• roland barthes'in pek sevdiğim bu sözünü ilkin yağmur atsız'ın 80'lerin sonunda basılmış olan bloknot adlı kitabının dibacesinde görmüştüm. fransızca orijinali akıl defterime eğer yanlış kaydetmediysem şöyleydi:
    "la fascisme ce n'est pas l'inderdiction de dire c'est l'obligation de dire".

    barthes şüphesiz bu özlü sözüyle, insanların, fikirlerini açıkladıkları vakit aynı zamanda ne düşünmediklerini ve ne hissetmediklerini de açıklamaya zorlanmalarından bahis açmakta. ilk okuduğumda çok da üstünde durmamış yine de not etmiştim. üstelik yağmur atsız kendi üslubunca "faşizm susma memnuîyeti deği söyleme mecburiyetidir" şeklinde tercüme etmişti bu cümleyi.

    dediğim gibi bu cümlenin ne idüğüyle zaman geçtikçe tanıştım. misal kemalizm eleştirisi yapan biri, mutlaka "ben de atatürkçüyüm, ben de atatürk'ü seviyorum" demek zorunda kalıyor, söylediklerinin meşruiyeti için.

    yine misal, 11 eylül'ün hemen ardından tv'de yapılmış bir söyleşi hatırlıyorum. islamcı bir yazar, gayet soğukkanlı ve insanî bir yorum yapıyor ve 11 eylül'ü analiz etmeye çalışıyordu. karşısındaki liberal yazar, sözünü kesip "önce 11 eylül'ü kına, lanetle sonra konuş" demişti. islamcı yazar bunu zaten daha önce yazdığını belirttiğinde de liberal yazarımız "herkes bir kere lanetlerken siz iki kere lanetleyeceksiniz yoksa samimiyetinize inanamam" demişti.

    daha sonra bir gün bendeniz bir söyleşide "avrupa birliği'ne karşı olduğumu" söylediğimde birileri benim "devletçi, milliyetçi, ulusalcı, darbecilerle aynı safta olduğumu" haykırmıştı. ben de sazan gibi bu faşizmin oyununa gelerek, ne olmadığımı anlatmaya kalkmıştım.

    bazen de ekşi sözlük'te vaya başka yazılı ortamlarda denk geliyorum, birisi laiklik, kemalizm eleştirisi yapacağı vakit, aynı zamanda akp'li olmadığını vurgulamak zorunda kalabiliyor. oysa o bağlamda fikri neyse insan bunu söylemeli diye düşünüyorum. ama örtük, gizli, sinsi bir faşist dil ortalıkta geziyor ve insanları bir otokontrol mekanizmasına uymaya çağırıyor. insanlar söylediklerinin yanında ne olmadıklarını da söylemek zorunda bırakılıyor. bu çok zaman dediğim gibi aleni bir baskıdan ziyade, "aman beni şöyle sanmasınlar" fikrinin salgıladığı bir otokontrol sayesinde oluyor.

    edit:kal ho naa ho'dan haklı bir uyarı geldi. roland barthes amca'nın bu cümlesinin fransızca orijinali, "le fascisme, ce n'est pas d'empêcher de dire, c'est d'obliger à dire" şeklindeymiş, google'da da böyle geçiyor*. yağmur atsız'ın alıntısıyla bir iki farklılık göze çarpıyor. tabii yağmur bey bunu yazdığında ne internet vardı ne google. kendi ifadesiyle "murakabe etmek mümkün olmamışdır" diyelim. kal ho naa ho'ya teşekkür edelim.
  • bugün işyerime giden servise biner binmez kılığıma bakıp, here today gone tomorrow, biz bugün siyah giyiyoruz diyen biri sayesinde başıma gelendir.

    maruzat anlatmak zorunda bırakılmaktır. sana ne be diyememe halidir.
    yaftalanmaktır.

    ben, biz kimiz yahu diye düşünerek, bir süre susmayı tercih ettim ama karşı tarafın tacizleri bitmedi, tükenmedi.

