• merak ediyorum, buranın esnafı kadar aç gözlü, doyumsuz, yılışık bir esnaf kitlesi ülkede, kıtada, yer yüzünde var mıdır?

    burada her şey kalitesiz ama pahalı. kıytırık yamuk yumuk eski bir otel odasına 500tl çekiyor herifler. neymiş, sabah reçelli meçelli kahvaltı vereceklermiş. kıyamam...

    pansiyonlar dar, dökük, yemekler kötü, balık yemeye-rakı içmeye kalksan hakkını verecek meze yapan yok, hepsi kalitesiz, şaraplar fena değil ama herif tadım için para almaya başlamış. iki fincan şarap tadımına 15 tl isteniyor, vay arkadaş. (hala yasa/mevzuat öyle diyen var. okumanız mı yok arkadaş? konu yasal düzenleme değil. 15 liraya iki yudum şarap tattırılması ve bunun satın alınan şaraptan bile düşülmemesi.)

    bir de her köşede "bozcaada bilmemnecisi" var. yok meşhur bozcaada reçeli, bozcaada kurabiyesi, bozcaada eriği, bozcaada toprağı, bozcaada peyniri, bozcaada boku püsürü. he karşına çıkan insan seni nasıl soyup söğüşleyebileceğine bakıyor.

    bir de tuhaftır hala daha "saçlarımı rüzgarına versem, sokaklarında kedi kovalasam, şarap içip sokaklarında gezinsem" diyen istanbul zekalılar var. olm sokaklarında gezinirken kolun başkasına çarpıyor lan. romantizminiz batsın..
  • uzun zamandır sinir sahibi olmadıysanız,

    ülkenin en hayasız esnafı tarafından utanma sıkılma olmadan kazıklanmak gibi bir fanteziniz varsa,

    dondurulmuş deniz mahsullerini fahiş fiyata yerken garsonlarla kavga etmeyi seviyorsanız,

    uyduruk ve kalitesiz yemekleri yerken, kişi başına 4 kişilik bir aileden fazla para ödeme fanteziniz varsa,

    ada lokumu, ada otu, ada şerbeti, ada reçeli vb. adı altında, aslında var olmayan ama turist kazıklamak için icat edilen 3. sınıf yiyeceklerle aranız iyiyse,

    ıssız sokaklarda şarap içerek sessizce yürürken, üzerinize son sürat gelen bir tuğralı doblo'yla ya da sağa sola sataşan ergen grubuyla kapışmaktan keyif alıyorsanız,

    ülkenin en uyduruk pansiyonlarına, 3 kuruş kar etmek için ortasından briketle bölünüp ayrılan kafes gibi odalara 7 yıldızlı otel ücreti ödemek gibi bir niyet içindeyseniz,

    kalabalığı, sıra beklemeyi, bordeaux şarabı fiyatına satılan kıytırık şarabı, hengameyi, mekanlarda yemek sırasında ayakta dikilmeyi, yerlere atılmış plastik bardak çöplüğü içinde gün batımı izlemeyi, köylü kurnazlığına maruz kalmayı, üstüne tükenmez kalemle "bozcaada" yazılmış çin malı hediyelikleri, kaldırımı olmayan yollarda ezilme tehlikesiyle koşturmayı seviyorsanız,

    size bir tavsiyem var.

    (bkz: bozcaada)

    gidin, görün, yazılanlarda herhangi bir abartı olmadığını anlayacaksınız.
  • diyelim ki çok güzel bir hayatınız var ve kendi kendinize diyorsunuz ki benim olgunlaşmam için acı çekmem, eziyet çekmem lazım. işte bozcaada tam size göre. feribot sırası, üçkağıtçı esnaf, park yerinin olmaması, hatta araba yolunun olmaması, hatta yolun olmaması gibi özellikleri mevcut. gün batımı diye bir yer var, meşhur. herkes gidiyor oraya ama yolu yok. sahile gidiyorsunuz şezlong şemsiye bugün için 300 tl. kırık şemsiye ve şezlong. rüzgardan sallanan paslı şemsiye ne zaman kafama düşecek diye heyecan yaşayabilirsiniz. neyse parayı ödeyip fiş alıyorsunuz, saatte bir dallamanın biri gelip fişinizi kontrol ediyor. bira alacağınız bir tane büfe var, birayı 120 tl'den satıyor. niye böyle diye soruyorsunuz, biz restorantlara bağlıyız tekel fiyatından satmıyoruz diyorlar. bu ada lozan ile yunanistan'a verilseydi ve biz yunan toprağı diye tatile gelseydik, hem daha kaliteli hizmet alırdık, hem eziyet çekmezdik, hem daha ucuza tatil yapardık. bozcaada'yı niye aldık demiyorum sadece kıyaslama yapıyorum. lafın özü bozcaada'nın amk.

    edit: yöresel şarap alacaksınız ya hem değişik tatlar almak hem yöresel üreticiye katkı, tadım yapmak istiyorsunuz, tadım yapmak da paralı. ilk defa görüyorum. gerçekten bir sürü saçmalık.

    edit: şimdi iki tip insan var, canım memleketim bööö diye ağlayanlar, bir de herkes gidiyor diye gidiyorsunuz sonra sıvıyorsunuz diyenler. ikinci tip insanlar çok enteresan, bu dallamalar kendileri gidince keşfetmiş oluyor, başkaları gidince hepiniz doluluşuyorsunuz diyorlar. özürlü derecesinde komiksiniz.

    edit: sağolsun bazı yazarlar uyardı, alkol promosyonu 2013 yılında yasaklanmış. ama yine de devlet fiyata müdahale etmiyordur. 5 tane küçük tadım kadehi 200 tl. 50 tl yap, 70 tl yap, 200 nedir?

    edit: memleketim yazacağıma memelerim yazmışım. *
  • trabzon'daki doktor arkadaşım ile dün akşam görüşüp, rahatsızlığım için ilaç önerisini aldım. neden bozcaada'daki doktora gitmediğimi çok detaylı anlatmak istemiyorum. sadece benim rahatsızlığım konusunda uzman doktorun burada bulunmadığını söyleyebilirim. burada dispanser bile yoktur. yaranıza dikiş atacak ehliyette bir hekim de yoktur. sadece aile hekimliği vardır...

    neyse bu sabah bozcaada eczanesine; rahatsızlığım konusunun uzmanı arkadaşımın tavsiyesi olan ilacı almak için gittim. bilindiği gibi bozcaada'da bir tane eczane vardır. eczacı yerinde olmadığından kalfasına ilacı söyledim. bilgisayardan baktı ve ilacın ellerinde olmadığını söyledi. genelde öyle olurdu zaten. ilaç eczanede olmazdı. gün içinde çanakkale'deki depodan sipariş edilirdi ve akşam vapuru ile elimize geçerdi. bu söyleme alışık olduğumdan "akşam vapurundan sonra gelip alırım" dedim. "akşama olmaz abi" dedi. "niye? " dedim. "vapur saatleri değişti. cuma günü vapur var. ancak ilacınız o zaman gelebilir" dedi. "bugün günlerden salı. bizim ilaç en iyi ihtimalle, dört gün sonradan çanakkale'den yola çıkar ve geyikli'den bozcaada'ya kalkacak akşam vapuru ile gelebilir ancak. o da fırtına olmaz ise gelir. fırtına olursa işimiz deniz ve fırtına tanrılarına kalmıştır" diye düşündüm...

    markete gittim. rakı ve şalgam suyu aldım. eve gelirken yol kenarındaki tarlalardan biraz "yabani hardal" yaprağı topladım. izmir'de buna "turp otu" derler. salatası nefis olur. hardal yapraklarını yıkadım ve tencereye koydum haşlıyorum. bu arada rakıya şalgam suyu ve leblebiye eşlik ettiriyorum. derken bizim ilaç aklıma geldi. kadehimi deniz tanrısı poseidon ve fırtına tanrısı thyphon'a kaldırdım...

    doktorum trabzon'dan, iletişim internet ortamından; eğer deniz ve fırtına tanrıları izin verir , gestaş da yeni bir uygulama ile vapur seferlerini "ayda bir" yapmaz ise ve de mücbir sebep olmaz ise ilaçlar cuma günü çanakkale taraflarından bizim olduğumuz kısma gelecektir diye düşünüyoruz...

    her şeye rağmen bozcaada seni seviyoruz...

    geçmişte ekşisözlük sayfasına "bozcaada bir gestaş adasıdır". (bkz: #52317083)diye yazmıştım. bizim anakara ile ulaşımımızı gestaş olmaz ise sağlayamayız... gestaş "65 yaş üstü kişilerin sağlıklarını korumak adına"; daha bir kaç gün önce "günde iki kez" yapacaklarını duyurduğu vapur seferlerini, bu kez "haftada iki gün içinde iki sefer olarak" güncellemiştir...

    bir anda "65 yaş üstü kişilerin sağlıklarının korunması" kısmına duyarlılıktan dolayı alınan önlemleri ilgi ile duygu yüklü olarak izliyorum...

    1996 yılında trt için, sunar kural aytuna'nın yönetmenliğini yaptığı "deniz bekliyordu" filminin çekimlerini yapmak için ilk kez adaya gelmiştim. bir film çekimi nedeniyle tanıdığım, sonrasında sakini olmayı kabul edip yaşamıma koyduğum ve bu sayfalarda 2013 yılından beri hakkında 20 civarında yazı kaleme aldığım adadır.

    bozcaada, anakara ile en yakın mesafesindeki, 12.7km uzağındaki geyikli arasında bundan kelli haftada iki kez vapur seferine sahip olacak bir adadır.
  • önümüzde iki bayram tatili var, biraz gökçeada ile kıyaslama da yaparak ne yapılır, nerelere gidilir, bozcaada hakkında konuşalım hadi.

    genel tavsiyeler:

    - vaktiniz bizim gibi kısıtlıysa ve çok fazla yer görmek istiyorsanız araba şart. gestaş 2 yıldır online rezervasyon sistemine geçti, yola çıkmadan bunu yapmazsanız iskelede saatlerce beklersiniz, geçtiğimiz yıl kabatepe limanı'nda 5 saat bekleyerek acı bir biçimde öğrendim. ada küçük fakat toplu taşıma etkin ve yeterli değil. ayazma plajı dışında park sorunu yaşamadık, yollar oldukça düzgün.

    - kalacak yeri ayarlamadan gelmeye kalkışmayın. merkezde bir alaçatılaşma başlamış. tatil beldesinde beyaz badanalı evin önüne atılmış mavi boyalı sandalye görünce idrak etmeniz gereken şey: fiyatlar şişiriliyor. kuzey ege'de taşra havasından tamamen arınmış tek yer olduğu için arz ve talep şişkin. gökçeada'da konaklamanın, köylerine baraj vb. yapılacağı için ev ve toprak verilerek adaya yerleştirilen iç anadolulular ve karadenizliler'in elinde olmasından dolayı hafif taşra havası var. buna değineceğiz.

