabin yazari galip oldugu icin, tabii ki sucunu itiraf etmiyor ve hatta sucu mehmet fatih ucuncu ye atiyor gibi. nitekim gercek ortaya cikabileceginden polislere m.f ucuncu den hic bahsetmiyor. ama bazi yerlerde gercekle ilgili ipuclari da veriyor. ornegin galip in ingiliz gazetecilere, sehzadenin hikayesini anlatirken celalin tesvikiye de vurulmus oldugunu bilmesi, daha sonra cesedi gordugunde onun celal oldugunu hemen anlamasi... cinayet mahaline geri donen katil i animsatan bir anlatim... daha baslarda, semsi tebrizinin katilinin mevlana oldugunu soyleyen celalin yazisini kullanmasi, ayni sekilde kara kitabi yazmak icin galip in de celal ve ruyayi oldurdugune dair bir ipucu bence. ayrica yine en onemli hikaye oldugu belli olan sehzadenin hikayesinde kendisi olmasini engelleyen karisindan kacan sehzadeyi anlatirken galip kendini anlatiyor. iskendere celali buldugunu ve aksam getirecegini soylerken de galip in celali gercekten buldugunu dusunuyorum. celal ve ruyanin sinemadan donerken gectigi yollari bilmesi, onlari takip ettiginin gostergesi. galip sonucta celali ve ruyayi oldurerek, kendisi olabiliyor, yani celal...

    --- spoiler ---

    son olarak bu kadar iltifata ragmen en sevdigim pamuk kitabinin benim adim kirmizi oldugunu soylemeden de gecemiyecegim...
  • kitabı sevenler için armağan ekici'nin orhan pamuk mail grup'a attığı eski bir mailden alıntı: *

    --- spoiler ---

    kitaptaki esas aksiyonun, '12 eylül öncesi anarşi ve terör ortamında', kışın, bir perşembe sabahı başlayıp (1. kısım / 1. bölüm; 1:1 diye kısaltıyorum), bir hafta sonraki cuma gecesi celal'in vurulmasıyla (2:16 ve 2:17) bittiğini kitap boyunca takip edebiliyoruz. son bölümde, cinayetten sonra, "okuyucu, ey okuyucu"... diye başlayan "coda" olayın sonrasını özetliyor; burada askeri darbenin o yazın sonunda olduğunu öğreniyoruz, demek ki olaylar 1979 - 1980 kışında geçiyor. gerekli son ipucu da 1:13'te: "-bugün ayın kaçı?" "-on ikisi." o günün romanın üçüncü günü --cumartesi-- olduğunu da bilince, 1979 - 1980 kışında bu koşulları sağlayan tek ayı saptayabiliyoruz: hikaye 10 ocak 1980 perşembe günü başlıyor ve celal salik 18 ocak 1980 cuma günü vuruluyor. "olay"ın anlatılması 19 ocak'ta son buluyor.

    --- spoiler ---

    rüya'sının peşine düşmüş kafası karışık bir ademin –ki ismi galip olsa da, daha en baştan mağluptur- hikayesi; bir hayalin peşinde istanbul sokaklarını arşınlar umutla.. okuyun.
  • üzerinde çok konuşulması, çok tartışılması gereken türk edebiyatının yüz akı eserlerinden biri.
    merkezine bir aşk hikayesini oturtan, yanına istanbul'un çarpıklıklarını, türkiye'nin gündemine bir dönem ve kısmen hala etki etmiş toplum gerçekliklerini, orhan pamuk'un devrik, kapalı, etkileyici ve gizemli üslubunu, bilmeceleri, tarihi eserlerden yansımaları, mitleri, fantazileri*, nişantaşını yerleştiren bir şaheser.

    galip'in celal, celalin ise galip olduğu, rüyanın ise gizemin kalbinde yer aldığı bir aile dramı da denilebilir. tıpkı pamuk'un adeta okuyucuyla eğlenircesine kitapta dediği gibi, aslında okurun daha başlarda sonunu tahmin ettiği ama bunun farkında olmadığı, sonunda bazılarını açıkça söylediği ama çoğu gizli kalan bir çok flashback ve göndermelerle yüklüdür kitap. pamuk'un, ama aslında, anladığımız üzere galip'in "kara kitabı"dır.

    kitabı okuyan herkesi derinden etkileyen en azından bir iki gözlem veya paragraf mutlaka mevcut ki bu bile okumak için yeterli bir sebep. bazı yan hikayeler ise oradan buradan derlenen, çok bildik eserlerin yansımaları da olsa gayet dikkale okunmalı. hemen hemen her paragrafa serpiştirilen günlük hayatın parçalarından yola çıkarak kara bir aynadan yansıyan "apartman boşluğu" gibi ufak detayların tasviri gayet hoş.

    bence elbette en etkileyici yanı rüya tabii. rüya'nın nerede ve ne sebepten orada olduğu değil önemli olan; rüya'nın kaybolmuş olması, galip'in veya daha doğrusu sizin yanınızda olmaması, sizin sıradan hayatınıza inanmayıp, onunda o sıradan hayatı paylaştığını ve orada bir yeri olduğunu kabullenmemesi. adeta kitabın karanlık atmosferinde "nerde olduğunu bilseniz de" siz de rüyayı arıyorsunuz.

    ayrıca sonda cinayetin kim tarafından işlendiği havada kalsa da, aslında çok belli. bu noktada mehmet yılmaz karakteri ve onun dile getirdiği yaşlı attar figürü çok önem verilmesi gereken detaylar; galiple geçen ve celal'e duyulan hayranlığı anlatan telefon görüşmeleri, "insanın kendisi olamaması" sorunu iz bırakıyor gerçekten.

    bir de mesela benim çok dikkatimi çeken bir lacivert olayı var kitapta, özellikle yarıya kadar her betimlemede mutlaka bir mavi tonu kullanılmış.. ek olarak ise stratejik ve gizemli bir yeşil tükenmez kalemi de unutmamak gerek. hikayenin karlı bir kış günü başlayıp, karın dindiği gün bitmesi ise orhan pamuk'un çok sevdiği kar öğesini bir kez daha düşürüyor belleklere.

    sonuç olarak bence orhan pamuk'un en iyi romanı değil, benim adım kırmızı'nın bu konuda rakipsiz olduğunu düşünüyorum ama ondan çok daha geniş bir kitleye hitap edecek bir potansiyeli var kara kitabın. orhan pamuk'u sevsin sevmesin, üslubunu beğensin beğenmesin, kafayı yaptığı dilbilgisi hatalarıyla bozsun bozmasın, ne olursa olsun kitap için harcanan emeği takdir etmeli ve bu kitabı bir başucu eseri olarak görmeli insan...
  • sonlarina dogru galibin kayip karisina yazdigi mektupta " hiçbir zaman inandıramadim seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine, hiçbir zaman inandıramadım seni o sıradan hayatta benim de yerim olması gerektigine" şeklinde unutamadığım bir cümle içeren cok zor okudugum kitap
hesabın var mı? giriş yap