    kendisine bu eylemleri provokatif bulduğumu, etnik ayırımcılığın gitgide körüklendiğini, bu tip eylemlere elebaşlık edenlerin bina yağmalamaya başladığını dilimin döndüğünce açıklamak durumunda kaldım...ha ayrıca yas nedeniyle siyah giymek gibi sembolik şeylerden de hazzetmediğimi, (kişisel bir tercih) babamın cenazesinde dahi bundan kaçındığımı ekledim.

    cevabım karşımdakini pek memnun etmedi. ama gündelik faşizm tanrıları sizin saf aklınızın yetmediğine hükmediyorlar böyle durumlarda, aydınlatma çalışmalarına girişiyorlar.
    bu sayede, öğrendim ki tüm kürtler pkk lıymış. etnik ayrımcılık iyiymiş. zaten tüm dtp liler de asılmalıymış.

    o beni aydınlattıkça, benim içim karardı, varsa bir yerlerde en dipsiz kuyu sanırım sabah ben ona düştüm.
  • fasizmin en tehlikeli boyutunu anlatan, hayatimda duydugum en guzel sozlerden biri. (dil ne acayip bir sey. simdi ben bu cumlede fasizm hakkinda duydugum sozler arasinda en guzellerinden biridir mi demek istedim yoksa tum duyduklarim arasinda en guzel laflardan biri olup fasizm hakkindadir mi dedim? nereme sokayim o virgulu)

    neyse, fasizmin postalli yuzu acimasiz ve korkunc olsa da ortada mucadele edilebilecek bir dusman var, kacip saklanmiyor, sekil degistirmiyor, aksine kendini mumkun oldugunca gosteriyor insanlarin akillarina soktugu dev aynalarinda. korkunclugunun onemli bir kismi, o aynalardaki imajindan ileri geliyor zaten, niye saklansin ki? iste bu, konusma yasagi getiren fasizmdir.

    oysa bazi sistemler, yeterince uzun bir sure ve etkili bir guc verildigi surece bazi degerleri oyle basariyla empoze ediyorlar ki, insan onlari icsellestiriyor. kendine konan sinirlari gecmemesi, kaliplarin disina cikmamasi icin bir yasaga gerek yok, bir postala gerek yok. insan kendi kendinin polisi, sansurcusu oluyor. her turlu empoze edilmis doktrin icin gecerli bu ve isin kotusu, yonetim sisteminin illa kendine fasizm demesi gerekmedigi.

    din hakkindaki tartismalarda "tabii ki ben de allaha inaniyorum ama" deme refleksi, yahut "ben de sapina kadar turk'um"u eklemek gerekliligi bir ermeni, kurt tartismasi icinde, gay haklarini savunan birinin kabul gormek icin gay olmadigini tekrar etmek zorunda kalmasinin ironisi... bunlar kanuni zorunluluklar degiller, otokontrol. otofasizm diyelim biz. isin "soyleme mecburiyeti" olan kismi da bu.

    otofasizm dedirtiyor ki birinci derecede onemli olan soylediklerimin dogru, mantikli olup olmamasi degil, uniformamin hangi renkte oldugu. senin bana guvenini de kisisel yetkinligimle degil, sirf cizginin bu tarafinda dogup buyumus olmamla kazanabiliyorum; cahil veya aptal hatta kotu karakterli olmam dahi pek sorun yaratmayacak. iste bu dar cercevede bir iki adim saga sola kayarak farklilastirabiliyorum ancak kendimi, ifadeyi gectim dusunebilme ozgurlugum dahi oyle sinirlanmis ki. bir koyun surusunun suratsiz bir uyesinden farkim, benligimin tanimi, iste o sinirlar icinde atilmis hem benim, hem de insanlik icin kucucuk, ufacik adimlar.
  • aslında her ikiside faşizm dir. fakat sanırım roland barthes söyleme mecburiyeti konusundaki sözlerinin etkinliğin arttırmak için herkesçe kabul edilen bariz bir faşizm örneği ile karşılaştırarak söylemi güçlendirme yolunu seçmiş. ilki açık net, bariz su götürmez faşizm örneğidir. ilkinin faşizm olduğunu, faşizmi yapan bile kabul edecektir. sadece bunu yaparken "fakat", "ama"larla bezeli çeşitli "kutsallar", gerekçeler öne sürecektir.

    fakat istenileni söyleme, istenildiği gibi düşünme mecburiyeti herkesin farkında olmadığı, hatta maruz kalsa bile kaldığını düşünmediği/farketmediği zımni bir faşizm örneğidir. istenmeyen şekilde düşünüp, hatta istenen şekilde düşülmesine rağmen, edilmesinin istenildiği gibi ifade edilmediği, farklı bir söylem ve dil kullanıldığı zaman bu zımni faşizm görünür olmaya başlıyor. fakat işin ilginç tarafı bu faşizm türü ne kadar bariz olursa olsun farkedilemeyebiliyor.

    faşizmin ilk ayağı, konuşma, düşünmedir. sonraki ayağı konuş, düşün ama söylemedir. son ayağı ise "tamam düşün hatta konuş da, ama konuşurken benim dediklerimi tekrarlayacak"sındır. bakıldığında en tehlikesizi sonuncusu gibi gözükse de tesbiti ve ıspatı en zor faşizm örneği olduğu için, kaldırılması da en zor olandır.
    (bkz: 301)
  • ülkemizde özellikle eşcinsellik ile ilgili tartışmalarda doğrulanan harikulade önerme. "ben homoseksüel değilim ama", "ben heteroseksüelim, fakat", "yanlış anlaşılmasın ben evliyim, lakin...", "benim cinsel tercihlerim o yönde değil, ama..." diyerek başlayan ve iyi niyetli bir biçimde farklı cinsel tercihlere hoşgörüyle yaklaşılmasını savunan görüşler -tekrar ediyorum ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar- eril tahakküme ve bu tahakküm biçiminin kucağında büyüdüğü sıradan/gündelik/pop/hatta bazen politik faşizme baştan yenilmişlerdir.

    yinelemek pahasına söylemek gerekirse, sıradan/gündelik/pop/hatta bazen politik faşizmin birincil arzusu eşcinsel haklarını ya da duruma göre farklılıklarla birarada yaşama istencini yok etmek değildir. onun birincil arzusu; herkesin "ne"liğine/"kim"liğine dair bir malumat edinmektir. faşizm tanıyamadığı şeyden hoşlanmaz. özne kendini tanımladıktan, ne olduğunu söylemeye mecbur bırakılıp, kimliğini ifşa ettikten sonra sorun bir taktiksel saldırı sorunudur. ama stratejiler her zaman taktiklerden daha önemlidir. işte bu yüzdendir ki; faşizmin temel stratejisi konusma yasagını değil, soyleme mecburiyetini tesis etmek üzerinedir.

    ne mi diyorum? eşcinsellik tartışmaları özelinde konuşan özne; kendi konumunu/cinsel kimliğini açıklamadan da eşcinselliği/farklı cinsel tercihleri savunabilmelidir diyorum. ne mi diyorum? konu kürt sorunuysa, konuşan özne; kendi konumunu/etnik kimliğini açıklamadan da söyleyebileceğini söylemelidir diyorum. ne mi diyorum? konu başörtüyse, konuşan özne kendi konumunu/dinsel kimliğini açıklamak zorunda hissetmeden de söyleyebileceğini söylemeli diyorum. ne mi diyorum?

    hiçbir şey ama hiçbir şey söyleme mecburiyetinde değiliz, diyorum.
  • faşizmin "kim bizden, kim değil bilelim" mantığıyla herkesi düşündüğünü söylemeye mecbur bırakıp, kendileriyle ters düşen fikirleri tespit edip "gereğini yaptığını" anlatan cümledir zannımca.
    özgürlük; insana düşündüğünü kendine saklama hakkı da veren bir olgudur, zorla söyletmek de faşizme girer. normali: her düşünülenin rahatlıkla ifade edilebileceği ortamı hazırlayıp, kimin ne düşünüp ne söyleyeceğine karışılmamasıdır demeye de getiriyor sanki.
  • - beni seviyor musun?
    - ....
    - beni seviyor musun dedim??
    - ....
    - ulan beni seviyor musun diyorum sanaaa?? ya simdi konus ya da sonsuza dek sus!!
    - tabii hayatim

    (bkz: fasizm her yerde)
  • tanım: kaçabilirsin ama saklanamazsın

    "marmara üniversitesi’nde “türkiye’de kürtçe dil hakları” konulu tez yazan akademisyen nesrin uçarlar mahkemelik oldu. üniversite yönetimi tarafından ‘bölücülük’ yapmakla suçlanan uçarlar’a seviye durdurma cezası verildi. yök’ün tepkisine rağmen üniversite geri adım atmadı"

    "tezinde pkk’ya terörist örgüt, abdullah öcalan’a da “bölücü başı” demediği için bölücülük yapmakla suçlandı."

    http://www.efkar-iumumiyye.com/…bölücülük_suçlaması
  • kesinlike bizde literatüre yanlış girmiş sözdür. şu yazıda da görünce "öeh artık" dedim. bunun nedeni kimdir bilmiyorum. ancak ahmet şık'ın mahkemedeki cevabının buna sağladığı katkı göz ardı edilemez.

    yazı biraz uzun olacak. okumak istemeyen, klasik goygoyla kullanmaya devam edebilir. burada niye yanlış kullanıldığını anlatmaya çalışacağım.

    barthes, öncelikler güç/iktidardan* bahseder ve her yerde olduğunu söyler. devrimle bir iktidarı yok etseniz bile başka yerde çıktığından bahseder. barthes'a göre iktidar,trans-toplumsal bir organizmadır, çünkü hem yazılı hem de konuşulan dilin içindedir.

    konuşmasının hedefi dildir. (burada formalizm, modernizm ve postmodernizme girmeyeceğim, merak eden saussure, jakobson ve derrida diye baksın). dilin faşist bir yapı olduğundan bahseder.

    "belki iktidarı/gücü konuşmada görmeyiz çünkü konuşmanın bir aslında sınıflandırma olduğunu unuturuz ve tüm sınıflandırmalar baskıcıdır (...) jakobson* göstermiştir ki bir söylem-sistemi bize neyi söylemeyi yasakladığından ziyade, bizi neyi söylemeye zorladığıyla tanımlanır. fransızcada (bariz örnekleri alıyorum) eylemden önce kendimi özne olarak konumlandırıyorum, böylece eylem sadece bana atfedilen bir şey haline geliyor. aynı şekilde erkek ve dişi arasında da seçim yapmam lazım. nötr ve ikillik* bana yasaktır [yani özne ancak dişi veya erkek olabilir dile göre] (...) dahası bir diğer kişiyle olan ilişkimi sen* veya siz* olarak belirlemek zorundayım. sosyal ve hissel ilişki bana yasak. dilimin yapısı kaçınılmaz bir şekilde ilişkisel/bağıntılı bir yabancılaşmaya yol açıyor."

    daha buradan aslında söyleme zorunluluğunun ne olduğunu görüyoruz. dil yapısal olarak faşisttir, çünkü dil içerisindeki kategorizasyonlar ve sınıflandırmalar insanları doğrudan ötekileştirerek, yabancılaştırarak tanımlar. kendini nasıl tanımladığını şekillendirir ve bunu kullanmaya zorlar. yani "konuşmak veya bir diskurs dile getirmek hep söylendiği gibi iletişim değil, tersine boyun eğmektir. tüm dil bir genel yönetmedir."

    daha sonra renan'ın* akılcılık ve dil üzerine söylediklerini reddeder: dil, "ne reaksiyonerdir ne ilerici. dil sadece faşisttir, çünkü faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemek zorunda bırakmaktır."

    yukarda açıkça görüldüğü üzere, barthes söyleme zorunluluğundan bahsederken, bizim yukarıdaki arkadaşların ve son dönemde sıkça bazı yazarların bahsettiği gibi "faşizm egemen gücün söylemini tekrar etme zorunluluğudur, zorunlu şakşakçılıktır" demiyor.

    faşizm söyleme zorunluluğudur, çünkü kendini ötekine göre belirleme zorunluluğudur ve dilin doğası budur, diyor. bariz bir şekilde de jakobson'a atıfta bulunuyor (ve saussure'e isim vermeden). dilin dışında varolamayacağımız için temelde dil bize hükmeder ve özgürlük dilin dışındadır, diyerek devam ediyor konuşmasına barthes.

    adamın ne yazdığını gerçekten anlayan gördüğüm kadarıyla medyada bir tek ahmet insel olmuş:

    "barthes’ın eleştirisinin hedefi klasik dilin kullanımını akıl ve özgürlükle özdeşleştiren batı felsefesi ve onun ürünü olan modernizmdi. (...) klasik dilin, berrak, açık ve doğal ifade görüntüsü altında egemenlerin baskı aracı olduğunu iddia ediyordu.

    barthes, bundan üç yıl sonra trafik kazasından ölmeden önce, modernitenin küstahlığını teşhir etme furyası içinde söylenmiş bu dil eleştirisini yumuşattı. (...) açılış dersinde söylenmiş o keskin ifadenin dile ilişkin anlamı zaman içinde silikleşti fakat cümlenin son bölümü özerkleşti, faşizm tanımları arasında önde gelen bir yer edindi."

    insel burada, garip bir şey yapıyor. "barthes, eleştirisini yumuşattı, böylece o bölüm tek başına özerk bir tanım haline geldi" diyor. yani: fikirleri değiştiği için ilerde, eleştirisinin çok bir önemi kalmadı, ama o son cümle önemli bir betimeleme olarak yaşamaya devam etti. özerkleşti, bağımsız bir tanımlama oldu.

    o kadar da değil. evet, yazarın ölümü vardır. yazı, yazarından bağımsızdır. ama adamın görüşleri değişti diye, önceki yazıları önemsizleşmez. o kendi sorunu. çünkü dedik ya, metin yazarından bağımsızdır. derrida'nın da ileride fikirleri çok değişti ama bu de la grammatologie'yi önemsiz kılmaz. akademide böyle bir şey yok.

    yine de insel'e hakkını vermem lazım:

    "söylemeyi engellemek, yasakçılık totalitarizme özgü değil. bütün baskı rejimleri yasaklarla kendilerini var eder. aykırıyı görünmemeye, söylememeye zorlar. totalitarizmde ise gizlemek, söylememek makbul yurttaş olmak için yeterli değildir. kim olduğunu göstermek, ne düşündüğünü söylemek zorunluluğu esastır. mutlak şeffaflık gereği bu anlamda totalitarizmin kapısını açar."

    temelde insel'in yaptığı, yukarıda barthes'ın anlattığı dildeki yabancılaştırma üzerinden tanımlama mecburiyetini alıp, totaliter toplumlarda konumunu belli etme ve kendini tanımlama mecburiyeti olarak kullanmak... bahsettiği şekilde cümleyi hiç özerk olarak almamış. öncesi ve sonrasıyla cümlenin ne demek istediğini gayet iyi anlamış, ve politik bir okumayla vermiş. görüldüğü gibi de yukarıdaki ekşisözlük yazarlarının ya da pek aydın yazarlarımızdan farklı bir şekilde kullanmış.

    ps: bu cümlenin geldiği noktayı ilginç bulduğum için bu kadar yazdım. çünkü barthes'ın dil üzerine söylediği bir cümle, her nasılsa anlamının bence neredeyse tam tersi bir şekilde muhalif bir slogan haline geldi. peki şimdi bu artık literatüre böyle girdiği için kabul mu edilmeli? yoksa okuduğunu sandığımız kişilerin aslında okumadığına mı üzülmeli? yoksa bana mı ne?

    pps: ahmet şık, çok saygı duyduğum biridir. kendisinin bu cümleyi birkaç kez kullanması nedeniyle burada örnekledim. yoksa yaptıkları ve yaşadıklarını eleştirmiyorum.

    ppps: bir önceki "ahmet şık, çok saygı duyduğum biridir" cümlem, bir söyleme zorunluluğunun sonucu değildir ;)

    alıntıları türkçeleştirdiğim kaynak (çeviriyi geç saatte yaptım, hatalarım olabilir. düzeltmeler olursa ve haber verilirse tabii ki editlerim)
  • orijinal hali "le fascisme, ce n'est pas d'empêcher de dire, c'est d'obliger à dire." olan, kelimesi kelimesine çevrildiğinde "faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye zorlamaktır." anlamına gelen bir roland barthes vecizesi.
hesabın var mı? giriş yap