• erkek çok acayip canlı lan. dünya kadınları diyar diyar ayrılıyor ya huyuna suyuna göre; kuzeyli kadın soğuk olur, orta doğulu kadın işveli olur, uzak doğulu kadın erinin ayaklarını bile yıkar, baltık kadınları özgür ruhlu olur bilmem ne diye, erkek için yok öyle bi şey. erkek dediğin hayvan çünkü. hayvanız yani. kadın görünce hareketlerimiz tuhaflaşıyor. vurarak şakalaşıyoruz. bağırarak konuşuyoruz. en eğitimlimiz bile içindeki hayvanı ortaya çıkaracak 3. kadehe kadar dayanabiliyor.

    yani öyle bilmem nere kibarı, şuranın seksisi filan yok. yani gen havuzu şanslı yakışıklı piçler yok desem yalan söylemiş olurum ama özümüz bir amına koyim. gen havuzuna da ayrı hastayım ha bu arada. adamın atası viking, dayısı irlandalı, halası ingiliz, babası brezilya tatarı olunca adam da haliyle cillop gibi oluyor. bize de avni dayı denk geliyor sütten sonra içilmiş çayın sütün tüm faydasını götürmesi gibi benim tüm faydalı genlerin amına koyuyor. neyse, bu hayanlık meselesinden bahsediyordum. bir arkadaşım somalili bi manita yapmış. somalili bizde zayıf insanlar için sıfat diye kullanılır ya, bilirsin. benim aklıma direk o geldi. çirkin bi iş ama yerleşmiş maalesef. yalnız benim bilmediğim husus bu pezevengin memleketinde de aynı geyiğin olduğu. bu arada kız somalili filan ama artık somalinin nersindense bilmiyorum, bi gör kızı. uzun boylu, çikolata renkli, yeşil gözlü filan. prenses yasemin amına koyim kız. arkadaşımla karşılaştım sokakta;

    -ne haber lan?
    +iyi, senden ne haber?
    -iyi b'olum. manita yaptın yüzünü göremiyoz. manitan nasıl?
    +aç.

    şimdi insan olan buna senin şakanı sikerim der, sohbeti keser. hayvan olan güler. ben hala gülüyorum. orospu çocuğu ya.
  • üreme içgüdüleriyle zincire vurulmuş acınası bir canlı türüdür efendim erkek. hani şimdi aranızdan bazılarına zaman içinde tavlama amaçlı yalanlar söylemiş olabilirim, onlar da okuyunca tiksinsinler efendim benden her şeyi olduğu gibi açıklayacağım bu entryde. hani ben de çok isterdim karizma üstüne karizma koyayim, yazın yaptığım tatili anlatayim ama yok rahat etmiyor içim. sonuçta zaten kızlar da erkeğin ne mal olduğunu gayet iyi biliyorlar ama onlar da düzeni bozma taraftarı değiller anladığım kadarıyla. lakin ben bu düzeni bozarım arkadaş, kanıma dokunuyor. işte buradan tüm samimiyetimle söylüyorum, zerre kadar da yalanım varsa üstüme ağaç devrilsin. ben ve tanıdğım erkeklerin tamamı kendimizi seks yapmak zorunda hissediyoruz. sanki gizli bir el bizi içine girdiğin küçük kaygan deliğe doğru itekleyip duruyor. doğal düzen bilmem ne tamam da arkadaşım. yaşadığım toplumla doğanın kanunları öyle bir zıtlaşıyor ki beynimin yarısını kullanamadığım zamanlar yaşıyorum ben. toplum kızını "evlenmeden olmaz" a göre yetiştirirken ve benim evlenebilmem için 40 yaşına kadar düzen kurmam gerekiyorken, hormonlarımı götüme mi sokacğım çok afedersiniz. şimdi bunu böyle hormon muhabbetine bağlayınca da türkiyenin abaza gençleri kızları kandırmak için hormonlara sığınıyor diyorlar. hassitrsin ordan onu diyen ibnetor.

    bak sözlük yazarı/okuru bayan sana bir sır veriyorum burada aç kulağını beni iyi dinle. dünya ahret bacımsın ama o hormon meselesi gerçekten gerçek. bir erkeği al, elini ayağını bağla koy bir odaya, açlıktan ölmeden önce kadınsızlıktan ölmezse hiç bişey bilmiyorum. içimizde her nasıl bir düzenin kodları var daha tam çözmedim ama şunu biliyorum ki düzenli seks hayatı olmayan bir erkek embesilleşir. şimdi bu olayı daha açık anlayabilmemiz için bir örnekle yüzleştireceğim sizi

    bu deney için düzenli cinsel hayatının tam çıkışında yakaladığımız limon kimyon zorroyu kullanacağız. *

    (düzenli cinsel hayatın bitişinin 1. günü)

    -lan limon akşam bara gidiyoruz geliyor musun? ortam var acayip
    -yok be kanka ben kitap okuyacağım bugün. aa martıya bak lan ne güzel hayvan şu martı
    -ne diyosun olum
    -hayat diyorum umutla dolu. şiir yazasım, şiir okuyasım var ercüment

    (düzenli cinsel hayatın bitişinin 3. günü)

    ***tirirlrirli****trirlilili*
    -alo
    -lan mına koyduğum enteli hala evde şiir mi okuyosun lan
    -yok kanka kolye yapıyorum bu ara. yaratıcılığım hat safhada
    -olum idil'ler akşam eve çağrıyor parti ayağına
    -yok kanka ben ramazanda içmiyorum, ortamı bozarım
    -içsen de bozarsın sen ortamı, çağıranda kabahat.

    (düzenli cinsel hayatın bitişinin 6. günü)*

    -ooo kolyeci güzeli siz dışarı çıkar mıydınız?
    -eh be kanka ayıp ediyorsun seni özledim. nasıl geçti idillerde parti?
    -kaçırdın oğlum ortamı. hayvan aktı resmen
    -hadi ya... vay anasını
    -ne oldu kolye işi lan
    -sıktı abi, böyle bir sıkıntı var içimde
    -sıkar tabi lan yarah.

    (düzenli cinsel hayatın bitişinin 11. günü)

    -ercüment lan sikiyim ben böyle hayatı lan.
    -ne oldu limon bir anda böyle
    -ne biliyim lan idili mi arasak acaba.
    -yok abi ben görmek istemiyorum artık onu. o gün pis soktu bana içki parasını
    -iyi de kız lan aslında

    (sonraki günler)
    -facebook da chat aplikasyonu yükledim kanka kız kaynıyor içersi abi. türk de yok
    -hadi yaa atsana olum linki bana.

    yaa yaa sır tıpası izleyicileri, işte böyle de bir canlı erkek. nerde kaldı şevkle azimle üreten, hayatı seven, düşünen adam. nerde kaldı facebookda karı peşinde koşan embesil. uzun lafın kısası bir tanım gerekirse eğer, düşünmek için kadına gereksinim duyan kütüğe erkek denilir derim. haa yok mudur istisnalar ***yoktur*** ne o vardır mı diyecğim sandınız lan ehehahe. bazen çok saf davranıyorsunuz yemin ediyorum. iyi niyetlisiniz yahu siz bildiğin. sempatikler sizi.

    hadi ben yatıyorum facebookda da kimse kalmadı.

    #21048338 (türk erkeğinin erken boşalmasının sebebi)
    (bkz: 2.5 yıllık kız arkadaşıyla seks yapamayan adam/@limon kimyon zorro)
  • diğer hayvan türlerinde de olduğu gibi, insan hayvanının da heybetli ve güzel olan cinsidir. kadınca yazmıyorum. kadınca bakış açısı değil bence bu. erkek aslanın yeleleri, erkek tavuskuşunun kuyruğu gibi.. erkek sultan papağanının daha güzel olması gibi.. erkek insan hayvanı da daha güzeldir. cinse ait özel yeteneklerinde analitik düşünme, çabuk karar verme, hızlı refleks ve nasıl oluyorsa yön bulma mevcuttur.
    evrim sürecinde değerlendirildiğinde zaten bu olası bir sonuçtur. doğaya salıverdiğinde hayatta kalmasını sağlayacak bu yetilerine karşın, duygusal dünyalarında zayıflıkları ve zaafları mevcuttur. toplumda bilinenin aksine, erkeklerin daha duygusal olduğunu düşünmekteyim. ya da yara almaya müsait mi demeliyim. ne bileyim ifade edemedim.

    toplumsal kıyafetleri üzerinden atmış olanları inci gibidir. sohbetlerine doyum olmaz. ancak toplumsal kıyafetleri hala üzerinde taşımakta olanlar da bir o kadar itici ve ııyygghh denilesidir. ayrıca kişisel olarak, arkadaşlarımı, toplumsal kıyafetlerini üzerinden atmış erkekler arasından seçmekteyim. toplumun yaratmış olduğu, erkek erkeğe veya kadın kadına sürdürülmekte olan ahbaplık, kanımca her iki cins için de faydasızdır. bir an önce homojen karışıma geçilmelidir.

    müslüman toplumun erkeklerinin yüzyıllardır bir oyuna kurban gittiklerini düşünmekte ve acımaktayım. erojen milyonlarca sinir ucunun bulunduğu bir parçaları her doğan çocukta kesilip atılmaktadır. bir de "temizlik" yalanı dayatılmaktadır. bunu kadınlara yapıyor olsalar kıyameti koparırdım, nasıl alıştık nasıl ses çıkarmıyoruz nasıl sineye çektik bilemiyorum. oğlumun vücut yapısına sünnet adı altında bu zararı vermeye asla kıyamam ancak toplumdan göreceği baskının, ilkokulda arkadaşlarından falan göreceği baskının daha büyük psikolojik sorunlara yol açmasından da tırsmaktayım.

    nefret etmekte olduğum toplum baskıları sadece kadınlar için kadınlar adına zarar verici değildir. aksine erkeklerin de bu konuda çok büyük sorunlar yaşadığını düşünmekteyim. örneğin toplumun, erkeğin cinsel başarısına kafayı takmış olduğunu düşünmekteyim. kadının cinsel başarısını kimse kafaya takmaz. ama erkeğinki toplum için önemlidir. başarılı olacaksın arkadaş. skor falan yapacaksın. ya bir bırakın. bir rahat bırakın yazık. bırak kendi için sevişsin, toplum için değil.
    ya da evi geçindirmek, çekip çevirmek, karısının yükü çocukların yükü falan. maalesef, kadınlar üretime toplum kuralları, din, eğitimsizlik sebebiyle katılamadığı için yeterince, genelleme yapabilecek kadar çok ailenin bütün üretim yükü erkeğin üzerindedir. iki yakayı bir araya getirmek zorunda olan erkektir.

    ayrıca kadınların da haksızlık yaptığını düşünmekteyim. hava soğuksa ceketini çıkarıp veren sonra kıçı donan, erkektir. aman sevdiğimin başına bir şey gelmesin diye okul çıkışında bekleyen, erkektir. biz regl dönemimizde 1 hafta yayıla yayıla yatabilirken, grip olup yatağa düşünce "amma nazikmişsin" damgası yiyen zavallı, erkektir. yazık ya, kıyamam.

    ömür ortalamaları kadına göre kısadır. bunun, kadının iki tane x taşımasından kaynaklandığı görüşü mevcut, ama kabul değil.

    velhasılı. feminist değilim. çünkü insan üzerinde oynanan tüm oyunların, insan üzerinde oynandığını düşünmekteyim. kadınlar ne kadar sorun yaşıyorsa, farklı şekillerde, erkekler de yaşamaktadır. kadında şiddete ve "gücü yetme" kapılarına çıkan bu zararlar, erkekte psikolojik sorunlar, cinsel baskılar, kişilik bozuklukları olarak sonuç vermektedir kanımca. yani oynanan oyunlar her iki cinse de zarar vermektedir. bunun en kökten çözümünün, üretim araçlarının el değiştirmesi sonucu oluşacak refahın getireceği eğitimin ve bunun sonucu olarak toplum değerlerindeki değişiklik olduğunu düşünmekteyim. penis ideolojisi adı altında yazılan pek çok yazıyı haklı bulmamaktayım, çünkü bu ideolojiler, erkeklere de zarar vermektedir, ancak bu, nedense gözden kaçmaktadır.
  • meselelerini kadın üzerinden halletmeye çalışan bir acaip ademoğlu.

    provokatif başlık açma rehberine sadık kalmak isterdim ama genellemek işime geldi.

