• son günlerde yaşananlardan sonra bu tanımın ülkemizde çok yanlış anlaşıldığını görüyorum. özellikle akp kanadına yakın siyasi görüşe sahip insanımızın bu anlayışı içselleştiremediğini gözlemliyorum.

    çoğulcu demokrasilerde yüksek miktarda oy almış siyasi bir parti veya görüş halkın isteği anlamına gelmez. haklın içinden yüksek miktarda insanın bu siyasi kanadın yürttüğü politikalara duyduğu yakınlığı ifade eder. bu şekilde yönetime gelen siyasi kanat, gücünü aldığı tabanın isteklerini çoğunluğun isteği olarak görmeye meyletse de bakışını genelleştirmeli ve çok düşük yüzdelerin haklarını ve isteklerini bile göz ardı etmeden çoğunluğun azınlığa baskı yapmasını engelleyen bir politika izlemek durumundadır. çünkü çoğunluğun erki karşısında zaten sesini çıkarmada zayıf kalacak kitleyi korumak için vardır demokrasi. buradaki çoğulcunun anlamı çoğunluğun hakları değil birden fazla grup olarak ifade edilen çoğul bir ülkenin haklarıdır.

    bizim ülkemizdeki ahvale gelince ortaya çıkan görüş çoğulcu demokrasi değil maalesef çoğunluğun diktası oluyor. %50 oy alan partinin ileri gelen, bilinçli seçmenleri, bu seçimi gerçekleştiren kitleyi halk tabanı kabul ederken, yüksek yüzdeli oy alan siyasi kanadın görüşlerine katılmayan kitleyi halktan ayrı "marjinal", "köstek" kitleler olarak ilan ediyor. bu bir çeşit cadı avıdır ve demokratik süreçleri içselleştirdiğini iddia eden kitlelerin varabileceği bir yargı değildir.

    cumhuriyet kurulduğundan beri bu çoğulcu demokrasi anlayışını bir türlü katamadık süreçlerimize ve görüşlermize. yüksek oy oranlarının gücünü ardına alan her siyasi iktidar bir süre sonra yüksek oy oranları aldıkları kitleyi çoğunluğu oluşturan homojen bir yapı olarak görmeye ve bütünü oluşturan diğer unsurları sıradışı olarak görmeye başladılar. günümüzün akp iktidarını oluşturan temel yapı ve onun hemen ardından gelen bilinçli seçmen kitlesinin de yaptığı temel hata işte budur.

    eğer demokrasiye yürekten inanıyor ve çoğulculuk unsurunun onun ayrılamaz bir parçası olduğunu kavrayabiliyorsanız bunu bir hata olduğunu görmeniz gerek. ha yok eğer demokrasinin bu ılıman yaklaşımından faydalanarak başka bir sisteme ulaşmaya çalışıyorsanız ben şunca paragrafı zaten boşuna yazdım demektir.

    umarım güçlü durduğunuz iktidarın, sizi çok eleştirdiğiniz o dikta rejiminin diğer uçtaki haline çevirdiğini görebiliyorsunuzdur.

    edit: yazar yazmaz hemen ardından tam bahsettiğim şeyin yapılması ironik değilse nedir? yapmayın, biraz dinleyin, biraz anlayın.
  • tayfun atay’ın iktidar ve muktedir başlıklı yazısında orwell’in “fili vurmak” (shooting an elephant) başlıklı hikayesinden (ingilizcesi için şuraya alalım sizi.) söz ediyor. hikayedeki anlatıcı, kızışarak etrafı dağıtmaya başlayan bir filin ardına düşmüş olan 2000 kişinin başındadır, bir nevi liderdir, şöyle diyor anlatıcı:

    “aniden fili vurmaktan başka çarem olmadığını anladım. 2000 kişinin isteğinin beni dayanılmaz şekilde baskıladığı hissedebiliyordum. o an fark ettim ki oyunun lider aktörü gibi görünsem de aslında arkamdaki binlerce yüzün ileri-geri ittiği bir kukladan başka bir şey değildim. ve anladım ki ‘beyaz adam’ bir tirana döndüğünde tahrip ettiği de aslında kendi özgürlüğünden başka bir şey değildi. çünkü yöneticiliğinin bir koşulu olarak tüm yaşamı bu insanları etkilemeye çalışmakla geçecek ve her krizde kendisine tâbi bu insanların beklentisi neyse onu yapmak zorunda kalacaktı. onca yolu elde tüfek, arkamda 2000 kişiyle gelmiş olmak ve hiçbir şey yapmadan zayıflık işareti vererek oradan geri dönmek! hayır, bu imkânsızdı. kalabalık, bana gülecekti. ve bütün yaşamım, gülünmemek için süregelen bir uzun mücadeleydi.” (atay “akt. j. scott, ‘domination and the arts of resistance’, 1990: 10-11¨ kaynağını vermiş, çeviri de, söylememiş olmasına rağmen, kendisine ait olabilir.)

    atay bu hikayeyi muktedirle (=iktidar sahibi) empati kurabilmek için anıyor. son bir ay içinde yaşadıklarımızı düşünürsek, türkiye’deki muktedirin de ardındaki büyük kitlenin manevî desteğinî karşılaştığı her sorunda yoğun bir şekilde hissettiği sonucuna varabilir miyiz? aslında muktedir görünen ile onu muktedirliğini görünür kılan kitle arasında gerçek muktedirin kim olduğuna dair bir çatışma olduğu ya da en azından böyle bir çatışma olmaksızın asıl muktedirin tabi ki yerel ve uluslararası politikalarda güdüleyici rolü üstlenmiş olan kitlenin kendisi olduğu söylenebilir mi? buna göre muktedir “evde zor zaptettiği %50¨nin esiri demektir, muktedirin sık tekrarladığı “bizi siz getirdiniz, siz götürürsünüz” söylemi de buna yorulabilir. hatta muktedirin kendisini demokrasinin bir neferi ve unsuru olarak görüp, kendisine muhalefet eden farklı fraksiyonları “oyuna gelmiş” ya da bizzat oyunun düzenleyicisi olduğunu düşünmesi de bu çıkarımı destekleyebilir.

    ancak son kertede durumun muktedir lehine bu kadar safiyane olduğunu düşünmüyor, daha önceki seçimlerde de gördüğümüz gibi, mağdur edebiyatının (“bana ve partime tertip düzenleniyor, halk bunu bana destek vererek bozacak” minvalinde) muktedire seçim kazandırma aracı olduğu için, “arkadaki büyük kitlenin arzularını dillendirme ve eyleme geçirme” gerekçesinin muktedirin şahsî ya da ideolojik yönelimine örtü olduğunu sanıyorum. dahası da var, kitlenin muktedir görüntüsünü mümkün kıldığı iktidar sahibinden duyduğu memnuniyet aslında onunla birlikte iktidara ortak olması olarak da yorumlanabilir. muktedirin neredeyse her mitingde, her toplantıda “beraber yürüdük biz bu yollarda…” şarkısını söylemesi ve seslendiği kitleye söyletmesi de bunun bir göstergesi olabilir. hatta birileri çıkıp, demokrasinin de bizzat bu olduğunu yani kitlenin iktidara ortak olması olduğunu söyleyebilir. peki, hangi kitle iktidara ortak oluyor? diğerlerine nispeten daha kalabalık olan, muktedirin arkasındaki gibi bir kitle mi? peki, diğer kitlelerin iktidara ortaklığı? işte, çoğulcu demokrasi ile çoğunlukçu demokrasi arasındaki fark burada ortaya çıkıyor.

    akp’nin iktidar yüzü ile belki de kitlesinin çoğunlukçu (majoritarian) bir demokrasi arzusu, toplumu oluşturan farklı görüşteki diğer kitleleri bu sistemde rahatsız ediyor, zaten gezi’de dile getirilen de bizzat bu. çoğunlukçu sisteme göre, milyonlarca kişiden oluşan bir toplumda bir aday bir oy bile fazla alsa, diğer adayları bastırır ve kendi düşüncelerini / isteklerini toplumda egemen kılar. herkese ve her şeye karışma hakkını kendinde görür. her daim kendi tabanını sağlamlaştırıp muhalif sesleri her defasında daha sert bir şekilde bastıran yöntemlere meyleder. son kertede iktidarı elinde bulunduranlar sistemde hiçbir açık bırakmadıkları için demokratik yöntemle alaşağı edilemez bir yapı oluşturmuş olurlar. çoğunlukçu demokrasinin en büyük handikabı budur, sonunda demokrasinin kendisini ortadan kaldırıp belli bir grubun iktidarına dönüşme riskini barındırmasıdır. robert dahl’ın “who governs?” başlıklı anlatısı (1961) güzel bir soruyla başlar:

    “neredeyse her yetişkin bireyin oy kullanabildiği ama bilginin, zenginliğin, sosyal konumun, resmî görevlere gelme imkanının ve diğer kaynakların eşitsiz dağıtıldığı siyasî bir sistemde kimdir yöneten?”

    şu an türkiye’de yöneten kim? iktidar sahibinin temsil ettiği görüşü savunan kitle mi, iktidar mı, yoksa her ikisi birden mi? bu üç durum da çoğulcu (pluralist) değil, çoğunlukçu demokrasinin türkiye’de egemen olduğunu gösterir. iktidar gibi düşünmeyen insanlar resmî görevlere gelebiliyor mu türkiye’de? gezi’ye destek veren oyuncular bile işlerini kaybediyor. herkes için fikir özgürlüğü ve özlük hakları talebinde bulunanlar etrafına bakarsa, türkiye’deki yönetim sorununun çoğunlukçu demokrasi mantığı olduğunu gösteren emareleri görebilir. başka deyişle artık “tek yol demokrasi” demek bile yetmez, hatta fikir özgürlüğü ve özlük hakları ihlallerinin yaşandığı coğrafyalarda fazlasıyla aldatıcı ve risklidir, dolayısıyla “tek yol çoğulcu demokrasi” demek daha hayırlıdır.

    bu yazıyı blogumda ve burada aynı anda yayınladım.
  • toplumun çoğunluk tarafından yönetileceğini inkar etmeyen mamafih çoğunluğun yönetim hakkının azınlığın temel haklarıyla sınırlı olduğunu savunan demokrasi anlayışıdır. démocratie limitée de denir
  • siyasal iktidarın çeşitli odaklar arasında bölüşülmesini, paylaşılmasını ve böylelikle dengelenmesini öngören demokrasi anlayışıdır.
  • nüfusunun %60'ının ortaokul ve aşağısı eğitime sahip olduğu ülkelerde ne olduğunun ve öneminin kavranmasını çok beklemiyorum.
  • biri hariç her türlü partiyle, ideolojiyle ve halk yapısıyla uygulanabilir bir sistemdir. bir tarafta kapitalist diğer tarafta sosyalist, bir tarafta milliyetçi diğer tarafta komünist olabilir. bu kadar zıt kutuplar bir arada olabilir. ancak içinde dini kullanan bir parti varsa bozulacak bir yapıdır. bu partiye karşı gelmek din düşmanlığı olarak adlandırılıyorsa ve böyle de kabul görüyorsa çoğulcu demokrasinin işleyişinden bahsedilemez. demokrasi, eleştirmeyi gerektiren bir sistemdir. eğer bir partiyi veya görüşü eleştime hakkı sınırlanıyorsa (partinin sınırlamasına ek olarak o partiye oy vermiş insanlar tarafından getirilmeye çalışılan sınırlama varsa) demokrasiden çıkılmıştır. "seçimlere göre" çoğunluğun, azınlık üstünde siyasal, psikolojik ve ekonomik baskı ve tehdit yaratması çoğulcu demokrasi değildir.

    en azından seçimler konusunda türkiye'de yapılması gereken tek şey %10 barajını kaldırmak değildir. yapilması gereken şey almanya ve italya'daki gibi tek parti iktidarını mümküm kılmayacak ve koalisyonlar oluşturacak bir sistem yaratmaktır. böylece farklı görüşlerden insanlar yönetimde söz sahibi olacak ve daha dengeli kararlar alınabilecektir. türkiye gibi ülkelerde tek parti hükümetleri daima erk manyağı olarak diktaya dönüşüyor, devlette istediği gibi kadrolaşıyor, diğer partilerin seçim kazanma şansını minimuma indiriyor. yüksek seçim kurulu gibi kesinlikle tarafsız olması gereken bir kurumun tek parti iktidarı altında oyuncak olması kaçınılmazdır. bu olduğu sürece tek parti iktidarından yönetimi devralmak "demokratik" yollardan imkansızdır. partiye bağımlı ve çaresiz bırakılmış halklarda demokrasi uygulanamaz. birbirine bağlı ve kendi ayakları üzerinde durabilen halklarda demokrasi uygulanabilir.
  • böyle söylenince demokrasinin bir türüymüş gibi dursa da şahsen demokrasinin tarihsel ilerleyişine ve günümüzdeki durumuna bakıldığında olması gereken hali olarak görüyorum. ötekisi* despotizmin ve totaliterliğin kılıflı hali. o kılıf içinde size çok da zarar vermeyeceğini bilseniz de o kılıfı ve kılıcı tutan elin kim olduğu geleceğiniz için endişelenmenize yeter.
  • türkiye'de varlığı tam bir muammadır. kimine göre öyle, kimine göre de böyle.
    (bkz: ümmetçi demokrasi)
  • (bkz: plüralizm)
  • tabana tabana zıt amaçlara ve yaşam tarzlarına sahip kitlelerin beraber yaşadığı bölgelerde düzgün biçimde uygulanması pek mümkün değil. bireyleri arasındaki farklılıklar minör olan, barındırdığı insan sayısı on-milyonlara çıkmamış popülasyonlar için uygun bir sistem.
hesabın var mı? giriş yap