50 entry daha
  • şerif mardin'e göre varlığının, biraz zorla da olsa osmanlı'da sivil toplumun varolduğu anlamına gelebileceği, bir ayağı metafizikte bir ayağı da dünyada olan "yol". "sufi" kelimesinin, giyilen bir kıyafet olan suf'dan geldiği için bütün tasavvuf erbabının "sufi" olarak nitelendirilmesini ezoterik batini doktrinler tarihi'nde çarpıtma olarak görür cihangir gener, ona göre tasavvuf, masonluğun da aynı kökenden geldiği eski kültlere dayanır ve "sufi", yunanca hikmet anlamına gelen "sophia"dır. tasavvuf'un ilk olarak hicri 3. yüzyılda ortaya çıktığı ve bu dönemin yunan kaynakların çevirisi ve derlenmesi dönemi olduğu göze alınırsa tasavvuf'un bu gelişme döneminde yunan düşüncesinden ve özellikle de platon'dan etkilenmiş olması kuvvetli bir iddia (bunun dışında cihangir gener'in iddiasında biraz abartılı bir yakınlık kurma çabası seziliyor, pek tutarlı olduğunu söyleyemem, bir bütün olarak tasavvufun doğrudan eski kültlerin devamı olduğunu düşünmek biraz zor.) tasavvufla ilgili eserlere bakılırsa da çok yönlü oldukları anlaşılıyor, bir çok menakıbname katolik kilise edebiyatını hatırlatacak düzeyde; şah-ı nakşibend'in taşı altına çevirerek buhara emirine göndermesi, nennius'un historia britonum'da anlattığı st germanus'un "kafir" kelt kralını teslise imana çağırdıktan sonra ters bir karşılık görmesi sonucunda uzun süre dua etmesini ve dualarının karşılığında kelt kralının üzerine gökten bir ateş topu düşmesini ve "kafir" kralın ölmesindeki "kerametini" hatırlatıyor. şımarık sosyete kızını dağ evine kapatıp terbiye eden cüneyt arkın modeli yöntemler her iki toplumda da var nitekim, doğaüstü kısmı da oldukça benziyor. osmanlıdaki sufiyye ve medrese kökenli ilmiyye sınıfların çatışma sebepleri bazen belirgin kalsa da doğrudan vahdet-i vücut'u savunmayan ve sünni inanışa doğrudan bir ters düştüğü nokta bulunmayan tarikatler her zaman osmanlı yönetiminin yakınında bulunmuşlardır. misal olarak yeniçeri ocağının kaldırılması ve bektaşilerin yakalanıp sürülmeleri sonucunda bektaşi tekkeleri, nakşibendilere tahsis edilir. şimdi 19.yy'dan ünlü bir mutasavvıf olan mehmet nuri şemseddin nakşibendi'nin kitabı olan miftah'ül-kulub'ün ikinci bölümünden bir alıntı yapalım: (1976'da çevrilip yayımlanmış, salah bilici kitabevi'nden)

    "resul ü zişan aleyhi ve alihi salavatullah ül mennan efendimiz hazretlerinin, şeyh el hac mehmet nuri şemseddin el nakşibendi kuddise sırrahu hazretlerine, miftah ül kulub: sır'rı şemseddin adında bir risale yazmasını nasıl telkin ve emir buyurdukları

    bu risalenin hazırlanması ve yayılmasının sebebi şudur: 1259 yılı rebi'us sani ayında, hücremizde müteveccih bulunduğumuz sırada, sultan ül enbiya, sertac il evliya vel asfiya vel etkıya aleyhi ve alihi efdal üt tehaya efendimiz hazretleri zuhur ederek, bu aciz kölelerini ihsan ve mürüvvetleri gereğince taltif ile:

    -evladım nuri! (burada konuşan peygamber oluyor-balamir1) vakitler bir acaip oldu, buyurdular. aşık ve sadık ve didara talip olan ümmetlerim, kolaylıkla yollarını doğrultarak rıza yoluna kemer bağlasınlar ve vuslat sırrına nail olsunlar diyorum. istiyorum ki, bazı sofiyyuna da doğrudan doğruya ittikaları üzerinde giderek, yollarını doğrultabilme yeteneği gelsin. zira bir çok kimseler ehlullah kisvesine bürünüp, kemer bağladıkları ve tac giydikleri halde, şeriatime itibar etmiyorlar ve evvelce ehlullah'ın yazdıkları risale ve şiirlerden bazılarını okuyup ezberleyerek meclis meclis dolaşıyorlar ve bunları kendi hal ve tecellileri imiş gibi göstererek akıl, heva ve nefislerince anlayabildikleri kadar söylüyorlar... onları, helak olmak mertebesine getiren bu uçurumdan kurtarmak ve tecellileri gereğince seriat, tarikat, marifet, hakikat ve vuslatın ne olduğunu anlatmak için bir risale hazırla! bu risalenin adı "miftah'ül kulub: sır'rı şemseddin" olsun. aşık, sadık ve didara talip olan ümmetlerim, buna itibar edip amel etsinler ve ne yapmaları gerektiğini öğrenerek yollarını doğrultsunlar, diye emir buyurdular."

    şimdi doğrudan peygamberle konuşulduğunun iddia edilmesi gibi uçuk olan iddia bir yana, ondan bir tasavvuf kitabı yazma emri alındığı söylerirse, bu durumda doğrusu aklıma ilk önce carl sagan'ın, ispanya'da görünüp öğütler verdiği iddia edilen meryem ana hakkında söyledikleri* geliyor* "dünya nazi zulmüyle ezilmenin eşiğinde, toplumlar yokolmak üzere ve verilen öğüt pazar ayinini aksatmamak mı? bu nasıl vizyon meryem ana?". devlet-i aliyye yok olmanın eşiğinde, ülkenin sancakları teker teker sökülüp sömürülüyor, halk her açıdan geri kalmış ve bu durumda "indiği" ya da "geldiği" iddia edilen öğüt: "tasavvufun ıslahı için kitap yaz". bütün bunlara rağmen, tasavvufçular 19.yy'daki duruma bile "civcivli, güzel yıllar" olarak bakmayı ihmal etmezler...
566 entry daha
hesabın var mı? giriş yap