7 entry daha
  • konunun fuko bağlamındaki ayrıntıları son derece açıklayıcı ve tatmin edici bir şekilde anlatılmış. ben de bu kısımdan kendi çapımda devam edip ayrıntılı olarak değinilmesi gerektiğini düşündüğüm politik altyapı /bilinç ve bütünleyicisi olarak lanse edilen örgütlülük meselesine değineceğim.

    bilimsel sosyalizmin sert parti anlayışı ve işçi sınıfının siyasal eylemliliğe geçmediği sürece kazanmasının mümkün olmadığı tezi bundan yaklaşık 131 yıl önce engels tarafından dile getirildiğinde ana tema "devletin proletarya tarafından ele geçirilmesi ve üretimdeki anarşinin sona erdiği andan itibaren devletin sönmesi " 'dir. devletin bizatihi bütün kötülüklerin kaynağı olduğu ve yıkılmasının devrimin başarıya ulaşması için başlangıç noktası olduğu iddiası, bilimsel sosyalizm tarafından proletaryanın hakim sınıf olarak iktidarını burjuvaziye dayatması , kendini kurtarması ; akabinde sınıfsal temelde varlık nedenini yitiren devletin yıkılmasıyla devrimin son aşaması olduğu öne sürülerek eleştirildi. bütün bu anlatılanlar zamanında engels ve marks tarafından o dönemde gereklilik duydukları savunma refleksleriyle hararetle savunuldu, ütopik sosyalizmin taraftarı, küçük burjuva ve karşı-devrimci olarak nitelenen anarşistlerin varlığı ve politik bilinçleri epeyce sorgulandı. oysa, gözden kaçırılan esas nokta, işçi sınıfına ait siyasal bir parti içerisinde sınıf savaşını savunan bilimsel sosyalizmin örgütlenme olgusunu da bu dar çerçevede ele almış olmasıdır. oysa örgütlenme, her şeyden önce bireysel, daha sonra da toplumsal bir ihtiyaçtır. pekala, bu tanımdan yola çıkarsak, örgütlenmenin içini nasıl dolduracağız ve ütopik sosyalistlerin karşı çıktığı siyasal parti örgütlenmesindeki başat etken nedir?

    o başat etken, örgütlenmenin otoritesiz olamayacağı düşüncesidir. açık ve net. buradan hareketle, örgütlenmeye ilişkin errico malatesta'dan bir alıntı yaparsak sanırım daha aydınlatıcı olacak:

    "örgütlenmenin karşısında yer alanların temel hatası, örgütlenmenin otoritesiz kurulamayacağına inanmalarıdır.

    bize öyle geliyor ki örgütlenme, yani belirli bir amaç için kurulan ve bu amaca ulaşmak için gereken yapı ve araçlara sahip olan birlik, sosyal yaşamın zorunlu bir yanıdır. kendini toplumdan tecrit eden insan, bir hayvan gibi yaşayamaz, çünkü, tropikal bölgeler ya da insan nüfusunun çok az olduğu zamanlar hariç, yaşaması için ihtiyaç duyduğu yiyeceği bulamaz; ve böyle bir ortamda hayvanların seviyesinin üstüne çıkması imkânsızdır. bu nedenlerle, diğer insanlarla birlikte olan ya da, daha doğrusu, türlerin atalarının evrimi sonucu olarak kendini diğer insanlarla bir birlikteliğin içinde bulan kişi, ya başkalarının isteklerine boyun eğer (köleleştirilir); ya başkalarını kendi isteklerine boyun eğmeye zorlar (otorite olur); ya da herkesin yararına olanı elde etmek için diğer insanlarla kardeşçe anlaşarak yaşar (birlik olur). hiç kimse bu zorunluluktan kaçamaz; örgütlenmeye en şiddetli şekilde karşı çıkanlar sadece içinde yaşadıkları toplumun genel örgütlenmesine maruz kalmazlar, aynı zamanda yaşamlarındaki gönüllü eylemlerinde ve örgütlenmeye karşı başkaldırılarında kendi aralarında birlikler kurarlar, görev paylaşımı yaparlar, aynı düşünceye sahip olanlarla örgütlenerek toplumun kendilerine sağladığı araçları kullanırlar...

    bir topluluğun ihtiyaçları olduğunda ve üyeleri bu ihtiyacı kendiliğinden karşılamak için nasıl örgütleneceklerini bilemediklerinde, biri öne çıkar; tüm topluluk üyelerinin hizmetlerini kullanarak ve onları dilediği gibi yöneterek bu ihtiyaçları gideren bir otoritedir o. eğer kullanılan yollar güvenli değilse ve insanlar ne gibi önlemler alacaklarım biliniyorlarsa, bir polis kuvveti ortaya çıkar ve ne tür hizmette bulunursa bulunsun karşılığında desteklenmek ve ücret almak ister, aynı zamanda kendini zorla kabul ettirir ve baskısını hissettirir; eğer topluluk bazı mallara ihtiyaç duyduğunda kendi ürettiklerini uzaktaki üreticilerle nasıl takas edeceğini bilmiyorsa, bir tüccar ortaya çıkar, alıcı ve satıcıların ihtiyaçlarını karşılamakla ilgili görünürken aslında kendisi kâr sağlar, bu nedenle üretici ve tüketiciye uygulayacağı fiyatları kendi belirler ve onları, bu fiyatları kabul etmek zorunda bırakır. tüm bunlar gözümüzün önünde olup biter; ne kadar az örgütlenirsek, birkaç kişi tarafından baskı altında tutulma olasılığımız da o kadar artar. ve bu anlaşılır bir şeydir...

    - örgütlenme, bir otorite yaratmaktan çok, otoriteden kurtulmanın tek çaresidir; kolektif çalışmada bilinçli ve aktif roller üstlenebileceğimiz ve liderlerin elinde pasif birer alet olmaya son verebileceğimiz tek yoldur. " -

    bu bağlamda, vicdan solculuğu kavramının - kusura bakmayın ama - örgütlenme olgusunu dar, tek yanlı bir açıdan ele alarak açıklanmaya çalışılmış olması , yanlış bir başlangıç olur ve kuramsal temel daha ilk adımdan çöker.

    son olarak dikkatimi çeken bir şey daha mevcut: yıldırım türker veya vicdan solculuğu kapsamında özne olarak ele alınan herhangi bir yazarın başka sol kanat aktivistleri, sendika liderleri ile karşılaştırılması dikkate değer bir yaklaşım. bir anti tez üretmek gerekirse, yazıda yıldırım türker'e üstü kapalı olarak yüklenen misyon, vicdan solculuğu bağlamında aktif değil pasif bir konumda olması. burada yine fuko'ya başvurursak, onun 1960'lı yıllardan sonra geliştiğini söylediği sermaye emrinde çalışan, devlete ve iktidara dolaylı da olsa hizmet eden biri olarak lanse edilmesi, spesifik entelektüel denen öznenin bir nevi hor görülmesi olmuş. ve fakat, bu yanlış bir yönelim. zira, günümüzde kitlelerin bir evrensel vicdanın temsilcisi entelektüel tipine ihtiyacı yok. ve spesifik entelektüel, sahip olduğu bilgi-uzmanlık aracılığı ve bireysel olarak siyasileşme kapasitesiyle hor görülecek değil, içselleştirilecek bir olgu. yıldırım türker radikal'de yazıyor olabilir, söylemleri vicdan temelli olabilir, ancak siyasi tavrı ve politik ekseni tek başına takip edilir. , bunun da sebebi, devletin yeniden ürettiği iktidar ilişkileri ve mekanizmasıdır. heyhat, tekil olan kişinin söylemleri bir o kadar da toplumsaldır ve pek tabi ki vicdan da bireysel olduğu kadar toplumsaldır.

    bir de , sezen aksu ile aynı satırlarda anılması hakikaten üzücü yahu.
36 entry daha
hesabın var mı? giriş yap