    - dönüşte lapseki iskelesi'nde araç sırası bitmeyecek gibiyse birkaç km ötedeki çardak iskelesi'ni kullanın.

    deniz, kum, güneş:

    - su buz. bunun bizim 2 eylül'de gitmiş olmamızla alakası yok. şerbetsi su seviyorsanız, denize bir girerim 3 saat çıkmam, ufukta kaybolur kaybolur geri gelirim diyorsanız acı verici derecede soğuk olduğunu bilin. ama o buz gibi suyun dinçleştirici etkisi inanılmaz. beynimin cayır cayır yandığı bir evrede beni 3 günde kendime getirdi, elimi yüzümü yıkayıp saçımı başımı düzeltti adanın buzlu suyu. yine de benim en sevdiğim gökçeada'nın denizi.

    - adada her gönüle hitap eden bir koy bulmak mümkün. hiç kestane vb. ile uğraşmayım, etrafta insanlar da olsun, sosyalleşeyim, şemsiyem şezlongum hazır olsun, biramız bitince yakınlardan alabilelim, öğlene doğru türk kahvemizi içeceğimiz bir yer de olsun, deniz de mis gibi olsun derseniz tabi ki ayazma plajı. sakin bir yer arıyorum ve su camdan bile daha cam olsun derseniz akvaryum koyu, ben sakin sessiz kitabımı okumak istiyorum, su kolay kolay boyumu geçmesin derseniz ayana koyu.

    - mercy god gemisinin karaya oturduğu beylik plajı ada genelinde gördüğüm en pis suya sahip ve geminin etrafında ot kampı yapanlar yüzünden etraf çöp dolu. ki bulunduğumuz kısıtlı sürede etrafta çöp toplayanlar gördüm, onlar da olmasa hali berbat. yüzmeye değil ama gemiyi görmeye gidin, gemiyle fotoğraf çektirin, gemiyi sevin.

    konaklama:

    - bozcaada'da konaklama gökçeada'ya bir tık daha lüks standartlarda, daha fazla otel, butik otel ve tesis var, ama gökçeada'daki mutfaklı banyolu evlerin muadillerini burada daha yüksek fiyatlara kiralıyorlar. iki adanın yerleşim düzeni, insanları, deniz suyunun sıcaklığı birbirinden baya farklı zaten.

    - ben gürültülü yerde yatamıyorum. merkezi pas geçtik, karadut bağ evleri'nde kaldık. 2 kişi 3 gece için kahvaltı içerisinde olmak üzere 750 tl ödedik, temizliğinden, kahvaltısından, lokasyonundan, sahibi olan abi ve kızının davranışlarından hoşnut olarak ayrıldık. abinin kendi üretimi olan zeytinyağını ve hediye ettiği vermutu çok beğendik. tekrar etmekte fayda var, kalacağınız yeri önceden belirleyerek ve rezervasyonunuzu yaptırarak gidin.

    yeme içme:

    - merkezde fast food, rakı - balık, kebapçı, ev yemeği yapan bir yer ve bolca pastane var. karnınızı doyurmak sorun değil. meyhaneler standart, çok özel bir şey beklemeyin, balık sipariş etmeden sırf rakı - meze takılmanızı öneririm. ne acıdır ki her iki ada da deniz ürünleri açısından, kardeşleri olan yunan adalarına nazaran çok kıt. varlık içinde yokluk resmen.

    - değişik bir akşam geçirmek isterseniz, meyhane konseptinden sıkıldıysanız ve özel bir tarihse maya bozcaada'yı tavsiye ederim. kendi yapımları olan ev şarabı eşliğinde peynir ve füme tabakları ile başlayan servis zeytinyağlılar, mezeler ve ara sıcakla devam edip kendi zevkinize uygun pişirttiğiniz et ve üstüne tatlıyla sonlanıyor. masaya gelen her şeyden çok zevk aldık. bilhassa damla sakızlı enginarını unutamıyorum. resmen foodgasm. ortam romantik, et şefi alex atala'nın biraz yaşlıcası bir bey. sevgilinizi alın gidin.

    - şarap için tek adres yunatçılar
    (bkz: çamlıbağ/@isolde)

    insanlar, ortam, eğlence:

    - adada canlı müzik mekanları var ve haftada 1-2 konser oluyormuş. dans insanları olmadığımızdan bilemiyorum nasıldır ama baya eğlenen insanlar gördüm.

