• raf'ın güzel ablası ulrike meinhof diyor ki; "bir taş atılırsa, bu cezalandırılması gereken bir davranıştır. bin taş birden atılırsa, bu politik bir eylemdir."

    bak ne güzel özetlemiş mevzuyu, üstüne tek kelime daha etmem ben.
  • akla bokun birbirine karıştığı andaki tartışma konusu. naçizane üç beş kelam edip buradan da kaçıyorum koşar adım:

    1. "izinsiz gösteriyi hak sanmak" çok enteresan bir tartışma konusuymuş. gösteriler için aleyhinde gösteri yapılanlardan izin almak normal yani? "haber vermek" bir şeydir ("arkadaş bu meydanda şunca kişi bekliyoruz, trafik düzenlemesini yaparsın artık"), "izin almak" başka bir şeydir ("şeyy, biz polis şiddetini protesto edecektik de amirim, burası uygun mu"). izin almayı normal sanmak ise bambaşka bir şeydir. "izinsiz gösteri" demek de genelde "zaten gösteriye biz izin vermedik, bize kalsa bu gösteri olmamalı, o zaman göstericilerin ne dediği de geçerli olamaz" yönünde hafifçe üflenen biraz havadır sadece.

    2. "emekçinin kaldırımı" argümanı da bence eğlenceli. bir yandan evet, kaldırım halkın malıdır. bizim vergimizle oraya konur, biz kullanırız, kırıldığında bedelini yine biz öderiz. öte yandan ortaya konan çelişki de eften püften değil; vatandaşın parası yetmezken sesini çıkarmıyorsun, o zaman neden kaldırım taşlarına "vatandaşın parası" diyerek sahip çıkma ihtiyacındasın demeye getiriliyor. bence pek de yabana atılır bir şey değil söylenen. yani "vatandaş aç, hangi kemeri sıksın" demek için valilikten (-->içişleri bakanlığı'ndan-->hükümetten) izin almayı normal karşılıyorsun ama vatandaşın bunu dile getirmek için çıktığı meydandaki kaldırım taşlarını sayıyorsun. bu durumda bir adaletsizlik yok mu sizce de?

    öte yandan zaten belediyelerin nadide atm'lerinden olan asfalt/kaldırım ikilisi yine birilerine sipariş iş verilmesine yol açıp yine aynı değirmene su taşımıyor mu? taşıyor. bunu başka şekilde yapmanın yöntemi var mı? o da yok. peki "benim kaldırımım madem, o zaman ben kırabilirim kendi amaçlarım doğrultusunda" kararını verebilmek için kaç kişi olmak gerekiyor, onu da bilmiyorum.

    3. "savaştık" söylemi bana göre sakıncalı (şimşek çektim, çekiyorum, çekeceğim). sana sebepsizce copla girişen adam diğer yanağı dönmek "göt" ister, öte yandan dönmemek de "göt" ister. o "göt"ü çatışma tarafında kullanmak ise çok ama çok iyi düşünülmüş sebepler ister. zira öyle ya da böyle şiddete bulaştığınız anda, şiddeti ürettiğinizi reddedemezsiniz. "ilk onlar saldırmış" olsa bile bu, sizin de sonradan saldırdığınız gerçeğini değiştirmez. bu kimi ideolojiler için kabul edilebilirken, kimileri için değildir. benimki için değildir mesela. ha bu demek değildir ki kaldırım kırıldı diye insanların evlerini ateşe vermişler gibi tepki vereceğim; ama yine demek değildir ki başkalarının kafasına kaya atmayı normal karşılayacağım (tıpkı gaz gibi taş da pek adres sormayabiliyor zira).

    neticede bunu "eylemci"nin sorumluluğu, ama esasında devletin suçu olarak görmek gerekir kanaatindeyim. gerek o adamın oraya çıkmasının mesuliyeti, gerekse de polisin arsız davranışlarının sorumlusu devlettir. sürekli yinelenen bu sebepleri ortadan kaldırmayan da devlettir. gösterilerin hedefi de devlettir. en azından bunun kabaca doğru bir mantıksal gidiş olduğunu düşünüyorum, yukarıda söylediklerim de geçerli olmak kaydıyla.
  • senin "demokratik hak" dediğin şey için suni denge teorisi'ne bir göz atmakta fayda var bebeim. bak adam diyor ki; bu siktiğimin düzeninin yıkılmaması için erk sahipleri elbette ki ezilenlerin ağzına bir parmak bal çalacaklardır. kısaca kitlelerin tepkilerinin pasifize edilmesi, devlet ve halk ya da ezen ve ezilen arasında mevcut olmayan bir dengenin var edilmeye uğraşılarak, tepkisizliğin doğurulmaya çalışılmasıdır. kitlelerin sosyal patlama safhasına gelmeden durdurulması için olmayan bir denge varedilecek, bu da ezilenlere bir takım imtiyazlar sağlanıyormuş gibi gösterilerek elde edilecektir. her ne kadar burjuvazi ve onun teminatı olan iktidar sahipleri ve onun kendini meşru bir zemine konumlamış enstürmanları en ufak bir sapmaya ve en ufak bir kayba dahi tahammül edemiyor olsalar da kuvvetli bir infialden ve olası bir başkaldırıdan ölesiye korktukları için hepimize ufak elma şekerleri dağırmak zorundadırlar. kimisi çıkar "ayh yaşasın benim de haklarım var, ben de kendisine türlü hürriyetler sağlanmış bir bireyim, bak devletim beni de düşünmüş, bana yol vermiş, su vermiş, üstüne bir de kendi çizdiği sınırlar dahilinde, kendi arzu ettiği şekilde, aşırıya kaçmadan, "ölçülü" şekilde, uslu uslu tepkimi ortaya koymak için hak da vermiş der, kimisi de o elma şekerini alır, sapını kırıp, "alın bunu götünüze sokun ipneler" diye suratlarına fırlatır. arada öyle bir nüans var işte.
  • çok değişik insanlarsınız vallahi, mantık yürütme metodunuzu da, devlet/erk seviciliğinizi de, düz adamlığınızı da, vasatlığınızı da kavramakta zorlanıyorum. ömrü hayatı boyunca hem kendisine hem halka reva görülen tüm muamelelere, haksızlıklara, adaletsizliklere göz yummuş, memleketin anası skilmiş susmuş, insanlar ezilmiş, hor görülmüş, ötekileşitirilmiş, asimile edilmiş susmuş, işkence tezgahları kurulmuş, insanlar sorgusuz sualsiz infaz edilmiş, evler basılmış, aileler dağılmış, idam sehpaları kurulmuş susmuş, ekonomi yerlerde sürünmüş, işsizlik almış yürümüş susmuş, aç kalmış susmuş, birileri ipek halılara doğarken kendisi taşa düşmüş yine susmuş, susmuş da susmuş, her türlü şiddet, hakıszlık, zulüm karşısında susmuş, ezilenlere karşı susmuş, işçilere karşı susmuş, eşcinsellere karşı susmuş, öğrenciye susmuş, aydınlara susmuş, it gibi çalıştırılmış susmuş, çalıştığının karşılığını alamamış susmuş, hayatı susmakla geçmiş, hayatı vasat tepkilerle sesini asla yükseltmeden sürüp gitmiş, sonra bugün gelmiş diyor ki; "esnafın camı kırıldı, vay orospu çocukları nasıl yaparsınız bunu. vay hayvanlar, vay rererö.." inanıyorum ki bir gıdım aklınız yok, biliyorum ki tek satır hayatı yorumlama kabiliyetine haiz değilsiniz. sadece kafanıza zerkedilen terör ve terörist kavramları ile mal gibi yaşayıp gidiyorsunuz. ne esnaf umrunuzda, ne kırılan iki tane cam, ne üç kuruşluk kaldırım taşları. varsa yoksa ezberlerinizin etrafında dönüp vasatın sinikliği içinde debeleniyorsunuz. o yalandan duyarlılıklarınızla daha yaşanabilir bir dünya için çaba gösteren insanlara o bir ske derman olmayan halinizle laf atıyorsunuz. keşke bugün polis olsaydım diyecek kadar da alçalabiliyorsunuz. aptalsınız, aptal öleceksiniz.
  • bankaların donumuza kadar almaya çalıştığı, her gün bankaların insanları telefonla taciz etme haklarını kendilerinde bulduğu, fast foodların çocukları zehirlediği, basının yalan söylediği ya da sansürlendiği, insanların paralı köleler gibi çalıştırıldığı ve sendikalara katılmak istediklerinde o ücretli kölelikten bile oldukları, açlıktan sadece türkiyede bile senede 168 insanın öldüğü, hiç birimizin kabul etsekte etmesekte sağlık güvencemizin olmadığı bir dünyada yerinde bir eylemdir kaldırım söküp cam kırmayı demokratik hak sanmak, çünkü "onlar" da kendi yaptıklarını demokratik hak sanıyorlar.

    ayrıca eklemek isterim ki şiddet yanlısı filan değilim, bugünkü eylem barışçıl olmalıydı diye düşünüyorum ama bu demek değil ki bütün bu yapılanlar haksızdı. ayrıca bu ülkede sadece imf karşıtı değil bir çok konuda çeşitli kollektifler eylemler yapıyorlar ama ancak bu kadar şiddet içerdiğinde ve devletin canı yandığında basında görünebiliyor bunlar(nedense)
  • o değil de, polis dingilleri de "provokatörlere" saldırmak için kafamın üstünden biber bonbası atıp ayaklarıyla da kafama basıp geçtiler nerdeyse 6 ekim'de istiklal'de, yok böyle bi dünya. altıma bi parça bok geldi kesin. kaldırımdır camdır vitrindir savunacağım diye, göstericinin, "provokatörün" canını zaten sktiredip, sokaktaki vatandaşın canına kast etmek ne oluyor? (korumayı geçtim). ne oldu, gösterilerle alakası olmayan adamcağızın teki de kalp krizi geçirdi biber gazı yüzünden. biz, kendi sokaklarımızda dahi, öksür öksür can verdik. çok mu önemli koydumun kaldırımından? şeytan diyor ki havaya uçur tüm şehri, öylesi müsait bir ortam delirmeye.
  • en barişçil kitle gösterilerinde bile kontrolsüz polis şiddeti uygulanan, kontrolsüz biber gazi kullanimiyla adam öldürülen bir ülkede, demokrasi güzel bir halk şarkisidir. bankalarin camlarinda devrim diye tercüme edilir. bu onun dilidir, o dil bu ülkeye sandiğiniz kadar yabanci değildir...
  • gecenin bu vaktinde oturup size uzun uzun ideolojik açıklama yapacak halim yok, doğrusu içimden de gelmiyor. ama tarafsız durmak da içime sinmiyor. sadece şunu söylemek isterim en yakın örnek olarak kendimden dem vurarak; sabah 09:30 civarında gittiğim işimden az önce döndüm, gecenin bu vaktine kadar çalıştığım için mesai parası filan almıyorum. çalıştığım iş yerinde ben de dahil herkes üniversite mezunu, çoğumuzun en az bir yabancı dili var, deneyimliyiz de. eşekler gibi çalışıyoruz. ama işte yetmiyor bu sistemde. "kriz" diye ne olduğu belli olmayan bir şey için çoğumuzun maaşı %25 düşürüldü, hiçbirimizin sigortası aldığı para üstünden ödenmiyor, yol parası, hatta öğle yemeği parası almıyoruz. eşekler gibi çalışarak şirkete kazandırdığımız paraları patronumuz kumarda yiyor. şahsi ilişkiler ya da şahsi becerilerle şirkete kazandırdıklarımız için herhangi bir şey kazandığımız olmadı ama en ufak bir sallantıda bizim kazandığımız üç kuruş paraya, iki kuruşluk haklarımıza saldırılıyor. geleceğe dair hiçbir güvencemiz yok, yarın kapının önüne konsak elbet bir kılıf uydurulur, dımdızlak açıkta kalırız. ve biliyorum ki biz ve bizim gibiler bu ülkede aslında "iyi durumda" olanlarız. en iyisi böyle yani...
    şimdilik başımızı sokacağımız iyi kötü evlerimiz var, eşekler gibi çalıştığımız sürece az çok maaşımız var, sistem bizi bir şekilde dışına atmadığı sürece işimiz var... bunlar iyi günlerimiz değil mi sevgili okurlar? hey gidi heeey!
    demem o ki; bir takım insanlar her gün dünyayı bizlerin başına yıkıyor zaten kılıfına uydururarak ya da bir kılıf uydurmaya zahmet dahi etmeyerek. zaten her gün biraz daha batıyoruz bu çamura, her gün biraz daha ağırlaşıyor üstümüzdeki enkazın yükü... ve bazıları hala iki tane kıçı kırık kaldırım taşının, çatlamış camların peşinde...
    yazıklar olsun!
  • piyasa ekonomisi tüm dünyanın anasını bellemişken, sosyal adaletsizlik her geçen gün daha da korkunç bir biçimde derinleşirken, afrika ülkelerinin borçları katlanarak artıp, açlık ve ilaç yetersizliği yüzünden günde on binlerce insan ölüyorken, öbür taraftan kârdan gayrı herhangi bir ilgi alanı ve duyarlılığı olmayan sistem atmosferin ırzına geçip dünyayı günden güne daha yaşanılamaz hale getirirken, bugün asya'da 250 milyon çocuk işçi çalışıyor, her yıl on küsür milyon çocuk önlenebilir hastalıklardan sebep ölüyorken, dünya dünya üzerinede tamı tamına bir milyar aç/yoksul insan varken, sistem krizleri ile beraber her gün daha da acımasız hale gelip, yarattığı işsizler/borçlular ordusu ile yaşayan ölüler imparatorluğunu kurarken, üç kuruşluk kaldırım taşı için bu kadar yaygara koparanları gördükçe sistemin bireyi mallaştırma kudretine bir kez daha hayran kalıyorum.

    yazık, vergilerinizle döşenen kaldırım taşları kırıldı hep :/
  • insanları kolayca kriminalize edebileceğiniz, suçlu gösterebileceğiniz, tartışma zeminini polis şiddetinden, iktidarın siyasi baskısından çekip eylemlerin içeriğine getirebileceğiniz günler geçti bitti artık. o yüzden götünüzü de yırtsanız, 28 mayıs akşamından sonra üretilen direnişi, direniş yöntemlerine dair meşruiyetleri ortadan kaldıramazsınız. daha çok sinirlenecek insanlar artık. ok yaydan çıktı. bundan sonra eylem alanında kafasına gaz bombası, cop, tazyikli su yağarken ortalıkta "taş atma" diye dolanan protestocu vatandaşları da göremeyeceksiniz. polisle çatışmak, eskiden bir ihlal, kanun dışı bir eylem, bir suç olarak görülüyordu. öyle gösterebiliyordunuz. ama 28 mayıs'tan sonra mümkün değil artık. yalanlarınızı önceden yiyen herkes sokaktaydı. gözleriyle gördü olan biteni. boşa debelenmeyin.

    (bkz: bütün marjinallere teşekkürler)
hesabın var mı? giriş yap