4 entry daha
  • -- yeni çağ felsefesi müjdecileri --

    o pek hoş anlatımıyla 'hikmet binasının dördüncü katı' olarak belirtilmiş olan yeni çağ felsefesi'nin düşünürleri, filozofları da avrupalılardan oluşuyordu. yeni çağ felsefesinin merkezindeki isim descartes'a varıncaya kadar bir müjdeciler grubundan söz etmek lazım gelir, öyle ki cogito ergo sum'un açtığı çığır olan "varlık nedir?" sorusundan "varlığa yönelen ben kimim?" sorusuna geçişle birlikte dünyanın bugün sine qua non bir biçimde saplı kaldığı mekanik bilim ve teknoloji anlayışının temeli atılmış olur. rene descartes/@jimi the kewl entirisinde bunun üzerinde durmuştum. ben bu entiride de buna aşağıda söz edebilirim, yazının içeriğine dair şu an bir şey bilmiyorum, olabildiğince gidimli-gidimsiz bir metodla aklıma geleni dökeceğim klavyeye. şimdi tertiplediğim düzene göre; rönesansı ve yeni çağ felsefesinin merkezi descartes'ı ve doruk noktası kant'ı müjdeleyen isimler ve düşüncelerinden girerek konuyu açmaya başlayayım.

    hikmet binasının dördüncü katını müjdeleyen ilk isimlerden biri hiç kuşkusuz ingiliz filozofu roger bacon'dır. (1214-1294) ilginçtir, r. bacon, ilmi tecrübeye önem veren bir filozoftu, daha sonradan başka bir bacon, yani francis bacon (1561-1626) yeni çağ felsefesi'nin bir diğer büyük müjdecisi olacaktır. zaten ekşi sözlük'te francis önadlı üstadla alakalı bir hayli konuştuk, ben şimdi ilerde tekrar değinmek üzere onu bir kenara koyarak kronolojiye sadık kalmak istiyorum. bir başka ingiliz filozofu, -adını iskoç köyünde doğmuş olmasından alan- john duns scotus da (1274-1308) ilmi tecrübenin mühim olduğunu düşünüyordu. eserleri parva logicalia , quaestiones super de anima ve aristoteles'in metafiziğine kommentar niteliğinde; `quaestiones subtilissimae super metaphysicam aristotelis` (http://plato.stanford.edu/entries/duns-scotus/) duns scotus yaşamın anlamını fiil ve davranışta bulur. fiil ve davranışa verdiği önemle, bu aksiyona verdiği değer ile rönesans'ı hazırlamış olur. ona göre her birey bir kişiliktir. insan ancak dünyaya bir kez gelmiş olan kişiliği ile bir özelliğe sahip olur. o halde reel olan tümel değil, bireydir. bu haliyle scotus bireyciliğin önünü açarak, insan merkezli, insandan hareket ederek insana ulaşan humanitas algılayışın rönesans ve ardından aydınlanmanın temelinde yer almasını sağlayanlardandır. onun ardından bir başka ingiliz düşünürü william of ockham da (1280-1347) külliler'in birer isim'den ibaret olduğunu (nominalizm) ancak maddi olan bireyler'in gerçek olduğunu savunarak scotus'un takipçisiydi. bu da ilerde içinde insanca duyguların ve ahlakça değerlerin yer almadığı matematiğin, mekanik bilim çerçevesinde önem kazanmasını sağlayacak olan anahtardır. (http://plato.stanford.edu/entries/ockham/)

    ingiltere'den almanya'ya geçiyoruz kronoloji bizi böyle bir tercihe sürüklüyor. nicolaus cusanus (1401-1464) copernicus'tan evvel heliocentrique (helyo-santrik) denilen güneş sistemi'ni savunmuştu. bu sistem, daha önce pythagorasçı aristarkhos (i.ö. iii.yy.) tarafından da ileri sürülmüştü.

    avrupa'da milli devletlerin ortaya çıkışıyla birlikte, milli birlik uğrunda çeşitli görüşlerin ortaya çıkması da doğaldı. bu açıdan bakıldığında rönesans ve yei çağ felsefesi'nin eşiğinde en büyük isimler bir şekilde siyasete bulaşmış kişilerdi, yani rönesans'ın siyasi ve devlet yönetimi açısından şekillenmesini sağlayanlardan bahsedersek; en önemli isim hiç kuşkusuz; bir italyan filozofu olan niccolo machiavelli dir (1467-1529). otoriter devlet nazariyesi savunan filozof, milli birlik için, o sıralardaki italya'nın durumunun despot bir devlet adamına ihtiyaç gösterdiğine inanıyordu. il principe (prens) adındaki eseri otoriter devlet yanlısıdır. milli birlik, milliyetçilik ve buna bağlı olarak günümüzde kimi bağımlı düşünürlerin diline cahilce pelesenk olan "ötekileştirme/ötekileşme" tabirlerinin kökü buradadır. yani rönesansın eşiğinde bir değer olan humanizmanın yanında, hatta onunla kol kola girerek çağı ve çağın ruhunu oluşturan bir diğer değer otoriter devlet algısıyla milli birlik çerçevesinde milliyetçilik olmuştur. kronolojiye sadık gidersek siyaset alanında faaliyet gösteren thomas morus un da (1478-1535) komünist denebilecek ütopya'sı platon'dan bu yana ideal devlet arayışının yeni çağ'ın eşiğindeki bir başka belki de en büyük örneğiydi.

    ana tarafından polonyalı fakat babası alman olan nicolaus copernicus (1473-1543) yeni çağ'ın artık belirgin sınırlarına girildiğini müjdeleyen, belki de en büyük keşfi ileri sürmüştür. yukarıda da söylediğimiz helio-centrique sistemi sayesinde, bütün ilmi ve felsefi görüşler değişmiştir. onun zamanına değin, geo-centrique sistem kabul ediliyordu, yani dünya evrenin merkezindedir görüşü sabitti. fakat copernicus'la birlikte merkezde bulunan dünya değil, helios'tur, yani güneştir. (samos'lu aristharkhos da i.ö. iii.yy.'da ve yukarıda söz ettiğimce; nic. cusanus da bu görüşü savunuyordu.) (http://plato.stanford.edu/entries/copernicus/ ; http://books.google.com/…274&dq=copernicus&as_brr=1) copernicus'un en büyük eseri on the revolutions 'tır.

    giordano bruno (1548-1600) ise ünlü bir italyan filozofuydu. italya'da copernicus sistemi 'nin verdiği heyecanla evrenin sonsuzluğu fikrine ulaşmış, ruhban okulunda eğitim görmüş, samimi bir hiristiyanmış bruno, tanrı'nın da sonsuzluğuna inanmış. onu ateşle yakılarak idamına götüren temel düşüncesi; tanrı ile evrenin aynı varlıktan ibaret olduğuydu. bu pantheist bir algılamaydı. sonu da bu yüzden yakılmak oldu. daha sonra fikirleri leibniz ve spinoza tarafından da yeniden ele alınmıştır. en temel iki eseri; de l'infinito universo et mundi ve de la causa principio et una 'dır. şuradan okunabilir ya da indirilebilir (italyanca): http://books.google.com/…dq=giordano bruno&as_brr=1

    geliyoruz xvii. ve xviii. yy. 'larda felsefe ve ilim anlayışlarına; ve artık bana "ut puto, bacon fio." dedirten francis bacon (1561-1626) üstadımızdan başlayarak konuşayım. bacon bana kalırsa ingiliz filozofları içinde en mühim isimlerden biridir, belki de en birincisidir. zira siyasetle uğraşan bir ingiliz olarak, "doğaya hükmedebilmek için onu tanımak lazımdır" felsefesinden muzdarip olduğundan çağlar boyu süregelen ingiliz siyaseti (hatta marxçılık için fransız sosyalizmi ve alman felsefesi'nin yanında üçüncü bileşimi sağlayan madde olarak ingiliz siyaseti düşünülmüştür.) ve ingiliz düşünce biçimi (yani egemenlik için her yolun mübah olduğu sistem, "parçala, böl ve yönet" de dahil olmak üzere.) bacon'la temellenmiş gibidir. bana kalırsa ilk kökü bacon'dadır . ona göre doğayı bilmemizi engelleyen şeyler vardır, bu engeller putlardır (idola). doğa araştırmasına önem veren bacon'a göre; kendi çağındaki yeni ilimler küçümsenecek değerdedir, bunlarla alay eder bacon. nihat keklik hocanın verdiği bir örneğe göre; william harvey (1578-1657) adlı bir ingiliz tabib, kan deveranı'nı bulmuş, ancak bacon, ilim ve fenne büyük önem verdiği halde, bu buluşu küçümsemiş. (nihat keklik, türk islam felsefesi açısından felsefenin ilkeleri, ist. üniv basımevi, ankara 1996) zaten kraliçenin yanında uzun bir süre bakanlık yapması ve özellikle de sermones fideles'inde masum bir şekilde üçkağıtçılığı, kurnazlığı, rütbe kazanmayı, dostlardan fayda sağlamayı savunmaktadır. ondaki egemenlik hırsı her alanda, her aşamada gerek büyük gerekse küçük her işte kendini bilgelik olarak göstermektedir. felsefede bir bencil aranacaksa o francis bacon'dır. kariyeri geliştirmede secret adlı abuk sabuk kitaba değil de, bacon'ın eserlerine bakmakta fayda var. tabi batılıların new age dedikleri, bu başlıkta da felsefi ve ilmi köklerini kabataslak olarak incelemeye giriştiğim o aydınlanma zihninde egemenlik hırsı her türlü değerin altında yatan temel itkidir, humanizma yani insancıllık ile birey hak ve özgürlükleri ya da demokrasi medyanın veyahut okyanus ötesi çalışan büyük şirketlerin, silah şirketlerinin, kola şirketlerinin, fast food şirketlerinin arzuları gereğince, sorosçu zihinler (bkz: open society reforming global capitalism) gereğince okyanus ötesine bombalar taşınırken, "demokrasi götürdüğünü söyleyen" ile "demokrasiyi evinin tepesinde bomba pakedi olarak amerikan savaş uçağı kargosuyla alan" fakir ve çaresiz insanlar işte hep baconcı zihnin mağdurudurlar. hep söylüyorum bir kez daha söyleyeyim; attilla erdemli hocamız müthiş bir şey söylemişti bu yaz başında; bu yaz susuz kalacaksak, bu baconcı "doğaya egemen olmaya çalışan yeni çağ insanı" nın manipulasyonunun sonucudur.

    bacon'ın en büyük eseri olarak hep novum organum söylenir, ancak ideal devlet tasarısı olan nova atlantis ile yukarıda söylediğim gibi; minor ve maior manada her türlü kurnazlığın öğütlendiği, yaşama dair baconcı felsefenin pratik ve teorik yansımalarını bulabildiğimiz sermones fideles de onun önemli birer eseridir. de sapientia veterum da mitolojik eserlerin yorumları olması açısından mühimdir. üstadın bütün eserlerini http://books.google.com/…is bacon"&as_brr=1#ppp1,m1 adresinden okumanız ve indirmeniz mümkün. bu ilginç ve mühim kafayla alakalı olarak son sözüm de şu olsun; bacon bir felsefi dizge veya ekol yaratmamıştır. şöyle şeyler de demiştir zaten: "ben yalnızca diğer zekaları bir yere toplamak için çanı çaldım." ve başka bir eserinde "daha iyi ellerin çalabilmeleri için müzik aletlerini akort etmekle yetindim." yani bacon, kilisenin insan üzerindeki skolastik baskısını ortadan kaldıran en temel kişilerden olup, bu sefer insanın doğa üzerindeki baskısını sağlayan, insanları buna yönlendiren en önemli şahsiyetlerden biri olmuştur.

    yeni çağ felsefesi müjdecileri ve yeni çağ'ın ruhuna dair paylaşmak istediklerimi bir sonrakine saklayarak, bu entiriyi de burada sonlandırıyorum.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap