9 entry daha
  • ""üslûp senin için hayattı. üslûp senin için sesti. üslûp senin düşüncelerindi. üslûp içinde
    yaşattığın asıl kişiliğindi, ama bir değil, iki değil, üçtü bu kişilikler…"

    "bunlar?"

    "benim basit kişiliğim dediğin birinci sesin: herkese gösterdiğin, herkesle birlikte aile
    yemeklerinde sofraya oturttuğun ve herkesle birlikte yemekten sonra sigara dumanları arasında dedikodu yaptırttığın ses. günlük hayata ilişkin ayrıntıları bu kişiye borçlusun.

    ikincisi, olmak istediğin kişiydi: bu dünyada huzur bulamayan, bir başka dünyada yaşayan ve bir başka dünyanın sihirine bulanmış hayranlık verici kişilerden yürüttüğün bir maske. önce bir taklidi, sonra kendisi olmak istediğin bu 'kahraman'la fısıldayarak söyleşme alışkanlığın olmasaydı, bu kahramanın, kulağına fısıldadığı kelime oyunlarını, bilmeceleri, alayları, iğnelemeleri kendi aklına takılan nakaratları söyleyen bunaklar gibi tekrarlama alışkanlığın olmasaydı, günlük hayata dayanamayıp birçok mutsuz gibi bir köşeye çekilerek ölümü bekleyeceğini yazmıştın bir kere ve gözyaşlarıyla okumuştum... üçüncüsü ise 'objektif üslup, sübjektif üslup' dediğin bu iki kişiliğin ulaşamayacağı âlemlere götürürdü seni ve tabii ki beni: karanlık kişilik; kara üslup!

    taklitle, maskeyle yetinemeyecek kadar mutsuz olduğun gecelerde yazdıklarını ben daha iyi bilirim, ama yaptıklarını sen daha iyi bilirsin, kardeşim benim. birbirimizi anlayacağız, birbirimizi bulacağız, birlikte tebdil-i kıyafet edeceğiz, bana adresini ver.""

    (…)

    "adresini verirsen, hepimizin yüzünde bir harita gözüktüğünü ve bu haritaların içinde yaşadığımız şehrin vazgeçemediğimiz köşelerinin işaretleriyle kaynaştığını anlatan yazını ve bu yazıyı neden yazdığını hatırlayacaksın. adresini verirsen, mevlâna'nın ünlü ressamlar yarışması hikâyesini neden köşende anlatmak zorunda kaldığını hatırlayacaksın. adresini verirsen, hiçbir zaman umutsuz bir yalnızlık olamayacağını, çünkü en yalnız zamanlarımızda bile bizlere hayâllerimizdeki kadınların eşlik ettiğini, üstelik bu hayâlleri kurduğumuzu her zaman içgüdüyle sezen o kadınların da bizi bekleyeceklerini, arayacaklarını ve hatta kimilerinin bulacaklarını yazdığın o anlaşılmaz köşe yazısını da neden yazdığını hatırlayacaksın.

    (…)

    eski boğaz vapurlarının hüzünlü dumanlar salıveren ince bacalarının sana neden o kadar narin ve kırılgan gözüktüğünü anlatırken sen, beni seni anladım. kadınların kadınlarla, erkeklerin erkeklerle dans ettiği taşra düğünlerinde birdenbire neden nefes alamaz olduğunu yazdığında, seni anladım.

    kenar mahallelerde, mezarlıklarla içice geçmiş döküntü ahşap evlerin arasından yürürken içini saran sıkıntının, geceyarısı odana döndüğünde neden gözyaşlarına dönüştüğünü yazarken seni anladım. küçük çocukların, kapılarında okunmuş teksas-tommiks sattığı eski sinemalarda oynayan herküllü, samsonlu, roma tarihli filmlerin bir yerinde, köle güzeli rolündeki üçüncü sınıf bir amerikan artistinin ince ve uzun bacaklarıyla kederli yüzü perdede belirince, bizim erkeklerimizle kıpır kıpır kaynaşan salondaki sessizliğin seni kahrettiğini, ölmek istediğini yazdığında da seni anladım."
105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap