• -galiba ilk kez "intihara ayrılmış zamanlar"dan söz ediyorsunuz. intiharı hiç düşündünüz mü?

    ismet özel: 40 yaşıma kadar hep intiharı düşündüm, ama 40 yaşımdan itibaren insanların intihar etmeye değmeyeceklerini düşünmeye başladım. bana göre intihar, geride kalanlara yönelik ağır bir suçlamadır. bu mesajı verebileceğin tıynette insan olmadığını düşününce de intihar etmiyorsun.

    -bir tür nihilizm değil mi bu?

    -tam tersine, değer yüklediğin şey bunlar değil. allah'tan başka hiçbir şeye değer vermemek var bunun arkasında.

    -40 yaşına kadar ne vardı peki?

    -aynı şey. bir çıkış sağlayacağını umduğun bir insanla, bir imkánla karşılaşacağını düşündüğün için her gün erteliyorsun intiharını. daha sonra da, bu çıkışı insanlardan beklemenin saçmalığını kavrayıp yine intihar etmiyorsun.
  • " ismet özel ve ben "

    onu anlamak üzerine kendi cümlelerimle bir şeyler karalayacağım izninizle...

    sanırım on yaşında idim. " ilçe genelinde bir şiir yarışması " düzenlenecek dedi türkçe öğretmenimiz. " birinciye bilgisayar verilecek... "

    önlüğümü bile çıkarmadım eve gelince. bir kağıt bir kalem bir de öğrenmişlikler... tam on kıt'alık bir bayrak şiiri yazdım. kendimi bildim bileli türkçüyümdür ben. hem de öyle böyle değil.
    ve ismet özel'in " türklük ve türkçülük " üzerine söylemlerini saçma bulurum.

    " üstâdın ne demek istediğini anlamıyorsunuz " demeyin sakın!
    ben defalarca kendisinin tam yanında oturdum konuşmalarında, kitaplarını defalarca okudum, kendisinin yaşayan en büyük şairimiz olduğunu söylemiştim zaten ve en büyük düşünürlerimizdendir. lâkin türklük meselesinde anlatmaya çalıştığı şey maalesef rezalet.

    bayrak şiiri adlı şiirimi mahalleden bir kıza götürdüm ve temize çekmesini istedim. yazım kötüdür; yazgım da öyleymiş o vakitler!
    kız, şiirimi güzelce yazdı bir a4 kağıdına. şeffaf dosyaya koydum ve yanıma aldım. oradan, üzerimde önlük, elimde su dolu el arabası
    ile pazara gittim su satmaya. pazarda su satarken bir yandan da hâyâl kuruyordum.
    mahalledeki ilk bilgisayar bizim evde olacaktı eğer yarışmayı kazanırsam. arkadaşlar gelecekti yanıma, müzik dinleyip film izleyecektik. okuldaki bilgisayarlarda maymunlu matematik oyunu vardı ve o oyunu ben de bilgisayarıma yükleyecektim. o gece bu hayallerle uyudum işte...
    ertesi gün hemen şiirimi teslim ettim öğretmenime. şaşırdı hemen nasıl yazdım diye lâkin çok beğendi şiiri.
    aradan ne kadar süre geçti hatırlamıyorum. andımız okunuyordu okulda ve ben geç kalmıştım çoğu zaman olduğu gibi. arkadaşlar vurmaya başladı kapıya, " çabuk koş, öğretmen seni çağırıyor " diye. hemen fırladık okula. baktım ki andımız bitmiş fakat kimseyi içeri sokmamışlar. öğretmenimiz ve müdür yan yana... yüzlerinde gülümseme... ve mikrofonda okul müdürünün sesi:

    " arkadaşınızı alkışlayın bakalım. şiir yarışmasında birinci oldu... "

    hayatımda o denli sevindiğim anlar nadirdir. çılgınlar gibi bağırıyor arkadaşlar, mahalle, okulun bahçesinden yükselen alkış ve ıslık sesleriyle yankılanıyor.
    annem, evde hasta yatıyor ve aklıma ilk gelen şey hemen koşup ona haber vermek. bilgisayarı nereye koyacağımızın hesabını yapacağım.
    evimiz okula yakın. öğretmen " on dakika içinde geleceksin " der demez koşmaya başlıyorum eve.
    hemen annemin yanına sokulup " anne " diyorum, " kazanmışım... bilgisayarı kazanmışım! "
    seviniyor o da. öpüyor beni. tebrik ediyor.
    sonra tekrar okula dönüyorum...

    iki üç gün sonra ilçe milli eğitim müdürlüğü'ne gidiyoruz müdür, öğretmenim ve ben.

    heyecandan yerimde duramıyorum. önce tebrik ediyorlar beni orada. sonra bir röportaj yapıyorlar, gazetede mi dergide mi ne yayımlanacakmış. lâkin aklım bilgisayarda.
    bekliyorum...
    bekliyorum...
    bekliyorum...

    ve bir adam geliyor elinde ufak bir paketle. bizim müdüre dönüp, " müdür bey, arkadaşlar bilgisayarı ayarlayamamışlar. biz de bu evladımıza kitap verelim dedik " diyor.

    yüzünde gülümseme var. hiçbir şekilde bir mahcubiyet hissetmediği o kadar belli ki.

    ben ise artık hiçbir şey duymuyorum. kitabı elime tutuşturuyorlar. öğretmenim anlıyor moralimin bozulduğunu, " biz, sizi dışarıda bekliyoruz hocam " diyor müdüre ve arabanın yanına gidiyoruz.
    hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum. ama ne ağlama! hıçkıra hıçkıra. öğretmenim de dayanamıyor, o da ağlıyor.

    eve gidince anneme anlatıyorum, akşam da babama. " üzülme " diyorlar. ne yapsınlar ki başka? bilgisayarı koymak için üzerini boşalttığımız sandığın üzerine tekrar yığıyoruz yatakları.

    o gece o kadar çok ağlıyorum ki...

    hani, " surat asmak hakkımız " diyor ya ismet özel ve ekliyor:

    " her şeyin bir fiyatı vardır. size huzur verdim diyenler bizden ne aldıklarını da söylesinler. "

    işte ben de o gece daha iyi anlıyorum ki huzuru ve mutluluğu asla ama asla başkalarının ellerinde aramamalı insan.

    kaldı ki zaten öyle biri olmamayı çok erken yaşta öğrenmişim ki ben! kimsenin umrunda mı? asla!

    bir gün dersten sonra öğretmenim yanına çağırıyor. öyle etkili bir konuşma yapıyor ki öğretmenim...

    " şiir yazmaktan asla vazgeçmeyeceksin " diyor.

    " sen iyi bir edebiyatçı olacaksın " diyor.

    " hayatta bu şekilde kötü süprizler hep olacak " diyor.

    sımsıkı sarılıyor bana ve bir kitap hediye ediyor, " bunu " diyor, " ileride daha iyi anlayacaksın! "

    kitap, ismet özel diye bir adamın şiir kitabı: erbain.

    ilk defa duyuyorum bu adamı. biz bir mehmet akif'i biliyoruz o zamanlar bir de çoban çeşmesi'ni... faruk nafiz'i bile değil.

    eve gidince açıyorum kitabı ama çoğu şeyi anlamıyorum. lâkin şu sözler çarpıyor gözüme;

    " adına ' yaşamak ' diyoruz
    düşmana inat bir gün fazla yaşamak! "

    ve ben, ismet özel ile tanışıyorum,

    " 40 yaşıma kadar hep intiharı düşündüm ama kırk yaşımdan itibaren insanların intihar etmeye değmeyeceklerini düşünmeye başladım " diyen bir mücadele insanı ismet özel ile.

    " evet " diyorum. " bu insanlar mı vazgeçirecekler beni şiir sevdasından?"

    sürekli şiirler, hikâyeler, kompozisyonlar yazıyorum artık. yarışmaları takip ediyoruz öğretmenlerimle.

    ve ilk defa sekizinci sınıfa giderken büyük bir ödüle kavuşuyorum istanbul genelinde düzenlenen bir şiir yarışması sonucunda: bir cumhuriyet altını!

    pazarda aylarca su satsam alamam ben onu. bu sefer temkinliyim. ödül elime geçmeden sevinmiyorum. çok şükür bu sefer bir süprizle karşılaşmıyorum.

    akşam olunca dikiliyorum annemin karşısına. artık kazık kadar herif olmuşuz. " sana bir hediyem var anne " diyorum ve el işi kağıdından hediye paketi yaptığım altını uzatıyorum ona. içinde de bir not;

    " yargı kesin, acı çekmek ruhun fiyakasıdır. "*

    maddî durumumuz biraz daha iyileşmişti zaten bu yıllarda ve belki de hayatımın en güzel yılları diyebileceğim lise yılları başlıyor.

    " ben edebiyat öğretmeni olacağım " diyorum, başka da bir şey demiyorum.

    yazmaya devam... lâkin yazdığımdan daha da çok okuyorum. yarışmalara katılmaya devam ediyorum. artık olağan bir hâle geliyor hayatımda bu.

    ismet özel'in söylediklerini biraz daha iyi anlıyorum artık.

    " içinde aydınlanan kişi ancak dışına ışık verebilir " diyor ya hani, resmen yolumu aydınlatıyor.

    lise yıllarım da bol bol okuyarak geçiyor. bu adamın entelektüel birikimine hayranım sonuçta. " neden ben de her haltı bilmeyeyim ki? " diyerek yunan mitolojisinden islam tarihine, nazım hikmet'ten alber camus'ya dek okuyup duruyorum.

    derken üniversite yılları başlıyor. pek tabii ve çok şükür ki edebiyat.

    artık ismet özel'i anlamak yetmiyor. şerh etmek gerektiğini de görüyorum. kelime kelime, cümle cümle şerh ediyorum her mısrasını, her sözünü.

    üniversite yıllarımda açıkçası tarzımı da onun taklidi gibi tutarak şiirler yazıyorum ve hâyâl bile edemeyeceğim paralar kazanıyorum. sürekli geziyorum artık, onlarca şehir, köy, kasaba.

    otobüs yolculuğu sırasında uzaklara dalıyorum. ben de afili sözler ediyorum artık:

    " türkçülük " diyorum, " bu evlerde yetişen çocuklara kalemi sevdirmektir, ötesi değil! "

    kulağımda kulaklık, yankılanan amentü...

    ve pazarda su satan çocuğun ismet özel ile başlayan edebiyat hikâyesi, yine aynı yere dönüyor. çocuk, tekrar sınıfta lâkin bu sefer öğretmen masasında.

    diyorum ki;

    hayatımda var olmuş olan en iyi öğretmenlerden biri de ismet özel'dir.
    kendisine de anlattım bu hikâyeyi zamanında fakat siz de bilin.

    zamanında bir çocuğun elinden tuttu ve şimdi yüzlerce çocuğun karşısına onların kurdukları hayaller gerçek olsun diye her şeyi yapabilecek bir öğretmen olarak yerleştirdi.
    tabii ki bunu tek başına yapmadı ve bundan habersizdi.
    lâkin artık haberi var.

    şurada bahsettiği çocuk bendim, ev bizimdi ve bahsedilen benim ailemdir:

    " evde soba yanıyor
    önce çalılar geçiyor çocukların boğazından
    sonra ağaç kökleri yırtıyor damarlarını
    bütün ailenin.

    dışarıda; soğuk
    safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor.
  • yıllar önce lisedeyken bir gün din hocamız: “sözlü yapıyorum, biriniz amentüyü okusun. bilene sözlüden 100 vereceğim.” dedi. kimseden ses çıkmayınca da hoca başladı kendi okumaya:

    “insan eşref-i mahlukattır derdi babam
    bu sözün sözler içinde bir anlamı vardı
    fakat bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
    bu söz asıl anlamını kavradı”

    zihnimizden geçen “bu nasıl amentüymüş yahu? neler okuyor bu adam?” uğultularının arasında ismet özel’le tanıştım ben. en az 15 sene önce duyduğum dizeler adeta kazındı zihnime. böyle böyle aralandı bana bambaşka bir dünyanın kapısı. o zamanlar internet falan böyle yaygın değil tabi. ilk fırsatta fatih’te gittim bir kitapçıya. cebimdeki para erbain’i almaya yetmeyince “ismet özel’in amentüsü” gibi bir inceleme kitabı aldım. sonra değil şiiri; şiirin dizelerinin açıklamalarını bile ezberledim. lise yıllarımın baş ucu kitabıydı o benim. “insan eşref-ı mahlukattır.” diyen naif bir baba vardı benim de karşımda. ama aynı adamla ilk gençliğimin en ateşli çatışmalarını yaşıyordum. yaşımın çok ufak; ama kalbimin en kanamalı olduğu o travmatik yıllarda, amentü'nün her dizesinde kendimi buluyordum hesapta. çok sonra öğrendim kendisinin şu sözlerini: “ben babamla öldükten sonra yakınlık kurabilmiş biriyim.” bir süre de tıpkı kendi seslendirdiği münacaat’ın başındaki “annem’in anısına” sözcükleri gibi bu sözler yaktı ciğerimi.

    sonra para kazanmaya başlayınca elim varıp satın alamadım erbain’i. kendi sesinden şiirlerini dinlemekse hep sığındığım limanım oldu. ne zaman tükensem münacaat’a sığındım. derken sıcak bir haziran günü evdeki pılımı pırtımı toplayıp gitmeye karar verdim. kendi hayatımın “bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman”ıydı bu benim için. üç beş parça kıyafet, sevdiğim üç beş kitapla gittim evin biraz ötesindeki parka, bir bankta saatlerce oturdum. kararlıydım, bir daha ağlamayacaktım, bir daha o eve dönmeyecektim. açtım kendi sesinden bir münacaat dinledim; biraz yatıştım, biraz keskinleştim. defalarca, defalarca dinledim.

    “şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
    taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
    kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
    bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
    tütmesi gereken ocak nerde?”

    dönmedim bir daha o eve. kendime kendimce yeni bir hayat kurdum. ismet özel benim mihenk taşım oldu çeşitli dönemlerimde. bu yaşa erdirdi bizi erdiren, almadı canımızı, ölmedik genç olarak vesselam. ölmedik; ölmediğimiz gibi hayata da onun sözcükleriyle tutunduk. “ne fark eder?” deyip geçmemeyi öğrenebilenlere, kanayan yarasını şiirle örtebilenlere, tekrar tekrar yıkılıp baştan başlayabilenlere selam olsun.
  • zaman geçip, nesil değiştikçe herkesçe malum olduğunu sandığınız bazı şeylerin gençler tarafından bilinmediğini fark ediyorsunuz.

    onlardan birini burada hatırlatmak isterim :

    akp 2001 yılında kurulup, 2002 yılında iktidara gelince, ismet özel önce bu oluşumu şiddetli bir muhalefetle karşıladı. sözümona islami camiadan benzer bir tepki gelmeyince bir yazıyla bu camiayı terk ettiğini, onlarla artık bir arada bulunmak istemediğini açıkladı. bu o zamanlar büyük bir gürültü kopardı. onunla roportajlar yapıldı, bunun üzerine yazılar yazıldı.

    2003'ten bu yana, akp'nin kuyruğuna solcusundan liberaline, milliyetçisinden radikal dincisine kadar dönem dönem pek çok insan takıldı. ismet özel ise 20 senedir en sert muhalefeti yapıyor.

    o zaman kendisiyle yapılan roportajdan bir kesit koyuyorum. dikkat edin, tarih 2003, o sırada batı basını gümbür gümbür tayyip erdoğan propagandası yapıyor, ülkemizin sol kılıklı liberalleri aşkla onu izliyor :

    "akp'liler pastayı kapmak isteyen insanlardı. ve kaptılar da. kapmak istedikleri şey pasta olduğu için krema da bende olduğu için benim kitaplarımla dolaşmaya başladılar. "

    "islami kesim akp'nin iktidara gelmesiyle birlikte yozlaştı, kelimenin tam anlamıyla yozlaştı. artık, islami kesimde bütün öncelik fakirler için de, zenginler için de çıkar hesabında. gariptir, nezaket bile kayboldu."

    " ben bugün en hafifinden şunu söyleyebilirim ki, akp'liler içten pazarlıklıdır. çok daha ağır şeyler söylenebilir tabii."

    not : islamcı kesimi terk ettiğini ilan ettiği yazının ismi : bir zamanlar bir ismet özel vardı tarihi ise : 4 ağustos 2003.
    yazının linki.
  • “onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
    bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.”

    diyen adam.
  • şöyle bir ifadesi olan yazar;

    ''dünyaya gelmek bir saldırıya uğramaktır. doğan bebek havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. savaş bitmiştir.''
  • "türk dediğin müslümandır. müslüman olmayan türk de olamaz" diyen şeyimin en iyi şairi.
  • şairliği laf yok, nfk'dan hatta nhr'dan da iyidir benim için.

    amaismet özel'in sorunu ne biliyor musunuz? adam sevdiği kadın ile evlenemedi. bu kadar net. insanoğlu olarak sıçtık.
  • benim dedelerim, 140 sene önce geldikleri bu ülkede, henüz taze vatandaşken, birer adige, cerkes oldukları halde, müslüman bireyler olarak, çanakkale savaşında savaştılar ve öldüler.

    o kadar çok öldüler ki, bizim köyümüzde imamdan başka kimse kalmadı.

    biz hep iyi vatandaş olduk, osmanlı için de iyi vatandaş olduk, paşa olduk, haremde mal olduk, çerkes ethem olduk, bu ülkenin kuruluşunda hain ilan edilmek uğruna can verdik.

    türk, kürt, laz, arap olmadık. bir adige olduk.

    ismet özel az önce "müslüman olup gavura karşı savaşan herkes türktür" dedi. sonra da "türk olmayanlar asimile edilmelidir" dedi.

    biz uğruna can verdiğimiz ülke kurulduktan beridir "yoksunuz, birşey değilsiniz, siz hiç var olmadınız" denmesini dinlemiştik. yıllar boyu kafatasçıların, faşistlerin yaptıklarını izledik, işkence gördük, eziyet çektik.

    benim babam, yıllar boyu ismimi koyabilmek için mahkeme köşelerinde süründü.

    ismet özel yıllar önce olduğu gibi, muteber solcu, muteber şair, muteber müslüman değil artık.

    ...

    söylediklerinin hiç bir anlamı ve tutar yanı olmamasına rağmen, benim içimi acıtıyor. bunu ciddiye alıp dinleyenler, buna inananlar, duydukça göğsü kabaranlar olduğu için korkuyorum.

    söylediklerini türk yerine kürt, çerkes, arap kelimesi koyarak söylese cümle bitmeden kendini içerde bulurdu.

    yazık...
  • trollerin altına yıkama yağlama yaptığı şeyimin şairi.

    neymiş. müslüman değilse gavurmuş. gavursa türk değilmiş. mantığa bak amk.

    gavurluk dediğin şey neye göre kime göre.

    arap kültürü ile yoğrulmuş, türk kültüründen bihaber bence türk olsa nolur olmasa nolur.

    suudi ailesi de müslüman. eee bu adamlar makbul mu?

    selefiler mesela?

    peki gagavuzlar ne amk. adamlar senden benden türk.

    müslümanım ama müslüman bir araptan ziyade hristiyan bir gagavuz türkü benim için yeğdir.

    türk müsün gavur musunmuş. hay beyninize sizin.

    edit: caylaklardan tehdit mesajları alıyorum. bize bu ülkede nefes almak yokmuş artık. bak bunu bana söylüyor. entryde müslüman olduğunu belirtmiş, islama zerre hakaret etmeyen bir adama söylüyor bunu.
hesabın var mı? giriş yap