• evangelista torricelli'nin ünlü bir sözü var. 1600'lerde boşluğun aslında boşluk olmadığını anlayınca söylemiş.
    "noi viviamo sommersi nel fondo d’un pelago d’aria / bir hava okyanusunun dibine batmış şekilde yaşıyoruz" demiş torricelli.

    insanın geçmişi de böyle işte. gözümüzle göremediğimiz devasa bir okyanusun dibindeyiz. atalarımızın ve analarımızın kuşaklar boyunca yaşantılanmış geçmişleri görünmez bir okyanus oluşturuyor, bizim dibinde durduğumuz bir okyanus...
  • şu an diye deneyimlediğin anlar beyninde bilinçdışı süreçler ile oluşturulmuş geçmişe ait anların birleşmesi ve bunun bilinçli olarak farkında olduğun anlardır.
    geçmiş, şu an “deneyimlediğin” özel bir andır. geçmişi sadece şu an deneyimleyebilirsin. sonrasında ise beynin arka planına düşer. bilinçli an denilen o farkındalık anına, bilinç akışının odaklandığı o ana aittir yalnızca.
    hatıralar ise sadece bir yeniden yapım simülasyonudur.

    real time olarak canladırılmaktan uzak yalnızca shifted canlandırılabilir.
    bunu bir tiyatroya benzetebiliriz. tiyatroyu canlı olarak izlediğinde aslında yaptığın şey geçmişin deneyimlenmesidir. öyle ki oyuncular geçmişe ait olan bir şeyi canlı hale getirirler, onu deneyimlemeni sağlarlar.
    daha sonra dvd'sinden izlediğinde ise yaptığın şey sadece hatıraları canlandırmaktır. oyuncular o an orada değildirler.

    sen sana göre şimdiyi deneyimlediğini düşünürken aslında dış dünyaya göre bir önceki anı daha yeni deneyimleyebildin. geriden gelerek.

    peki şimdi için ne diyebiliriz? öyle ki şimdi diye bir şey “bizim için yoktur ya da deneyimlenemezdir.” beyin, bilgi akışı içinde odaklandığında inşa ettiği şey her zaman geçmiştir.

    gelecek ise salt birer hayal gücü.

    edit: bilinçli farkındalık sandığımızın aksine kesikli. tıpkı evrenin kuantum seviye hali gibi. öyle ki beyin bilinçdışı olarak topladığı verileri paralel olarak işler. bu işleme karmaşık bir işlem için 400-500 milisaniye sürer. sonrasında bu işlemin bilinçli olarak farkındalık hali ise 50 milisaniye ortalama bir süre kadardır.

    başka bir deyişle duyularla (içten veya dışarıdan) “tek seferde” alınan 400 ms.lik bir data render ediliyor ve bir açıklık anında bu veriyi bilinçli olarak algılıyoruz (burada duyuların alımına bir mute tuşuna basılarak ara veriliyor gibi düşünün). bu bilginin bilincimize sunumunun yaklaşık 50 milisaniye sürdüğünü, bu sırada yeni duyusal bilgiler almayı da bıraktığımız düşünülüyor. sonra tekrar duyularımız etrafımızdaki her hangi bir uyarıcıdan yeni bilgiler almaya başlar, ve sonra algı.
    bir geri bir ileri...
  • çok ağır değil mi lan!

    mevsimlerin kendilerini tekrarladıkları falan yok. büyük bir kumpasın içindeyiz(yok yok israil oyunu falan da değil üstelik)

    insan geçmişe umutla bakar mı? bakıyor işte. işi gücü bıraktım(gerçi hiç adam akıllı işim gücüm olmadı, sırf bu yüzden de dedem beni bi türlü adam yerine koymadı, her neyse konu bu değil), tüm gün çocukluğumun sapsarı yazlarından, kahverengi sonbaharlarından, bembeyaz kışlarından ve yemyeşil ilkbaharlarından gülümse süzmekle uğraşıyorum. girip çıktığım işler, okuduğum okullar, sevdiğim ya da sevdiğimi sandığım kadınlar, omzuna şöyle bir dokunduğum dostlar ne öğrettiler bana; insan kötüdür oğlum. iyiyse bile kötüdür. iyiyken kötüdür insan. hem sonra iyi ve kötü arasında savrulup durur insan. öyle dediler bana. her neyse konumuz bu da değil.

    geçen gün sokaktan geçerken koca bir sandığı tek başına kamyonun kasasına koymaya çalışan yaşlıca bir adama yardım ettim. adam şaşırdı, şaşkınlığından ne yapacağını bilemeyip sigara ikram etti. yetişmem gereken bir iş görüşmem vardı, kaldırımın kenarında durup sigara içtik. bir çocuk koşarak yanımızdan geçip gitti, yük taşımaktan iyice çökmüş omuzlarının arasına sıkışmış yüzünden aydınlık bir gülümseme geçti adamın"bir zamanlar çocuk olduğumuza kim inanır?" dedi. unuttuğu bir şeydi çocukluk, hayatın üzerine toprak attığı bir şey. sigaramı bitirmeden kolay gelsin dedim ve zaten kaçmış iş görüşmesine değil de konur sokakta bi bira içmeye gittim. işine sıçayım afedersiniz. varsın dedem adam yerine koymasın, ne çıkar hem.

    ne diyordum ben? hah geçmiş! ben cenin pozisyonunda uyurum, o yüzden dik yürüsene derler genelde. yatmadan önce çocukluğumu düşünürüm. genzime leblebi tozu, ilçenin ortasından geçen ırmağa da topumuz kaçar. beyaz yakalıklarımız kirlenir, sınıf haşlanmış yumurta kokar. erken yatma belası var bir de. bir sabah uyanmışım bir bakmışım ankara'dan dayımgelmiş, salonda uyuyor. insanın dayısı olması kadar güzel bir şey var mı lan. akşam ezanında eve koşmak gibisi var mı? işte bu görüntüler belirdikçe cenin pozisyonuna geçerim farkında olmadan, geçmiş ana rahmi gibi gelir.

    hem geçmişin şöyle bir avantajı var. barış bıçakçı'nın da dediği gibi; "bu dünyada hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi "
  • "ey geçmiş! silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın"*
  • "geçmişi yeniden yakalama teşebbüsü boşuna zahmettir: aklımızın gösterdiği bütün çabalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur. geçmiş, akıl diyarının dışında bir yerlerde, onun erişebildiği alanın ötesinde, hiç aklımıza gelmeyen maddi bir nesnede (o maddi nesnenin bize vereceği doyumda) gizlidir. bu nesneye ölmeden önce rastlayıp rastlayamayacağımız ise tamamen tesadüfe bağlıdır"
    (proust- swannların tarafı)
  • "geçmişle ilgileniyorsam yeniden yaşatmak için değil, ölü olduğu için ilgileniyorum."
    (foucault, "güzel tehlike")
  • hayatın gölgesi.
  • bir süredir elini üzerimden çekmiyor. hatırlatıyor kendini, ben buradayım, hafızam kötü deyip kurtulamazsın benden diyor.

    tüm entrylerimi sildim. son 6 yılımın günlüğünü, çocukluk anılarımı, hayatıma girenleri, hayatımdan çıkanları, durduk yere adamın amına koyan şarkıları, güne iyi başlatan şarkıları, kendime söylemekten kaçındığım ekşi itirafları.. hepsini sildim. çünkü hep biraz eksikti..

    madem eksikti, olmasındı. hayat bu, yeniden kurgulanabilir, değişebilir. değişiyorum. terapi bitti, kızım büyüdü, bahar geldi. taptaze olabilir her şey, olmalı. tam buna inanır gibiyken geçmiş çalıyor kapımı. ben de kopamıyorum belki. anılar paketlenip raflara koyulup saklanmaya hazır dedikçe taşan, kabına sığmayan bir şeyler oluyor. unutmak değil sadece özenle saklayıp özledikçe bakmak istiyorum. neredeydin kadın, nereye geldin demek için..

    tüm geçmiş seslerin yanına bugün yenisi eklendi. üniversitedeki iki arkadaşımdan biri bir whatsapp grubu kurdu bugün. yıllardır haberleşmiyoruz, oysa üniversite her anımız birlikteydi. bakın ne buldum diye o zamanlar yazdığımız şiirleri gönderdi. nihayet'te içerken peçete üzerine yazılmış şiirler aktı ekrana fotoğraflarla.

    o şiirlerden biri:

    kırmızı elbiseli, çirkin bir fahişe gibiydi ölüm
    neydi onu böyle cazip kılan bilmiyorum
    yine de atıldım kucağına ve kusana dek seviştim onunla
    kendime geldiğimde kırmızı elbisemi rüzgar savururken
    ben salına salına sana doğru yürüyordum..

    30.06.1999

    yaş aldıkça ölümü anmaz oldum hatta dünyaya kazık çakma niyetindeyim. yapmak istediğim bir dünya şey var. el yazım değişmemiş ama yazdıklarım değişti.

    ben, bir başkayım artık.. bahar rüzgarı çiçeklerin kokusunu taşırken kırmızı elbise artık sadece gezi direnişindeki kırmızılı kadını çağrıştırıyor.

    hoşgeldin geçmiş, geç otur. madem gitmeye niyetin yok. bi' çay yapayım da anlat uzun uzun. elbet sonu gelecek. gelecek, gelecek..
  • bazen hiç geçmeyendir.
    algıların parmak uçlarında var olan ve biçimlenen bir dünyada, algıların elinde oynamaktan bıkmadığı bir geçmiş, hiçbir zaman tekdüze olmayacak ve her defasında şimdiye taşınacak ve geleceğe yön vermeye yeltenecektir. bu durumun adı geçmişteki tercihlerin, karşıtlarıyla birlikte hortlamasıdır. ayıkken görülen kabuslardan kurtulmanın yolu ise uyanmaktan geçemez, kişinin eline sakız gibi yapışan geçmişini bir fiske eminliği ve rahatlığıyla olduğu yere göndermesinden geçer. aksi halde geçmiş, ayıkkenki kabuslarımız olmaya devam edecektir.

    "olup bittiği için geçmişin tamamlanmamış ve değişmez olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? hayır, giysisi değişken bir kumaştan yapılmıştır ve dönüp baktığımız her kez başka renklerde görürüz onu."

    yaşam başka yerde - milan kundera
  • "için suçlu bir deniz gibi
    dokunma yüreğime"*
hesabın var mı? giriş yap