• yılbaşı hediyesi olarak ankara'nın eski, çook eski hallerini; mesela 1970'lerde kuğulupark, kartpostallara basmış, hediye olarak barın girişine alınmak üzere dizmişler. demode pop'un adresi olan bir yer için çok manalı bir hareket. baya hoşuma gitti. ama o kartpostallarda daha çok hoşuma giden, aslında içimi acıtan bir de detay var. bu barın bir kedisi vardı; haşmet adı. barın masaları kadar iri, sarı, bıçkın, tam bir kabadayı olan sokak kedisi. orada takılır, içerde uyurdu. bir nevi alamet-i farikası gibiydi barın. yaşı epey vardı sanırım, bunu hiçbir şeyden değilse yüzündeki kavga izlerinden anlayabilirdiniz. belgesellerde hikayeleri anlatılan aslanlarla kedilerin ortak atadan geldiklerinin dört ayaklı kanıtı işte. sonra gözle görülür bir hızla zayıfladı, yorgun düştü. birden oldu. hızla oldu. ve bir gün kayboldu haşmet. gitti. bir daha gelmedi. ölmeye gitti anlayacağınız. kimsenin görmeyeceği bir yerde ölmek, yalnız ölmek bu hayvanlara has bir şey. bir tür gurur bu bence. gurur da kediye en çok yakışan duygu herhalde. işte bu kartpostalların arkasında haşmet'in fotoğrafı var. o sarışının biraz da son zamanlarında çekilmiş fotoğrafını sağ üst köşeye pul yapmışlar. bu benim gördüğüm en güzel hareketlerde biridir. bir kediyi, ölüp gitmiş bir kediyi en güzel anma şekli bu. zarif bir jest. o yüzden sevdiğim yerlerden biri işte eskiyeni.
  • kapısında bodyguard yerine işletmeci olduğunu iddia eden lavuğun teki duruyor.

    nasıl bir işletmeci görmemişliğiyse artık, insanları içeri almayarak ego tatmini sağlıyor. gayet efendi bir şekilde, kızlı erkekli girmek istedik mekana. içeri girememe gerekçemiz, söz konusu işletmeci bozuntusundan tarafımıza şu şekilde iletildi;

    - bilmiyorum yaaaaaa, içimden bir ses sizi içeri almamamı söylüyor. bilmiyorum yani...öyle.

    bu anlayışla işletmenin uzun süre ayakta durabileceğini düşünmüyorum.

    1 yıl sonra gelen edit: işletme hala ayakta:(
  • "31 aralık gecesi, her 31 aralık'ta olduğu gibi yine yılbaşı kutlanacak. eskiyeni'de bu sene de yeni bir atraksiyon yok. aynı şeyler işte...

    bu "aynı şeyler" de şöyle oluyor: üst katta bütün gece alper fidaner çalacak, dayanabildiği kadar. altta geceyarısına kadar ercan, ondan sonra da tom var. yani normal cumartesi programının uzatılmış hali olacak. belki etrafa biraz ışık, süs filan takarız, maytap alırız...

    programda ekstra bir şey yok, ama yılbaşı gecesi siz eğlenirken biz çalışıyoruz diye bozuluyoruz. o yüzden kapıda herkesten 25 lira giriş ücreti alacağız. bunun karşılığında, mağdur olmamanız için 1 adet yerli içki vereceğiz.

    ***
    neler olacak?
    biz her yılbaşı gecesi olduğu gibi çalışıyor olacağız. bira fıçılarını, içki kolilerini taşıyacağız, boş bardakları toplayıp yıkayacağız. masaları, sandalyeleri dizip gelenleri yerleştireceğiz. adisyonlarla, kredi kartlarıyla boğuşurken, kimin ne istediğini anlamaya çalışacağız. hızla pislenen, sık sık tıkanan tuvaletlerle, bozulan klimalarla, çöken sistemlerle uğraşacağız. o soğukta 10-12 saat kapıda dikilecek, bir yandan görevlerinin bize hayatı zehir etmek olduğunu düşünen memurlarla, bir yandan da ille de içeri girmek isteyen müşteri adaylarıyla mücadele edeceğiz. alkol duvarını aşanları, çevreye bulaşanları sakinleştirmeye çalışacağız. herkesin keyfi yerinde olsun diye sabaha kadar diken üstünde duracağız. o koşuşturma içinde en çok birbirimize kızıp gerileceğiz.
    geçen yılbaşılarda giren-çıkan insan sayısı bin-binbeşyüz kişi civarındaydı. yine o kadar olur. yani zor iş..."

    şeklinde yazdığı için pek eleştir(e)mediğim bardır

    zira
    kim yazdıysa çok beğendim:)
    ay yok ben vazgeçtim gelemem gelsemde bişey isteyemem istesemde içemem içsemde eylenemem size bakar bakar ağlarrım
    porogram super...)
    ama çok güzelmiş ozaman :)

    şeklinde yorumda bulunacak gerizekalılara uygun piyasadaki en kötü birayı, en kötü tuvaletleri en kötü hizmeti vermeyi kendinde hak gören ve bunu utanmazca ilan edebilen bir işletmedir.

    hele ikinci bölümdeki laflar yok mu hayır tam olarak bar işletmeciliği dediğimiz şey budur. yok biz gelelim, içmeyelim, işemeyelim ama size 25 er kağıt bırakıp gidelim çünkü siz üstün bar işletmecileri kabilesisiniz.
  • sahibi yada işletmecisi, neyse işte, o rastafarian görünümlü eleman 1 mayıs günü güzel şov yaptı.
    tam anımsamadığım çevreci-hippi bir grupla, başında çiçeklerden taçla filan yürüdü.

    ne var bunda?
    gayet güzel, değil mi?
    hayır!

    tekel işçilerinin direnişi sırasında bu eleman eski-yeni'nin kapılarını kapattırmış, çalışanlarına "onlardan bir tanesi bile buraya girmeyecek" emrini vermiştir.

    politikmiş izlenimi yaratıp da tekel işçilerini ankara'nın ayazında iki saat misafir etmemek ayıptır.
    o kadar duyarlıysan, sakarya caddesi emekçileri pankart açıp gelmişlerdi, onlarla yürüseydin, derler adama.

    ya da, bana ne yahu?
    bar adamın barı.istediğine açar, istediğine kapatır. 1 mayıs'ta istediği grupla yürür, isterse o günde evinde ense yapar.kendi kendime gıcık olmalık malzeme yaratıyorum işte durup dururken. politik görünüp işçi düşmanlığı yapanlara gıcık olma hakkımı kullanıyorum kendimce şurada uslu uslu.
    neyse...

    bir de tanım yapayım da adet yerini bulsun.
    sakarya caddesinde bulunan, eskiden bahçesinde içmeyi sevdiğim, artık paramı yukarıda yazdığım nedenlerle onların değil başkalarının biralarına saçtığım, benim onlara para kazandırmak istemeyişimin kimsenin ipinde olmayacağının gayet farkında olduğum mekandır.

    edit: imla
  • leş bir yer, pis bir yer. sevmem, seveni de sevmem döverim.
    not:ayrımcılık yapıldığı için sevmem
  • yıllar sonra "damsız girilmez" konseptini hatırlatmış olan mekân. ankara'ya bir miras işi halletmeye gelmişiz; kardeş doktor, ben eski bankacı; efendi gibi giyinip üniversiteden bu yana neredeyse 18 yıldır görmediğim bir kız arkadaşı bekleyeceğimiz bir yer arıyoruz. nitekim arkadaş da "senin hoşuna gidecek bir yer. siz oturun, benim gelmem 15-20 dakikayı bulur." dediği için aradık bulduk, içeri girmek istedik. kapıdaki sakallı bebe gayet kibar yanımızda kız olup olmadığını sordu, geleceğini söyleyince de "gelsin, o zaman gelin." diyerek kibarlığa tavan yaptırdı.

    tamam, istanbul'da, izmir'de de "elit" yerlerde de damsız alınmadığı oluyor ama birader evli olduğu, ben de öyle yerleri sevmediğimden başımıza gelmiyordu. üstelik sakallı bebe bir başka arkadaşını da çağırdı, uzun uzun bize bakarak konuştular. iyimser bir tahminle "tüh lan, ayıp ettik galiba?!?" dediklerini düşünmek istiyorum. (beni bu saflığımla yalnız bırakırsanız anlarım).

    isabet buyurmuşlar. 3e diye bir yere gittik, keyifli müzikleri, bira tabağı, önden biraları, sonrasında da jagermeister kadehleri ile acayip eğlenceli bir gece geçirdik sayelerinde.
  • aslında zamanın ruhuna gayet uygun olarak hem müşteri profili hem de müzik yayını olarak eklektizmin zirvelerinde gezen sakarya caddesi barı. cuma ve cumartesi geceleri sözümona 45lik çalıyorlar ama lady gaga'dan ankaralı namık'a uzanan bir skalada her şeyi çalıyor alper fidaner. müşteri profili de bir o kadar ilginç. üniversite hocasından sakarya kopuklarına kadar herkes severek gelir bu mekana. travestisi de sever, en sıkı homofobiği de.

    herkesin, sınırları belli, türlere sıkışmış bir eğlence kültürüne sahip olması gerektiğini düşünenlerden değilim. uçlaştırarak söylüyorum: bir insan rock müzik dinlerken headbang yapmayı ve türkü dinlerken halay çekmeyi aynı anda sevebilir, bunlarla eğlenebilir. ancak, sarhoş solcuları gaza getirmek için bella ciao'nun remiksini çalmak çirkin tüccar mantığıdır, şark kurnazlığıdır. eski 45'likler gecesi yapıyorum deyip winamp'ta liste yapmak ve kendini dj diye pazarlamak için de aynı şey geçerli.
    hedefledikleri müşteri kitlesi için bir konsept yaratmalarına ve ona göre davranmalarına bir şey diyemem ama para kazanmak için birçok insanın cansiperane savunduğu değerleri tahrif etmeleri biraz mide bulandırıyor. bunun üzerine, işletmecilerinin ve çalışanlarının bir kısmının bu değerlerin içinden gelen insanlar olması, durumu daha da can sıkıcı hale getiriyor.
  • hafta içleri nefes ayarında; haftasonları gece yarısından sonra machine 'in (istanbul, bilenler bilir) bayağı bir yandan yemişi ayarında olan mekan. geçenlerde hafiften retro canlılarını da populasyon dahilinde gördüm. dedim "tamam olmuşsun."

    bu arada herkes dilinin ucuna getirip söylememiş. homofobik misiniz olm? cuma-cumartesi gece yarısından sonra alt katı travestiler basıyor işte.
  • içeride gerçekten eğlenmek için gelenlerin yanında, amiyane tabirle kız/erkek kesmek, geceyi kaldırma olayıyla tamamlamak için piyasa yapanlar cirit atmaktayken, 8 ekim emek ve demokrasi mitinginde etkin görevler alıp muhteşem bir miting gerçekleşmesinde emek koyan ve miting akşamı sırf yorgunluk ve stres atmak için gelen bazı insanları, anlamsız "damsız girilmez" klişesiyle karşılayan, bunun anlamsızlığı izaha çalışıldığında da biber gazı sıkıp fiziki şiddete başvuran görevlilere, durumu düzeltmek yerine mafyavari yöntem ve söylemlere başvuran işletmecilere sahip mekan..

    adam, eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi örgütleyen bir mitingi gerçekleştirip gelmiş, stres ve yorgunluk atmak için bir mekana gidiyor ve polis şiddeti benzeri bir muameleyle karşılanıyor.

    tanım; düzgün bir adamsanız, hele bir de solcuysanız biber gazı ve fiziki şiddete maruz kalabileceğiniz mekan.

    duruma dair olayın mağdurlarından bir arkadaşımın yaptığı tahlili de paylaşmak istedim:

    " ankara’daki eski yeni mekanina dair

    insanların gittiği, yediği, herhangi bir sıvı içtiği, oturup sohbet ettiği, eğlendiği mekanların birçok kusuru olabilir. bazı kusurlar görmezden gelinebilir, önemsenmeyebilir, “piyasa işte” denilip geçilebilir.. istisnalar hariç, oturulup kalkılan hemen her yer aslında böyledir. öznel çeşitliliğimiz açısından olsun, ortak beğenilerimiz-beğenmezliklerimiz itibarıyla olsun böyledir. içinde yaşadığımız bugünkü dünyanın, türkiye’nin, ankara’nın veya başka bir kentin, lokanta, çayevi, kıraathane, cafe, meyhane, pub, bar, kapalı-açık konser alanları vs. hepsinin bütün çeşitlilikleri, farklılıkları, birbirine uyan, yakın ya da zıt olan veya bize öyle görünen birçok mekanın ortak özellikleri vardır, birçok kusur barındırırlar ama içinde bulunduğumuz nahoş dünyada tahammül ederiz, gidilen yere ve oraya gidiş amaçlarımıza bağlı olarak.

    her şeye karşın çoğumuz böyle mekanlarda ne çok oturup kalkmışızdır. ancak yaşamımızdaki insanlar, mekanlar, ortamlar, koşullar ve içinde devindiğimiz doğanın iyi, yaşanabilir olmasını isteriz. bunun için milyonlar ölüyor, mücadeleler veriliyor. nihilist, toplumunu, kentini, koşullarını bilmez vesaire değil isek, kendimizce bu ortamların iyi, “adam” gibi vs olmasını isteyerek ve sesli-sessiz eleştirerek yaşıyoruz.

    ancak insansal değer kavramları ve pratiklerinden bağımsız olarak, piyasa endeksli zihniyet dünyasına sahip olan bazı mekanlar, daha doğrusu sahipleri ve güdümlenmiş personeli açısından, bazıları bir insan değil “müşteri”dir. birileri “müşteri”, birileri “iyi müşteri” ve kendileri açısından bu sınıflamaya girmeyenler ise amiyane tabirle “hikaye”dir. hatta onlara biber gazı bile sıkılabilir. “müşteri velinimetimizdir” geleneksel ticari yaklaşımı bile epey geride kalmıştır.

    bu durumda çok genel anlamda da olsa “ilerici” olunamaz. başkaları tarafından öyle görülseler bile, örneğin benim, 8 ekim’e kadarki pozitif ve yanılsamalı bakışımla da olamazlar. kendi kavramlaştırmaları nedir bilemem, her ne ise, ama mevcudun görünümü itibarıyla, belirlenimsizlikleri ve piyasacı yaklaşımları doğrultusunda, bayağı iyi, nitelikli bir kitleye hizmet ederken uygulanması olası olmayan saçma sapan ölçütler yanı sıra biber gazı sıkılması da kabul edilemez.

    kendi fikrin-zikrin ama özünde çıkarların doğrultusunda bir mekan yaratacaksın ama zamanla varsaydığımız “ilerici” dünya ve onun ölçütlerinden uzaklaşarak, tam bir belirlenimsizleşmişlikle, kendinize yakın olanı uzak, uzak olanı yakın göreceksiniz. sonra kapıdaki garibanlara, gündüz-gece o mekana girme serbestisi olanlara, kendi piyasacı yanılsama ve çıkarlarınızca türk tabipleri birliği’nin biber gazının sakıncalarını nasıl açıkladığını bilmezcesine, sıktıracaksınız. olaya müdahale edenlere de..

    evrim harika bir kavramdır. değişim, dönüşüm ise her durumda iyi değildir. mevcut durum ise düpedüz gericileşmedir. günümüz liberal gericiliğinin, postmodernizminin tezahür ve çeşitlerinden biri..

    bahsettiğim olay 8 ekim mitingi akşamı ankara sakarya’daki “eski yeni” isimli mekanda oldu.

    üstelik üzerinden üç gün geçtiği halde “adam” gibi özür de dilenmeyecek. bu durumda, amerika’dan almanya’ya yurtdışındaki ve türkiye’deki arkadaşlarıma, ankara sakarya’daki “eski yeni” adlı mekana artık gidilmemesi gerektiğini söylemek istiyorum. dünya küçük, ankara bir hayli küçük.. 8 ekim günü birçok arkadaşımızı oturttuğumuz mekanlardan biri idi. ama artık böylesi insan ve mekanlara “güle güle” demek gerek. vefa, ahde vefa vb yaklaşımlardan uzak, özü ve yarattığı bütün yanılsamalarla abuk subuk bu çıkarcılığa, piyasacılığa ve sıradan/gündelik faşizmi besleyen tutumların içimizden, “bizim” sandığımız insan ve mekanlardan hortlamasına kesin bir olumsuzlama gerekiyor."
  • çatır çatır sevişeceğimden değil de, tuvaletinde prezervatif makinesi olan ama sevişmelik uygun ortamı olmayan bar.
hesabın var mı? giriş yap