    sevse, sevilmese, istese, istemese, beğense, yüz çevirse, iktidar yanlısı da olsa, ölümüne muhalefet yapsa da meseleyi savunurken "kadın" üzerinden söz söyleyenlerin değeri yoktur.

    sevdiğim birisinden işitmiştim ilk, "erkek dediğin kadın üzerinden iş yapmaz" demişti. " x dediğin" kalıbı da itici bir kalıp ama bazı cümlelerde yakışıyor.
  • kısa boylu, bıyıklı, kıllı, yere tüküren, burnunu we çükünü karıştıran, cep telini elinde taşıyan, çalınca baara baara konuşan bi canlı türü...
  • koca koca gokdelenler insa edebilen, ucagi yerden kaldirip ucurabilen, dehset otomobiller tasarlayabilen, buna karsin "camasir makinasini calistirir misin?" cumlesini duydugunda kilitlenip aval aval bakan canli turu.
  • konuşuyorduk travis and tyler durden ile; kah süpersicim teorisinden, kah penis yüzüklerinden bahsediyoruz. yani tam bi beyin fırtınası. konu kelalaka bir ortak arkadaştan bahsederken kadın - erkek ilişkilerine geldi (valla jenna jameson'dan değil). ben hemcinslerimin bu konuda daha çok puştluk peşinde olduğunu düşünüyordum, onu önceden belirttim. ununu elemiş travis, erkeklerin hevesli başladığını, sonra panik halinde olduğunu ve akabinde agresifleştiğini söyledi. ben de, "günler geçtikçe hatunun umulduğu gibi çıkmama ihtimali tedirgin ediyor olabilir." dedim.

    - tamam da, paniğe gerek yok ki, öyle çıkmazsa biter zaten abi. ya da sen onun istediği gibi çıkmazsan biter. bunlar düşünülmeye değer şeyler değil.
    - abi işte o kadar kolay değil bence. karşında pozitif bi düşünce - duygu korelasyonu mevcut oluyor ve "onun istediği gibi çıkmasam da aşık oldu" korkutucu oluyor kanımca. yani düşünsene, karşında bir kadın var ve belki de kendi dünyasında fedakarlıkların en büyüğünü yapıp "seviyorum bok da olsan" diyor. elbette süper bir şey ama onun aşkının büyüklüğü, "vazgeçilmez" hissettirmesi boğucu da olabiliyor. "istesen de gidemezsin" gibi bir şey oluyor o aşk, "hiçbir şey gitmeni gerektirmez, gerektiremez" gibi. hem özgürlüğünü hem de karşısındakinin aşkını önemseyen erkek için zor bir durum, bocalaması normal.

    bu noktada aslında erkeklere o kadar da nefretle yaklaşmadığımı fark ettim. sevindim. yıllar geçtikçe insana kendi bile fark etmeden bir objektiflik siniyor galiba. devam etti,

    - yok öyle bir şey emin ol. kadınlar yer o aşkı.
    - hmm.
    - erkekler gibi olmaz. sen hiç gördün mü meyhanelerde "seviyorum ulen" diye içip içip ağlayan kadınlar? göremezsin.
    - hahahahahah! hayır.
    - hahahah sence neden?
    - kadınlara hoş bakmıyorlar meyhanede, "seviyorum ulen" diye bağırsalar "teselli edelim yavrum" derler hahahah.
    - tamam. başka bir mekan yaratırlardı o zaman? ama o da yok işte.
    - hahah doğru aslında, talep yok demek.
    - derhal mantık bastırır kadınlarda, sakin sakin devam ederler hayatlarına.
    - o zaman erkeklere senelerdir büyük bok atılıyor arkadaş.

    konuşmanın bundan sonrası çok doyurucu bir hal almış olsa da, abi - kardeş modunda geçtiği için paylaşmayı -üzülerek- uygun görmüyorum. zaten bu kadarlık kısmı için izin almıştım. ama erkeklerle "genel" bazda ilgili özü aldık bu diyalogtan.

    en duygulu şiirleri erkeklerin yazdığı, en arabesk parçaları erkeklerin yaptığı, en derin sözleri erkeklerin söylediği gibi bir gerçek de çarptı yüzüme bu açıdan bakınca. hepsi mi kolpa? tamam, belki kadınlarla kıyaslandığında götlük oranı daha yüksek çıkar ama, bu bir şeyin göstergesi de değil sanırım.

    "kadın - erkek" arasındaki her konu bir "alma - verme" ilişkisine bağlanıyor gibi de bir durum var. doğanın kanunu mudur insanın iğrençliği midir bilmiyorum. erkeğin negatife seyreden ilişki grafiğinin nedenlerinden biri de, kadının hep aynı kalması olabilir. entropi diye bir şey var bu evrende. "ilişki" dediğin de onun içinde. erkek aşağı seyrederken, kadın da yukarı seyretmiyor. ilk günkü gibi severek niteliği korunamıyor o sevginin maalesef. sürekli bir mücadele içinde olmak gerekiyor. ilişkiye başlamayı bir treni harekete geçirmek gibi düşünmek lazım. arkasına bir ip bağlı, sen de o ipi tutuyorsun. gittikçe hızlanıyor. peşinden giderken ona bağlı ipi tuttuğun için, normalde koşamayacağın kadar süratli oluyorsun ve bu hoşuna gidiyor. iyice hızlandıkça ayağın yerden kesile kesile koşmaya devam ediyorsun. peki nereye kadar? işte sorun burada. bir yerde ipi bırakman gerekiyor. ya ip elini kesiyor, ya bacakların yoruluyor, ya da nefesin kesiliyor. bir ilişkide duygusal fedakarlıklar yapmak "başarabilirimmm, hayırrr, bırakmıcammm, hayırrr! acı yokk!" demek gibi bir şey. bırakacaksın o ipi sonunda, kendini kandırmamalısın. ve, erkek, makinist değil. "yahu peşinden koşacağımıza gel bu trene binelim." ya da "bırak gitsin yahu nasılsa bırakmayacak mıyız?" diyen taraf erkek. tamam belki birden fazla ipi tutmaya çalışan itler de var ama, normal "bildiğin" ortalama erkek, az çok bu tip bir şey.

    erkekler, duygularını aldırmış, az gelişmiş pislikler değiller. daha sonuç odaklı olduklarını söylemek mümkün. kadınla arasındaki en büyük ve belki de tek fark bu diyebilirim. anı yaşarken, o an hiç bitmeyecekmiş gibi içinde kaybolan kadının aksine anın sonunu düşünen bir cisim erkek. bunun bir suçlama olması güç. kadın mütemadiyen bir şeylerin içinde kaybolmaya meyilli, erkekse kendini bulmaya. kadın - erkek arasındaki insansal ilişki de, çelişki de, buna dayanıyor kanımca. erkek, kadının kaybolmasından rahatsız olmuyor ama, kendini bulmasına da yardımcı olmasını istiyor. kadınsa, erkeğin kendisiyle birlikte kaybolmasını istiyor. erkeğe gelmiyor haliyle bu. sonunu göremeyince de skora bakıyor. etiği tartışılır elbette ama yine de bir sonuca odaklanma var yani. "hesaplayan kadınlar" diye bir şey yok, "hesaplayan adamlar" var neticede. belki "hesaplayan kadınlar" da olsa, güce denge gelecek. erkekler her yola gelirken (gerçekten duygusal olup aynı zamanda seks manyağı olabilmek gibi), kadınlar hesaplamaya kalktığında ya arabaya tek taşa bakıyor, ya da kendince tuhaf ilişki stratejileri geliştirip işi kurallarını sadece kendisinin bildiği bir oyuna çeviriyor.

    erkeklerden nasıl bir sürü çürük yumurta çıkıyorsa, kadınlardan da bir o kadar çıkıyor. kadınların bir avantajı varsa, çürük yumurta ile birlikte bozulmamaları. ki onu da zaten girişteki özlü diyalog ile aktardık sanırım. erkekler ise bozuluyor. kabuk tutuyor. kadın iyileşince kabuğu atıyor, erkek onunla yaşıyor. bazen kaşınıyor, kaşıyor, ama kabuğu duruyor. yoksa az piç, puşt, insan müsveddesi kadın da yok değil.
  • bir kadinin tam olarak anladiginda;
    dünyaya bakisina katkisi olacak;
    bütünü tam yapan cins.

    erkek seven bir kadin olarak;
    onlarin;
    net, dolambaçsiz hallerine sastigim,
    birbirleri olan iliskilerindeki dürüstlükleri ve dayanisma ruhlarina imrendigim;
    ne olursa olsun eglenebilme ve geyik yapabilme potansiyellerini kiskandigim;
    tam güven hissettiklerinde kadini sahiplenisleri, kadini kadin yapislarini sevdigim;
    pratik zekadan yoksun olduklarinda bana yasattiklari gülme haline taptigim;
    en zekice yalanlari göz kirpmadan söyleyislerine hayran kaldigim,
    özgürlük alanlarini ne pahasina olursa olsun savunma, koruma hallerine bayildigim;
    iyi ki varlar dedigim;
    dedem, büyükbabam, babam, erkek kardesim, sevgilim/esim, oglum,
    sevilesi canim cins...
  • bugun dusundum de su gibiler lan. suyun da cesitleri var mesela icme suyu deniz suyu camurlu su filan diye. hatta markalari var yok erikli yok hamidiye. ama en nihayetinde hepsini h2o diye formule edebiliyosun. erkekler de oyle iste. cesit cesitler ama formule dokunce tasak2sik. oyle yalin, oyle basit.
  • erkek denen canlı hakkında yazmışım yıllar önce bir şeyler: (bkz: what it is/@maarri) şimdi tekrar okuyunca yeni bir şeyler fark ediyorum yazdıklarımda, düşüncelerim arasında daha önce kurmadığım bir örüntü. bir şeyleri eksik görmüşüm sanki, üzerine hak ettiği kadar düşünmüş müyüm, emin olamadım. üzerine yeteri kadar düşüneyim, siz beni bir de o zaman görün. ama düşündüreni hiç görmeyin.

    erkek denen canlı, belki ergenlik sürecinin bir noktasında, içinde, derinlerde bir yerlerde, şu hayatta aslında tek, nihai amacının seks olduğu, yaptığı veya yapacağı hemen her şeyi de bunun için yaptığı veya yapması gerektiği sonucuna varıyor ve bu sonucu kabullenmek zorunda olduğunu, başka çaresinin bulunmadığını hissediyor. belki hakikat de bu, ama hakikatin ne olduğunu fark etmekle, bunu olduğu gibi kabullenmek arasında da ciddi bir fark var. kafamızda kendimize dair inşa ettiğimiz imge, fark etmekten ziyade kabullenmemizle şekilleniyor.

    ergenlik sürecinde erkek denen canlının vücudunun kimyası alt üst oluyor, testosteron adında bir şerefsiz yarın yokmuşçasına pompalanmaya başlıyor. canlının vücudu diyoruz bak, vücut dışında da bir şeylerimiz olduğuna inanmaya çok ihtiyacımız var çünkü. her neyse. erkek denen canlı seks isteğini öyle güçlü bir itki olarak hissediyor ki vücudunda, asla baş edemeyeceği, olsa olsa baş ettiğini zannedebileceği, olsa olsa kendisini kandırabileceği bir şey olarak kodluyor. kendisini elbette sadece kadınlara değil başka bir şeylere verebiliyor bir yandan, sporla sanatla müzikle edebiyatla siyasetle felsefeyle uğraşıyor belki, belki tanrı ya da devrim aşkı ile sarhoş olduğunu düşünmek daha çekici geliyor, benim dünyaya dair tek derdim kadınlar değil, daha ciddi dertlerim var diye düşünmek istiyor, böyle düşünmek hoşuna gidiyor. dini de, ahlakı da, hukuku da en temelde bunun için ürettik belki de. (sen kötü bir çocuksun, kimse seni sevmeyecek.)

    ama tanrı veya devrim veya bir başka ideal ile yeteri kadar kendini kandıramadıysa, içten içe yaptığı ve düşündüğü hemen her şeyin bir şekilde kadınlarla alakalı olduğunu sessizce kabulleniyor eninde sonunda, bunu inkar edebilmesine imkan yok, kurduğu cennet hayalinin bile baş köşesinde kadınlar var elbette, sonsuz sınırsız doyumsuz masrafsız itirazsız her istediği an emrine amade cariyeler. cenneti cennet yapan başka nedir?

    yani erkek denen mahluk, çocukluktan çıkıp aklı bir şeylere ermeye başladığı andan itibaren, kendisini "seks yapan maymun" olarak konumlandırıyor varoluş içinde ve yaptığı her şeyi bunun için yaptığını kabulleniyor. bunu kadınlara, hatta kadınları geçtim başka erkeklere bile asla tam olarak bütün açıklığıyla itiraf edemeyecek olsa bile; kendi içinde, kimsenin erişemeyeceği o mahrem dünyasında, sessiz sedasız kabulleniyor. kadınlar yarın tümden yok olsa dünyada, biz erkekler birbirimizle baş başa kalsak, heteroseksüel olan çoğunluk için paranın da, gücün de, statünün de, sanatın da, sporun da, rekabetin de, bir şeyler düşünüp üretmenin de, nihayetinde her şeyin de anlamını yitireceğini biliyoruz hepimiz içten içe. man going their own way? which way? kadınlara çıkmayan bir yol mu var?

    kadınlardan asıl ve nihai isteğimizin seks olduğuna eminiz, sekse ulaşmak için türlü çeşit zahmete katlanmamız, icabında türlü çeşit maymunluk yapmamız gerektiği gerçeği ile de bir noktada yüzleşmemiz gerektiğine karar veriyoruz, bunun karşı koyamayacağımız bir doğa yasası olduğuna, elzem olduğuna, bu yüzden de gayet rasyonel ve etik olduğuna, kimsenin bizi bundan dolayı suçlayamayacağına hükmediyoruz. hükmediyoruz çünkü kadınlar için harcadığımız emek zaman ve paranın haddi hesabı yok, üstelik bu emek zaman ve paranın fırsat maliyeti hesaplanamayacak korkunçlukta büyük. belki alabileceğimiz nice nobel oscar pulitzer ve grammy ödüllerini kadınlar yüzünden alamıyoruz. ama aldıklarımızın hepsini de temelde yine kadınlar sayesinde alabildiğimizi düşününce, bu da anlamsızlaşıyor biraz.

    katlanmamız gereken en büyük zahmetlerden biri ise, kadınlara ve sekse ulaşabilmek için başvurmamız gereken türlü çeşit manipülasyon. ve hayır, karşımızdaki kadına uyguladığımız manipülasyondan ziyade, kendimize uyguladığımız manipülasyon. beni daha çok bu düşündürüyor. kadınları sekse ikna edebilmek için yapmamız gereken bir şeyler olduğunu erken yaşta fark ediyoruz ve yüzleşiyoruz zaten, ama kendi varlığımızı "seks arayan maymun"a indirgemek için harcadığımız ayrı bir efor da var kendi içimizde, asıl kendimizi manipüle etmek için oldukça karmaşık senaryolar ve stratejiler şekillendiriyoruz, o kadar başarılı oluyoruz ki bu konuda, işte o yüzden fark etmiyoruz bile.

    kendimizi kandırma ihtiyacımızın oldukça basit bir sebebi olmalı: derinlerde bir yerde asla sadece "seks arayan maymun" olmadığımızı, cinsellikten ibaret olmadığımızı kabul edemiyoruz, etmek istemiyoruz adeta. sanki sadece cinsellik aramadığımızı, geçtim hayatta başka dertlerimizin olmasını, kadınlarda tek aradığımız şeyin de sadece seks olmadığını kabullensek; sevmeye, sevilmeye, şefkat görmeye, göstermeye, dokunmaya, dokunulmaya da ihtiyaç duyduğumuzu, hem de seksten bağımsız olarak ihtiyaç duyduğumuzu, bunların seksten bağımsız da bir anlamları ve değerleri olduğunu kabullenebilsek; bu bize katlanamayacağımız bir sorumluluk, ağır bir yük bindirecek diye korkuyoruz. bizi sadece seks arayan bir maymun olmaktan çıkaracak, başka ve büyük dertleri ve ihtiyaçları olan, seksten başka bir şeylere de kafa yorması ve çözüm bulması gereken bir varlık tahtına oturtacak, işte bu çok rahatsız edici.

    sadece seks arayan maymun olmak çok daha konforlu bir düşünce; amacımız belli, yürümemiz gereken yol belli, ödememiz gereken bedel belli. ama aksi takdirde, kendimizi sadece seks yapan maymun olarak düşünmezsek, o zaman kim olduğumuza ve ne yapmamız gerektiğine dair sorular önümüzde bir heyula gibi dikilecek. bununla ne yapacağımızı bilmiyoruz, o yüzden ya ergenlik sürecinde önümüze ilk çıkan cevap olan seks arayışını kabullenip basitlikte hayır bulmalıyız, ya da bunu sakil bulup din veya siyaset veya felsefe gibi bir şeylere tutunarak varoluşumuza bir anlam yaratmak ve kendimizi kandırmak zorundayız. kolaylaştırınız zorlaştırmayınız. "tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rab bellemeyeceğim." e bellemişsin işte?

    belki schopenhauer haklıdır, belki bütün bu çabanın, bütün bu uğraşın, bütün o seks peşindeki maymunlukların, belki bundan kurtulurum ümidiyle kendini dine veya felsefeye veya siyasete veya başka bir şeylere vermelerin, ama yine kurtulamayacağını bilip aklının bir köşesinde sürekli çeşitli memeler emmenin, kadınlar peşinde harcanan o sınırsız emek ve mesailerin, bütün o ateşli gecelere kavuşmak için üretilen manipülasyonların, yılların deneyimiyle geliştirilen stratejilerin, nihayet o bacakların arasına dalabildiğin zaman hissettiğin zafer duygularının, birini elde etmiş olmaya yüklediğin o saçma haz ve anlamın, ağzına ve yüzüne boşalmaların, sonra belki birileriyle kendini alıkoyamayıp ciddi ilişkilere sürüklenmenin, belki tek gecelik ilişki yaşayacağım diye başlayıp kendini bambaşka yerlerde bulmaların, "oh ne güzel hiçbir beklentisi yok sadece sikip geçeceğim her zamanki gibi" diye düşünüp sırıtırken o tek gece çok güzel geçti diye iki, üç, dört oldu derken bir anda içinde kendini bulduğun duyguların, hasta olduğu zaman başında tedirgin bekleyişlerin, onu üzdün diye kendini mahvetmelerin, evet belki bütün bunların anlamı, türün devam etmesi için dünyaya getirilecek yeni bebeklerdir, hepsi varoluş iradesinin biz fani maymunları mahkum kıldığı o her türlü demiri ve hatta elması kesen emirdir, o şuursuz kadir-i mutlak tanrıdır ki bize var olmak için var olmamızı emreder, sürekli kendisine referans veren bir kısır döngüye hapseder, varoluşu devam ettirme emrine uymamız karşılığında bize orgazm gibi, belki üstüne aşk gibi ödüller verir, aşık olduk diye sadece seks yapan maymun olmaktan çıktığımızı zannettirir, emrine uymadığımız takdirde de sürekli bir tatminsizlikle bizi cezalandırır.

    ama o emre uyabilmek için kendimizi harcarken ödediğimiz başka bir bedel daha var ki, bütün muhasebeyi baştan aldırıyor: seks arayan maymunun hiç yaşamadığı için eksikliğinin de farkında olmadığı duyguların tatminsizliği ile aşırı yorgun ve yıpranmış bir anlam arama makinesi. hırıltılı sesiyle kulağına usulca fısıldıyor: sen sadece seks yapan bir maymun değilsin, sen seks yaptığının bilincinde olan bir maymunsun. şempanzeler veya orangutanlar bunun üzerine düşünemiyor, ama sen düşünebiliyorsun. bu yüzden de niçin seks yaptığını, onu niçin bu kadar istediğini merak etmekten kaçamıyorsun. turgut uyar'ın "hiç sevmem şu yengeç sanılan hayvanı" dediği gibi, sen de seks sandığın o bir başka vücutla kenetlenme fiilinin aslında kendisinden başka bir şeyleri de temsil edebileceği düşüncesinden kaçmaya çalışıyorsun sürekli.

    hiç sevmem şu schopenhauer sanılan, hani hayatı boyunca kadınlardan nefret eden ve main nehrine bakan güzel evinde yalnız ölen o adamı: "insan istediğini yapabilir ama istediğini isteyemez."
hesabın var mı? giriş yap