42 entry daha
  • yaşayandır utopya.
    şaşırdınız şimdi, diyorsunuz ki büyük ihtimal; 'yine ne saçmalıyor!' gerçekleşmemiş veyahut gerçekleşmesi düşünülemeyen, ideal'de kalan, kimilerine göre erken söylenmiş gerçeklik olan utopia olsa olsa disutopia'ya dönüşebilir ama, 'utopya nasıl yaşayabilir ey dostum!' erken çemkirmeyiniz efendim, bir kulak veriniz ay pardon bir göz atınız yazacaklarıma;
    bakın melissos 'u sözlükte incelerken ne demiştim?
    "şimdi var olan olmadığına göre vardır ve vardı ve daima olacaktır ve başı sonu olmayıp zamanca sınırsızdır. olsaydı bir başlangıcı olurdu. olduğuna göre bir kere başlamış olmalı. bir de sonu olduğuna göre bir kere sona ermesi gerekirdi. başlamadığına ve sona ermediğine göre daima vardı ve daima olacaktır, ne başlangıcı vardır ne de sonu; çünkü büsbütün var olmayanın daima var olması olanaksızdır. her zaman var olduğuna göre büyüdükçe de her zaman sınırsız olması gerekir. bir tek olmasa, bir başkasına karşı sınırı olması gerekir. sınırsız olursa bir tek olurdu; iki olsaydı sınırsız olamazdı, tersine birbirlerine karşı sınırları olurdu. böylece sınırsız, sonsuz, bir tek ve büsbütün hep aynıdır. ne yok olabilir, ne daha büyük olabilir, ne şeklini değiştirebilir ne de ağrı yahut acı duyabilir; bunlardan birine uğrasa artık bir tek olamaz. başkalaşırsa var olan artık hep aynı olamaz, tersine önce var olanın yok olması, var olmayanın meydana gelmesi zorunludur." (bkz: doğa ya da var olan/1)

    o halde ilk bakışta kişiye kompleks gelecek/görünecek bu düşün yapısını biraz daha açımlamaya çalışayım efendim; var olan şey bir gemidir örneğin, rerum natura gereği bir var olan'dır. bir tek gemi o halde bir yerde başlayıp, bir yerde bitendir. fakat bir bütün halinde sınırsız, sonsuzdur. melissos'un felsefesine göre; iki olsaydı, sınırsız olamayacaktı. oysa kategorileştirilerek veya parantezle açımlanmaya çalışılsaydı; ikiyken, hatta üçken hatta dört, beş, altıyken.. hep sınırsız olacaktı. (i-ii) (i-ii-iii-iv-v) gibi düşündüğümüzde her parantezli anlatım bir'dir, o halde böyle bakıldığında bir bütün bir sonsuzluk görüyoruz. zira aynı metinde idealize edilen bir diğer husus da şu değil miydi; '..bütün bunlar varsa, ve biz doğru olarak görüyor ve işitiyorsak her birinin bize önce göründükleri gibi olmaları, dönmemeleri ve başkalaşmamaları, tersine herbirinin nasılsa öyle olması gerekir. öyleyse biz doğru gördüğümüzü ve işittiğimizi ve anladığımızı söylüyoruz ; öte yandan bize sıcak soğuk, ve soğuk sıcak, sert yumuşak ve yumuşak sert duruma gelir gibi görünüyor, yaşayan ölür ve yaşamıyandan meydana gelir gibi ; ve bütün bunlar değişiyor ve önce ve şimdi var olan hiçbir şeyin hep aynı olmadığı, demirin sertliğine rağmen biraraya geldiği yerde parmakla aşındığı, altın ve taş ve sert bilinen bütün şeylerin su, toprak ve taştan meydana geldiklerini görür gibi oluyoruz. böylece var olanı ne gördüğümüz ne de tanıyabildiğimiz anlaşılıyor, yani bunlar birbirine uymuyor. kılıkları ve sağlamlıkları olan birçok şeyler bulunduğu söylendiği halde her defa görülenlerden bize herşeyin başkalaştığı ve değiştiği algılanıyor.'
    işte bence madde bu değişimde oluşuyor, işte epikuros felsefesindeki atomların çarpışması hadisesini de buna bağlayabiliyorum zihnimde. çünkü algılayalım, algılamayalım var olan şey, vardır. metamorfoz geçirdiği an veyahut ani bir dış müdahaleye maruz kaldığında artık o öbür var olan değildir, yeni bir var olan'dır. zaten önce ve sonra değerlendirmelerinin gerekli olup olmadığı tartışması işte bu noktada kendini gösteriyor. tartışma gereği; ütopya kabul edilen herhangi bir sistematiğin, ütopya karakterinin dışında değerlendirilebilmesi mümkün değilse, var olan ütopik aksiyonlar, veriler, örneklemeler, sonuçlar artık her neyse, hepsi değişim göstermediği sürece vardır, sınırsızdır. benim iç geçirmelerim, şu örnekte olduğu gibi; 'çevreme bakıyorum, en güçlüsü benim, en doğrusu benim, en akıllısı, en pratiği, en sağlam teoriyle duranı, hudutlu fakat en var olanı benim. e öyleyse neden kesik kesik değer ve özgüven kayıpları yaşamıyordum, tıpkı melissos'un da altını çizdiği gibi, belki de cevabı; 'çünkü, gerçek var olandan daha güçlü bir şey yoktur. değişirse var olan yok olur, var olmayan meydana gelmiştir.' açıklamasında gizlidir. sürekli değişim halinde olan insan bir var olur, bir yok olur. öncenin sonrayı kovaladığı bir coğrafyada yaşıyor olmak eylemini gerçekleştiren insanın, herakleitosçu trajedisine asıl şimdi bambaşka bir trajedi eklenmekte, hatta ona karşı durmakta.' benim ideal devlet'im, ex cathedra virtus'unda olan biten ne varsa, aslında hepsi sınırsızdır. peki ya madem değişen yok oluyorsa, var olan ütopik değerlerim, hatta yenilmez, sarsılmaz gibi görünen ideal devletimin değişime uğraması; işte platon unkisi geliştirilebilir bir devlet'ti, thomas morus'unki keza aynen, veya akılcı anlayışa göre zaten bilime tapınma yolu yeğ tutulmuşken değişmeme olasılığı, -bilimde yenilik gibi abuk ifadeler kullanmaktan kaçınınız, bilimde yenilik olmaz, bilimsel gelişme olur zira- nasıl gözden ırak tutulabilir? o halde başka bir kavram ortaya çıkıyor; gerçek ütopyalar

    örneğin; zerdüşt 'ü düşünün; nietzsche 'nin zerdüşt 'ü kiliseyi yakıp dururken, beri yandan akılcılara da giydirmiyor muydu? üzerinde yanılmıyorsam son zamanda iki entirimde durdum rasyonel dunyada en az bedelle en fazla mutluluk ve doğa ya da var olan/8 ona göre; akılcılar, sokrates'in peşinden gidenler, mythos'u öldürmüştü, belki öldürmediler ama ölmesine göz yumdular. presokratik dönem filozofları ve mythos'lara hayranlık besliyordu, apolloniyen ve dionsyiak değerleri karşı karşıya koyabiliyordu, protagoras ve herakleitos kırması olduğu düşünülen platon 'un ideal devleti'nden, nietzsche 'nin zerdüşt'ünün tanrı öldü 'süne kadar akan zamanı bir düşünün. devrimler, egemenlikler, yıkımlar, savaşlar, emperyalist kaygılar, medeniyetlerin ortak kültür mirası daha neler neler, hatta iki dünya savaşını bile görememişti nietzsche, görseydi tanrı öldü mü derdi, ne derdi bilmiyorum, veya hitler 'in askerleri, onun zerdüşt 'ünü çantalarında dolaştırırken, ne derdi, kimi öldürürdü bay pos bıyık?
    doğayı reddedip camlarda yaşayanların dünyasında, insanın kendini aşma çabasının varsa yoksa aydınlanma ve rönesans'la açıklanıp durmasında, charles dickens 'ın noble savage 'ını oliver twist 'ten bağımsız yargılayarak, canının istediğine insanlık, demokrasi götüren medeni serserilerin gerçek ütopyalarının, bir türlü düzlemde değerlendirilemez halden çıkamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz, olağan sonuç bu değil miydi zaten?
    postmodernizm şişman bir kadındı, ve misafirlikte bir bacağı kırık modernizm sandalyesine oturmaya çalışıyordu, beri yandan vücudunun her yanını bağlamış yağlarından ötürü eziyet çekiyordu, öte yandan misafirlikte olduğundan istifini de bozmamaya çalışıyordu.
    olan kime oluyor dersiniz, ev sahiplerine mi, postmodernizm diye yolsuzluğu, soysuzluğu, cehaleti içinde saklı, allı pullu giysiler içindeki şişman kadına kapılıp gidenlere mi?

    işte gerçek ütopyaları algılayabilmeliyiz, 'utopya yaşayandır.' derken bunu kastediyorum, yaşatılmaya çalışılan ütopya, aslında gerçekleştirilmeye çalışıldığı için ve çalışıldıkça, daha bir ütopik kimliğe bürünüyor, battıkça batıyor, battıkça diğerlerini de içeri çekmeye çalışıyor.
    herkesin bir düşmanı var artık, evrim teorisine benzeyen komünist evrim veyahut 1984, yevgeny zamyatin, bir üstadımın dediği gibi aslında sistemlerin yıkılamayacağını gösteriyordu.
    o halde ben 'ütopya yaşayandır' dediğim zaman neden şaşırıyorsunuz?
    bizzat ütopik kimliğin üzerinde doğduğu yerde yokistan yazıyor, washington, brüksel veya başka bir yer yazmıyor. bunları söylemek güçtür, marjinal kabul ederler sizi, ama epistula non erubescit, yazıların yüzü kızarmaz demiş cicero üstadımız, buradan yazılanı okusunlar.

    edit @: meraklısına plutarkhos 'un lykurgos biyografisini öneririm. hem gerçekleştirilmeye çalışılmış bir ütopya'yı da işaret etmiyor o, bizzat efsane, gözünü seveyim mythos.
1577 entry daha
hesabın var mı? giriş yap