3 entry daha
  • gerçekten tüyler ürpertici olduğundan mıdır, yoksa içimizi sızlatan bizzat bize ait vargılarımızın tecellisi mi bilmiyorum ama bilge ya da özgür olan'ın deneyimlerle sabitlenecek çıkarımları bulunamaz, hele ki bu saatlere denk gelen düşünce yapılarıyla. hep dediğimiz gibi; yaşıyor olmak trajedisinin salt insanla sınırlandığı düşünülürse, diğer canlılardan farklı olarak cogitans özelliğiyle insanın bütünüyle kötülüklerle dolu bir yaşamada yer aldığını zannetmesi, mutlak mutluluğunun veya bu mutlululuğa zemin olması açısından iyinin olmadığı bir dünyada kanışları hep bilgeliğe götürür mü bilmiyorum, ama en azından benim bilgelikten anladığım şeyin nitelikleriyle benzerlik gösteren bir şeye büründüğünü zannediyorum. tabi benim burada düşündüğüm, üzerinde durduğum bilgelik tipi bütünüyle stoacı ahlak anlayışı açısından kötülük dünyanın güzelliği için zorunludur sententia'sıyla alakalıdır. ne yapar bilge ya da özgür olan, kötülük karşısında? onun için kötülük denen şey karşısında çileci bir katlanışın bu kadar değerli olmasını sebepleri nelerdir, acaba bilgi ile birlikte kişinin omuzlarına yüklenen sorumluluklar nelerdir? sorumluluk duygusuna sahip bir bilgeden mi söz ediyoruz, yoksa böylesi bir sorumluluk altında ezilmiş olmaktan muzdarip bir özgür'ün zaman içinde bilgeleşmesinden mi?

    ilhan irem dilinde konuşmak gerekirse; sorular türlü çeşitli, vardığımız veya muhtaç olduğumuz cevaplar da en az o kadar renk renk. ama ben yine de cevaplamaya çalışayım kendimce bu leziz ama bir o kadar her türlü saplanışa açıklığından ötürü iç kanırtan soruları. ilk sorumuz olan "ne yapar bilge ya da özgür olan, kötülük karşısında?", evvela kötülüğü silmemeye çalışır, ortadan kaldırmaktan korkar onu. zira bir bilge için 'dünyanın güzelliği' tabiri, iyiliğe doğru bir yükselmenin var olabilmesi için kötülük'e de katlanmaktan ve acının, ruhun ahmakça sarsılması olarak değerlendirmekten geçer. brun'e göre; acı şunları içerir: acıma (bir acıyı haksız olarak çekenlerinkine benzeyen acı), istek (başkalarında bulunan iyiliklerin görünürlüğünden doğar), kıskançlık (bizim arzuladıklarımızı başkalarının elde etmiş olduğunu görmemizden doğar), gücenme (bizim elde ettiklerimizi, başkalarının da elde ettiğini görmekten doğar), üzüntü (bizi sarsan derin bir acı), derin hüzün (düşünmelerimizle artan acı), bunalım (akılsız acı). (jean brun, le stoicisme, "stoacılık", çev. medar atıcı sf. 96)

    bilge'nin mutluluğa yürüyüşü için acıdan sıyrılması şarttır, peki bu nasıl gerçekleşecek? stoacı anlayışta bir silsile söz konusudur. bu silsileyi st. george stock, yanlış olarak "sorites" terimiyle karşıladıklarından söz ediyor.(a guide to stoicism, st. george stock, ten cent pocket series no. 347 edited by e. haldeman-julius.) yine stock'un belirttiği stoacı bilge adam'ın acıdan sıyrılma yolu şöyledir:

    "bilge ya da özgür olan, aynı zamanda ölçülü yani temperans olandır.
    ölçülülük, sebat etmekten (constans) geçer.
    sebat etmek (constans), istifini bozmamayı, soğukkanlı olmayı gerektirir.
    soğukkanlı olmak, kişinin acıdan sıyrılmasını sağlar.
    acıdan sıyrılmış olan, mutlu olandır.
    bilge ya da özgür olan, artık mutlu olandır."

    tabi böyle bir çerçeveyi çok doğal olarak seneca'nın çilesinde de görürüz. zira soru değişmiştir. "niye iyilerin başına birçok bela gelir?" bu soruya karışılık olarak de providentia'da söylediği çok net bir şey vardır, o da şudur; iyi insanın başına hiçbir kötülük gelemez; karşıtlar birbirine karışmaz. hatta örnek verir; yağmurlar, şiddetli yağmurlar, bunca güçlü şifalı su, denizin tadını değiştirmiyorsa, felaketler de cesur insanların ruhunu altüst edemez! ruh kendi konumunda kalır ve her ne olursa, onu kendi rengine döndürür; çünkü ruh bütün dış şeylerden daha güçlüdür. iyi insanın ruhu bu olanları duyumsamaz, demiyor, aksine onların üstesinden geleceğini, saldırıların karşısına sakin ve yumuşak başla dikildiğini söylüyor. (“..'quare multa bonis uiris aduersa eueniunt?' nihil accidere bono uiro mali potest: non miscentur contraria. quemadmodum tot amnes, tantum superne deiectorum imbrium, tanta medicatorum uis fontium non mutant saporem maris, ne remittunt quidem, ita aduersarum impetus rerum uiri fortis non uertit animum: manet in statu et quidquid euenit in suum colorem trahit; est enim omnibus externis potentior. ..”) (bkz: tanrı varsa niye bu kadar acı var söylemi/@jimi the kewl)

    seneca'nın deyimiyle; 'saldırıların karşısında yumuşak başlı durmak, serinkanlı olmak' gerçekten zordur, çoğu zaman bizim için yani modern dünyanın kendisi için yaşama durumunda bırakılmış azgınları için bütünüyle imkansızdır. belki de sırf bu imkansızlık yüzden, yanlış anlaşılmalar, öyleymiş gibi düşünme isteği hep baskın çıkar. en büyük darbeler hep, iyi insanların başına gelmiştir. iyi insanlık durumu diye bir şey de yoktur aslında, bu da kandırmacadan ibarettir. platon'un iyi insanı, devlet'inde sadık ve bir o kadar devlete yararı dokunması gereken vatandaşken, nietzsche'nin iyi insanı, çağın gerektirdiği kölelik ve acındırmadan uzaktadır, soylu olarak güven içindedir. "oysa soylu doğan kişi tamamen güven içinde ve kendisine karşı dürüst bir şekilde yaşar, hınç dolu insan ise kendisine karşı ne dürüst, ne saf, ne de açık yüreklidir. karanlık bir ruha sahiptir ve gizli köşeleri, gizli kapıları sever; gizli olan her şey onun hoşuna gider, çünkü güvenliğini burada bulur. hınç dolu insanlardan oluşan ırk, herhangi bir soylu ırktan daha dikkatli olacaktır. ayrıca dikkate o kadar fazla bir önem verecektir ki, onu var olmanın ilk koşulu olarak görecektir." (http://www.ayrinti.net/…zsche/nietzsche/m-insan.htm )

    özgürlüğünün gerektirdiği sorumlulukları alan bilge kişinin, bu sorumluluklar -ahlaki çabaları da denebilir belki- altında ezilmiş olması, bu sorumluluğu almamış olanların dünyasında çağın gerisine düşmesine ve kendisinden umulan ne varsa hiçbirini yerine getirememesine ve toplum anarşistliği bir kenara, kötü olmasına sebeptir. işte bu önemli. zira bilge kişinin sıradan biri olmadığı düşüncesi için sıradan kişilere ihtiyaç duyulmaktadır. yani öyle bir yığın olmalı ki; yüklendiği o ağır yüklerin altında ezilmiş olması bile, bilge için acıdan kurtulması için bir seyirci kitlesi olarak karşımıza dikilmelidir. bu bir oyundur sanki, bilgelik ya da özgürlük oyunu. bu oyunda sıradan izleyicilere çok büyük bir rol verilmiştir. bu avamın katkısı ancak ve ancak alkış gürültüleriyle, izlemekte oldukları bilge kişinin takdir haklarına saygı duymaktan, onu yere göğe sığdıramamaktan, gelecek kuşaklara onu bilge, şeyh, büyük komutan, büyük lider, önder, ata yani bir şekilde ideal olarak sunmaktan geçer. değerlendirmeye katkısı sadece onun erdemlerini övmekle sınırlıdır. onun erdemlerini çocuklara eğitimlerinde sunmakla sınırlıdır; erdemli olun, ahlaklı olun, serinkanlı olun, çalışkan olun, elinize, belinize, dilinize hakim olun, kolay yıkılmayın ve eğer sözlerimizi dinlerseniz acılardan kurtulacağınızdan emin olun!

    bilge ya da özgür olan üzerine aylardan sonra ilk kez konuşmuş olmamın elbette ki kendimce bir sebebi var ekşi sözlük okurları, yazarları, hayvanları vs. elbette dün hayatımın anlamını kaybettim, elbette ben bir bilge ya da özgür değilim. ben dün hayatımın anlamını kaybettim diye, bilge ya da özgür olan'dan sıtkımı sıyırmış değilim. ben zaten bilge ya da özgür olan değildim. ben hayatımın belli aşamalarında kendime sunduğum ideallere sadık olup olmamak hususunda da pek bir değerlendirme yapma taraftarı değilim. zira insan yaşamının, artık bu aptallıklar çağında mitostan gayrı, rasyonel bir çizgide belli sorumluluklar bir kenarda dursun, aslında latincesiyle söylemek gerekirse; prudentia 'dan, yani basiretten, sağgörüden uzak bir şekilde bütünüyle sarhoşluk halinde gelip geçmekte olduğunu görüyorum. bu diğer insanlar için olduğu gibi, benim için de böyle olmaya devam edecek. çünkü bunun çok basit bir nedeni var; ben bilge olarak değil ama özgür olarak katlanmamayı tercih ediyorum. artık özgür olmam için, bilge olmamın gerektiği fikri de ayaklar altında ezilmiştir, paspas olmuştur. bu yüzyılın insanı bunu aşar mı, bilmiyorum, aşmalı mı, onu da bilmiyorum. sadece modern dünyanın insanları tarafından ayaklar altına alınmış bir ideal üzerine konuşmak istedim, inan bana yalnızca bu, inanın ya da.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap