• iç huzurunun dış etkenlere bağlı olmaması.
  • zuhal olcay'ın 24.02.2007 tarihli vatan gazetesi'ndeki bir ropörtajından:

    ''güçlü kadınım ama insanların algısından rahatsız oluyorum. çünkü güçlü olmak tüm insani zaaflarımıza rağmen düştüğümüzde ayağa kalkıp üstümüzü silkeleyip yürümeye devam etmektir. ama insanların 'sen güçlüsün, sana bir şey olmaz' demesine sinir oluyorum. çünkü ben de insanım ve sendelediğim, ağladığım, yıkıldığım zamanlar oluyor. zaten her koşulda başı dik duran insanlara sinir oluyorum. çok yalancı geliyorlar. ben güçlü kadınım ama yıkılmaz değilim.''

    çok güzel bir anlatım, bu güzel sözlerin bir gün bu başlığı okuyanlar tarafından görülmesini istediğim için yazdım.anlayacaklardır mutlak.
  • ''sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
    sana ''git'' dediğimde anladım..
    can yücel / anladım
  • güçsüzlüğünü gizleyebilme sanatıdır..
  • başkalarına değil, kişinin kendi içindeki fırtınalara, zaaflarına, zayıflıklarına karşı dimdik durabilmesidir.

    insanın kendisiyle olan mücadelesinden galip ayrılmasıdır.
  • on üç yaşındayım. kocaman demir kapısı olan, duvarları 7 adam büyüklüğündeki kocaman bir bahçeye girdim. oradan, soğuk bir binanın soğuk ve boş bir odasına girip onlarca yataktan cam kenarındakini (gökyüzünü görebileyim diye elbette) seçtim. annem, önceden elimize tutuşturulmuş olan kağıtta yazdığı gibi, bembeyaz çarşaf, pike, yastığı yatağa yerleştirmeye başladı. yardım ettim. son tembihlerini edip, benim güçlü kızım, her şey istediğin gibi, bak,.. dedi. sonra babamla birlikte, duvarları 7 adam büyüklüğündeki kocaman bahçeden geçip, kocaman demir kapıdan çıkıp gözden kayboldular.
    küçük bir sahil kasabasının, küçük duvarlı okulunun benim için yeterli olmadığına inanmış ve ailesini de buna inandırmış küçük bir kızdım. bunu gerçekleştiren gücüm olduğuna göre tabii ki arkalarından ağlamak gibi bir zayıflığı göstermeyecektim. istediğim olmuştu. kocaman şehrin, kocaman bir parçasını, deniz kenarından görebildiğim, kocaman duvarlı, kocaman bir okuldaydım artık. boğazımdaki yumruyu yutkunmaya çalışarak kantine doğru yürüdüm.. güçlüydüm.. annem de bunu demişti zaten..

    ondokuz yaşındayım..istiklal caddesinde dolaşıp, kantinde içsel yolculuklarımızın kah freudist kah frankfurt ekolü tanımlamalarını laflamaktan sıkılmaya başlamış ve kendi paramı kazanmaya karar vermiştim. her entellektüel, iç görülerine güvenen ve sistemin bir parçası olmayı reddeden 19 yaşındaki genç gibi, elbette bir kafede garson olmaya karar verdim. kafe, şirin, arada kültürel etkinliklerin düzenlendiği, mutfağı zengin, müşterileri de en az benim kadar "entellektüel" bir kesimdi.. zaman zaman kendileriyle arkadaş oluyor, zaman zaman bırakılan bahşişler için içleniyordum. bir gün bu entellektüel arkadaşlardan biri sabahın köründe kahve içmeye gelmiş, tuvalete girmiş ve çıkarken, "lavabo tıkalı galiba" demişti.. lavabo gerçekten tıkalıydı, çünkü bu sisteme karşı duran arkadaş, muhtemelen dün gece bu karşı duruşun gazıyla aldığı bütün alkol ve yiyecekleri, ben böyle sistemi içimde tutmam diyerek bizim kafenin gider sistemine bırakmıştı. lakin her sistemin kaldırabileceği bir kapasite vardı ve bu, tüm lavabonun ağzına kadar dolu olmasının nedeniydi elbette.. temizledim. bu kez boğazımdaki yumruyu tutmadan, zaman zaman sistem karşıtı diğer proletaryalarla birleşmesini sağlayarak. dünyanın tüm proletaryaları güçlenin! ben de, proletaryalar da, midem de güçlüydü.. arkadaşlarım da bunu demişti zaten.

    aynı yaşlardayım.. aşık oldum.. güçlüydüm... o da giderken bunu demişti zaten...

    yirmi bir yaşındayım.. hayatımda en son çalışacağımı bağıra bağıra söylediğim bankaların birinde ilk iş deneyimimi deneyimliyorum. önceleri püsküllü etek ve postallarla gittiğim ve geçici gördüğüm işe artık döpiyes, topuklu ayakkabı ile gidiyor ve her yıl terfi alıyorum. bir plazada yapılması gerekenleri eksiksiz yerine getirirken, asla ait olmadığım bir yerde, o yerin gereklerini kendimce yerine getiriyorum. ortak hiç bir yanının olmadığı bir takım adam ve kadınlarla uzun uzun zaman geçiriyor, marie claire dergilerinde bahsedilen adam ve kadınların bu tip adam ve kadınlar olduklarından emin, akşamları üniversiteden kalma arkadaşlarla içerken hayatımın ne zaman bu denli ikiye bölündüğünü anlamaya çalışıyorum. ve terfi almaya devam ediyorum. müdürlerim de güçlü olduğumu söylemişti zaten..

    aşık oldum.. güçlüydüm... o da aldatırken bunu demiş olmalıydı zaten...

    aileden kayıplar oluyor, ölümleri seyrediyorum.

    dostlarım bir yerlere gidiyor, arkalarından bakıyorum.

    dostlarım bir yerlerden yara bere içinde geliyor, sırtlanıp, yaralarını sarıyorum.

    yıllar geçiyor, "kariyer"imi ait olduğum bir yerlerde sürdürmek ile aile, dost, etraf derdi arasında sıkışırken, bir takım deliliklere girişiyorum.

    bir ara paraşütle atlayayım diyorum, yurtdışına çıkayım, sanata el atayım, el becerimi test edeyim, bir müzik aleti çalmaya başlayayım.. aklımı zorlayayım, bedenimi zorlayayım, duygularımı zorlayayım..

    gücümü zorlayayım..

    aşık oldum.. aşkı kusurlarıyla, olduğu gibi, dolambaçsız kabul edecek kadar güçlüydüm... terkettiğimde o da bunu demişti zaten...

    şimdi otuz iki yaşındayım..

    ilk kez on üç yaşımda boğazıma yerleşen o yumru giderek büyüyor.

    güçlü olan midem, gastirit , ülser, mide fıtığı eksenlerinde, belirli aralıklarla karşıma çıkıyor..

    iş hayatımı öylesine bir rotaya yerleştirdim. otomatik pilotta gidiyorum, kontrol kimde, gerçekten bilmiyorum..

    büyüdüğüm ve bir zamanlar -içim acıyarak da olsa terkettiğim- o sahil kasabasını ve onun kokusunu, insanlarını, sokaklarını özlüyorum..

    aşk uğruna girilen savaşların tümünün zaten baştan kaybedildiğini öğrendim.

    güçlü olmanın, boğazında kocaman bir düğümle dolaşmak olduğunu öğrendim. ve etrafındaki herkesin "sen güçlüsün" diyerek o düğüme bir bağ daha attığını..

    doğrusu, değilim.. hayatın bana verdiği bu düğüm yumağını sevmedim.

    an itibariyle, oynaması için kendisine aynen iade ediyorum.
  • "üzülme be, ben varım." cümlesini, hayat boyu kendinden başka kimseden duymama hali.
  • güçlü olmak sanıldığı gibi birşeyleri yapabilme yeteneği değil,yapabilme yeteneği varken yapmama dirayetidir.
  • güçsüzlüğün nasıl bişey olduğunu görmeden olunamayacak şeydir. her güçsüz an ilerisi için daha güçlü yapar insanı. bilgisayara karşı oynarken on kere yenilirsiniz onbirici de yenersiniz. güçlü siz olursunuz o an. arkadaşınızdan üç kere dayak yersiniz dördüncüde siz döversiniz güç size geçer. beş kere dost kazığı yersiniz, altıncı dostunuzu daha iyi seçersiniz. iki kere terkedilirsiniz, üçüncüsü için kendisi kaybeder dersiniz. bu anlardan sonra artık güçlü sizsiniz.
  • insanı yalnızlaştırıyor, net.

    hele ki güçlü olmak uğruna bazı şeyleri gizliyor, kendi kendinize çözüm bulmaya uğraşıyorsanız, işler iyice çığrından çıkıyor. insanlar sizin herşeyi halledebileceğinize, atlatabileceğinize o kadar emin oluyorlar ki, bağıra bağıra "yardıma ihtiyacım var." derken bile, "aaa, o ne ki çok mu önemli bi'şey?" diyebiliyorlar... dert anlatmaya uğraşmaktansa, tek başınıza kalmaya devam etmeyi seçiyorsunuz doğal olarak.

    şimdiki aklim olsa, "güçlü olmak" uğruna savaş verdiğim onca zamanda; zayıf, narin, korunmaya ve yardıma muhtaç kız çocuğunu oynardım. bugün en yakınlarım bile karşıma geçip "sen çok güçlü birisin, atlatacaksin, bütün yapılması gerekenleri yapıyorsundur zaten" diye sırıtacağına, "sen yorulmuşsundur artık, hadi bir soluklan da, bu arada bir işin ucundan da biz tutalım" falan derlerdi en azından. ya da bana "sen çok güçlü bir insansın" diyenlerin ağzını yüzünü kırasım gelmezdi her seferinde. çünkü bu lafın "senin 2 tane gözün var" demekten bir farkı kalmadı artık. hal böyle olunca duyduğumda bütün sinir tepeme çıkıyor ve bu sefer de duymamak için kaçıyorum insanlardan.

    matah bi'şey değil yani. marifet hiç değil. bulaşmamak lazım.
hesabın var mı? giriş yap