5 entry daha
  • pagan'daki durum tabi bol tartışma içeriyor, tıpkı birçok tanrının bulunması gibi. kimisi tanrıların evrene müdahalesinin mümkün olmadığını düşünüyor, kimisi de "eğer varlarsa neden müdahale etmesinler ki, onlar üstün akıl sahibi olup da müdahale etmiyorlarsa onlara tapınmamızın ne manası var?" diyerek tanrıların gerekliliğinden/zorunluluğundan hareketle onların müdahalesini uygun görüyor. hiristiyan dünyasına geldiğimiz vakit, doğal olarak ilk bakacağımız kaynaklar vetus testamentum - novum testamentum yani eski ve yeni ahit'ler, kilise babalarının sözleri oluyor. bunlara geçeceğim, ama önce bir şeyin altını bir kere daha çizmek istiyorum. din, tanrı, kutsallık... bu kavramları öznitelikleriyle aldığımız yerler belli. çoktanrılı ve tektanrılı dinler, o halde bunlara düşülecek muhtemel şerhlerin de bu öznitelikleri gözetmesi gerekir. bu konuda yapılan en önemli yanlışlardan biri "tanrı"dan bahsederken, tektanrılı ve çoktanrılı dinlerin tanrı ve tanrıçalarının özelliklerinin birbirine karıştırılması, hepsinin niteliği toptan aynıymış gibi düşünülerek, birinin niteliğinden hareketle diğerininkini de en kaba tabirle harcamaktır. tektanrılı dinlerin kendi arasındaki tanrı düşüncesi bile farklıyken, hatta bir tektanrılı dinin, sözgelimi islamiyet'in içindeki mezhep ve tarikatların, tasavvufun anladığı tanrı farklıyken, ayrışmalar yaşanırken, tek bir tanrı-evren iddiasını tek bir şerhten hareketle sarsmaya çalışmak manasız olmaktadır. benim diğer başlıklarda ve burada özellikle altını çizdiğim husus budur. yoksa tabi ki herkes her türlü eleştiriyi getirebilir, birinin tanrı ve din tabusu, diğerinin de el pençe divan durması gereken kutsallık demek değildir.

    şimdi "tanrı" ve "evrene müdahale" hususlarının hiristiyanlıktaki karşılığına.

    adalet her dinin önerdiği, sunduğu bir sosyal huzur kaynağıdır. hiristiyanlıkta adalet mekanizmasının karşılığı da tanrı'nın krallığı yani regnum dei'dir. bu krallığın zorunluluğuna dair b. çetintürk'ün hayata sevk eden hakikat(yargıçoğlu matbaası, ankara 1974) adlı küçük el kitabında pek pratik bir söylemle karşılaşırız, şöyle diyor: "bu gezegenin bugün bir cennet olmadığını herkes kabul etmelidir. milyonlarca insan, fakirlik ve açlık içinde bulunuyor. çirkin şehirler, yerin tabii güzelliğini bozmakta ve etrafındaki havayı ve suyu zehirlemektedir. her geçen gün daha fazla şehir, insanların gece sokağa çıkmaya korktukları caniler yuvası haline gelmektedir. bu durum, allahın insana dair olan başlangıçtaki maksadından ne farklıdır! fakat allahın bu maksadından vazgeçmediğini bilmek, çok sevindiricidir... kendisi bu yeri izzetli bir cennet haline getirecektir." (sf.112) burada açık bir şekilde tanrı'nın kötülüğü düzelten, yamukluğu gideren adaletinin özlemi görülmektedir. gözümüzün önündeki kötülükler, hatalar, yanılgılar, pislikler hep tanrı'nın müdahalesiyle düzelecektir, bu açık bir inanç. "yehova, pek yakında şimdiki kötü sistemi helak edecek... adaleti bu gezegene iade etmek için, yehova bizzat tayin edilen zamanların tam sonunda bir idare tedarik etmiştir. bu idare veya hükümet mesihin krallığı vasıtasıyla olacaktır." (sf.112-113) buradaki sistem müthiş bir ağla örülmüştür, kuşatıcı bir kimliği var. zira insanlığın binlerce yıllık problemine karşılık çözüm öne sürülmektedir, "belirli tarihlerde tanrı katından adalet inecek" denilerek beklenti karşılanmaktadır. beklenti müdahale gerekliliğinin kendisindedir. çünkü bu teorik olduğu kadar pratik de bir çözümdür. zira insan yukarıda alıntıladığım gibi çevresinde kötülükler görmekte ve bunun bir gün iyiliklere çevrileceğini düşünerek huzur bulmaktadır. zira burada isa'nın hakikati vardır. (novum testamentum, evangelium secundum ioannem 1.14; 18.37) hakikat de bu dünyanın (evren de diyebilirsiniz) ihtiyacı olan şeydir. bütün halde bakarsak tanrı evrene, bütün bu kötülüklerden arınması için müdahale etmek durumundadır. burada bir sistemsizlik göremiyorum.

    kilise babalarından romalı clemens'in "emirleri ile kocaman ve hudutsuz deniz, limanlarında toplandı, ona konulan hudutları aşmadan ve tanrı'nın emrettiği gibi hareket ederek." (clemens, korintoslular'a mektup, 21-22) derken de tanrının evrene müdahalesinin altını çizer. öyle ya, hudutsuz bir deniz kara dinlemez, her tarafı kaplayarak insanı yok eder, bunu engelleyen tanrı'dır. bu düşünce sistemi de kötülüğü yok edecek olan tanrı düşüncesine başka bir yönden destek çıkmış olur: "kollayıcı tanrı". tabi burada şu eleştiriyi getirmek çok kolaydır, açıkçası benim de aklıma değil kalbime de yatmayan bir husustur: var olan bir şeyin adı konmakta, niteliği tekrarlanmaktadır. öyle ya her taraf suyla kaplı olsaydı, insanoğlu yine de yaşamını sürdürebilmiş olsaydı, tanrı düşüncesinde de ısrarcı kalsaydı, bu sefer de tanrı'nın her tarafı suyla kaplamış olmasını, bunun insanın yaşamda kalmasındaki yararı açısından değerlendirecekti. var olan neyse, onun niteliklerinden hareketle bir tanrı'ya övgü oluşturulması geleceğe dönük bir inançtan (bir gün mesihin krallığı sayesinde adaletin geleceği inancı) daha samimiyetsiz geliyor. bilmiyorum "samimiyetsiz" kelimesini kullandığım için kırılan olur mu, ancak içimden gelen bu. bunu hep düşünmüşümdür, seven reasons why a scientist believes in god/@jimi the kewl meselesinde de aynı rahatsız edici hususun altını çizmeye çalışmıştım. credo quia absurdum ve noli me tangere gibi gerçekten derin bir felsefi arka plana sahip olan düsturlar varken bu tarz söylemlere gerek olduğunu düşünmüyorum. zaten "inanç" denilen şey, inanma durumunun karşılaştığı zorluk oranında yücelmektedir diye söz konusu düsturların göbeğine felsefe doktrini yerleştirilmiştir. tabi burada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor, az buz adamlarla, az buz metinlerle konuşmuyoruz. dinin kurallarını, ritüellerini temellendiren; ahlak görüşünü, kozmolojik açıklamalarını yorumlayan esas kaynaklardan söz ediyoruz, bunların söylemlerini ben burada "samimiyetsiz" bulsam ne bulmasam ne, o da ayrı bir mevzu. öyle ya örneğin vetus testamentum, liber iob 38.8-11'de tanrı'nın denize nasıl hudut koyduğundan bahsedilir, yukarıda getirmiş olduğum eleştirinin muhatabı doğrudan kutsal metnin kendisi oluyor, bu durumda dinin kendisini karşıma alıyorum, bu sefer de buradaki asıl amacımdan sapıyorum. kilsie babası romalı clemens'in aynı yerde geçen "ilkbahar, yaz, sonbahar, kış mevsimleri usulüne uygun olarak birbirlerini izler. rüzgar kitleleri gecikmeden ve tayin edilen zamanda görevlerini yapar." ifadesi de yine var olan bir olgunun üstüne (veya altına) tanrı imzasının atılması kolaycılığına kaçmaktadır. öyle ya buradaki adlandırma bize ait değil mi? biz diyoruz "yaz" diye, "kış" diye; oysa "yaz" da yoktur, "kış" da, "bahar" da. bunlar sadece bizim fenomenleri adlandırmamız. tanrısal delillerin benim (insanın) adlandırmamın dışında olmasını beklerim, ancak burada bizzat kendi dilimden hareketle tanrı'yı kanıtlamaya girişmiş oluyorum. bakın romalı clemens'in şu sözleri de hiristiyan aleminde seven reasons why a scientist believes in god ve türevlerinin nasıl sağlam bir arkaplanının olduğunu göstermektedir: "en ufak hayvanlar bile barış ve uyum içinde birbirlerine sarılırlar. yüce yaratıcı ve her şeyin rabbi tüm bunların barış ve uyum içinde yapılmasını emretti." (a.g.e.) benzer söyleme kuran'da ve islam alimlerinde de rastlarsınız. (örneğin; nahl suresi 80: " allah size, evlerinizden huzur ve sükûn yeri yaptı. hayvan derilerinden size, gerek güç gününüzde gerek konduğunuz sırada rahatça taşıyacağınız evler yaptı. ayrıca, hayvanların; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından belli bir süreye kadar kullanabileceğiniz giyimlikler, döşemelikler ve kullanım eşyası verdi.") kısacası maddenin veyahut fenomenin kendisinden hareketle tanrı'yı kanıtlamayı, var olanı tanrı'yla açıklamayı, manalandırmayı en başta saf iman için gerekli olan "sınav koşulu"nun zedelenmesi olarak görüyorum.

    stoa felsefesinden bahsederken söylemiş olduğum "hiristiyanlık düşüncesine çok şey verdiği" hususuna çok örnek vardır; konumuz gereği tanrı-evren ilişkisinde, nasıl ki stoa felsefesine göre evren mutlak bir akılla (tanrısal kudret) yönetilmektedir, hiristiyanlıkta da nereye gidersek gidelim tanrı'nın müdahaleci tutumundan kaçmamız mümkün değildir. vetus testamentum, liber psalmorum 138.6-7'de örneğin "6. rab yüksekse de, alçakgönüllüleri gözetir, küstahları uzaktan tanır. 7. sıkıntıya düşersem, canımı korur, düşmanlarımın öfkesine karşı el kaldırırsın, sağ elin beni kurtarır." denir ve zaten devamında 139. bölümde de tanrı'nın neleri yapabildiği anlatılır. böyle bir tanrı'nın müdahale etmeden durması manasız kaçmaktadır. bu durumda bir başka kilise babası antakya'lı ignatius'un "bizzat peygamberler bile onu rableri olarak beklediklerine göre, biz o olmaksızın nasıl yaşayabiliriz?" (magnesya'lılara mektup) diye sorarken insanın, tanrı'nın müdahalesine muhtaçlığını gösterir. çileye katlanmanın erdemi bir mükafat getirir imanlı bir hiristiyana, isa'da azat edileceğini, onda özgür olarak dirileceğini düşünür. hatta "ateş işkencesi, çarmıh, hayvanlarla boğuşma, kamçılanma, parçalanma, doğranma, ezilme, şeytan icadı tüm işkenceler üstüme gelsin, yeter ki ben isa mesih'e ulaşabileyim" der ignatius. (ignatius, roma'lılara mektup, 4.1-2; 6.1-8; 2) (bu konuda kendini inkar etmek/@jimi the kewl ve crucifixion/@jimi the kewl bahislerinde bir şeyler yazmıştım.)

    peki bu kadar yeter; bir sonraki entiride islam'da durum nedir, ona bakabilirim umarım. böyle güzel bir triology'e imza atmış olurum.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap