• heyder baba, ıldırımlar şakanda,
    seller, sular şakkıldayıb akanda,
    kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
    selâm olsun şevkatize, elize,
    menim de bir adım gelsin dilize.

    heyder baba, kehliklerin uçanda,
    göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,
    bahçaların çiçeklenib açanda,
    bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
    açılmayan ürekleri şâd ele.

    bayram yeli çardakları yıkanda,
    novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,
    ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,
    bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,
    derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.

    heyder baba, gün dalıvı dağlasın,
    üzün gülsün, bulakların ağlasın,
    uşaklarun bir deste gül bağlasın,
    yel gelende ver getirsin bu yana,
    belke menim yatmış bahtım oyana.

    heyder baba, senin üzün ağ olsun,
    dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
    bizden sora senin başın sağ olsun,
    dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,
    dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.

    heyder baba, yolum senden keç oldu,
    ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,
    heç bilmedim gözellerin neç oldu,
    bilmezidim döngeler var, dönüm var,
    itginlik var, ayrılık var, ölüm var.

    heyder baba, igit emek itirmez,
    ömür geçer efsus bere bitirmez,
    nâmerd olan ömrü başa yetirmez,
    biz de vallah unutmarık sizleri,
    görenmesek helâl edin bizleri.

    heyder baba, mir ejder seslenende,
    kend içine sesden-köyden düşende,
    aşık rüstem, sazın dillendirende,
    yadındadır ne hövlesek kaçardım,
    kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.

    şengülava yurdu, aşık alması,
    gâh da gedib orda konak kalması,
    daş atması, alma-heyva salması,
    kalıb şirin yuhu kimin yadımda,
    eser koyub, ruhumda her zadımda.

    heyder baba, kuru gölün kazları,
    gediklerin sazak çalan sazları,
    ket kövşenin payızları, yazları,
    bir sinema perdesidir gözümde,
    tek oturub, seyr ederem özümde.

    heyder baba, karaçemen caddası,
    çovuşların geler sesi, sedası,
    kerbelâ’ya gedenlerin kadası,
    düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,
    temeddünün uyduk yalan sözüne.

    heyder baba, şeytan bizi azdırıb,
    mehebbeti üreklerden kazdırıb,
    kara günün ser-nüviştin yazdırıb,
    salıb halkı bir-birinin canına,
    barışığı beleşdirib kanına.

    göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,
    insan olan hancer beline takmaz,
    amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,
    behiştimiz cehennem olmakdadır,
    ziheccemiz meherrem olmakdadır.

    hazan yeli yarpakları tökende,
    bulut dağdan yenib kende köçende,
    şeyhülislam gözel sesin çekende,
    nisgilli söz üreklere deyerdi,
    ağaçlar da allah’a baş eyerdi.

    daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,
    bahçaları saralmasın, solmasın,
    ordan keçen atlı susuz olmasın,
    deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,
    ufuklara humar-humar bakarsan.

    heyder baba, dağın daşın seresi,
    kehlik okur, dalısında feresi,
    kuzuların ağı, bozu, karası,
    bir gedeydim dağ-dereler uzunu,
    okuyaydım: 'çoban, kaytar kuzunu'.

    heyder baba, sulu yerin düzünde,
    bulak kaynar çay çemenin gözünde,
    bulakotu, üzer suyun üzünde,
    gözel kuşlar ordan gelib keçerler,
    halvetleyib bulakdan su içerler.

    biçin üstü sünbül biçen oraklar,
    ele bil ki, zülfü darar daraklar,
    şikarçılar bildirçini soraklar,
    biçinçiler ayranların içerler,
    bir huşlanıb, sondan durub biçerler.

    heyder baba, kendin günü batanda,
    uşakların şamın yeyib yatanda,
    ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,
    bizden de bir sen onlara kıssa de,
    kıssamızdan çoklu gam u gussa de.

    karı nene gece nağıl deyende,
    külek kalkıb kap-bacanı döyende,
    kurd keçinin şengülüsün yeyende,
    men kayıdıb bir de uşak olaydım,
    bir gül açıb ondan sora solaydım.

    ‘emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,
    sondan durub üs donumu geyerdim,
    bahçalarda tiringeni deyerdim,
    ay özümü o ezdiren günlerim,
    ağac minib, at gezdiren günlerim.

    heçi hala çayda paltar yuvardı,
    memmed sadık damlarını suvardı,
    heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı
    her yan geldi, şıllak atıb aşardık,
    allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.

    şeyhülislam münâcatı deyerdi,
    meşed rahim lebbâdeni geyerdi,
    meşdâceli bozbaşları yeyerdi,
    biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,
    fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.

    melik niyaz verendilin salardı,
    atın çapıb kıykacıdan çalardı,
    kırkı tekin gedik başın alardı.
    dolayıya kızlar açıb pencere,
    pencerelerden ne gözel menzere.

    heyder baba, kendin toyun tutanda,
    kız gelinler hena, pilte satanda,
    bey geline damdan alma atanda,
    menim de o kızlarında gözüm var,
    aşıkların sazlarında sözüm var.

    heyder baba, bulakların yarpızı,
    bostanların gülbeseri, karpızı,
    çerçilerin ağ nebatı sakkızı,
    indi de var damağımda, dad verer,
    itgin geden günlerimden yad verer.

    bayram idi gece kuşu okurdu,
    adaklı kız bey çorabın tokurdu,
    herkes şalın bir bacadan sokurdu,
    ay ne gözel kaydadı şal sallamak,
    bey şalına bayramlığın bağlamak.

    şal istedim men de evde ağladım,
    bir şal alıb tez belime bağladım,
    gulam gile kaçdım, şalı salladım,
    fatma hala mene çorab bağladı,
    han nenemi yada salıb ağladı.

    heyder baba, mirzemmed’in bahçası,
    bahçaların turşa şirin alçası,
    gelinlerin düzmeleri, tahçası
    hey düzüler gözlerimin refinde,
    heyme vurar hatıralar sefinde.

    bayram olub, kızıl palçık ezerler,
    nakış vurub, otakları bezerler,
    tahçalara düzmeleri düzerler
    kız-gelinin fındıkçası, henası,
    heveslener anası, kaynanası.

    bakıçının sözü, sovu, kağızı
    ineklerin bulaması, ağızı,
    çerşenbenin girdekânı, mövizi
    kızlar deyer: “atıl-matıl, çerşenbe,
    ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.

    yumurtanı göyçek, güllü boyardık,
    çakkışdırıb sınanların soyardık,
    oynamakdan birce meğer doyardık,
    eli mene yaşıl aşık vererdi,
    irza mene novruz gülü dererdi.

    novruz ali hermende vel sürerdi,
    kâhdan enib küleşlerin kürerdi,
    dağdan da bir çoban iti hürerdi,
    onda gördün ulak ayak sahladı,
    dağa bakıb kulakların şahladı.

    akşam başı nahırçılar gelende,
    kodukları çekib, vurardık bende,
    nahır keçib gedib yetende kende,
    heyvanları çılpak minib kovardık,
    söz çıksaydı, sine gerib sovardık.

    yaz gecesi çayda sular şarıldar,
    daş kayalar selde aşıb, karıldar,
    karanlıkda kurdun gözü parıldar,
    itler gördün, kurdu seçib ulaşdı,
    kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.

    kış gecesi tövlelerin otağı,
    kentlilerin oturağı, yatağı,
    buharıda yanar odun yanağı,
    şebçeresi, girdekânı, iydesi,
    kendi basar gülüb-danışmak sesi.

    şücâ haloğlunun baki savgati,
    damda kuran samavarı, söhbeti,
    yadımdadı şestli keddi, kameti,
    cünemmegin toyu döndü, yas oldu,
    nene kız’ın baht aynası kâs oldu.

    heyder baba, nene kızın gözleri,
    rakşende’nin şirin-şirin sözleri,
    türki dedim, okusunlar özleri,
    bilsinler ki, adam geder ad kalar,
    yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.

    yaz kabağı gün güneyi döyende,
    kend uşağı kar güllesin sövende,
    kürekçiler dağda kürek züvende,
    menim ruhum ele bilin ordadır,
    kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.

    karı nene uzadanda işini,
    gün bulutdan eyirerdi teşini,
    kurd kocalıb, çekdirende dişini,
    sürü kalkıb dolayıdan aşardı,
    badyaların südü aşıb-daşardı.

    hecce sultan emme dişin kısardı,
    molla bağır emoğlu tez mısardı,
    tendir yanıb, tüstü evi basardı,
    çaydanımız arsın üste kaynardı,
    kovurkamız saç içinde oynardı.

    bostan pozub getirerdik aşağı,
    doldurardık evde tahta tabağı,
    tendirlerde pişirerdik kabağı,
    özün yeyib, tohumların çıtlardık,
    çok yemekden lap az kala çatlardık.

    verzeğan’dan armud satan gelende,
    uşakların sesi düşerdi kende,
    biz de bu yandan eşidib bilende,
    şıllak atıb bir kışkırık salardık,
    buğda verib armudlardan alardık.

    mirza tağı’ynan gece getdik çaya,
    men bakıram selde boğulmuş aya,
    birden ışık düşdü otay bahçaya,
    ”eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık,
    heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.

    heyder baba, ağaçların ucaldı,
    amma hayıf cevanların kocaldı,
    tokluların arıklayıb acaldı,
    kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,
    kurdun gözü karanlıkda bereldi.

    eşitmişem yanır allah çırağı,
    dayır olub mescidüzün bulağı,
    râhat olub kendin evi, uşağı,
    mensur han’ın eli kolu var olsun,
    harda kalsa, allah ona yar olsun.

    heyder baba, moll’ ibrahim var, ya yok?
    mekteb açar, okur uşaklar, ya yok?
    hermen üstü mektebi bağlar, ya yok?
    menden ahonda yetirersen selâm,
    edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.

    hecce sultan emme gedib tebriz’e,
    amma ne tebriz ki, gelemmir bize,
    balam durun, koyak gedek evmize,
    ağa öldü, tufakımız dağıldı,
    koyun olan yad gediben sağıldı.

    heyder baba, dünya yalan dünyadı,
    süleyman’dan, nuh’dan kalan dünyadı,
    oğul doğan, derde salan dünyadı,
    her kimseye her ne verib alıbdı,
    eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.

    heyder baba, yaru yoldaş döndüler,
    bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,
    çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,
    yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
    dünya mene harâbe-i şâm oldu.

    emoğluynan geden gece kıpçağ’a,
    ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,
    dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,
    meşmemi han göy atını oynatdı,
    tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.

    heyder baba, kara gölün deresi,
    hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,
    orda düşer çil kehliğin feresi,
    ordan keçer yurdumuzun özüne,
    biz de keçek yurdumuzun sözüne.

    hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb?
    seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb?
    amir gafar dam daşını kim alıb?
    bulak gene gelib gölü doldurur,
    ya kuruyub, bahçaları soldurur.

    amir gafar seyyidlerin tacıydı,
    şahlar şikar etmesi kıykacıydı,
    merde şirin, nâmerde çok acıydı,
    mazlumların hakkı üste eserdi,
    zalimleri kılıç tekin keserdi.

    mir mustafa dayı, uca boy baba,
    heykelli, sakkallı, tolustoy baba,
    eylerdi yas meclisini, toy baba,
    hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,
    mescidlerin, meclislerin görkemi.

    mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,
    guruldardı, buludlu dağlar kimi,
    söz ağzında erirdi yağlar kimi,
    alnı açık, yakşı, derin kanardı,
    yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.

    menim atam süfreli bir kişiydi,
    el elinden tutmak onun işiydi,
    gözellerin âhire kalmışıydı,
    ondan sonra dönergeler döndüler,
    mehebbetin çırağları söndüler.

    mir sâlih’in deli sevlik etmesi,
    mir aziz’in şirin şahsey getmesi,
    mir memmed’in kurulması, bitmesi,
    indi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,
    keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.

    mir abdül’ün aynada kaş yakması,
    çövçülerinden, kaşının akması,
    boylanması, dam-divardan bakması,
    şah abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,
    hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.

    sitâr’ emme nezikleri yapardı,
    mir kadir de her dem birin kapardı,
    kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,
    gülmeliydi onun nezik kappası,
    emmemin de, ersininin şappası.

    heyder baba, amir heyder neyneyir?
    yakın gene samavarı keyneyir,
    day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,
    kulak batıb, gözü girib kaşına,
    yazık emme, havâ gelib başına.

    hanım emme mir abdül’ün sözünü,
    eşidende eyer ağzı, gözünü,
    melkâmıd’a verer onun özünü,
    da’vaların şuhlugılan katallar,
    eti yeyib, başı atıb yatallar.

    fizze hanım hoşgenâb’ın gülüydü,
    amir yahya em kızının kuluydu,
    ruhsâre artist idi, sevgiliydi,
    seyid hüseyn mir salih’i yansılar,
    amir cefer geyretlidir, kan salar.

    seher tezden nahırçılar gelerdi,
    koyun kuzu dam bacadan melerdi,
    emme can’ım körpelerin belerdi,
    tendirlerin kavzanardı tüstüsi,
    çöreklerin gözel iyi, istisi.

    göyerçinler deste kalkıb uçallar,
    gün saçanda kızıl perde açallar,
    kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,
    gün ucalıb, artar dağın celâli,
    tebietin cevanlanar cemâli.

    heyder baba, karlı dağlar aşanda,
    gece kervan yolun aşıb çaşanda,
    men hardasam, tehran’da, ya kâşan’da,
    uzaklardan gözüm seçer onları,
    hayâl gelib, aşıb keçer onları.

    bir çıkaydım damkaya’nın daşına,
    bir bakaydım keçmişine, yaşına,
    bir göreydim neler gelib başına,
    men de onun karlarıylan ağlardım,
    kış donduran ürekleri dağlardım.

    heyder baba, gül konçesi handandı
    amma hayıf, ürek gazası kandı,
    zindegânlık bir karanlık zindandı,
    bu zindanın derbeçesin açan yok,
    bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.

    heyder baba, göyler bütün dumandı,
    günlerimiz birbirinden yamandı,
    birbirizden ayrılmayın, amandı,
    yakşılığı elimizden alıblar,
    yakşı bizi yaman güne salıblar!

    bir soruşun bu karkınmış felekden,
    ne isteyir bu kurduğu kelekden?
    deyne, keçirt ulduzları elekden,
    koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,
    bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.

    bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
    bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
    ağlaşaydım uzak düşen elinen,
    bir göreydim ayrılığı kim saldı?
    ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı?

    men senin tek dağa saldım nefesi,
    sen de kaytar, göylere sal bu sesi,
    baykuşun da dar olmasın kefesi,
    burda bir şîr darda kalıb bağırır,
    mürüvvetsiz insanları çağırır.

    heyder baba, gayret kanın kaynarken,
    karakuşlar senden kopub kalkarken,
    o sıldırım daşlarıynan oynarken,
    kavzan, menim himmetimi orda gör,
    ordan eyil, kâmetimi darda gör.

    heyder baba, gece durna keçende,
    köroğlunun gözü kara seçende,
    kıratını minib, kesib biçende,
    men de burdan tez matlaba çatmaram,
    eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.

    heyder baba, merd oğullar doğginan,
    nâmerdlerin burunların oğginan,
    gediklerde kurdları dut boğginan,
    koy kuzular ayın şayın otlasın,
    koyunların kuyrukların katlasın.

    heyder baba, senin könlün şad olsun,
    dünya varken ağzın dolu dad olsun,
    senden keçen yakın olsun, yad olsun,
    deyne menim şâir oğlum şehriyâr,
    bir ömürdür gam üstüne gam çalar.
  • bu şiirden tam zevk alabilmek için sanırım güney azerbaycanlı olmak lazım. ben okurken bu kadar zevk alabildiğime göre bir güney azerbaycanlının aynı şiiri okurken aldığı zevki düşününce hayli kıskanıyorum açıkçası. bu eser daha önce de bahsedildiği gibi heyder baba dağına seslenilerek yazılmış bir şiirdir. şiirin önemli bir kısmını şehriyar'ın çocukluk hatıraları ve o günlere duyduğu özlem oluşturmaktadır. dedim ya, aslında bu şiirin açıklamasını veya tercümesini en iyi bir güney azerbaycanlı yapabilir, ama ben elimden geleni yapmaya karar verdim. çok noksan olmakla birlikte okuyanların anlayabilmeleri için elimden gelen aşağıdaki kadar oldu.

    --------------------------------*******--------------------------------

    heyder baba, ildırımlar şaxanda,
    seller, sular şaqqıldayıb axanda,
    qızlar ona saf bağlayıb baxanda,
    salam olsun şövketize, elize,
    menim de bir adım gelsin dilize.
    --------------------------------------------------
    heyder baba, yıldırımlar çakarken,
    seller, sular şırıl şırıl akarken,
    kızlar ona saf bağlayıp bakarken,
    selam olsun şevketinize, elinize,
    benim de bir adım gelsin dilinize.

    (aslında “şaxanda” veya “axanda” “çaktığında” veya “aktığında” olarak çevrilse daha uygun olur, ama o zaman daha fazla mahvetmiş olurum şiiri)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, kekliklerin uçanda,
    kol dibinden dovşan qalxıb qaçanda,
    bağçaların çiçeklenib açanda,
    bizden de bir mümkün olsa, yad ele,
    açılmayan ürekleri şad ele.
    ------------------------------------------------------------
    heyder baba, kekliklerin uçarken,
    çal'* dibinden tavşan kalkıp kaçarken,
    bahçelerin çiçeklenip açarken,
    bizi de bir mümkün olsa yad eyle,
    açılmayan yürekleri şad eyle.

    ("çalı dibinden tavşan kalkıp kaçarken" hece bozuluyor maalesef. o yüzden "çal" yazdım ama "çalılık" daha uygun olabilir
    yüreği açılmak - insanın “yüreğinin açılması” duruma göre “ferahlaması” veya “yüzünün gülmesi” anlamına gelmektedir)

    -------------------------------******************------------------------------

    bayram yeli çardaqları yıxanda,
    novruzgülü, qarçiçeyi çıxanda,
    ağ buludlar köyneklerin sıxanda,
    bizden de bir yad eleyen sağ olsun,
    derdlerimiz qoy dikelsin dağ olsun.
    --------------------------------------------------
    bayram yeli çardakları yıkarken,
    nevruz gülü, kar çiçeği çıkarken,
    ak bulutlar gömleklerin sıkarken,
    bizi de bir yad eyleyen sağ olsun,
    dertlerimiz bırak kalksın dağ olsun.

    (ak bulutlar gömleklerin sıkarken - ıslak gömleği sıkarken nasıl su damlıyorsa ak bulutlar da gömleklerin sıkarak yağmur yağdırıyorlar)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, gün dalını dağlasın,
    üzün gülsün, bulaqların ağlasın,
    uşaqlarun bir deste gül bağlasın,
    yel gelende ver getirsin bu yana,
    belke menim yatmış bextim oyana.
    -----------------------------------------------------
    heyder baba, gün arkanı dağlasın,
    yüzün gülsün, bulakların ağlasın,
    uşakların bir deste gül bağlasın
    yel gelirken ver getirsin bu yana,
    belki benim yatmış bahtım uyana.

    (gün arkanı dağlasın - “güneş arkanı ısıtsın” anlamında kullanılmaktadır
    uşak - aynen karadeniz’de olduğu gibi çocuk anlamına gelmektedir)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, senin yüzün ağ olsun,
    dörd bir yanın bulaq olsun, bağ olsun,
    bizden sonra senin başın sağ olsun,
    dünya qezov-qeder, ölüm-itimdir,
    dünya boyu oğulsuzdur, yetimdir.
    ----------------------------------------------------------
    heyder baba, senin alnın ağ olsun,
    dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
    bizden sonra senin başın sağ olsun,
    dünya kaza kader, ölüm yitimdir,
    dünya boyu oğulsuzdur, yetimdir.

    (ağ olsun - ak olsun)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, yolum senden kec oldu,
    ömrüm keçdi, gelemmedim, gec oldu,
    heç bilmedim gözellerin necoldu,
    bilmez idim döngeler var, dönüm var,
    itginlik var, ayrılık var, ölüm var.
    ----------------------------------------------------------
    heyder baba, yolum senden keç oldu,
    ömrüm geçti, gelemedim, geç oldu.
    hiç bilmedim güzellerin nic’oldu,
    bilmez idim döngeler var, dönüm var,
    yitiklik var, ayrılık var, ölüm var.

    (keç olmak – ters olmak, farklı istikametlerde olmak.
    nic’oldu – “nice oldu”, “nasıl oldu”nun şehriyar’a uymak için uydurduğum kısaltması)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, igid emek itirmez,
    ömür keçer, efsus bere bitirmez,
    namerd olan ömrü başa yetirmez,
    biz de vallah, unutmarıq sizleri,
    göremmesek, halal edin bizleri.
    ---------------------------------------------------
    heyder baba, yiğit emek yitirmez,
    ömür geçer, esef ukde bitirmez,
    namert olan ömrü başa yetirmez,
    biz de vallah, unutmayız sizleri,
    görmesek de helal edin bizleri.

    (efsus bere bitirmez - esef ukde bitirmez, hayıflanmakla dertler bitmez)
    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, mirejder seslenende,
    kend içine sesden-küyden düşende,
    aşıq rüstem sazın dillendirende,
    yadındadır, ne hövlesek qaçardım?
    quşlar tekin qanad çalıb uçardım.
    -----------------------------------------------------
    heyder baba, mirajdar seslenirken,
    köy içinde şamata yükselirken,
    aşık rüstem sazın dillendirirken,
    yadında mı, ne telaşla koşardım?
    kuşlar gibi kanat çırpıp uçardım.

    (mirajdar - “mir”den de belli olduğu üzere bir seyit ismi. köydeki amcalardan biri. şiirin geri kalan bölümlerinde bolca benzer isimlere rastlanılacak)
    -------------------------------******************------------------------------

    şengilava yurdu, aşıq alması,
    gahdan gedib orda qonaq qalması,
    daş atması, alma-heyva salması,
    qalıb şirin yuxu kimin yadımda,
    eser qoyub ruhumda, her zadımda.
    ---------------------------------------------------
    şengilava yurdu, aşık elması,
    bazen gidip orda konuk kalması,
    taş atması, elma, ayva salması,
    kalmış tatlı rüya gibi yadımda,
    eser koymuş ruhumda, her yanımda.

    (şengilava – bir köy
    aşık elması - bir elma çeşidi
    gahdan - “kah” demek, ben “bazen” yazdım. “zad” “şey” demek. ben “yan” olarak salladım.
    elma, ayva salmak - elma ayva düşürmek. kafiyenin belini kırmak istemedim)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, quru gölün qazları,
    gediklerin sazaq çalan sazları,
    kend-kövşenin payızları, yazları,
    bir sinema perdesidir gözümde,
    tek oturub, seyr ederem özüm de.
    ------------------------------------------------------
    heyder baba, kuru gölün kazları,
    gediklerin sazak çalan sazları,
    köyün-çayırın sonbaharı, yazları,
    bir sinema perdesidir gözümde,
    tek oturup seyrederim özüm de.

    (özüm de - kendim de)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, qaraçemen cadası,
    çovuşların geler sesi, sedası,
    kerbelaya gedenlerin qadası,
    düşsün bu ac yolsuzların gözüne,
    temeddünün uyduq yalan sözüne.
    -------------------------------------------------------
    heyder baba, karaçimen cadası,
    çavuşların gelir sesi, sedası.
    kerbela’ya gidenlerin gadası,
    düşsün bu aç yolsuzların gözüne,
    temeddünün uyduk yalan sözüne.

    (karaçimen cadası - “karaçimen caddesi” olarak sallamıştım ilk başta, “cada”nın “yol” veya “cadde” anlamına geldiğini uydurmuştum nedensizce, sonradan kafiye nedeni ile olduğu gibi bırakmaya karar verdim. yine de cadanın yol, cadde, semt veya geçit gibi bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
    kerbala - mekke dışında şiiler için kutsal mekanlardan biri de kerbala'dır. bir diğeri ise meşhed'dir
    gada – dert, bela
    temeddün – terakki. “gelişecez diyerekten kandırdılar bizi, tek gelişen yolsuzluk oldu” diyor şair burada sanırım)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, şeytan bizi azdırıb,
    mehebbeti üreklerden qazdırıb,
    qara günün ser-nüviştin yazdırıb,
    salıb xalqı bir-birinin canına,
    barışığı beleşdirib qanına.
    ------------------------------------------------------------
    heyder baba, şeytan bizi azdırmış,
    muhabbeti yüreklerden kazdırmış,
    kara günün kaderini yazdırmış,
    salmış halkı bir birinin canına,
    barışığı bulaştırmış kanına.

    (azdırmış – saptırmış, yolumuzu kaybettirmiş
    kazdırmış – kazımış, söküp atmış
    ser-nüvişt – osmanlıcada da "kader", "alın yazısı" anlamına gelmektedir.
    halkı veya insanları bir birlerinin canına salmak – birbirlerinin canına kast etmelerini sağlamak
    barışığı bulaştırmış kanına – barışın yolunu kana boyamış gibi bir şey)

    -------------------------------******************------------------------------

    göz yaşına baxan olsa, qan axmaz,
    insan olan xencer beline taxmaz,
    amma heyif, kor tutduğun buraxmaz,
    behiştimiz cehennem olmaqdadır,
    zilhiccemiz meherrem olmaqdadır.
    ----------------------------------------------------------------
    göz yaşına bakan olsa kan akmaz,
    insan olan hançer beline takmaz,
    amma yazık, kör tuttuğun bırakmaz,
    behiştimiz cehennem olmaktadır,
    zilhiccemiz muharrem olmaktadır.

    (behişt – cennet.
    zilhicce – haccın gerçekleştirildiği aydır. yani bayram olması gereken zilhicce, hz. hüseyin’in katledildiği muharrem ayına dönüşmektedir.)

    -------------------------------******************------------------------------

    xezan yeli yarpaqları tökende,
    bulud dağdan yenib kende köçende,
    şeyxülislam gözel sesin çekende,
    nisgilli söz üreklere deyerdi,
    ağaclar da allaha baş eyerdi.
    ------------------------------------------------------
    hazan yeli yaprakları dökerken,
    bulut dağdan inip köye göçerken,
    şeyhülislam güzel sesin çekerken,
    kederli söz yüreklere değerdi,
    ağaçlar da allah’a baş eğerdi.

    (şeyhülislam güzel sesin çekerken - sanırım şeyhülislamın hüzünlü bir dini hikaye hikaye anlatması veya mersiye çekmesi kastediliyor ve burada da “kederli söz yüreklere değerdi”den kasıt kederli sözün kalplere dokunmasıdır.)

    -------------------------------******************------------------------------

    daşlı bulaq daş-qumunan dolmasın,
    bağçaları saralmasın, solmasın,
    ordan keçen atlı susuz olmasın,
    deyne bulaq, xeyrin olsun, axarsan,
    üfüqlere xumar-xumar baxarsan.
    ----------------------------------------------------------
    taşlı bulak taş, kum ile dolmasın,
    bahçeleri sararmasın, solmasın,
    ordan geçen atlı susuz olmasın,
    de ki bulak, hayrın olsun, akarsan,
    ufuklara humar humar bakarsan.

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, dağın daşın seresi,
    keklik oxur, dalısında feresi,
    quzuların ağı, bozu, qeresı,
    bir gedeydim dağ-dereler uzunu,
    oxuyaydım: “çoban, qaytar quzunu”.
    ----------------------------------------------------------------
    heyder baba, dağın, taşın sırası,
    keklik okur, arkasında feresi,
    kuzuların ağı, bozu, karası,
    bir gideydim dağ dereler uzunu,
    okuyaydım “çoban gaytar kuzunu”.

    (sere – hem “sıra” hem de “kürsü” anlamına gelmektedir. sözlükte ozerozer “tuğranın alt kısmında yer alan, içinde metnin bulunduğu bölümün adı” olarak açıklamış aynı zamanda.
    fere – tavuk, keklik gibi canlıların yavrularına denir.
    çoban gaytar kuzunu - bir halk türküsüdür. “kuzuyu (kuzu sürüsünü) geri çevir” anlamına geliyor)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, sulu yerin düzünde,
    bulaq qaynar çay-çemenin gözünde,
    bulaqotu üzer suyun üzünde,
    gözel quşlar ordan gelib keçerler,
    xelvetleyib bulaqdan su içerler.
    -----------------------------------------------------------
    heyder baba, sulu yerin düzünde,
    bulak kaynar, çay-çemenin gözünde,
    bulak otu yüzer suyun yüzünde,
    güzel kuşlar ordan gelip geçerler,
    çaktırmadan bulaktan su içerler.

    (sulu yer – bir yer adıdır. “sulu yerin düzü” “sulu yeri’n ovası” anlamına geliyor tahminen.
    burada şair-i azamın kullandığı “halvetleyip” (xelvetleyib) “çaktırmadan” anlamına geliyor. “halvetçe” de “gizlice” demek.)

    -------------------------------******************------------------------------

    biçin üstü sünbül biçen oraqlar,
    ele bil ki, zülfü darar daraqlar,
    şikarçılar bildirçini soraqlar,
    biçinçiler ayranların içerler,
    bihuşlanıb sondan durub biçerler.
    -----------------------------------------------------------
    hasat üstü sümbül biçen oraklar,
    hani sanki zülfü tarar taraklar,
    şikarcılar bıldırcını sorarlar.
    biçiciler ayranların içerler,
    bi kestirip sonra kalkıp biçerler.

    (şikarcı – avcı)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, kendin günü batanda,
    uşaqların şamın yeyib yatanda,
    ay buluddan çıxıb qaş-göz atanda,
    bizden de bir sen onlara qisse de,
    qissemizde çoxlu qemü-qüsse de.
    ------------------------------------------------------------------
    heyder baba, köyün günü batarken,
    uşakların şamın yiyip yatarken.
    ay buluttan çıkıp kaş göz atarken.
    bizden de bir sen onlara kıssa de,
    kıssamızda çoklu gam-u kusse de.

    (şam – akşam yemeği
    gam-u kusse – gam ve keder. kafiyenin içine etmemek için bu şekilde bıraktım. “qüsse” “keder” anlamına geliyor)
    -------------------------------******************------------------------------

    qarı nene gece nağıl deyende,
    külek qalxıb qapı-bacanı döyende,
    qurd keçinin şengülüsün yeyende,
    men qayıdıb bir de uşaq olaydım,
    bir gül açıb ondan sonra solaydım.
    ----------------------------------------------------
    yaşlı nine gece masal söylerken,
    rüzgar kalkıp kapı-bacayı döverken.
    kurt keçinin şengülüsünü yerken.
    ben dönüp de bir de uşak olaydım,
    bir gül açıp ondan sonra solaydım.

    (burada kurdun keçinin şengülüsünü yemesi bir masala göndermedir. masala göre keçinin üç yavrusu – şengülüm, şüngülüm ve mengülüm – varmış. keçi yavrularına yem bulmak için dağlara, ormanlara giderken kurt bin bir hile ile evin arkadan yavrular tarafından kitlenmiş olan kapısını açtırıyor ve yavrulardan mengülümü yiyor. sonra da keçi kurdu bulup intikamını alıyor. şair burada kurdun mengülümü değil, şengülümü yediğini söylüyor. boynumuz kıldan ince şairin karşısında, o ne derse odur.)

    -------------------------------******************------------------------------

    emmecanın bal-bellesin yeyerdim,
    sondan durub üst donumu geyerdim,
    bağçalarda tiringeni deyerdim,
    ay özümü o ezdiren günlerim,
    ağac minib, at gezdiren günlerim.
    ---------------------------------------------------
    ben yengemin bal-bellesini yerdim,
    sonra kalkıp üst donumu giyerdim,
    bahçelerde tringeni söylerdim,
    ah kendimi şımarttığım günlerim,
    ağaç binip, at gezdiren günlerim.

    (emmecan – amcanın eşi
    bal-belle – bal dürümü gibi bir şey
    tiringe – güney azerbaycan’a ait bir çeşit muğam)

    -------------------------------******************------------------------------

    heçi xala çayda paltar yuyardı,
    memmedsadıx damlarını suvardı,
    heç bilmezdik dağdır, daşdır, divardır
    her yan geldi, şıllaq atıb aşardıq,
    allah, ne xoş, qemsiz-qemsiz yaşardıq.
    -----------------------------------------------------------
    heçi hala çayda giysi yıkardı,
    mehmetsadık damlarını sıvardı,
    hiç bilmezdik dağdır, taştır, duvardır,
    neresi olsa çifte atıp aşardık,
    allah, he hoş, gamsız gamsız yaşardık.

    (paltar – elibse; çamaşır. giysi dedim ben, kendimce kafiyeye zarar vermek istemedim.)

    -------------------------------******************------------------------------

    şeyxelislam münacatı deyerdi,
    meşedrehim lebbadeni geyerdi,
    meşdeceli bozbaşları yeyerdi,
    biz xoş idik, heyrat olsun, toy olsun,
    ferq elemez, her nolacaq, qoy olsun.
    ------------------------------------------------------------
    şeyhülislam münacatı söylerdi,
    meşedrahim lebbadeni giyerdi,
    meşdeceli bozbaşları yiyerdi,
    biz hoş idik, gam olsun, düğün olsun,
    fark etmez, her n’olacak, bırak olsun.

    (bu haliyle içine ettim tabii ki kafiyenin, şiirin, falan. benden bu kadar olur doğal olarak. neyse…
    münacat – bir çeşit dua
    lebbade – yeleğe benzeyen, ama çok da benzemeyen bir giysi
    bozbaş – etli, sulu bir yemek
    yiyerdi – yerdi (heceye ve kafiyeye kıyamadım)
    heyrat – benim bildiğim kadarıyla “şaşkınlık” anlamına geliyor, "hayret" gibi. ama genellikle kötü bir haberden kaynaklanan şaşkınlık olduğu için “gam” olarak çevirdim)

    -------------------------------******************------------------------------

    melikniyaz verendilin salardı,
    atın çapıb qıyqacıdan çalardı,
    qırğı tekin gedik başın alardı.
    dolayıya qızlar açıb pencere,
    pencerelerden ne gözel menzere.
    ----------------------------------------------------
    melikniyaz verendilin asardı,
    atın çapıp kirişleme çalardı,
    şahin gibi gedik başına varırdı,
    ötelere kızlar açmış pencere,
    pencerelerden ne güzel manzara.

    (verendil – bir çeşit tüfek)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, kendin toyun tutanda,
    qız gelinler hena, pilte satanda,
    bey geline damdan alma atanda,
    menim de o qızlarında gözüm var,
    aşıqların sazlarında sözüm var.
    --------------------------------------------------------
    heyder baba, köy düğünü yaparken,
    kız gelinler kına, fitil satarken,
    damat geline damdan elma atarken,
    benim de o kızlarında gözüm var,
    aşıkların sazlarında sözüm var.

    (damadın geline damdan elma veya şeker atması bir adettir. gelinin damadın evine düğün kafilesi ile arz-ı endam ettiği sırada damat yüksek bir damdan gelinin kafasına elmalar, madeni paralar veya şekerler yağdırır. gelenek işte, ne yapalım.)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, bulaqların yarpızı,
    bostanların gülbeseri, qarpızı,
    çerçilerin ağ nobatı, saqqızı,
    indi de var damağımda, dad verer
    itgin geden günlerimden yad verer.
    -----------------------------------------------------------
    heyder baba, bulakların yarpızı,
    bostanların gülbeseri, karpuzu,
    çerçilerin ak nebatı, sakızı,
    şimdi de var damağımda tat verir,
    yitip giden günlerimden yad verir.

    (yarpız – daha çok sulak topraklarda olan nane
    gülbeser – salatalık
    nebat – bir çeşit güzel kokulu şeker. büyük parçalar halinde bulunur)

    -------------------------------******************------------------------------

    bayram idi, gecequşu oxurdu,
    adaxlı qız bey corabın toxurdu,
    her kes şalın bir bacadan soxurdu,
    ay ne gözel qaydadı şal sallamaq,
    bey şalına bayramlığın bağlamaq.
    ----------------------------------------------------
    bayram idi, gecekuşu okurdu,
    adaklı kız damat çorabın dokurdu,
    herkes şalın bir bacadan sokardı,
    ah ne güzel adetti şal sallamak,
    damat şalına bayramlığın bağlamak.

    (şal sallamak - bir nevruz geleneğidir ve kelime anlamı "şal sarkıtmak"tır, kafiyeye bozmadım burada. çocuklar şal veya bir ip bağladıkları torbayı bir evin bacasından sarkıtır veya kapısından içeri atarlar. şal veya torba atan gözükmez. ev sahibi de kim olduğunu merak etmez, zira ayıp olur öğrenmeye çalışırsa. gelen tanrı misafiridir ve yapılması gereken en güzel şekilde torbayı veya şalı şekerle, kurabiyeyle, ev baklavasıyla, bölgeye özgü, lezzetli mi lezzetli şekerburalarla doldurmaktır.)
    -------------------------------******************------------------------------

    şal istedim men de evde ağladım,
    bir şal alıb tez belime bağladım,
    qulamgile qaçdım, şalı salladım,
    fatma xala mene corab bağladı,
    xan nenemi yada salıb ağladı.
    --------------------------------------------------
    şal istedim ben de, evde ağladım,
    bir şal alıp tez belime bağladım,
    kulamgile koştum, şalı salladım,
    fatma hala bana çorap bağladı,
    han ninemi hatırlayıp ağladı.

    (şimdi, fatma hala tarafından çocuk şehriyar’a çorap hediye edilmiş. yalnız han nine’yi hatırlayıp ağlaması muhtemelen şöyledir: genellikle torbadan veya şaldan çocuğun hangi aileden olduğunu ev sahibi anlıyor. bazen de zorla da olsa çocuğu eve çağırıp ağırlıyor bu aile. burada da aynısı oluyor tahminen, şalın şehriyar’ın han ninesine ait olduğunu fark eden fatma hala vefat etmiş olan han nineyi hatırlayıp duygulanıyor ve ağlıyor.)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, mirzemmedin bağçası,
    bağçaların turşaşirin alçası,
    gelinlerin düzmeleri, taxçası
    hey düzüler gözlerimin refinde,
    heyime vurar xatireler sefinde.
    -----------------------------------------------------------
    heyder baba, mirzemmed’in bahçesi,
    bahçelerin ekşi tatlı alçası,
    gelinlerin düzmeleri, tahçası
    hep dizilir gözlerimin rafında,
    hep anarım hatıralar safında.

    (alça – bir çeşit erik. bildiğimiz erikten daha küçük ve daha ekşi olur.
    düzme ve tahça – bildiğim kadarı ile ikisi de “raf” anlamına geliyor. düzmenin daha farklı bir anlamı da olabilir ama.)

    -------------------------------******************------------------------------

    bayram olub, qızıl palçıq ezerler,
    naqqış vurub, otaqları bezerler,
    taxçalara dizmeleri dizerler
    qız-gelinin fındıqçası, henası,
    heveslener anası, qaynanası.
    -----------------------------------------------------
    bayram olup kızıl balçık ezerler,
    nakış vurup, otağları bezerler,
    tahçalara dizmeleri dizerler,
    kız gelinin fındıkçası, kınası,
    heveslenir anası, kaynanası.

    (kızıl balçık – sanırım bir çeşit kına
    fındıkça – bir çeşit kına yakma şekli. ayrıca “kedi pençesi”, “dilber duvağı”, “kuşgözü”, “sıvama”, “balıklı” gibi çeşitli kına yakma şekilleri mevcuttur ve kına gecelerinde uygulamaları yapılır.)

    -------------------------------******************------------------------------

    baxıcının sözü-sovu, kağızı
    ineklerin bulaması, ağızı,
    çerşenbenin girdekanı, mövizi
    qızlar deyer: “atıl-matıl, çerşenbe,
    ayna tekin bextim açıl, çerşenbe”.
    ----------------------------------------------------
    bakıcının sözü, kelamı, kağızı,
    ineklerin bulaması, ağızı,
    çarşambanın cevizleri, mövizi,
    kızlar söyler “atıl matıl çarşamba,
    ayna gibi bahtım açıl çarşamba”.

    (kağızı – kağıdı
    ineklerin bulaması, ağızı – ağız inek hemen doğurduktan sonra sağılan süttür. bulama ise bu sütten yapılan bir yemektir. ağız normal sütten çok daha yağlıdır ve tadı farklıdır.
    möviz – kuru üzüm. bir de kişmiş var aynı anlama gelen, ama kişmiş daha küçük olur ve çekirdeksiz üzümün kurusudur. mövizde ise üzüm taneleri rahatsızlık vermeye devam ederler.
    çarşamba – buradaki çarşambadan kasıt herhangi bir çarşamba değil. zerdüştlükte nevruz gününe kadar dört kutsal çarşamba vardır: su çarşambası, ateş çarşambası, rüzgar çarşambası ve toprak çarşambası. bunlardan en muhteşem kutlananı ateş çarşambasıdır. bu mısralardaki çarşamba ise bence su çarşambasıdır. güneş yeni doğmuşken bir çeşme başına gidilir ve suyun üzerinden atlamak sureti ile dilek tutulur. “ayna gibi bahtım açıl” da bu bağlamda bir dilektir sanırsam.)

    -------------------------------******************------------------------------

    yumurtanı göyçek, güllü boyardıq,
    çaqqışdırıb sınanların soyardıq,
    oynamaqdan birce meger doyardıq,
    eli mene yaşıl aşıq vererdi,
    irza mene novruzgülü dererdi.
    --------------------------------------------------------------
    yumurtayı gökçek, güllü boyardık,
    tokuşturup kırılanları soyardık,
    oynamaya sanma ki biz doyardık,
    ali bana yeşil aşık verirdi,
    rıza bana nevruz gülü dererdi.

    (aşık – “aşık atmak” deyimindeki oyun aleti olan aşık.
    oynamaya sanma ki biz doyardık – bu çeviriden emin değilim.
    irza – şair burada klasik bir yaşlı gibi rıza’ya irza demektedir, kadim türkçe’deki kelimelerin “r” ile başlamadığı hadisesinden mütevellit)

    -------------------------------******************------------------------------

    novruzeli xermende vel sürerdi,
    gahdan yenib küleşlerin kürerdi,
    dağdan da bir çoban iti hürerdi,
    onda gördün, ulaq ayaq saxladı,
    dağa baxıb qulaqların şaxladı.
    -----------------------------------------------------
    nevruzali harmanda döven sürerdi,
    bazen inip samanların kürerdi,
    dağda da bir çoban iti ürürdü,
    bir bakmışsın, eşek durmuş bekliyor,
    dağa bakıp kulakların dikiyor.

    -------------------------------******************------------------------------

    axşambaşı naxırınan gelende,
    qoduqları çekib vurardıq bende,
    naxır keçib gedib yetende kende,
    heyvanları çılpaq minib qovardıq,
    söz çıxsaydı, sine gerib sovardıq. .
    ------------------------------------------------------
    akşamüstü nahırla geldiğimde,
    sıpaları çekip bağlardık bende,
    nahır geçip gidip köye yettiğinde,
    hayvanları çıplak binip kovardık,
    söz olsaydı, sine gerip savardık.

    -------------------------------******************------------------------------

    yaz gecesi çayda sular şarıldar,
    daş qayalar selde aşıb karıldar,
    qaranlıqda qurdun gözü parıldar,
    itler gördün, qurdu seçib ulaşdı,
    qurd da gördün, qalxıb gedikden aşdı.
    -------------------------------------------------------------
    yaz gecesi çayda sular şarıldar,
    taş kayalar selde dönüp hırıldar,
    karanlıkta kurdun gözü parıldar,
    itler bakarsın, kurdu seçip uluştu,
    kurt da bakarsın, kalkıp gedikten aştı.

    (“ulumak” topluca yapılınca “uluşmak” oldu burada)

    -------------------------------******************------------------------------

    qış gecesi tövlelerin otağı,
    kendlilerin oturağı, yatağı,
    buxarıda yanar odun yanağı,
    şebçeresi, girdekanı, iydesi,
    kendi basar gülüb-danışmaq sesi.
    ------------------------------------------------------
    kış gecesi tavlaların otağı,
    köylülerin oturağı, yatağı,
    şöminede yanar odun yanağı,
    çerezleri, cevizleri, iğdesi,
    köyü kaplar gülüp konuşmak sesi.

    (tavlaların otağı - büyük ahır içinde bulunan odacık)

    -------------------------------******************------------------------------

    şüca xaloğlunun bakı sovqatı,
    damda qurar samavarı, söhbeti,
    yadımdadı şestli qeddi, qameti,
    cünemmeyin toyu döndü yas oldu,
    neneqızın bext aynası kas oldu.
    --------------------------------------------------------------
    şüca halaoğlunun bakü peşkeşi,
    damda kuran semaveri, sohbeti,
    yadımdadır afur boyu, kameti,
    daha gençken düğünü döndü yas oldu,
    ninekız’ın baht aynası kas oldu.

    (baht aynası kas oldu – “kas oldu”nun anlamını bilmiyorum, ama “baht aynası kas oldu” “bahtı kara oldu” anlamına geliyor herhalde.)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, neneqızın gözleri,
    rexşendenin şirin-şirin sözleri,
    türki dedim, oxusunlar özleri,
    bilsinler ki, adam geder, ad qalar,
    yaxşı-pisden ağızda bir dad qalar.
    -------------------------------------------------------
    heyder baba, nenekız’ın gözleri,
    rahşende’nin şirin şirin sözleri,
    türkü dedim, okusunlar özleri,
    bilsinler ki insan gider ad kalır,
    iyi-kötüden ağızda bir tat kalır.

    (okusunlar özleri – kendileri okusunlar)

    -------------------------------******************------------------------------

    yaz qabağı gün güneyi döyende,
    kend uşağı qar güllesin sövende,
    kürekçiler dağda kürek zivende,
    menim ruhum ele bilin ordadır,
    keklik kimi batıb qalıb, qardadır.
    -----------------------------------------------------
    yaz öncesi gün güneyi döverken,
    köy uşağı kartopunu söverken,
    kızakçılar dağda kızak kayarken,
    benim ruhum hayal edin ordadır,
    keklik gibi batıp kalıp, kardadır.

    -------------------------------******************------------------------------

    qarı nene uzadanda işini,
    gün buludda eyirerdi teşini,
    qurd qocalıb, çekdirende dişini,
    sürü qalxıb dolayıdan aşardı,
    badyaların südü aşıb-daşardı.
    ------------------------------------------------------------
    yaşlı nine uzatırken işini,
    gün bulutta eğirirdi teşini,
    kurt kocayıp çektirirken dişini,
    sürü kalkıp ötelerden aşardı,
    badyaların sütü aşıp taşardı.

    (teşi – yün eğirmek için tokmak şeklinde, ucunda kanca olan bir çeşit el aleti)

    -------------------------------******************------------------------------

    heccesultan emme dişin qısardı,
    mollabağır emoğlu tez mısardı,
    tendir yanıb, tüstü evi basardı,
    çaydanımız ersin üste qaynardı,
    qovurğamız sac içinde oynardı.

    haccesultan emme dişin kısardı,
    mollabağır emmoğlu tez pısardı,
    tandır yanıp, duman evi basardı,
    çaydanlığımız ersin üste kaynardı,
    kavurgamız sac içinde oynardı.

    (emme – “emmecan”ın veya “emicanı”nın kısaltması, yani amcanın eşi
    dişin kısmak – dişlerini gıcırdatarak kızmak
    ersin – ateş küreği)

    -------------------------------******************------------------------------

    bostan pozub getirirdik aşağı,
    doldururduq evde taxta-tabağı,
    tendirlerde bişirerdik qabağı,
    özün yeyib, toxumların çırtlardıq,
    çox yemekden lap az qala çatlardıq.
    ----------------------------------------------------------------
    bostan bozup getirirdik aşağı,
    doldururduk evde tahta tabağı,
    tandırlarda pişirirdik kabağı,
    kendin yiyip, tohumların çitlerdik,
    çok yemekten neredeyse çatlardık,

    (lap az kala – az kalsın demek. “lap” “çok daha” anlamına geliyor.)

    -------------------------------******************------------------------------

    verziğandan armud satan gelende,
    uşaqların sesi düşerdi kende,
    biz de bu yandan eşidib bilende,
    şıllaq atıb bir qışqırıq salardıq,
    buğda verib armudlardan alardıq.
    -----------------------------------------------------------------
    verziğan’dan armutçu geldiğinde,
    uşakların sesi düşerdi kente,
    biz de bu yandan işitip bilende,
    çifte atıp bir yaygara salardık,
    buğday verip, armutları alırdık.

    (verziğan – bir köy
    armutçu – “armut satan” demiş şair de, kafiye o kadar kötü oldu ki aynısını yazınca, “armutçu”yu uydurdum
    kend – aslında köy demek. kafiye nedeniyle dokunmadım
    işitip bilende – duyup öğrendiğimizde, işitip bildiğimizde)

    -------------------------------******************------------------------------

    mirze tağıynan gece getdik çaya,
    men baxıram selde boğulmuş aya,
    birden ışıq düşdü o tay bağçaya,
    “eyvay!” dedik, “qurddu!”, qayıtdıq, qaçdıq,
    heç bilmedik ne vaxt küllükden aşdıq.
    --------------------------------------------------------------------
    mirza tağı ile gece gittik çaya,
    ben bakıyom selde boğulmuş aya.
    bir an ışık düştü öte bahçeye,
    “eyvah” dedik, “kurttur” dönüp de kaçtık,
    hiç bilmedik n’ara çöplükten aştık.

    (n’ara – ne ara, ne zaman. ben uydurdum)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, ağaçların ucaldı,
    amma hayıf, cavanların qocaldı,
    toğluların arıqlayıb acaldı,
    kölge döndü, gün batdı, qaş qareldi,
    qurdun gözü qaranlıqda bereldi.
    ------------------------------------------------------------------
    heyder baba, ağaçların yüceldi,
    amma hayıf, civanların kocadı,
    toğluların zayıflayıp aç kaldı,
    gölge döndü, gün battı, kaş karardı,
    kurdun gözü karanlıkta bereldi.

    (toğlu – genç koyun. kuzudan daha yaşlı ama.
    gözü bereldi – gözü fal taşı gibi açıldı)

    -------------------------------******************------------------------------

    eşitmişem yanır allah çırağı,
    dair olub mescidizin bulağı,
    rahat olub kendin evi, uşağı,
    mensurxanın eli-qolu var olsun,
    harda qalsa, allah ona yar olsun.
    ------------------------------------------------------------------
    işittim yanıyor allah çırağı,
    dair olmuş caminizin bulağı,
    rahat olmuş köyün evi, uşağı.
    mansurhan’ın eli kolu var olsun,
    nerde kalsa, allah ona yar olsun.

    (dair olmuş - sanırım “tamir olmuş” anlamına geliyor.
    mansurhan da tamir ettiren olduğu için ona dua ediyor)

    -------------------------------******************------------------------------

    heyder baba, moll’ ibrahim var, ya yox?
    mekteb açar, oxur uşaqlar, ya yox?
    xermen üstü mektebi bağlar, ya yox?
    menden axunda yetirersen salam,
    edebli bir salam malakelam.
    ------------------------------------------------------------------------------
    heyder baba, moalla ibrahim var, ya yok?
    mektep açar, okur uşaklar, ya yok?
    harman üstü mektebi bağlar, ya yok?
    benden ahunda iletirsin selam,
    adaplı bir selam un aleykelam.

    (“harman üstü mektebi bağlar, ya yok” – “harman zamanı, harmana az bir süre kala okul kapanıyor mu”)

    -------------------------------******************------------------------------

    heccesultan emme gedib tebrize
    amma ne tebriz ki, gelemmir bize,
    balam, durun qoyaq gedek evimize,
    ağa öldü, tufağımız dağıldı,
    qoyun olan yad gediben sağıldı.
    ------------------------------------------------------------------------------
    haccesultan yenge gitmiş tebriz’e,
    amma ne tebriz ki, gelemiyor bize,
    balam, kalkın gidelim evimize,
    ağa öldü, düzenimiz dağıldı,
    koyun olan yad ellerce sağıldı.

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, dünya yalan dünyadı,
    süleymandan, nuhdan qalan dünyadı,
    oğul doğan, derde salan dünyadı,
    her kimseye her ne verib, alıbdı,
    eflatundan bir quru ad qalıbdı.
    --------------------------------------------------------------
    heyder baba, dünya yalan dünyadır,
    süleyman’dan, nuh’tan kalan dünyadır,
    oğul doğan, derde salan dünyadır,
    her kimseye her ne vermiş, almıştır,
    eflatun’dan bir kuru ad kalmıştır.

    (oğul doğan - "doğmak" azerbaycan tükçesinde "doğurmak" anlamına gelmektedir. yani "oğul doğan dünyadır" tabirini, "oğul doğuran dünyadır" olarak anlamamız gerekiyor)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, yaru-yoldaş döndüler,
    bir-bir meni çölde qoyub, çöndüler,
    çeşmelerim, çıraqlarım söndüler,
    yaman yerde gün döndü, axşam oldu,
    dünya bize xarabei-şam oldu.
    ---------------------------------------------------------------------
    heyder baba, yar ve yoldaş döndüler,
    tek tek beni çölde bırakıp çöndüler,
    çeşmelerim, çıraklarım söndüler,
    yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
    dünya bize harabeyi şam oldu.

    (çöndüler – döndüler
    harabeyi şam – akşam harabesi)

    -------------------------******************------------------------------

    emoğluynan geden gece qıpçağa,
    ay ki, çıxdı, atlar geldi oynağa,
    dırmaşırdıq, dağdan aşırdıq dağa,
    meşmemixan göy atını oynatdı,
    tüfengini aşırdı, şaqqıldatdı.
    ----------------------------------------------------------
    emmoğluyla giden gece kıpçağ’a,
    ay ki çıktı, atlar geldi oynağa,
    tırmanırdık, dağdan aşardık dağa,
    meşmemihan gök atını oynattı,
    tüfeğini sarkıttı, şakırdattı.

    (kıpçak – bir köy
    gök – mavi)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, qara kolun deresi,
    xoşginab’ın yolu, bendi, beresi,
    orda düşer çil kekliyin feresi,
    ordan keçer yurdumuzun özüne,
    biz de keçek yurdumuzun sözüne.
    ----------------------------------------------------------------------
    heyder baba, karaçalı deresi,
    hoşginab’ın yolu, bendi, beresi,
    orda düşer çil kekliğin feresi,
    ordan geçer yurdumuzun özüne,
    biz de geçek yurdumuzun sözüne.

    (karaçalı deresi – bir dere
    hoşginab –şehriyar’ın köyü
    keklik feresi – keklik yavrusu)

    -------------------------******************------------------------------

    xoşginabı yaman güne kim salıb?
    seyidlerden kim qırılıb, kim qalıb?
    amir qafar dam daşını kim alıb?
    bulaq gene gelib gölü doldurur,
    ya quruyub, bağçaları soldurur?
    ---------------------------------------------------------------
    hoşginab’ı yaman güne kim saldı?
    seyitlerden kim kırıldı, kim kaldı?
    amir gafar’ın evin barkın kim aldı?
    bulak gene gelip gölü doldurur,
    yoksa kurumuş, bahçeleri soldurur?

    (kırılmak – ölmek)

    -------------------------******************------------------------------

    amir qafar seyidlerin tacıydı,
    şahlar şikar etmesi qıyqacıydı,
    merde şirin, namerde çox acıydı,
    mezlumların haqqı üste eserdi,
    zalimleri qılınc tekin keserdi.

    amir gafar seyitlerin tacıydı,
    şahlar şikar etmesi gıygacıydı,
    merde şirin, namerde çok acıydı,
    mazlumların hakkı üste eserdi,
    zalimleri kılıç gibi keserdi.

    (gıygacı – “çapraz”, “kirişleme” demek. burada “şahlar şikar etmesi gıygacıydı” başka bir anlamda kullanılmış, ama çözemedim. yukarıda bir yerde daha “qıyqacı” kelimesini aynı şekilde çevirdim. belki de “afili” anlamına geliyor.
    hakkı üste eserdi – haklarının üzerine titrerdi.)

    -------------------------******************------------------------------

    mirmustafa dayı, ucaboy baba,
    heykelli-saqqallı tolustoy baba,
    eylerdi yas meclisini toy, baba
    xoşginabın abırlısı, erdemi,
    mescidlerin, meclislerin görkemi.
    -------------------------------------------------------------------
    mirmustafa dayı, yüce boy baba,
    heykelli, sakallı tolstoy baba,
    eylerdi yas meclisini toy, baba,
    hoşginab’ın edeplisi, erdemi,
    mescitlerin, meclislerin görkemi.

    (toy - düğün. "eylerdi yas meclisini toy baba" ile "yası bile neşeli hale getirirdi" diyor şair, anlaşılacağı üzere.
    mescit iran'da cami anlamına geliyor. buradaki mescit bizdeki mescitle aynı değil yani.
    heykelli – yapılı)
    -------------------------******************------------------------------

    mecidüssadat gülerdi bağlar kimi,
    guruldardı, buludlu dağlar kimi,
    söz ağzında erirdi yağlar kimi,
    alnıaçıq, yaxşı, derin qanardı,
    yaşıl gözler çıraq kimi yanardı.
    ---------------------------------------------------------------
    mecidüssadat gülerdi bağlar gibi,
    gürlerdi, bulutlu dağlar gibi,
    söz ağzında erirdi yağlar gibi,
    alnı açık, iyi, derin kanardı,
    yeşil gözler çırak gibi yanardı.

    (alnı açık – yüzü ak, başı dik
    derin kanardı: her şeyi etraflı bilirdi, iyi anlardı. “kanmak” “anlamak” anlamına geliyor)

    -------------------------******************------------------------------

    menim atam süfreli bir kişiydi,
    el elinden tutmaq onun işiydi,
    gözellerin axıra qalmışıydı,
    ondan sonra dönergeler dönübler,
    mehebbetin çırağları sönübler.
    ------------------------------------------------------------------
    benim babam sofralı bir kişiydi,
    el elinden tutmak onun işiydi,
    güzellerin ahire kalmışıydı,
    ondan sonra dönemeçler dönmüşler,
    muhabbetin çırakları sönmüşler.

    (sofralı – sofrası herkese açık
    güzellerin ahire kalmışıydı – güzel insanların sonuncularındandı)
    -------------------------******************------------------------------

    mirsalehin delisovluq etmesi,
    mirezizin şirin şaxsey getmesi,
    mirmemmedin quruması, bitmesi,
    indi desek, ehvalatdı, nağıldı,
    keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.
    --------------------------------------------------------------------------------
    mirsaleh’in delisovluk etmesi,
    mirzeziz’in şirin şahsey gitmesi,
    mirmemmed’in kuruması, bitmesi,
    şimdi desek, hikayeydi, masaldı,
    geçti gitti, yitti battı, dağıldı.

    (delisovluk etmek – çılgınlık etmek, deli gibi davranmak
    şahsey gitmek – yaslarda veya aşura günlerinde yapılır. mersiye demek anlamına geliyor)

    -------------------------******************------------------------------

    mirebdülün aynada qaş yaxması,
    çövçülerinden qaşının axması,
    boylanması, dam-divardan baxması,
    şah abbasın dürbini, yadeş bexeyr,
    xoşginabın xoş günü, yadeş bexeyr.
    ---------------------------------------------------------------------
    mirabdul’ün aynada kaş yakması,
    şakaklarından kaşının akması,
    bakınması, dam duvardan bakması,
    şah abbas’ın dürbünü, yadeş beheyr,
    hoşginab’ın hoş günü, yadeş beheyr.

    (şimdi, burada “aynada kaş yakmak” “ayna karşısında kaşlarına kına yakmak”tır. “çövçülerinden kaşının akması” da “çövçülerinden kınanın akması”dır. çövçünün anlamını bilmediğim için “şakak” olarak salladım. şah abbas’ın dürbünü de güney azerbaycan masallarında bahsi geçen bir dürbündür. baktığında her şeyi görebiliyorsun. “yadeş beheyr” farsça bir tabirdir. “ne günlerdi ama”, “ne anılardı be” anlamına gelmektedir )

    -------------------------******************------------------------------

    sitar’emme nezikleri yapardı,
    mirqadir de herden birin qapardı,
    qapıb yeyib dayça tekin çapardı,
    gülmeliydi onun nezik qapması,
    emmemin de ersininin şappası.
    -----------------------------------------------------------------------
    sitar yenge nezikleri yapardı,
    mirkadir de bazen birin kapardı,
    kapıp yiyip bir tay gibi çapardı,
    eğlenceliydi onun nezik kapması,
    yengemin de ersininin şappası.

    (nezik – “nazik” de denir. bir çeşit kete
    ersin şappası – ersin (ateş küreği) üzerinde pişirilen bir çeşit çörek)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, amir heyder neyleyir?
    yeqin yene samavarı qeyniyir,
    daha qocalıb, alt engiynen çeyneyir,
    qulaq batıb, gözü girib qaşına,
    yazıq emme, hava gelib başına.
    ------------------------------------------------------------------
    heyder baba, amir heyder n’eyliyor?
    herhalde yine semaveri kaynıyor,
    artık kocayıp, alt çeneyle çiğniyor,
    kulak batmış, gözü girmiş kaşına,
    yazık yenge, hava gelmiş başına.

    (kulak batması – kulakların artık duymaması
    gözü girmiş kaşına – kaşı gözü bir birine karışmış
    başına hava gelmek – kafayı yemek)

    -------------------------******************------------------------------

    xanım emme mirebdülün sözünü,
    eşidende eyer ağzı-gözünü,
    melkamıda verer onun özünü,
    davaların şuxluğunan qatarlar,
    eti yeyib, başı atıb yatarlar.
    -------------------------------------------------------------------
    hanım yenge, mirabdul’ün sözünü,
    işittiğinde eğer ağzın gözünü,
    melkamıda verir onun özünü,
    kavgalarına biraz şuhluk katarlar,
    eti yiyip, kafayı vurup yatarlar.

    (ağız göz eğmek – taklidini yapmak veya kelimeleri eğip bükerek konuşup karşısındakini sinir etmek
    melkamıt – “melek-ül mevt”ten türemiş bir kelimedir. anlaşılacağı üzere "ölüm meleği", yani azrail demektir. ama burada kastedilen yanlış bilmiyorsam “gassal”dır. “melkamıda verir onun özünü” yani “onun kendisini gassala havale edrek beddua eder”)

    -------------------------******************------------------------------

    fizzexanım xoşginabın gülüydü,
    amir yehya emiqızının quluydu,
    rüxsare artist idi, sevgiliydi,
    seyid hüseyn mirsalehi yamsılar,
    emir cefer qeyretlidir, qan salar.
    -----------------------------------------------------------------------------
    fizzehanım hoşginab’ın gülüydü,
    amir yahya emmikızının kuluydu,
    rühsare artist idi, sevgiliydi,
    seyit hüseyin mirsaleh’i yamsılar,
    amir cafer gayretlidir, kan salar.

    (amir yahya emmikızının kuluydu – yani amca kızını çok severdi. bir dediğini iki etmezdi
    yamsılamak – taklit etmek
    gayretli – anadolu türkçesindeki anlamından farklı olarak “civanmert” anlamına geliyor. yani, civanmerttir amir cafer, kan çıkarır yamuk bir durum olursa)

    -------------------------******************------------------------------

    seher tezden naxırçılar gelerdi,
    qoyun-quzu dam-bacadan melerdi,
    emmecanım körpelerin belerdi,
    tendirlerin qovzanardı tüstüsü,
    çöreklerin gözel iyi, istisi.
    --------------------------------------------------------
    sabah erken nahırcılar gelirdi,
    koyun, kuzu dam bacadan melerdi,
    yengem yavrucaklarını belerdi,
    tandırların yükselirdi tütsüsü,
    ekmeklerin güzel kokusu, ısısı.

    -------------------------******************------------------------------

    göyerçinler deste qalxıb uçarlar,
    gün saçanda qızıl perde açarlar,
    qızıl perde açıb, yığıb qaçallar,
    gün ucalıb, artar dağın celalı,
    tebietin cavanlanar cemalı.
    ------------------------------------------------------------
    güvercinler deste kalkıp uçarlar,
    gün saçanda kızıl perde açarlar,
    kızıl perde açıp, toplayıp kaçarlar,
    gün yücelir, artar dağın celali,
    tabiatın zindeleşir cemali.

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, qarlı dağlar aşanda,
    gece karvan yolun azıb çaşanda,
    men hardasam, tehranda, ya kaşanda,
    uzaqlardan gözüm seçer onları,
    xeyal gelib, aşıb keçer onları.
    -------------------------------------------------------------------
    heyder baba, karlı dağlar aşanda,
    gece kervan yolun yitirip şaşanda,
    ben nerdeysem, tahran’da, ya keşan’da,
    uzaklardan gözüm seçer onları,
    hayal gelip, aşıp geçer onları.

    (aşanda – aştığında
    şaşanda – şaştığında)

    -------------------------******************------------------------------

    bir çıxaydım damqayanın daşına,
    bir baxaydım keçmişine, yaşına,
    bir göreydim neler gelib başına,
    men de onun qarlarıyla ağlardım,
    qış donduran ürekleri dağlardım.
    ---------------------------------------------------------------------
    bir çıksaydım damkaya’nın taşına,
    bir baksaydım geçmişine, yaşına,
    bir görseydim neler gelmiş başına,
    ben de onun karlarıyla ağlardım,
    kış donduran yürekleri dağlardım.

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, gül-qönçesi xendandır
    amma hayıf, ürek qezası qandır,
    zindeganlıq, bir qaranlıq zindandır,
    bu zindanın derbeçesin açan yox,
    bu darlıqdan bir qurtulub qaçan yox.
    -----------------------------------------------------------------------
    heyder baba, gül goncası handandır,
    amma hayıf, yürek gıdası kandır,
    zindeganlık bir karanlık zindandır,
    bu zindanın kapısını açan yok,
    bu darlıktan bir kurtulup kaçan yok.

    (derbeçe – bahçe kapısı demek. ben sadece kapı dedim.
    darlık – kötü gün)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, göyler bütün dumandı,
    günlerimiz bir-birinden yamandı,
    bir-birizden ayrılmayın, amandı,
    yaxşılığı elimizden alıblar,
    yaxşı bizi yaman güne salıblar!
    -----------------------------------------------------------------------------------------
    heyder baba, gökler bütün dumandır,
    günlerimiz bir birinden yamandır,
    bir birinizden ayrılmayın, amandır,
    yahşiliği elimizden almışlar,
    yahşi bizi yaman güne salmışlar.

    -------------------------******************------------------------------

    bir soruşun bu qarğınmış felekden,
    ne isteyir bu qurduğu kelekden?
    deyne, keçirt ulduzları elekden,
    qoy tökülsün, bu yer yüzü dağılsın,
    bu şeytanlıq qurğusu bir yığılsın.
    ------------------------------------------------------------------
    bir soruşun bu lanetli felekten,
    ne istiyor, bu kurduğu kelekten,
    söyle, geçir yıldızları elekten,
    bırak dökülsün, bu yeryüzü dağılsın,
    bu şeytanlık kurgusu bir yıkılsın.

    (yığılsın – aslında “yıkılsın” anlamına gelmiyor, “toplansın” anlamına geliyor.)

    -------------------------******************------------------------------

    bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
    bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
    ağlaşaydım uzaq düşen elinen,
    bir göreydim ayrılığı kim saldı?
    ölkemizde kim qırıldı, kim qaldı?
    -------------------------------------------------------------------------
    bir uçaydım, bu çırpınan yel ile,
    birleşeydim dağdan aşan sel ile,
    ağlaşaydım uzak düşen el ile,
    bir göreydim ayrılığı kim salmış?
    ülkemizde kim kırılmış, k,m kalmış?

    (kırılmak – daha önce de bahsi geçmişti, “kırılmak” “ölmek” anlamında kullanılıyor.
    şiirin bu bölümünde biraz üstü kapalı, bir az da “anlayan anlasın kardeşim, bana ne” diyen şehriyar kuzey azerbaycan’dan bahsetmektedir. bölünmüş olan ve kuzeyi ile güneyi arasındaki irtibatın tamamen kesilmiş olduğu azerbaycan’ın kuzey kısmındaki, aras nehrinin beri tarafındaki akrabalarını merak ediyor şair burada.)

    -------------------------******************------------------------------

    men senintek dağa saldım nefesi,
    sen de qaytar, göylere sal bu sesi,
    bayquşun da dar olmasın qefesi,
    burda bir şir darda qalıb, bağırır,
    mürüvvetsiz insanları çağırır.
    ----------------------------------------------------------
    ben sen gibi dağa saldım nefesi,
    sen de çevir, göklere sal bu sesi,
    baykuşun da dar olmasın kafesi,
    burda bir şir darda kalmış, bağırır,
    mürüvvetsiz insanları çağırır.

    (ben sen gibi dağa saldım nefesi – sözümü sana söylüyorum, sana güvendim ey heyder baba dağı
    şir - aslan)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, qeyret qanın qaynarken,
    qaraquşlar senden qopub qalxarken,
    o sıldırım daşlarıynan oynarken,
    qovzan, menim himmetimi orda gör,
    ordan eyil, qametimi darda gör.
    ----------------------------------------------------------------------
    heyder baba, gayret kanın kaynarken,
    karakuşlar senden kopup kalkarken,
    o uçurum taşlarıyla oynarken,
    yüksel, benim himmetimi orda gör,
    ordan eğil, kametimi darda gör.

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, gece durna keçende,
    koroğlunun gözü qara seçende,
    qıratını minib, kesib-biçende,
    men de burdan tez metlebe çatmaram,
    eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.
    --------------------------------------------------------------------
    heyder baba, gece turna geçerken,
    köroğlu’nun gözü kara seçerken,
    kırat’ını binip, kesip biçerken,
    ben de burdan tez metlebe varmazım,
    ayvaz gelip varmayınca yatmazım.

    (metleb – olayın özü, esası, mahiyeti demek. uygun kelimeyi bulamadım.
    şair burada köroğlu destanından bahsediyor. oğlu ayvaz gelmeyince köroğlu bütün gece oğlunu arar ve karanlıkta bulamaz. sabah oğlunun esir alındığını öğrenir ve kırat’a atlayarak düşmanın üzerine gider, oğlunu esirlikten kurtarır. “ayvaz kurtarılmadan, ayvaz'ın kurtarıldığı kısmı duymadan ben uyuyamazdım” diyor şair.)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, merd oğullar doğginan,
    namerdlerin burunların ovginan,
    gediklerde qurdları tut boğginan,
    qoy quzular ayın-şayın otlasın,
    qoyunların quyruqların qatlasın.
    ----------------------------------------------------------------
    heyder baba, mert oğullar doğsana,
    namertlerin burunların ovsana,
    gediklerde kurtlar tutup boğsana,
    bırak kuzular sakin sakin otlasın,
    koyunların kuyrukların katlasın.

    (doğsana – doğursana)

    -------------------------******************------------------------------

    heyder baba, senin gönlün şad olsun,
    dünya varken ağzın dolu dad olsun,
    senden keçen tanış olsun, yad olsun,
    deyne, menim şair oğlum şehriyar,
    bir ömürdür qem üstüne qem qalar.
    ---------------------------------------------------------------------
    heyder baba, senin gönlün şad olsun,
    dünya varken ağzın dolu tat olsun,
    senden geçen tanış olsun, yad olsun,
    de ki, benim şair oğlum şehriyar,
    bir ömürdür gam üstüne gam koyar.
  • guzel sairin kendi dilinden heyder baba'ya selamin oykusu;

    “çocukluk yıllarımdaki arkadaşlarım başta olmak üzere yöre halkının beğenisini kazanabilecek yöre türküleri üslubunda uzunca bir şiir yazmayı hep arzuladım doğrusu. fakat tahran’da uzun süre kalmamın etkisiyle, azerbaycan köylerinin yerel şiirleri ve özellikle de o ince ve esprili tabirlerini hemen hemen unutmuştum. hatta çocukluk dönemime ilişkin anılarım, silik ve anlamsız tablolara dönüşmüştü. ama annemin tahran(a gelmesi, geçmiş günlerden söz etmesi, onun sihirli dilinin etkisi, geçmişi bir masal gibi anlatması ve çocukluk dönemime ait tatlı hikayeleri tazelemesi sayesinde kafamdaki ölüler birden canlanıp, geçmişe ilişkin tablolar da beliriverdiler.”

    “haydar baba’ya selam”ın kendi muhatabı üzerindeki tatlı etkisi ve zevk sahibi her insanı yoğun olarak tâ derinden yakalayan o manevi nüfuzu hakkında şairin kendisi, bu eserin ilham yoluyla yüreğine indiğine, esasen böylesine duygu ve duyarlılık dolu ve aynı zamanda her kesimden insanı etkileyebilecek bir eserin yazılabilmesi için sırf sanatın yeterli olmadığına inanıyor:

    “bir gün nazım’ed-devle’nin evinde toplanmıştık. ben de rahmetli saba ile birlikte nazım’ed-devle’nin oğlu emirhan’ın odasında oturuyordum. “haydar baba”’yı henüz yeni bitirmiştim. belki de henüz tam olarak bitmemişti. her halükarda ondan bazı parçalar okuyordum. o sıralarda nazım’ed-devle’nin tebriz’den getirttiği ve on an evin salonunda çay yapmakla meşgul olan ve aynı zamanda benim dizelerimi de dinleyen bir kadın aşçı, birden perdenin aralığından odaya fırladı ve hızla bana doğru gelerek, kendini benim ayaklarıma attı ve bir taraftan da habire “benim yüreğimden konuşuyorsun oğlum diyordu”.

    şairin anlattıkları yürekten kopup gönlü okşadığından, “haydar baba”’nın yayımlanmasından kısa süre sonra onun satırları, gökten inmiş gibi halk arasında hızla dilden dile dolaşmaya başladı ve büyük bir saygınlık kazandı. “haydar baba’ya selam” iran sınırlarını da aşıp, türkçe konuşan bütün halklar arasında da elde ele dolaşıp, altın parçası gibi görüldü. hatta ona nazire’ler yapıldı. hafız ve hayyam’ın şiirleri gibi bestelenip güzel sesli şarkıcılar tarafından okundu. bir başka deyişle çağımızda doğulu ozanlar sülalesinden bir peygamber ortaya çıkmış gibi, onun kelamı ortadoğu semasında yankılandı.

    şehriyar, “haydar baba”’dan sonra ana dilinde yine onlarca eser daha yarattıysa da onlardan hiçbiri “haydar baba”nın güç ve azametine ulaşamadı. gerçekte şehriyar azeri edebiyatında her şeyden ziyade “haydar baba”nın şairidir. zira bu eser şairin hayatında bir dönüm noktası olmanın yanı sıra, azeri edebiyatı tarihinde de yeni bir akımın başlangıç noktası sayılıyor.

    bu ölümsüz eser, şehriyar’ın gerçek kabiliyetini açıkça ortaya çıkardığından, şairin yaratıcılık hayatında bir dönüm noktası sayılıyor.. şehriyar’ın azerbaycan halkı başta olmak üzere, iran halkı arasında özel bir yer edinip, büyük bir sempati kazanması da işte bundan kaynaklanıyor. bu eseri çağdaş azerbaycan edebiyatında yeni bir aşamanın başlangıcı olarak görmemizin sebebi, onun yaratılmasıyla azeri edebiyatı alanında eşine rastlanılmadık bir uyanış ve gelişmenin meydana gelmesidir. bunun sebebi de “haydar baba”’dan etkilenip üzerine yapılan sayısız benzeri eserlerden kaynaklanıyor.. bir yazar ve mütercimin belirttiğine göre bugüne kadar “haydar baba”’ya özenen 300 nazire kaydedilmiştir. bu da, edebi ve halkçı bir eserin tam olarak ilgi ve sempati kazanması demektir. nitekim hacı hafız’ı şirazi irfan ve fars edebiyatı aleminde öyle bir makama ulaşmıştır. bu arada “haydar baba”’nın folklorik edebi bir şaheser olduğunu da unutmamak gerekir. şunu açıkça söyleyebiliriz ki bu eser kendi türünde eşsizdir. bu manzume, şehriyar’ın adıyla birlikte sadece azerbaycan folklor ve edebiyat tarihinde değil ayrıca bu ülke halkının zihninde de ölümsüzleşecektir.

    “haydar baba” etrafında bir gezinti

    “haydar baba”’ya selam gerçekte çağımız ve kültürümüzün köy senfonisi demektir. çarpıcı bir başlangıçla birden bire kendimizi azerbaycan’ın renkli, canlı ve coşkun doğasının kucağında, “haydar baba” tepesinde gök yüzünün ışığı ve sağanak yağmuru altında, sel gibi akan suları arasında buluveriyoruz. sonra bir grup kız gözümüze çarpıyor. sıra oluşturmuş ve doğanın bu ani şakırdayışını seyre dalmışlar. şair böyle bir girişten sonra şöyle sesleniyor:

    selam olsun şevketinize, elinize

    benim de bir adım gelsin dilinize

    şimdi sıra çocukluk anılarında... ve şair emsalsiz bir ustalıkla onları da gözlerimizin önüne sermeye başlıyor. bu emsalsiz tablolar insanı ister istemez büyülüyor.

    mir ejder’in türküsü köyün her tarafından işitilmektedir. öte yandan aşık rüstem’in sazının sesi de fon müziği gibi, çocukluk döneminin zemininde daima duyuluyor sanki:

    hatırlar mısın nasıl koşar, kaçardım!

    kuşlar misali kanat çırpıp uçardım!

    şair daha sonra, şairane adı, güzel şekli, büyüleyici kokusu ve tadı ve eşsiz letafetiyle duyarlı her vatandaşın anılarında özel bir yere sahip olan “aşık elması”nı hatırlıyor. daha sonra da tatlı bir rüya gibi gelen çocukluk dönemi oyunlarını tekrarlayıp, “haydar baba”(nın eteğinde ve doğanın kucağında geçen böylesi hür ve sade yaşamın, kendisini derinden ve kalıcı bir şekilde hep etkilediğini itiraf ediyor.

    kalmış aklımda tatlı bir rüya gibi

    etkilemiş ruhumu, her şeyimi

    “haydar baba”’nın tepesinde duran şairin ilgisi daha sonra, “kuru göl”e yöneliyor. oranın manzarasını da, kuşların uçuşu ve gumistan’ı tavsif ederken şairane bir dille şöyle betimliyor:

    “haydar baba”! kuru göl’ün kazları

    geldiklerin sazak çalan sazları

    daha sonra kerbela yolu kervanlarının dönüş yollarından bahsediliyor. şair burada ustaca bir göndermeyle, yüz yılın bulaştığı kokuşma şiddet olayları, düşmanlık ve acımasızlıklardan duyduğu üzüntüsünü belirterek şöyle diyor:

    göz yaşına bakan olsa, kan akmaz

    insan olan beline hançer takmaz

    ne yazık ki kör tuttuğunu bırakmaz

    şair bir kez daha anılarına dalar. bu kez, yüz rüzgârı ve yağmurundan şeyh’ul islam’ın münacat sesine geçer:

    güzel sözler okşardı yürekleri

    ağaçlar da allah’a baş eğerdi

    daha sonra bayırlar, koyun sürüleri, çobanlar ve o dönem ve o mekana dönmeye duyduğu özleme geliyor:

    bir geleydim dağ, dereler uzunu

    okuyaydım “çoban getir kuzunu”

    ardından orak mevsimi, bıldırcın avı, köylülerin iş sonrası dinlenmeleri, güneşin batışı ve akşam üstü ev halkının konumuyla ilgili betimler sırasıyla diziliyor şairin kelamında:

    yaşlı nine gece masal anlattığında

    tipi gelip, bacaları dövdüğünde

    kurt, keçi yavrusunu yediğinde

    keşke geriye dönüm çocuk olaydım

    çiçek gibi açıp, ondan sonra solaydım

    şiirin devamında, gerçekte buram buram hayat kokan ama görünüşte küçük ve önemsiz olan günlük olaylara ilişkin anılar sıralanıyor:

    halacığımın ballı lokmasını yerdim

    nerde kendimi şımarttığım o günlerim

    ağaca çıktığım, at gezdirdiğim o günlerim

    sonra yine şeyh’ul islam’ın yanıklı münacat sesini duyuyor, meşhedi rahim ile tanışıp, onun hırka giyişi hikayesini öğreniyoruz. ve şair tüm bunları canlı bir şekilde gözlerimizin önünde canlandırıyor.

    bunun ardından bölge ağalarından melek niyazhan, tüfekler, binicilik ve atıcılık, köy kızlarının onları seyre duruşu, nişanlık oyunu, köy düğünü ve bayram merasimleri, bir kez daha şairimizi o günlere götürüyor:

    çarşamba’nın cevizleri, üzümleri

    kızlar der “atil-matil” çarşamba

    ayna gibi bahtım açıl çarşamba

    ardından ekini biçme ve ürünü toplama vakitleri, köyde gün batımı ve akşam vakti iki bölümde şöyle bir girişle anlatılıyor:

    yaz gecesi çayda sular şarıldar

    daha sonra hala oğlu şuca’nın hüzünlü hikayesine değiniliyor. şaire göre bu hikayenin sonunda gelinin baht aynası kararıyor. “nene kız’ın baht aynası karardı”. ve işte gözlerinin anısı, şairin yüreğinin karanlıklarından bir yıldız gibi parlayan bu “nine kız” , şairimizin çocukluk arkadaşlarından ve diğer arkadaşlarıyla birlikte onun ilham kaynaklarından biridir:

    “haydar baba”! nene kız’ın gözleri

    rahşande'nin şirin şirin sözleri

    türkü dedim, okusunlar özleri

    bilsinler ki ömür gider ad kalır

    iyiden kötüden sonunda bir tat kalır

    şehriyar ikinci “haydar baba”’da yine o şirin sözlü rahşande ile güzel gözlü nene kız’a baş vurur ve onları şöyle anlatır:

    rahşande’nin, torunu tutuyor elini

    nene kız ise güveyi var, gelini

    şairler bugüne kadar ay, yıldız, deniz ve bulutlar ile ilgili çok güzel tasvirler yaratmışlardır. ama şimdi bizim şairimiz, ay’ı nehir suyunda boğulurken görüyor. onun, bu manzarayla ilgili hüzünlü anlatımı, okurun belleğinde çakılıp kalıyor. şair daha sonra, karanlık gecelerde kurtlardan korkmasını anımsar gibi birden ecel kurdunu gözleri önüne getiriyor ve onun hemen ardından da kendi gençliğini ve bugünkü yaşlanan halini anımsıyor.

    işte bütün bu anılar ve özellikle de dostlar ve tanıdıkların ölüm ve yok oluşlarının hatırlanması, sonuçta şairi çileden çıkarıyor ve o bu noktada, acı acı yürekten haykırıyor. sözü yürekten koptuğu için de insanı yürekten etkiliyor tabii. şairin bu aşamada kaydettiği dizeleri belki onun bu manzume bağlamında en çok ün kazanan dizeleridir:

    “haydar baba”! dünya yalan dünyadır

    süleyman’dan, nuh’tan kalan dünyadır

    oğlu, kardeşi derde salan dünyadır

    her kimseye ne vermişse, almıştır

    platon’dan kuru bir ad kalmıştır.

    bu anılar manzumesinde insan ile doğu, sadece yan-yana değil, hatta kimi yerde birbiriyle iç içe olup, kaynaşıyor, yeni bir biçim alıyor ve şiir aleminde ölümsüz bir anlatım dili oluşturuyorlar.

    şehriyar birkaç kişiyi daha tanıttıktan sonra, babası “hacı mir aka hoşknabi”yi de kısaca anlatarak, onu, bir oğlun babasına olan sevgi ve saygı duygusu ile anıyor ve takdirini belirtiyor. şaire göre o, güzeller kuşağının sonuncusuydu. veya bir arkadaşın tabiriyle vefa soyundan gelenlerin sonuncusuydu.

    baba ölünce, dünyanın hali değişti

    sevgiden, şefkatten eser kalmadı

    “haydar baba” senfonisi, okuru bir nevi duygusal ve içten bir değişime uğratan olağanüstü güzellikte bir doruk noktasının ardından sonuç bölümünde, iyi insanlar arasında barış ve kardeşlik ortamının yeniden canlandırılması ve yüce değerlerin vücuda getirilmesi yolunda, güzel tavsiyelerde bulunuyor ve böylece “haydar baba”’nın 1. bölümü, güzel ve duamsı bir parçayla sona eriyor:

    “haydar baba”! senin gönlün şad olsun

    dünya durdukça ağzın dolu tat olsun

    senden geçen tanış olsun, yad olsun

    dinle benim şair oğlum, şehriyar!

    bir ömürdür gam üstünde gam kalır

    kafkasya’da halkın ulusal ve kültürel mirasının korunmasında “haydar baba” manzumesinin rolü

    iran’da sosyal ve kültürel şartlar, birbirine bağlı ve doğal zaruretler içerisinde olmaları nedeniyle türkiye ve azerbaycan cumhuriyeti gibi ülkelerde görünen sosyal-kültürel şartlardan daha farklıdır. tarihi açıdan iran ile çok geniş kültürel ortaklıkları bulunan bu iki ülkede alfabenin değiştirilmesi ve özel hedeflerle kültürel siyasetlerin dayatılması, ulusal açıdan aşırı zarar ve ziyanlara uğramasına yol açmıştır. telafisi çok güç olan bu zararın tam ve dakik olarak kavranabilmesi için, aydınlar ve düşünsel liderler başta olmak üzere, halkın çeşitli kesimleriyle direkt irtibata geçilmesi gerekiyor. böylece bu yöndeki facia, derinlemesine ortaya çıkacaktır. ilerleme ve kalkınma adı altında gerçekleştirilen bu değişim ve gelişmeler aslında, bu tür kültürel siyasetlerle yetişen insanların köksüz, sığ düşünceli ahlakî değerlerden arındırılmış ve tarihî-kültürel meselelerin bilincinde olmayan kimselere dönüşmelerine sebep oluyor. bunun yanı sıra, bu korkunç girişimin kamufle edilmesi gayesiyle yapılan, milli duyguların kışkırtılması meselesi de, bu bölgelerde yaşayan halkların bilinçlendirilmesini oldukça zorlaştırıyor. zira, siyasi kışkırtmalarla uyumlu bir hal alan milli duyguların görünüşteki biçimleri, mantıklı ve reformcu düşüncelerin sunulması karşısında bir nevi direniş gücüne dönüşüyor. bendeniz, meslek icabı ve kişisel ilgim nedeniyle son iki yılda, özellikle sözü geçen siyasetlerin baskısına maruz kalan orta asya, kafkasya ve türkiye cumhuriyetlerinde yaşayan sıradan insanlarla sürekli temas halindeyim ve bu yöndeki kültürel eksikliğe yakından şahit oldum. ancak azerbaycan dili ve milli kültürü “haydar baba”nın ortaya çıkması ardından yabancı saldırgan kültürler karşısında bir nevi direniş kazanmıştır. bunu da azerbaycan cumhuriyeti’nin bahtiyar vahapzade, hasan hasanzade, nurettin rızayev ve rüstem aliyev gibi tanınmış aydın, şair ve yazarları benim yanımda şahsen itiraf etmişler ve aynı zamanda “haydar baba”nın azerbaycan ulusal kültürünün korunmasında oynadığı rolü de defalarca takdir etmişlerdir. kısacası ‘“haydar baba’ ya selam” manzumesi azerbaycan edebiyatında, azeri türklerinin bir nevi şehnamesi olarak, azeri dili ve kültürünün korunmasında çok üstün bir konuma sahiptir.

    kaynak: http://turkish.irib.ir/shahriiar.htm

    sehriyar, hayati ve eserleri icin muhtesem bir site, siddetle tavsiye eder fakir hezarfenn kulunuz..
  • türkiye sınırları dışındaki modern türk şiirinin istisnasız en büyük birkaç şiirinden heyder babaya selam!
    içerisindeki dizeler nakış gibi işlenmiştir, vuruculuk katsayısı fevkaladedir.
    bu şiiri (destan demeli) şehriyar da okumuştur, kendi sesinden kayıtları mevcuttur tar eşliğinde.

    “behiştimiz cehennem olmakdadır,
    ziheccemiz meherrem olmakdadır.”

    behişt, cennet demek. zilhicce ile muharrem de matem ve sevinç günlerine atıfta bulunuyor. tebriz başta olmak üzere güney azerbaycan, ezici çoğunluğuyla türklerin yaşadığı bir bölge ve bu türklerin % 90’ı şii inancına sahipler. imam hüseyin’in şehadeti [sonsuz matem] muharrem ayındadır. işte büyük usta şehriyar’ın, zilhicce aynının muharrem olmasından kastı normalde güzel olması gereken günlerin matem havasında geçmesidir.

    aslında bu şiir, azerbaycan’ın kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesinden, yani bir hasretten bahseder. 20. yüzyılın başında gerçekleşen bu olay, aynı zamanda azeri şirininin muhteşem örneklerinden ‘her bir dertten alâ ayrılık’ şiirinin de konusudur, kökenleri türkmençay anlaşması’na dayanır.

    öyle ya, şehriyar’ın bedeni dünyadan gitti ama, dediği gibi:

    “bilsinler ki adam geder ad galar!”

    ruhu şad olsun gittiği yerde..
  • hayatım boyunca dinlediğim hiçbir şarkı, izlediğim hiçbir film, okuduğum hiçbir hikaye bu şiiri şehriyar’ın sesinden dinlerkenki kadar ağlama isteği doğurmamıştır bende. hem de her dinlediğimde.
  • şehriyar'ın sadece bu şiiri yazarak, ciddi bir asimilasyonun pençesinde olan iran azerîlerine tekrar bir milli ruh üflediği tebriz'de bir efsane niteliğinde anlatılıyor. yanımdaki tebriz'li olmasına rağmen -türk dizileri sağolsun- benden güzel türkçe konuşan insanlar bana bu şiiri ve efsanesini anlattıklarında heyecanlandım ve o ana kadar duymadığıma eseflendim.

    şehriyar ile birlikte 400 kadar şairin de medfûn olduğu makberet'üş-şuarâ'da, belki de dünyanın tek şairler kabristanında bulunmanın verdiği heyecan ile şehriyar'ın önünde kendi sesinden dinliyorum heyder baba'yı. arada bir iki kelime kaçırsam da, yabancı(!) bir memlekette, bir kimsenin, hele hele bir şairin söylediklerini anlıyor olmanın zevkini yaşarken, yanımdaki tebrizli arkadaşlar; orayı ziyaret ettiğimi herkese ilan edebilmek için gerek ve yeter koşul olan "şehriyar'la şiir keyfi..." altbaşlıklı fotoğrafımı çektirdiysem ayrılabileceğimizi söylüyorlar.

    belki suçlu değiller, belki ilk kez karşılaştığımız için bizi titreten bir şeyin onlar için gayet sıradan olmasının getirdiği alışkanlık içindeler diye düşündüm ilkin. ancak iki günlük gezintimizin devamında farkettim ki, onlar kâbe'de gündelik işleriyle meşgul olmalarına şaşırdığımız araplarla aynı kefede değiller, ayağında converse ile sol gazete satan komünist veya cemaat namazdayken avluda siyasal islam tartışmaları yapan mücahit ile aynı yerdeler. rejimin uyguladığı baskı onları derleyip toplarlayacağı yere daha da kimliksizleştirmiş. şiirin iran azerileri ve tüm dünya üzerindeki etkilerini anlattıklarında; ne yalan söyleyeyim, âkif'in asım'ın nesli ütopyası tadında bir şehriyar'ın torunları tahayyül etmiştim.

    heyder baba başlığını iran şii azerileri tahlillerine çevirmek değil niyetim, zaten yazısının son paragrafında çok güzel tahlil etmiş hezarfenn (bkz: #9433949). defalarca dinledim, defalarca okudum bu şiiri ve her seferinde şiirin ilk muhatabı olan insanları düşünmeden edemiyorum. nitekim, onları ve kuru kuruya anlattıklarını şehriyar'la aramızdan çıkardım.

    çıkış noktası şehriyar'ın da belirttiği gibi pastoral olabilir, ancak satır aralarında bile yakalanabilen vatan ve anadil özlemi, ayırılık, savaş-barış vurguları, şiiliğe (manevi değerler) yapılan birçok atıflara bakarak değerlendirildiğinde, heyder baba, tabiri caizse bir evin orta yerinden çizilen bir sınırın hissettirdiklerini hissettiriyor şehriyar'a ve bunların bir kısmı haliyle evin muhtelif odalarında yaşanan hatıralar oluyor. mânâ şair'in batnında elbette ama, bu şiire sadece dağlar, sular, seller demek; divan şiirinin aşk ve şaraptan bahseden bir tür olduğunu söyleyen lise'deki edebiyat hocamın fuzuli'ye yaptığı kadar büyük bir haksızlık olur. şahsi görüşüm, şiirin bu denli tesirli olması, iğnesini toplumun kolunda en kolay seçilen damara saplaması sayesindedir. şehriyar'ı efsaneleştiren "heyder babaya selam" ise, heyder babaya selam'ı efsaneleştiren bu pastoral damardır.

    damar demişken: azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır/@yavuz bülent bakiler

    şehriyar'ın, kuzey azerbeycan'a olduğu kadar türkiye'ye ve türkiye'nin kendine (kendini) benzettiği şairleri âkif, yahya kemâl ve tevfik fikret'e ilgisi malumdur. türkiye'ye hayali sefer veya başka şiirlerinde üçünü birden andığı yerler vardır. üçünü birlikte anması bu üç şairin millet, dil, toplum konularındaki hassasiyetine benzer hissiyatı taşıdığını anlatmak istediği içindir diye düşünüyorum. rastlantı bile olsa mehmet âkif'le ortak sayılabilecek bir hatırasını da ekleyeyim: şah'ın hanımının kendisine ev hediye etme teklifini, bunun yerine eserlerinin türkçe olarak basılmasına izin verilmesinin yeterli olacağı cevabıyla nazikçe reddetmiştir.

    heyder baba'ya selam, memur olduğu için şiirlerinde türkçe'yi kullanamayan bir şairin, yazmak için emekli olmayı beklediği bir şiirdir. (bir rivayet: #23718180).

    heyder baba'ya selam, şehriyar'dan sonra iran'da başka hiç bir şairin şairler kabristanına defnedilmemesine sebep olan şiirdir.

    heyder baba'ya selam, rejimin türk dilini yasağına dur diyerek yazılan ve yıllar sonra tebriz meydanı'nda cumhurbaşkanı ahmedinecad tarafından türkçe olarak okunan bir şiirdir.

    heyder baba'ya selam, en büyük arzusu azerbeycan'ı ve türkiye'yi ziyaret etmek olduğu halde nasip olmayan, azerbaycan'a bakan bir yere defnedilmek isteyen bir şairin şiiridir:

    heyder baba'ya selam, sade bir özlem şiiri değil, ömrü sıkıntı ve trajedilerle geçmiş bir şairin özlem şiidir: yel gelende ver getirsin bu yana // belke menim yatmış bahtım uyana
  • "heyder baba dünya yalan dünyadır
    süleymandan nuhtan kalan dünyadır
    oğul verip derde salan dünyadır"...diye devam eden iranlı azeri şair şehriyara ait nefis bir şiirdir.
  • türkiye'de çoğu insanın bileceği ayrılık şarkısı gibi, kuzey azerbaycan (şimali azerbaycan) ile güney azerbaycan'ın (cenubi azerbaycan) ayrılığı ve kavuşmaya duyulan özlem ile ilgilidir bu efsanevi şiir. iki bölgeyi ayıran ve şehriyar için ayrılığın sembolü olan heyder baba dağlarına bakar şairin evinin penceresi.
  • mahmud ahmedinejad, bu şiiri tebriz eyaletine yaptığı bir konuşma sırasında okumuştur. türkiye dışındaki türk şiirinin lirik örneklerindendir.

    bir link de benden olsun:

    http://www.youtube.com/watch?v=jha2rxgrwfe

    link yenilendi.
  • ruha efsun katar heyder baba,
    hep dilimde son mısralar:

    deyne menim şâir oğlum şehriyâr,
    bir ömürdür gam üstüne gam çalar.
hesabın var mı? giriş yap