    - sokağın yaş ortalaması 28. anket yaptım oradan biliyorum. 20 - 40 arasının, beyaz yakalıların çok yoğun olduğu bir ortamı var. son derece rahat. rahatlığı şöyle açayım, arap turist yok (bu benim için çok önemli), sakin bir koyda denize girerken yanınıza 8 yaşında oğullarını gönderip "annemgil yengemgil denize girecek siz buradan gider misiniz" dedirten haremlik - selamlık çadırcılar yok (çünkü bunların toplaşma yeri gökçeada'nın gümüşhane'si, çorum'u olan uğurlu), yoldan geçerken kenarda rakı içenlere garip garip bakanlar yok. atmosfer talas savaşı hiç yaşanmamış gibi.

    gökçeada vs bozcaada:

    - 22 yıldır her yaz aynı yerde oturarak yaz gün batımlarını ve dünyanın en güzel isimlerinden birine sahip olan semadirek'i izliyorum, yüzmeyi orada öğrendim, feribottan inip yabani kekik kokusunu duyunca tüm dertlerimi unutuyorum, çok bunaldığımda kendimi kaleköy'den yenibademli'ye yürürken hayal ediyorum, gökçeada benim memleketim gibi. bozcaada'ya göre daha az turistik ama şahane rum köyleri de burada, çokça doğal, nereden karşınıza ne çıkacağı belli olmaz. bozcaada daha genç, daha sürprizli, hareketli. uzunca dinlenmek için gökçeada, kısa sürede yenilenip gelmek için bozcaada, ama ikisini de mutlaka görün diyerek videomun sonuna geliyorum. umarım vatandaşlarıma bir faydam dokunmuştur, iyi tatiller.
  • bir yere gittiğimde dönüşte ayrıntılı incelemesini yazmak istiyorum fakat çoğu kez bu motivasyonu bulamıyorum. bu sefer başardım.

    bozcaada bu yaz ilk defa giderek 4 günümü geçirdiğim havası ferah bir ada. olumlu yanlarının olumsuz yanlarına ağır bastığı bir tatil oldu benim için. öncelikle soğuk deniz sevenler için birebir. soğuktan çekinenler için de birebir çünkü denizi çok güzel ve soğuk olsa da girince alışıyorsunuz. buraya yaz ortası da olsa yanınıza uzun kollu ve yağmurluk tarzı şeyler almadan gelmeyin, akşamları soğuk veya gün içinde yağışlı olabiliyor. dolmuşla bir yere gideceğinizde vaktinden önce gelin. çok planlı bir yer değil. kuyruk olabilir veya doldu diyip gidebilir ve 1 saat daha bekleyebilirisiniz. bir yere rezervasyon için sormadan gitmeyin. bu özel bir plaj da olabilir, bir restoran da. bir de yaya olarak gidilmesini tercih ederim. daha mobil oluyorsunuz, arabayla gezmek pratik değil. taksi ucuz, bulmak zor olabiliyor adada sadece 11 taksi olduğu için fakat taksiciler kartlarını veriyor ve kolaylıkla ulaşıyorsunuz. bir de mekanlar biraz tuzlu. bunun sebebi de tüm yılın cirosunu yaz ayından çıkarmak zorunda olmaları.

    gittiğim mekanlara, plajlara ve noktalara gelirsek.

    mekanlar:

    salhane'ye uğramadan gitmeyin. içkinizi yudumlayarak adanın ve manzaranın tadını çıkarabileceğiniz çok hoş bir mekan. kral mekan rezervasyonsuz çalışıyor. akşam 9-10'a kadar geldiğiniz takdirde yer bulursunuz. geceye kalırsanız yer bulmanız zor olabilir. rezervasyon almıyor.

    lezzetli zeytinyağlı yemekleri tatmak isterseniz şükrü usta'yı öneririm. onun dışında köfte, döner vb. yiyecekler de mevcut ama ben ege adasına gelmişken halihazırda sevdiğim zeytinyağlılardan tatmak istedim.

    birçok şarap tadım yeri mevcut. buralarda yerli şarapların tadımını yapabilir, adanın yerli şaraplarından alabilir veya oturup bir şeyler içebilirsiniz. bu açıdan krasi'yi öneririm. bunun dışında adadaki şarapların satıldığı fabrika satış mağazaları da mevcut. adadaki şaraplardan amadeus blush favorim oldu.

    ayazma plajında takıldıktan sonra karnınız acıktığında veya bir şeyler içmek isterseniz vahit'in yeri'ne uğrayabilirsiniz. yiyecekler çeşitli ve lezzetli ve güzel deniz manzarası var. rezervasyonsuz da yer bulunabiliyor fakat rezervasyonla garantiye alabilirsiniz.

    rakı meze için simyon beklentilerimi karşılayan bir yer oldu. mezeler lezzetli, hizmet kalitesi iyiydi. sağanak altında rezervasyonsuz kapılarını açarak takdirimi topladı. açıkçası meyhane için rum mahallesinde çok fazla yer var. hangisi daha iyi tespit etmek için tek tek gitmek gerekir. karşılaştırma yapabileceğim tek yer nevreste. nevreste bir tık daha ucuz fakat simyon'un mezeleri ve hizmeti açık ara önde. öncelikle nevreste sağanakta kaldığımız gün yardımcı olmadı, bir sonraki gün için çok önceden arayıp güzel masa ayırtmama rağmen boş mekanda uzakta bir yere aldı, mezeleri de daha kötüydü.

    49 polente gün içinde caz, akşamları hareketli chill müzikler çalan dans edebileceğiniz bir yer. güzel müzikler çalıyorlar. ambiyansı da gayet tatlı. yalnız kokteylleri güzel değildi. diğer yiyecek ve içecekleri hakkında yorum yapamayacağım. bir de genel olarak adada müzik gece 12'de sustuğu için ortam tam kıvama gelmişken her yer sönüyor. müzik yasağı normalde gece 1 fakat kaymakam 12 talimatı vermiş.

    orta bozca çok güzel dekore edilmiş alkollü içecek ve kahve içebileceğiniz bir yer. kahvesi güzel değildi fakat gün içinde oturup takılmak için iyi bir tercih.

    ada kahvesi içmek isterseniz madamın kahvesi'ne uğrayabilirsiniz. mekanda içtiğim ada türk kahvesini beğendim fakat evde yapmak için aldığım ada filtre kahvesini beğenmedim.

    tech-house müziklerle eğlenmek, dans etmek isterseniz biraz daha gece kulübü formatında limon'u tavsiye ederim. tabii burası da gece 12 müzik yasağı sebebiyle amacına çok ulaşamıyor. görevliler sokak sokak geziyor o açıdan maalesef katı bir şekilde kurallara uyuluyor.

    veli dede'den de ada kurabiyesi almayı unutmayın.

    bunların dışında gezerken karşıma çıkıp dışarıdan beğendiğim fakat içine girmediğim veya gitmeyi planlayıp gitmeye fırsat bulamadığım bazı mekanlar şöyle: sapa (hep fuldü), vasilaki, hasan tefik, maya, köftehor

    plajlar:

    plajlardan ben en çok akvaryum'u beğendim. daha küçük, belli bölgeye sıkışmış plajların atmosferini daha çok seviyorum. denizini en çok beğendiğim de burası oldu. yalnızca burada tesis yok. duş yeri, soyunma kabini, yiyecek yeri, tuvalet vs yok. ama şemsiye kiralayabileceğiniz, hazır yiyecek alabileceğiniz küçük bir sandal büfesi var. burası için de dolmuş saatlerini önceden sorun.

    ayazma plajı da güzeldi. yakınlarında da birçok restoran mevcut. yukarıda bahsettiğim vahit'in yeri bunlardan biri. en çok dolmuş seferi, kalabalık ve ilgi bu plaja. erken gitmenizde fayda var, öğlene veya sonrasına kalırsanız şemsiye bulamazsınız.

    bir de 1 gün öncesinden rezervasyon yaptırarak neco beach'e gittik. aslında habbele'ye gidecektik fakat 2 gün öncesinden bile rezervasyon yaptıramadık. zaten rezervasyonunuz yoksa dolmuşlar götürmüyor. açıkçası gidemediğimize çok üzülmedik çünkü internette hizmet kalitesi ile ilgili çok sayıda olumsuz yorumlar vardı. neco'ya gelecek olursak. sahilde denizin ve güneşin tadını çıkarabileceğiniz, çim alana kurulmuş, hizmeti iyi ve tesis olanaklarının tatminkar olduğu bir yerdi. dikkat edilmesi gereken nokta alkol servisi yok. fakat muhafazakar vibe'ı olan veya spesifik olarak o kesimin takıldığı bir yer değil kesinlikle.

    noktalar:

    polente'de günü kesinlike batırın ve mümkün olduğunca erken gidin. günbatımı sepeti satan bazı mekanlar mevcut. bunun için de krasi'yi tercih edebilirsiniz.

    tekelden biranızı alıp yel değirmenlerinin gölgesinde ada manzarasının tadını çıkarabilirsiniz. ama sarhoş olacak kadar içmeyin.

    bozcaada kalesini de görmenizi tavsiye ederim. hem görsel olarak gezmesi keyifli hem de tarihi hakkında birtakım ilginç detaylar öğreniyorsunuz.
  • "tanri, insanlarin uzun omurlu olmalari icin bozcaada'yi yaratmis"
    demis herodot
  • şimdi buraya yazı yazarak komik bir çelişki içine giriyorum. burda 68 entry görünce içim titredi. bozcaada, kimsenin var olduğunu dahi bilmesini istemediğim bir yer. 3 yaşımdan beri yazın giderim ve itiraf etmem gerekir ki artık gitmeye, nasıl değiştiğini görmeye korkuyorum. param olsa bütün adayı alır, tek bir çivi çaktırmam.

    kendine has ağzı, (vaaamış, geemişim) ve adadaki insanların genişliğinden, hayata bakışlarının rahatlığından dolayı da, gerçekten huzurlu bir yerdir bozcaada. illada bahsetmek istiyorum, inanılmaz insanlar yaşar adada, örneğin artis gibi. (gerçek adı bu mu bilmiyorum, dünyanın en güçlü + naif adamı, cüssesinden hiç beklenmiycek ağırlıkları kaldırabilir ve hatırlıyabildiğim kadarıyla çok cüzii paralara çalışır).

    ben hayal meyal hatırlıyorum adanın 80'li yıllarını, ama 60'lı yıllarından da, dinlediğim kadarıyla bahsediveriyim. adadaki ilk yazlık evler benim bildiğim kadarıyla "7 evler" diye bilinen ve mağaraya benziyen (hehehe) taş yapılar. bu evler yapılırken, ya da yapılmadan önce, "7 evler" sakinlerinden, sulubahçe - kasaba yolunu gerçekten katır sırtında geçen insanlar tanıyorum, bu da o zamanlar adanın nasıl bir yer olduğunu kafanızda daha iyi canlandırabilir umarım. bir de yazlıktaki herkesin 81'de diana ve charles'ın düğününü görmek için ayazmanın tepesine, televizyon bulunan bir restorana (boruzan sanırım) gidişleri anlatılır (alet siyah-beyazdı allah bilir). gene dedemin anlattığına göre o zamanlar adada sadece bir tane station wagon anadol taksi varmış, geri vitesi bozuk olduğu için de manevra kabiliyeti epey sınırlıymış.

    neyse gelelim 80'lerin ortalarına ki, ben bişeyler hatılıyabiliyim. adanın güneyine, sulubahçe, ayazma cıvarına daha elektrik gelmemiş, gaz lambaları sabahtan dolduruluyo, buzdolapları tüplü. televizyon yok, özel radyo olmadığı, bozcaada allahın unuttuğu bir yer olduğu için, trt fm bile yok, sadece uzun dalga yunanistan yayınları, bbc world service dinlenebiliyo, belki trt uzun dalga yayınları da dinlenebiliyodur... vahitin yeri henüz açılmamış, ya da beyaz bir karavandan ibaret, ayazma plajı şimdi belki kışın bile olmadığı, olamadığı kadar boş, hatta bomboş, bir tane şezlong, bir tane şemsiye bile yok! iğde ağaçları güdük, alabildiğine top top kekik dolu geniş araziler ve vahşi, el değmemiş doğa var, arada da, püfür püfür esen rüzgarda hışırdıyan bağlar ve buz gibi bir deniz... evet evet denizi kesinlikle hayatımda girdiğim, en soğuk deniz. (kasıla kasıla titriye titriye 3 - 5 dakikada giriliyo). gece 5 kilometrelik alanda bir tane bile sokak lambası olmadığı, evdeki gaz lambalarının ışığı da bi halt aydınlatmadığı için, gökyüzünde ne var ne yok görülürdü ki, bunun ne kadar muhteşem bişey olduğunu gerçekten anlatamam! biz de (bacak kadardık), hareket eden uçakları, veya uyduları görüp, "ufoooooo!!! ufoo gördüüüükk!!" diye koşardık (haklıyız aslında), elimizde de uc buyuk pille calisan metalik gri el feneri* vardı. adada o dönem hiç bir aktivite olmamasına karşın (şimdi az da olsa var, korkarım giderek artıyo da) hayatımda en eğlendiğim yerdir bozcaada. yine o zamanlar adaya araba vapuru da yoktu. ulaşım iki tane araba alabilicek şekilde modifiye edilmiş motorla sağlanırdı. bunlardan bir tanesi necdet kaptanındı ve az çok feribota benziyen motoru 4 araba alırdı. diğer motorun adı yakar'dı ve tasvir etmekte zorlanıcağım, ama olabilicek en iğreti şekilde 2 araba alırdı ki, bir seferinde dalgalarla boğuşurken arabaların denizin dibini boyladığı anlatılır, ne kadar doğrudur bilemem. sonraları, binilmesi yine oldukça zor olan çıkartma gemileriyle ulaşım sağlanmaya başlandı. bu gemiler askeri araçlara göre dizayn edildiği için, arabalar altını vururdu, millet küfrederdi, ben de sevinirdim!

    gelin görün ki, yakın zamanda adaya feribot seferleri başladı, adanın yolları genişletildi; mesela ayazmanın tepesine gelirken 3 şerite çıkan* bir asfalt "köy yolu" var. şimdi adada trafik var, trafik polisi bile var! bir bozcaada trendi aldı yürüdü, millet gelip kah ara sokaklarında, kah batı fenerinin yanına yapılan rüzgar türbinlerinin önünde klip çekiyo, filmler çevriliyo. eskiden doğru dürüst yolu olmayan batı feneri'ne dümdüz yol açıldı. gerçi evet, rüzgarda dönen devasa pervaneler adaya ürkütücü, gizemli bir hava veriyolar, ama işte... dalga geçmiyorum, bazen kabuslar görüyorum; 10 katlı apartmanlar dikilmiş oluyo sulubahçe'den ayazma'ya kadar.

    ...neler hatırladım, enid blyton'un afacan beşler romanlarında bazen bu 5'ler allahın unuttuğu bir yerde tatile giderler muthiş vakit geçirirlerdi. işte bozcaada da gizli ada gibi, ya da miço'nun adası gibiydi... bir gizemi, bir ruhu vardı.

    bir de bozcaada'da hayatinda ilk defa aşık olmak* vardır ki, ona hiç deyinmiycem, ne şanslı adamım haberiniz yok.

    sonuçta rezalet bir yerdir bozcaada, gitmeye hayatta değmez + bence hepimiz silelim entrylerimizi, ben ssg'ye de rica ediyim, birisi entry yazmak isterse bozcaada'nın altına; "böyle bir yer yok ki" tadında bir mesaj çıkartsın, sevaptır...

    (dayanamadım...

    illa ki giderseniz, fırtınalı bir gecede, gökte şimşekler çakarken, geceliğin hala karanlık kalabilmiş olan batı feneri cıvarında, pervanelerin dönerken çıkardığı seslerin altında fazıl say nazım dinliyerek hayatınızın en muhteşem anlarından bir tanesini yaşıyabilirsiniz... {bir de yanınızda sevdicek olsun})
  • kendisiyle ilgili bir anımı anlatayım,

    bisiklet ile marmara-ege dolaşırken, buraya da uğrayalım dedik. "ya bisikletleyiz, taa istanbullardan geldik, öğrenciyiz bik bik..." şeklinde ağlayarak para vermeden feribot ile geçtik.
    ada'ya vardık, süper şirin görünüyor falan... kamplı ilerliyoruz bu arada, çadırımız var yanımızda. ada'ya girdikten sonra iki tane takım elbiseli adam;

    "hoşgeldiniz, yolculuk nereden?" diyerek, samimiyetle karşılıyor bizi. "ulan" diyoruz, "ne güzel insanı, sıcacık..."

    kısaca özetleyip, kalacak yer soruyoruz kendilerine, ayazma sahildeki ada camping'e yönlendiriyorlar. çadır için tek uygun yer orasıymış. e malum, pansiyonlar pahalı, ki biz gittiğimizde nisan'dı; daha sezon bile açılmamış... hava da çok soğuk bir de, herkes diyor ki, ayazma'nın rüzgarı fena, çadırda kıçınız donar. merkez yine o kadar rüzgarlı değil, uygun yer bulsak hemen atacağız çadırları...

    neyse bu iki abiyle konuştuktan sonra, karşılıklı teşekkür edip ayrılıyoruz.
    bilen bilir, adaya girişte karakolun sol tarafında büyük bir bahçe içerisinde bulunan bir ev vardır. 10 metre kadar ilerledikten sonra arkadan sesleniyorum:

    -ya pardon, (büyük bahçeli evi göstererek) şurası nedir?
    -eheh, orası bizim evimiz.
    -hmm, ya aslında bu gecelik bahçesine çadırı atsak aslında, kocaman yemyeşil, ağaçlar sayesinde rüzgar korumalı hem.. ?

    iki abiden biraz daha uzun boylu olanı hafifçe gülümsüyor, cevap vermeden yoluna devam ediyor.

    "ulan bari cevap vereydin, n'olcak sanki bi gece şeyyapsak :/" diye düşünürken nispeten kısa boylu olanı, tekrar yanımıza geliyor:

    -eee, <caps>belediye başkanımız<caps> diyor ki.... ayazma'ya gitsinler.

    ahah, bildiğin ada'nın belediye başkanına "yea sizin bahçeye çadır kuralım mı" demişim...
    olmadı tabi, lanet...

    sonrasında yemeğimizi yedik, çayımızı içtik, ayazma'ya doğru yola çıktık. cidden şahane bir yer. hele istanbul'lu adamlar için ekstra güzel... sezon açılmadığı için her taraf sakin, oh mis. yalnız, ayazma sahile gelince fark ettik ki, fazla sakin. sezon açılmadığı -havalar da soğuk- için bir allahın kulu yok. abartı değil, cidden yok. restoranlar kapalı, marketler kapalı... belediyenin bizi yolladığı kamp alanı bile kapalı! kapısında zincir var. hayır, 30 cm yüksekliğinde zincir zaten, girilemiyor değil de kapalı yani...

    e sinirlendik tabi, merkezden bize "ada camping var, oraya gidin, başkan yolladı deyin, yardımcı olurlar" dedikleri yerde insan yok. en yakın insan, 3 km ötedeki benzincide...
    terk edilmiş gibi duran kamp alanını dolaşıyoruz, "çadırı nereye kursak, deli gibi de rüzgar var anasını satıyım" diyerekten... sonra, -yine bilen bilir- ada camping içerisinde karavan bungalow'lar var. bunlar gözümüze çarpıyor, ucuzdurlar, 10-15 neyse veririz, kıçımız donmaz diye düşünürken, parayı verecek biri olmadığını hatırlıyoruz takribi 4 milisaniye içerisinde.

    kaşif ruhlu gençler olduğumuzdan mütevellit, bütün karavanları geziyoruz, ne tip malzeme kullanılmış, ağacın cinsi ne, kapılar sağlam mı, kapı kilitleri ne kadar dayanıklı felan gibi hepimizin gündelik hayatta sıklıkla aklımıza gelen sorular eşliğinde dolanıyoruz. bir akbaba masumluğundayız adeta...

    sonra bu karavanların yanında yürürken yaşadığımız aksiliğe gel!!! en sonuncu karavanın yanında gezerken sen tut, bizim arkadaşın kolu yanlışlıkla bu karavanlardan birinin camında bulunan sinekliğe takıl... yetmezmiş gibi o sineklik çıksın yerinden... "lan noluyo" derken arkadaşın cebindeki çakı sen açıl, pencerenin arasına gir, cam da hafif aralansın mı... arkadaşı kurtaralım derken yine yanlışlıkla camdan içeri girelim mi biz... yani cidden bu kadar aksilik olur. hayır yetmezmiş gibi sabaha kadar da içeriden çıkamadık! bütün geceyi geçirmek zorunda kaldık resmen yahu! ne çektiğimizi ben biliyorum.. pencerede hande ataizi gibi bir müddet sıkışıp kalınmasından bahsetmiyorum bile!

    neyse, yaşadığımız bu inanılmaz aksiliğe rağmen pek keyifli pek güzeldi bozcaada deneyimi. deneyimleyin, deneyimlettirin.
  • son on yılda her gidenin dilinden düşürmediği adadır, her gidene "hı hı, evet çok güzeldir bozcaada." diyerek gülümsediğim ama içimi oldukça acıtan adadır.

    on yıl kadar kısa bir sürede tatilcisinden yetkilisine, işletmecisinden yatırımcısına el birliği ile içine ettiğiniz adadır. hepiniz bu yeni eseriniz için her türlü sohbet ortamında övünebilirsiniz.

    çekirge sürüleri gibi ülkenin dört bir yanını istila eden sizler yokken ada çöplüğü bu kadar büyümemişti. şimdi tepeleme doldu, gün batımı pek güzelmiş, yanınızda bir şişe şarap ve iki kadeh götürmeyi unutmayın.

    sizler yokken adada plastik torba kullanmak yasaktı. şimdi her yer plastik masa, sandalye, kapı, pencere doldu. istanbul'dan, izmir'den gelip kare örtüler, dantelli çarşaflar serince saklanmıyor ki bazı şeyler... kapıya iki nostaljik figür, bir demet kuru çiçek takmakla değişmiyor zihniyetler.

    sizler yokken ada kedileri daha zayıftı belki ama şehir trafiğinde gibi kullandığınız arabalarınızın altında kalma ihtimalleri daha da zayıftı.

    sizler yokken sabahın erken vaktinde uyandıran, bağlardan dönen ya da bağlara giden traktörlerin gürültüsüydü, ezan ve çan sesleriydi. akşamları ise kapı önlerinde toplanan yaşlı rum teyzelerinin mırıldanmalarıydı. şimdi limandan denize özgür çığlıklar atan sarhoş gençler duyuluyor, korna sesleriniz kulağı tırmalıyor, bir zamanlar aylarca yengeçler hariç kimsenin ayak basmadığı ayazma'da "oh oh burayı da katlettik" kahkahaları duyuluyor. ne kadar içten esse de rüzgar artık sesleri alıp götürmüyor.

    sizler yokken evler hep birbirine benzerdi, anlamsız yüksekliklerde inşaatlara izin verilmezdi. adalıların parası yoktu ki zaten, kime neyi beğendireceklerdi? şimdi bastırdığınız çil çil paralarla alternatif hayat süreceğim diye adanın kendine has havası kirletiyorsunuz, yaz boyunca hava atmak için 1,5 günlüğüne adaya yığılıp güya "dinlenip" dönüyorsunuz. üstelik "yenilendim" falan diye övünüyorsunuz.

    sizler yokken manzaralı oda gerekliliği yoktu, kimse duvarında kafasına göre pencere açmazdı. koz otel kapalı ise şarap mahzenlerine atılan yataklarda uyur, güne sarhoş başlardınız. şimdi tüketmeye odaklanmış halinizle güne mide bulantısı hediye ediyorsunuz.

    sizler yokken adalılar adalı olmayanı, adada toprağı olsa da orada yaz kadar kışı yaşamayanı sevmezdi. şimdi adanın sizlerin de yerleşmesiyle oluşan yeni nesli size bayılıyor. limanda bikiniyle mayoyla dolaşıyor, "ay valla aynı avrupa gibi" diyip gülüşüyorsunuz. bağırarak konuşuyor, "ada halkı uyan bak anakaradan it kopuk değil belirli bir entelektüel birikimi olan, büyük şehirde çalışan (özellikle genç kadınlarmış en çok giden) ama bir yanıyla doğa tutkunu bizler geldi kazıklasana ne duruyorsun" diye haykırıyorsunuz.

    sizler yokken el emeği göz nuru incik boncuk satacağım diye saçma sapan pazarlar kurulmaz, çarpık çurpuk, birbirinden farklı şemsiyeler altında pazarlıklar yapılmaz, kaldırımlar işgal edilmezdi. limandaki basket sahasına dört ayağı farklı yükseklikte sandalyeler yerleştirilir, erkekler çamlık'taki (sadece yemek saatlerinde restoran olan) açıkhava kahvehanede toplanır, kadınlar tahta iskemlelerde çekirdek çitler, sahanın ortasında koşuşturan çocukları seyrederdi. ya aralarına katılır ya da yürüyüşe çıkardınız, adanın gece eğlencesi buydu, gündüz zaten miskin, ne yaparsan yap fark etmezdi...

    sizler yokken feribot biletleri önceden alınmaz, uzun kuruklar oluşmaz, tatilci nefsinde ömür tüketilmezdi. ikinci dünya savaşından kalma çıkarma gemisine sığan birkaç arabadan biri seninki ise şanslıydın, yoksa geyikli iskelesinde kamp yapan ailelerle sohbet ederek ya da kışsa soğuktan korunmaya arabanın içine sinerek yakar kaptan'ın gemisinin saatler süren dönüşünü beklerdin. ıssız iskelede manzarayla ömür uzatırdın.

    sizler yokken soğuk içecek, soğuk su, hatta su bulmak bile zordu. ama zaten gerek de yoktu. sabahları sıcak simit ve çay ile çamlık'ta kahvaltı yapmak, öğlenleri ayazma'ya hazırlanan atıştırmalıklar, geceleri limandaki tek restoranda balık, karides, kalamar, istakoz yemek yeterdi midede festivale. rakıya nasılsa su bulunurdu. şimdi tek cümle ile; adada mado dondurmanın ne işi var ulan? almasanıza kapansın.

    sizler yokken bağlardan kimse (olmamış) üzümü yüklemezdi bagajına. bağ bozumu sonrası kalan üzümlerden verir adalılar zaten, "bize yetiyor çürümesin toplayın istediğiniz kadar" derler. mevsiminde değilsen toplamasana.

    sizler yokken adanın tek bir muhasebecisi (kendisi geceleri tek restoranın şef garsonuydu aynı zamanda), tek bir börekçisi, tek bir motosikleti vardı. şimdi... neyse ki hala ilk feribotla gelen gazetelere kuyruk oluyor...

    sizler yokken ada yaşlıydı, ben genç. şimdi sayenizde ada genç, ben yaşlı.
hesabın var mı? giriş yap